Muaviye, Erdoğan ve Din İstismarı: İktidarın Yozlaşması ve Yozlaştırması Üzerine


Muaviye, Erdoğan ve Din İstismarı: İktidarın Yozlaşması ve Yozlaştırması Üzerine

Yazan  09 Mayıs 2015

Düşünce tarihine adını özgürlükle ilgili yazdığı eserlerle yazdırmış, “tarihin yargıcı” olarak anılan[1] ve 19. yüzyılın önemli kişiliklerinden biri olarak kabul edilen ünlü İngiliz filozof Lord Acton’un siyasal ve sosyal yaşamda her zaman geçerliliğini koruyan keskin ve yalın bir aforizması vardır: “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır” (“Power tends to corrupt and absolute power corrupts absolutely”).[2]

1887 yılında Piskopos Mandell Creighton’a yazdığı bir mektupta bu görüşünü dile getiren Acton’a göre, “özgürlük” ile “siyasi otorite” arasında yakın bir ilişki vardır ve özgürlüklere yönelik en büyük tehlike ya da tehdit her zaman “siyasal otorite”den, başka bir deyişle “devlet”ten gelmektedir. Yeryüzünde insanoğlunun yarattığı en büyük siyasal erk ve otorite olan ve meşru şiddet kullanma tekelini elinde tutan “devlet” aygıtına komuta eden kişiler seçilmiş dahi olsalar, iktidara yerleştikleri ve bütün yetkileri, kaynakları ellerinde topladıkları ölçüde hem siyasal değerler açısından hem de ahlaki ve insani değerler açısından yozlaşmaktadır, yozlaştırmaktadır. Bu gerçeklik eşyanın tabiatı gereğidir. Zira, İtalyan düşünür Niccolo Machiavelli’nin de vurguladığı gibi, “Doğa, insanları her şeyi elde etme susuzluğu ve her şeye ulaşma güçsüzlüğü ile yaratmıştır. Elde etme isteği, her zaman elde etme yeteneğini aşar. Bu yüzden, [insanlar]elindekileri gizliden gizleye hor görür ve giderek kendilerini mutsuz bulurlar. Yine bundan ötürü, varlıkları durmadan değişir. Kimi daha çok kazanmak istediği, kimi elindekini yitirmekten korktuğu için çatışma başlar, iş bir savaşa kadar gider. Savaş da bir devletin yükselmesi uğruna bir başkasının batmasına yol açar.”[3] İnsanın doğasında var olan doğuştan ve kendiliğinden gelen bu çatışma ve güç elde etme isteği siyasal iktidarı elde etme, onu kullanma ve koruma söz konusu olduğunda gerçekten de toplumlar için son derece yıkıcı olabilmektedir. Dolayısıyla, siyasal yaşamda gerek özgürlüklerin ve değerlerin korunması olsun, gerekse kamusal erklerin ve kaynakların kullanımı konusunda olsun yapılması gereken iki şey vardır: Kamu iktidarının sınırlanması ve denetlenmesi. Bu iki gerek ve yeter şart yerine getirilmediği sürece, iktidarın yozlaşması ve yozlaştırması kaçınılmazdır ki, bugün hukukun ve bilimin ulaştığı evrensellik ölçülerinde çağdaş bir siyasal rejim inşa edememiş toplumların hikâyesi de bundan ibarettir.

 

Kudreti Kendinden Menkul Bir İktidar: Erdoğan ve AKP

 Demokratik bir toplumda siyasal iktidarın işlevi sanıldığı gibi halkı yönetmek değildir, aksine, halka hizmet edecek devlet organlarını yönetmektir. Bu nedenledir ki demokratik bir devlet yapısında ister “seçilmiş” olsun ister “atanmış” olsun bunların hiçbirisinin amir gibi değil hizmetli gibi davranmaları gerekir. Bu açıdan bakıldığında, siyasal iktidar ve onu bütünleyen ideoloji de birbirini besleyen bir “meşruiyet arayışı”dır aslında. Meşruiyet, siyasal iktidarın “niçin”liğini belirleyen en önemli üst anlamlandırmadır. Diğer bir deyişle meşruiyet, siyasal iktidarın varlık sebebi ve devam etmesinin tek güvencesidir. Siyasal iktidarın yasa, emir ve eylemlerinin birey ve toplum nezdinde kabul görüp uyulmasının tek dayanağıdır. Bu yüzden siyaset, devlet, iktidar ve egemenliğin konuşulduğu her alan aynı zamanda meşruiyet alanıdır.[4] Bu sayede güç, iktidarın kullandığı bir araç olarak onun normatif değerleri, ilkeleri ile donanır ve meşruluk kazanır.

