Erdoğan’ın Lozan Çelişkisi ve Ege Adaları Konusunda Kamuoyundan Saklanan Gerçekler Üzerine Düşünceler

Yazan  25 Ekim 2016

Giriş: Siyasal İktidar Eliyle 1919’a Geri Döndürülmek

AKP iktidarının iç ve dış politikada izlediği irrasyonel, yanlış, öngörüsüz ve tutarsız politikalarının sonucu olarak Türkiye’yi 21. yüzyılın başında yüz yüze bıraktığı tehdit ve tehlikeler herhalde 1919’dakinden daha az korkunç, yıpratıcı ve yok edici değildir. Hal böyleyken, 29 Eylül 2016 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın 1919’un o zifiri karanlığından Türkiye’yi bin bir yokluk ve yoksulluk içerisinde çekip çıkaran ve bunu Lozan Barış Antlaşması’yla taçlandıran kadroyu ve onların eserini açıktan hedef alarak:

“Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler, birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar, her şey ortada. İşte şu anda işte şu anda Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik; zafer bu mu? Oralar bizimdi, oralarda hala bizim camilerimiz var, mabetlerimiz var. Ama şu anda hala Ege’de ‘kıta sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, denizde ne olacak’ bunları konuşuyoruz, hala bunun mücadelesini veriyoruz. Niye? İşte o anlaşmada masaya oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını vermediler, veremediler, veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz.”[1]şeklindeki sözleri, Türkiye’nin hangi noktaya sürüklenmekte olduğunun ibretlik bir örneği olarak tarihe geçmiştir.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesiyle, temel değerleriyle ve uluslararası meşruiyetini sağlayan bir hukuk belgesiyle bu derece sorunlu bir siyasal iktidarın temsilcilerinin her fırsatta tarihsellikten, bilimsellikten, sağduyudan ve rasyonel gerçekliklerden yoksun bu tür açıklama ve yaklaşımları artık alışılageldik sığ, ütopik ve arkaik ideolojilerin dışa vurumu olsa da, gerçekte bu aynı zamanda kamuoyunun dikkatlerini psikolojide “yansıtma”[2] olarak ifade edebileceğimiz bir tür savunma mekanizmasıyla başka yöne çekme ve kendi kusur ve başarısızlıklarını örtmenin bir aracıdır da. Zira, Tayyip Erdoğan, Lozan Barış Antlaşması temelinde Ege Denizi’ndeki adaları bahis konusu yapıp 1923’ten bu yana bu konuda “başarısızlık” olarak nitelediği bütün durumları ve sonuçları −hiç de alakası olmadığı halde− Lozan’a ve onu ortaya çıkaran iradeye yıkarken, aslında 2004 yılından bu yana gerek başbakan, gerekse cumhurbaşkanı olarak Ege’de Yunanistan lehine sonuçlar doğuran politika ve yaklaşımlarının başarısızlığını ve bunun milli menfaatler üzerinde yarattığı tehdit ve tehlikeleri kamuoyunun dikkatinden kaçırmaya ve bu çerçevede mevcut gerçekliği “yansıtma” ve “algı yönetimi/bilinç yapılandırması”yla ters-yüz etmeye çalışmaktadır. Erdoğan’ın “Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik; zafer bu mu?” dediği adalar Lozan’da verilmediği gibi, bizzat kendisinin başbakan olduğu dönemde 2004-2008 yılları arasında Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması’na aykırı olarak Yunanistan’ın egemenliğinde olmadığı halde Ege Denizi’ndeki ve Akdeniz’deki toplam 17 ada(cık) ve 1 kayalık üzerinde Yunanistan tarafından başlatılan sistematik işgal eylemleriyle bir “oldu-bitti” yaratılarak fiili bir egemenlik tesis edilmiştir.[3] (Bkz. Harita 1):

 

Harita 1:

Ege Denizi’nde ve Akdeniz’de Egemenliği Bir Uluslararası Antlaşmayla Devredilmemiş ve Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması’na Göre Tarihsel ve Olgusal Olarak Egemenliği Türkiye’de Olan Ada, Adacık ve Kayalıklar

Kaynak: http://www.casusbelli.org/haritalar/haritalar/har9.html, 14 Ekim 2016.

