Türkiye’nin Ortadoğu’daki Diplomatik Kapasitesinin Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme

Yazan  05 Şubat 2014

Bir devletin diplomasisinin niteliği bir ulusun gücünü meydana getiren faktörler arasında, istikrarsız da olsa oldukça önemlidir. Ulusal gücü belirleyen diğer bütün öğeler, bir ulusun ulusal gücünün biçimlendiği bir hammadde gibidir. Diplomasinin niteliği, ulusal gücü meydana getiren bu farklı öğeleri, ulusal çıkarları en yakından ve en dolaysız şekilde ilgilendiren uluslararası sorunlar ve durumlar üzerinde en yüksek etkide bulunabilecek bir yapıya kavuşturmak açısından önemlidir. Morgenthau’ya göre, bir ulusun dış politikasının barış zamanında diplomatlar eliyle yönetilmesi ve uygulanmasının ulusal güç açısından önemi, savaş zamanında aynı ulusun askeri liderlerinin askeri taktik ve stratejilerinin önemine eşittir. Diplomasi ulusal gücün beynidir.[1]  Bu bağlamda nitelikli bir diplomasi, dış politikanın amaç ve hedefleri ile elde var olan ulusal güç kaynakları arasında bir denge kuran ve bunu yüksek nitelikteki diplomatlar aracılığıyla yürüten bir yapıdadır.

Türkiye’nin Ortadoğu’daki gücü açısından Dışişleri Bakanlığı’nın sahip olduğu maddi altyapısı ve insan kaynakları özetle şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nda, 1.146’sı meslek memuru olmak üzere toplam 5.533 personel görev yapmaktadır. Bu personel, Ankara’daki merkez başta olmak üzere, 114 büyükelçilik, 11 daimi temsilcilik ve 71 başkonsolosluğa dağılmış durumdadır.[2] Dışişleri Bakanlığı’nın maddi ve beşeri altyapısının yeterliliğini daha anlamlı bir çerçeveye oturtabilmek için, diğer aktörlerle mukayeseli rakamlar üzerinden analiz yapmak yerinde olacaktır. (Bkz. Tablo 1)

Dünyanın büyük güç sınıfında yer alan ülkeler, orta-büyük ölçekli ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerden oluşan yukarıdaki tabloda Türkiye, listede takribi 436 milyon euro ile en küçük bütçeye sahip ülke konumundadır. Personel sayısı açısından bakıldığında, diğer bölgesel güç konumundaki ülkeler olan Brezilya ve Hindistan’dan daha iyi konumda olan Türkiye, toplam yurtdışı temsilciliği açısından ise listede Brezilya hariç en geride yer almaktadır. Bütün bu veriler, bir konuda önemli bir çıkarım yapmayı mümkün kılmaktadır: Dışişleri Bakanlığı’nın mevcut kurumsal ve beşeri altyapısı Türkiye’nin “düzen kurucu” aktör ya da “merkez ülke” olabilmesi için yeterli değildir. Zira diğer “düzen kuran ülkeler” ile kıyaslandığında Türk dışişleri oldukça zayıf konumda bulunmaktadır.

Üstelik bu rakamlar, uzmanlaşma, teknik sofistikasyon ve operasyonel kabiliyet gibi daha hassas ancak hayati değişkenleri yansıtmamaktadır. Ancak son yıllarda kapasite artırımına ilişkin önemli adımların atıldığını belirtmek gerekir. Örneğin 2000 yılında 91 olan büyükelçilik sayısı 2011 yılında 114’e yükselmiştir. 2009 yılı başında 12 olan Afrika’daki büyükelçilik sayısı 2011 itibarıyla 28’e ulaşmıştır. Türk diplomasisinin Ortadoğu’ya yönelik beşeri sermayesi ise yakından incelendiğinde özet tablo şöyledir: Ortadoğu bölgesi, yeni dönemde Türk dış politikasında bir “sıklet merkezi” haline gelmiş durumdadır ve Türkiye Ortadoğu’da bölgesel güç olmak hedefiyle dış politika stratejisini kurgulamaktadır. Bu kapsamda Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu’ya yönelik kapasitesini belirlemek lojistik açıdan bir gereklilik halini almaktadır. Türkiye’nin Arapça konuşulan ülkelerdeki temsilcilik sayısı 25’dir. Bu temsilciliklerdeki toplam kariyer memuru sayısı 135’dir. Yani, Türkiye’nin Arapça konuşan ülkelerdeki faaliyetlerini diplomatik seviyede her bir misyonda ortalama 5 kişi yürütmektedir. Üstelik 135 kişi içerisinde sadece 6 kişi Arapça konuşabilmektedir. Tüm Bakanlık genelindeki Arapça konuşma oranı incelendiğinde de benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Bakanlık genelinde 1990 yılında 10 olan Arapça bilen çalışan sayısı 2011 yılında toplamda 26 rakamına ulaşmıştır.