Ege Denizi’nde ve Akdeniz’de Yunan bayrağı çekilerek ve bir kısmında kilise ve askeri tesisler kurmak suretiyle Yunanistan’ın “fiili egemenlik” tesis ettiği söz konusu ada(cık)ların dağılımı şöyledir:

Ege Denizi:

Andiipsara, Koyun, Fornoz, Hurşit, Nergizcik, Eşek, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Koçbaba, Ardıççık, Sakarcılar, Ardacık ada(cık)ları ve Venedik Kayalıkları.

Akdeniz:

Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi, Koufonisi ada(cık)ları.

T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın 1 Ekim 2016 Tarihli Açıklaması: Ülke Çıkarları mı Parti Çıkarları mı?

Erdoğan’ın Lozan Barış Antlaşması’yla ilgili gerçekleri yansıtmayan ve çarpıtan ifadelerinden sonra gerek kamuoyunda gerekse muhalefet çevrelerinde buna karşı oluşan tepkiyle birlikte, Ege Denizi’ndeki söz konusu adalar üzerindeki mevcut Yunan işgali karşısında AKP iktidarının kayıtsızlığı ve kendi hatalarını başkalarının üzerine yıkma çabaları üzerine geçtiğimiz günlerde konu tekrardan gündeme gelmiş ve bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı 1 Ekim 2016 tarihinde aşağıda yer verilen 242 no’lu açıklamasını resmi internet sitesinden duyurmak zorunda kalmıştır:

Türkiye’nin 2003 yılından itibaren Ege denizindeki bazı ada ve/veya adacıkların egemenliğini başka bir ülkeye devrettiğine ilişkin iddia ve haberler tamamen gerçekdışıdır. Öte yandan, komşumuz Yunanistan ile aramızda Ege bağlamında birbirleriyle bağlantılı bir dizi sorunun mevcut olduğu da bir vakıadır. Ege’de bazı adacık ve kayalıkların aidiyeti ve bununla bağlantılı olarak Türkiye ile Yunanistan arasında geçerli bir uluslararası anlaşmayla tespit edilmiş deniz sınırlarının bulunmaması da bu sorunlar arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi, Ege meseleleri Yunanistan ile aramızda mevcut diyalog kanalları çerçevesinde tüm yönleriyle ele alınmaktadır. Ege’deki ada, adacık ve kayalıkların hukuki statüsü bağlamında son 13 yıldır herhangi bir değişiklik olmamıştır.” [4]

Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması dikkatle incelendiğinde bakanlığın mevcut gerçekliği kelime oyunlarıyla ve çarpıtmayla gizleme çabası içerisinde olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bakanlığın açıklamasına göre;

1) Türkiye’nin 2003 yılından itibaren Ege denizindeki bazı ada ve/veya adacıkların egemenliğini başka bir ülkeye devrettiğine ilişkin iddia ve haberler tamamen gerçekdışıdır.

2) Ege’deki ada, adacık ve kayalıkların hukuki statüsü bağlamında son 13 yıldır herhangi bir değişiklik olmamıştır.

Birinci hususla ilgili olarak bakanlık, açıklamasında gerçeği çarpıtma yoluyla gizlemeye çalışmaktadır. Zira, konuyu gündeme getiren hiç kimse 17 ada(cık) ve 1 kayalığın egemenliğinin Türkiye tarafından devredildiğinden bahsetmemektedir. Böyle bir devrin ancak bir uluslararası antlaşmayla ve TBMM’nin onayıyla olacağını Dışişleri Bakanlığı’nın kendisi de çok iyi bilmektedir. Burada bakanlık tarafından çarpıtılan gerçeklik AKP iktidarının 2004-2008 yılları arasındaki işgale ve bunun bugüne uzanan sonuçlarına hala göz yumuyor olmasıdır. Diğer bir deyişle, AKP iktidarı söz konusu ada(cık)lardaki Yunan işgaline yani fiili olarak egemenlik tesisine karşı çıkmamakta hatta bunu zımnen kabul etmekteyken, bakanlık bunu çarpıtarak “hukuki egemenlik tesisi ve/veya devri)nden bahsetmektedir.