Diplomatik gücün geliştirilmesi ile alakalı olarak değinilmesi gereken bir diğer nokta ise Türkiye’nin diplomatik misyonlarının bulundukları ülkelerin halkları ile daha yakın ve sıcak temas sağlayabilmesidir. Değişen dış politika felsefesi, halk ile kaynaşmayı önermektedir ancak bu çalışma kapsamında görüştüğümüz Araplar bu hususa ayrı bir önem verilmesi gerektiğini özellikle dile getirmektedir. Diğer ülkelerin elçiliklerine daha rahat girebildiklerine ve elçilerine daha kolay ulaşabildiklerine vurgu yapan Araplar, “Türk misyonlarının soğuk yüzünden duydukları rahatsızlığı”dile getirmektedirler. Örneğin, “Müslüman Düşünürler Forumu Genel Sekreteri” ve “Türk-Arap İlişkileri Birimi Başkanı” Rabi el Hafiz şunları ifade etmektedir:

“Türkiye’nin dış dünyaya açılan pencereleri (örneğin diplomatik misyonları), potansiyel iş ortaklarını ve ilgili grupları cezbedemeyen, yavan ve düz yerler olarak kalıyor. Tabir-i diğer ile kokusuz çiçek görüntüsü veriyor. Ve hala, sadece Türk vatandaşlarını ilgilendiren çok da davetkâr olmayan yerler olarak algılanmaya devam ediyor.”[3]

Türkiye’nin son on yılda genel Ortadoğu politikasında yumuşak gücünü göstererek, bölgedeki ağırlığını arttırmayı başarmış olması tek başına yeterli olmamaktadır. İç savaşların, darbelerin kol gezdiği bir dönemde yumuşak güç olmanın etkisinin ne kadar hissedildiği ve bunun sürdürülebilir olup olmadığı halen tartışmalıdır. Diğer taraftan, bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da yumuşak gücünün son yıllarda arttığı iddia edilebiliyorsa, bu özünde Türkiye’nin demokrasisinin kalitesini arttırmasından, ekonomik kalkınmasından ve diplomasisinde daha fazla sivil araçları kullanmasından kaynaklanmaktadır. Yumuşak gücün önemli unsurlarından olan diplomatik kapasite açısından ise Türkiye’nin ilgilendiği coğrafyanın genişliğine kıyasla sahip olduğu altyapı, “düzen kurmak” yahut “yerleşik düzeni devam ettirmek” amacındaki diğer aktörlere kıyasla oldukça yetersizdir. Üstelik, Türkiye’nin “bölgesel güç” olma iddiasının merkezinde yer alan Ortadoğu coğrafyasına ilişkin veriler ise genele göre daha sorunlu görünmektedir. Zira Türkiye, hem diplomat sayısındaki yetersizlik nedeniyle coğrafyayı kapsayamamakta hem de dil bilgisi eksikliğinden dolayı yerel bilgi kanallarına nüfuz edememektedir.[4]

 


[1]Hans J. Morgenthau, Uluslararası Politika: Güç ve Barış Mücadelesi,  C. I., Çev. Baskın Oran, Ünsal Oskay, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, Ankara, 1970, s. 181.

[2]Osman Bahadır Dinçer ve Mustafa Kutlay, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi: Mümkünün Sınırları, Ampirik Bir İnceleme, USAK, Rapor no: 12-03, Ankara, Nisan 2012, s. 16.

[3]Dinçer ve Kutlay, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi: Mümkünün Sınırları, Ampirik Bir İnceleme, s. 20.

[4]Dinçer ve Kutlay, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi: Mümkünün Sınırları, Ampirik Bir İnceleme, s. 18-19.

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display