İkinci hususla ilgili olarak da, bakanlık açıklamasında kelime oyununa başvurarak gerçeği gizlemeye çalışmaktadır. Zira, hukuken yani bir uluslararası antlaşmayla ve TBMM’nin onayıyla bir egemenlik devri olmadığına göre, söz konusu ada(cık)ların “hukuki statü”sü elbette değişmemiştir. Ancak, bu durum ada(cık)ların “fiili statüsü”nün de değişmediği yani “hukuki statü”yle “fiili statü”nün örtüştüğü anlamına gelmemektedir. Zira, 2004’ten bu yana söz konusu ada(cık)larda ortaya çıkan işgal durumu “fiili statü”nün Yunanistan lehine Lozan Barış Antlaşması’na ve Paris Barış Antlaşması’na aykırı olarak gerçekleştiğinin apaçık bir kanıtıdır. İşte bu noktada bakanlık kelime oyununa başvurarak söz konusu açıklamasında “hukuki statü” ifadesini kullanarak gerçeği gizlemeye ve bir anlamda kamuoyunu yanıltmaya çalışmaktadır.

Dışişleri Bakanlığı’nın söz konusu gerçekliği gizleme ve çarpıtma çabasına 3 Ekim 2016 tarihinde konuyla ilgili olarak BİMER üzerinden yapmış olduğum “Bilgi Edinme Başvurusu”na bakanlığın Denizcilik-Havacılık Genel Müdür Yardımcılığı aracılığıyla 7 Ekim 2016 tarihinde tarafıma verdiği kaçamak, umursamaz ve gerçekleri gizleme çabası taşıyan cevapla da şahit olunmuştur. (Bkz. Belge 1)

 

Belge 1:

T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın “No: 242, 1 Ekim 2016, Ege'deki Bazı Ada Ve/Veya Adacıklara Dair İddia Ve Haberler Hakkında Açıklama”sına İstinaden Yapmış Olduğum Bilgi Edinme Başvurusuna

7 Ekim 2016 Tarihli Cevabı

 

 

“Bilgi Edinme Başvurusu”nda da görüldüğü üzere, Dışişleri Bakanlığı’na kendi açıklamasından yola çıkarak söz konusu ada, adacık ve kayalıklar üzerinde 2003 yılından bu yana başka bir devlet tarafından “fiili bir durum” ve “fiili bir egemenlik” yaratılıp yaratılmadığını, bakanlığın söz konusu ada, adacık ve kayalıklarla ilgili olarak “hukuki statü” ifadesini kullanmaktaki amacını ve bu “hukuki” statünün “fiili” olarak da geçerli olup olmadığını doğrulayıp doğrulamadıklarını son derece açık ve ada(cık) isimlerini de zikrederek sorduğum halde, bakanlığın Denizcilik-Havacılık Genel Müdür Yardımcılığı aracılığıyla tarafıma verdiği cevabın kaçamak, umursamaz ve gerçekleri gizleme çabası mahiyetinde olduğu görülmektedir. Sorduğum sorulara “Evet”, “Hayır” ya da “Bilgimiz yok” şeklindeki yanıtlarla açıklık ve kesinlik getirmek yerine, bakanlığın bu yolu tercih etmesi gerçekten düşündürücü, endişe ve üzüntü vericidir.

Dışişleri Bakanlığı’nın gerçekliği çarpıtma ve gizleme çabasında olduğunu gösteren ve bakanlığın çarpıtıp gizlemeye çalıştığı gerçekliği ortaya çıkaran bir başka gelişme, 25 Mart 2015 günü MHP’li bir grup milletvekilinin ısrarlı soruları karşısında o dönem Milli Savunma Bakanlığı görevinde bulunan İsmet Yılmaz’ın TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı şu açıklama olmuştur:

“Ege Adaları’yla ilgili, Lozan Barış Antlaşması 12’nci maddesi ve Paris Barış Antlaşması madde 14 hükümleriyle egemenliği devredilenler dışında hiçbir adanın egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiştir. Bu ada, adacık ve kayalıkların egemenliği Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne halefiyet yoluyla intikal etmiştir. Hukuken, EGAYDAAK [Ege’de Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada/Adacık ve Kayalıklar]Türkiye Cumhuriyeti’nin hâkimiyetindedir. Antlaşmalarla gerçekleştirilen bu düzenlemeye karşılık EGAYDAAK’ın bir kısmı üzerinde, başından beri ama ta Osmanlı’dan bugüne gelinceye kadar Yunanistan’ın fiilî uygulamaları vardır. Ancak fiilî devlet uygulamaları onların yasal, hukuki statülerini değiştirmez. Bu, uluslararası mahkemelerin de vermiş olduğu karardır. Dolayısıyla, bu durumda EGAYDAAK hukuken Türkiye Cumhuriyeti egemenliğindedir. EGAYDAAK üzerindeki mevcut olan fiilî Yunan uygulamalarıhukuki statüyü değiştirmez.”[5]

Görüldüğü gibi bu açıklamayla bizzat AKP iktidarının milli savunmadan sorumlu bakanı söz konusu ada, adacık ve kayalıklar üzerindeki Yunan işgalini doğruladığı gibi, partisinin ve kendisinin bu konudaki ihmalkârlığını gizlemek ve sorumluluktan kaçmak için de “yansıtma” davranışı içerisine girerek, bu işgalin sanki kendilerinden önce ortaya çıkmış ve devam eden normal bir durum olduğu yönünde bir “algı” oluşturmaya çalışmıştır. Söz konusu tutanağın devamı incelendiğinde TBMM Genel Kurulu’nda muhalefetin haklı eleştirileri karşısında İsmet Yılmaz’ın bu konuda kendisine ve partisine ait kusur ve yanlışları karşısındakine mal etme çabası içinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Sonuç olarak, AKP iktidarı ve onun milli savunmadan sorumlu bakanı, sözüm ona Ege Denizi’ndeki sorunlarla ilgili olarak “istikşafi görüşmeler” devam ederken, Yunanistan’ın söz konusu ada, adacık ve kayalıklar üzerinde kendi egemenliği hakkında kuşkusu olduğunu ve fırsat kolladığını her nasılsa görmezden gelerek, 2004’ten bu yana fiili bir durum yaratarak ileride ortaya çıkabilecek bazı tartışmaları şimdiden bertaraf etme ve avantajlı olma çabası içerisinde olduğunu anlamayacak derecede uluslararası politika ve dış politika bilgisinden yoksun olduklarını ortaya koymuşlardır.

AKP iktidarının ve onun milli savunma bakanının partisel ve kişisel istikbal ve iç siyaset gereklilikleri nedeniyle söz konusu ada(cık)larla ilgili düşünce, tavır ve davranışları bir yana bırakılsa dahi, Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlığını ve ülkesel bütünlüğünü doğrudan ilgilendiren böylesi bir konuda ülke çıkarlarını ve bu konudaki sorumluluğunu ikinci plana atarcasına iktidar partisi AKP’nin çıkarlarını ve geleceğini kollayan bir yaklaşımla konuyu ele alması, dahası kamuoyunda rahatsızlık yaratan bir gerçeği çarpıtıp gizlemeye çalışmasını hiçbir makul gerekçeyle açıklamak ve mazur görmek/göstermek mümkün değildir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’yle birlikte Dışişleri Bakanlığı gibi Türkiye’nin kadim, köklü, kurumsal kültüre ve geleneklere sahip iki kurumunun AKP iktidarı döneminde, yaşanan ve yaşanmakta olan böylesi bir işgal karşısındaki sessiz, edilgen ve gizleyici tutumları Türkiye’nin ulusal çıkarlarının egemenlik ve bağımsızlık temelinde değil, AKP iktidarının kendi siyaset gereklilikleri ve kişisel/partisel istikbal öncelikleri çerçevesinde ele alınmaya başladığını göstermektedir. Doğrusu bu çok tehlikeli bir gidiştir ve ülkenin hayati çıkarları konusunda bugün sorumluluk noktasında olup da bunun gereğini anayasa ve kanunlar çerçevesinde yerine getirmekten şu veya bu sebeple imtina eden her kurum ve kişi tarihin ve Türk milletinin önünde büyük vebal altında olacaktır.

Bütün bu gerçeklik karşısında, Lozan Barış Antlaşması’nı yokluk ve yoksulluk içinde ortaya çıkaranları “O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını vermediler, veremediler, veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz” diyerek itham edenlerin/küçümseyenlerin kendi iktidarları döneminde ortaya çıkan Ege’deki Yunan işgali karşısında sessiz kalarak “bugün varlık ve zenginlik içerisinde iktidar koltuğunda oturanlar olarak Türkiye’nin hayati çıkarlarını korumanın hakkını vermedikleri, veremedikleri için gelecekte bunun sıkıntısını kim yaşayacaktır acaba?” diye gerçekten tasalandıklarına inanmak nasıl mümkün olabilir?

 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü internet sitesinde yer alan yazılar, sadece yazarlarının görüş ve değerlendirmelerini yansıtmakta olup, bunların sitemizde yayınlanması, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından tümüyle veya kısmen benimsendikleri veya ‘Enstitünün’ kurumsal görüşünü yansıttıkları şeklinde alınamaz.


[1]Recep Tayyip Erdoğan, “15 Temmuz Türk Milletinin İkinci Kurtuluş Savaşı’dır”, T.C. Cumhurbaşkanlığı, 27. Muhtarlar Toplantısı, https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/52441/15-temmuz-turk-milletinin-ikinci-kurtulus-savasidir.html, 29 Eylül 2016.

[2]“Yansıtma”, psikopatolojide “paranoya”yla birlikte anılan bir savunma mekanizması, bir tür davranış bozukluğu ve ruhsal rahatsızlıktır. “Yansıtma”nın tipik özelliği, bu davranışı sergileyen kişilerin asıl kendisine söylenmesi gerekenleri karşısındakine söylemesi, kendine ait kusur ve yanlışlarını karşısındakine mal etmesi ve kendine yakıştırmadıklarını başkalarına yakıştırmasıdır. “Yansıtma” davranışında bulunan bir birey, eleştirdiği şeyleri aslında bizzat kendisi yapmaktadır ve kendi yapmakta olduğu makbul olmayan davranışları bilinç düzeyinde ters-yüz ederek “zan”lar üzerinden yanılgılarına bir temel oluşturarak yapay bir ego tatminine gitmektedir. Aslında “bilmeme”nin egosunda yarattığı belirsizlik ve sapma ile birlikte kendisini önemsetme açlığından dolayı bireyin duygu, düşünce, algı ve karar verme yetisinin sağlıksızlaşmasının açık ve çok tehlikeli bir işareti olan “yansıtma” eylemi, bu eylemin içinde bulunan birey birlikte içerisinde bulunduğu ortamdaki diğer insanlara da zarar verici ve onların algısal bütünlüklerini de bozucu bir davranış bozukludur.

[3]Bu işgal girişiminin Genelkurmay Başkanlığı tarafından fark edilmesine rağmen Dışişleri Bakanlığı’nın ve AKP iktidarının konuyu örtmesine dair çarpıcı ayrıntılar için Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın 6 Ekim 2016 tarihinde TBMM’de düzenlediği basın açıklaması bakılabilir. “Ümit Özdağ: 17 Ada ve 1 Kayalık AKP Hükümeti Tarafından Yunanistan’a Teslim Edilmiştir”, http://haberiniz.com.tr/haber/politika/351671/umit-ozdag-17-ada-ve-1-kayalik-akp-hukumeti-tarafindan-yunanistana-teslim-edilmistir.html, 6 Ekim 2016.

[4] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “No: 242, 1 Ekim 2016, Ege'deki Bazı Ada Ve/Veya Adacıklara Dair İddia Ve Haberler Hakkında Açıklama”, http://www.mfa.gov.tr/no_-242-_ege_deki-bazi-ada-ve_veya-adaciklara-dair--iddia-ve-haberler-hk__.tr.mfa, 1 Ekim 2016

[5]TBMM Genel Kurul Tutanağı, 24. Dönem, 5. Yasama Yılı, 83. Birleşim, 25 Mart 2015 Çarşamba, s. 115, https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.birlesim_baslangic?P4=22403&P5=H&page1=115&page2=115&web_user_id=15008910 

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display