Siyasal ve sosyal dengelerin oturmamış olduğu toplumlarda, siyasal iktidarın meşruiyet arayışı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında temsil edilen AKP iktidarında da görüldüğü gibi anayasal kuralları gibi istediği gibi uygulama ya da askıya alma eylemlerinden, siyasal iktidarın en küçük alanı olan “bireysel tercih” ve “özgürlükler ve inanç dünyası”nı belirlemeye kadar indirgenebilmektedir. Bu çerçevede meşruiyet, bireyin ve toplumun kendini siyasal sistemin ideolojik yapısına adapte etme sürecine dönüşür ki, bunun doğal sonucu bireyin ve toplumun siyasal iktidarın “öznel”liği karşısında “nesne”leşmesidir. Diğer bir deyişle, doğası gereği bireysel hak ve özgürlüklere dayalı toplumsal rızanın “siyasal iktidarı belirleme meşruiyeti” tersine dönerek, “meşruiyeti ve kudreti kendinden menkul bir iktidar” yapısı ve söylemi ortaya çıkmaktadır. İşte bu “mutlak iktidar”dır ve bütün “mutlak iktidar”larda bireysel tercihleri, hak ve özgürlükleri ve toplumsal rızanın ölçütlerini “mutlak iktidar”ın kendisinin belirlemesi gerektiği meşruiyeti bu şekilde kabul görmüş olur. Peter Hamilton’un “bireyin [ve toplumun] nesneleştirilmesi” (bireyin ve toplumun edilgenleştirilmesi) olarak tanımladığı bu süreçte meşruiyet tek biçimli, mutlak doğru ve tek gerçek olarak bireysel gerçekliğin ve toplumsal varlığın tek siyasal gerekçesi olur ve meşruiyetleri sadece iktidara bağlılığa endekslenir.[5] İşte bu tam anlamıyla siyasal iktidarın yozlaşması ve kendisi yozlaşırken bütün siyaset zeminini, hukuksal ilkeleri ve toplumsal değerleri de yozlaştırması durumudur. 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’ne giden süreçte Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu söylemler ve eylemlerin vardığı nokta itibariyle tanımlanması ancak bu çerçevede ifade edilebilir kanımca. Erdoğan’ın şahsında toplanan siyasal iktidar, her geçen gün meşruiyetini ve kudretini kendinden kaynaklı hale dönüştürerek toplumsal rızayı demokratik yollardan geri alınamayacak biçimde teslim alma yolunda hızla ve kararlılıkla ilerlemektedir.

Din İstismarı: Muaviye ve Erdoğan Benzerliği

Recep Tayyip Erdoğan’ın 2 Mayıs 2015’te Batman’da ve Diyarbakır’da, 4 Mayıs 2015’te de Siirt’te yaptığı mitinglerde HDP’nin seçim bildirgesine ve Selahattin Demirtaş’a yönelik olarak Kur’an-ı Kerim’in Kürtçe mealini havaya kaldırarak  “Diyaneti kaldıracağız’ diyorlar. Hale bak Diyanet’i kaldıracak. Çünkü bunların dinle işi yok. [Kürtçe Kuran-ı Kerim’i göstererek]Bakınız kaldıracağız dedikleri Diyanet, Kürtçe Kuran-ı Kerim mealini yayınladı. ‘Kudüs, Yahudilerindir’ diyecek kadar ileri gidiyorlar. Zerre kadar bunların İslam ile alakası olsa bu ifadeyi kullanamaz. Kudüs Müslümanların en önemli Kâbe’si. Biz buralarda hayat bulduk, ayağa kalktık”[6] şeklindeki sözleri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun din istismarı eleştirilerine yönelik olarak da “Sayın Kılıçdaroğlu, ben Kur'an ile büyüdüm, Kuran ile yaşıyorum. Onu sen kendine söyle. Kendi şahsında Kur'an’ın yerinin ne olduğu malum”[7]şeklindeki sözleri akıllara ister istemez İslam tarihinde “İlk Fitne (656-661)” olarak adlandırılan dönemde gerçekleşen Sıffin Savaşı (657) sırasındaki “Kur’an Hadisesi”ni getirmektedir. Söz konusu savaş sırasında dönemin Suriye valisi Muaviye’nin bozguna uğrayacağını anladığında askerlerinin mızraklarının ucuna Kur’an-ı Kerim’den sayfalar geçirerek Halife Hz. Ali’nin taraftarlarının ve askerlerinin dini duygularını istismar etmek, morallerini bozmak ve Hz. Ali’nin otoritesini sarsmak yoluyla kendi halifeliğinin ve Emevi hanedanlığının/saltanatının yolunu açması, İslam dininin İslam toplumları içinde siyasi olarak kullanılmasının ilk ve en çarpıcı örneğini oluşturmuştur. İslam toplumları içinde ve arasında o günden bugüne uzanan Sünni-Şii temelli mezhepsel bölünmeler aradan 1400 yıl geçmesine rağmen daha da katılaşmış, keskinleşmiş ve şiddetle yoğrulmaya devam etmiştir.

Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın bırakınız Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası’nın cumhurbaşkanının tarafsızlığına ilişkin hükmüne aykırı hareket etmesini, anayasanın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen “…Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” şeklindeki 24. maddesinin açık hükmüne rağmen ortaya koyduğu bu eylemlerle aslında Muaviye’nin de ötesine geçmiştir.[8] Zira, Erdoğan miting meydanlarında Kur’an-ı Kerim’i havaya kaldırıp gösterirken söylediği sözlerle aslında kendisi gibi düşünmeyenlere karşı da çok ağır bir hakarette bulunmaktadır. Sarf ettiği sözlerle kendisini dinleyenlere zımni olarak kendisinin “Kur’an ehli” olduğunu, eleştirdiklerinin ise böyle olmadığını dile getirerek “Nefret suçu” kapsamına girebilecek bir eyleme imza atmaktadır. Doğrusu bu, aklı başında, sağduyusunu yitirmemiş bir devlet adamının, hele de devletin ve milletin başını temsil eden bir devlet adamının sergileyebileceği bir tavır değildir. Mesele bu yönüyle de oldukça düşündürücü ve gelecek günler açısından da endişe vericidir. Bu gidişatın önü önce sandıkta Türk milleti tarafından, sonra da bağımsız ve tarafsız mahkemelerde hukuk tarafından kesilmedikçe, Türkiye’yi çok yakın bir gelecekte anayasal, siyasal ve toplumsal açıdan derin yarılma, savrulma ve krizlerin beklediğini söylemek herhalde kehanet olmayacaktır…

 

 

.

 

 

 

 

 


[1]“Lord Acton”, http://www.acton.org/research/lord-acton, (Erişim tarihi: 08.05.2015)

[2]Mason L. Bohrer, “Duty, Selection and Freedom”, The John Marshall Journal Of Practice And Procedure, Vol. 7, Issue: 26 (1972-1973), p. 54., http://library.jmls.edu/pdf/ir/lr/jmlr7/07_7JMarshallJPrac&Proc26(1973-1974). pdf, (Erişim tarihi: 08.05.2015)

[3]Niccolo Machiavelli, Discourses Upon The First Ten Books of Titus Livy, 1517, p. 54., http://www.constitution.org/mac/disclivy.pdf, (Erişim tarihi: 08.05.2015)

[4]Halis Çetin, “Siyasetin Evrensel Sorunu: İktidarın Meşruiyeti-Meşruiyet İktidarı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 58, Sayı: 3 (2003), s. 62.

[5]Peter Hamilton, Knowledge and Social Structure: An Introduction to the Classical Argument in the Sociology of Knowledge, Routledge and Kegan Paul, London and Boston, 1974, p. 141’den aktaran Çetin, “Siyasetin Evrensel Sorunu: İktidarın Meşruiyeti-Meşruiyet İktidarı”, s. 71.

[6]“Erdoğan: Bunların Dinle İşi Yok”,  http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28901358.asp, 3 Mayıs 2015, (Erişim tarihi: 08.05.2015)

[7]“Cumhurbaşkanı Erdoğan, Siirt'te Muhalefete Sert Sözlerle Yüklendi”, http://www.haberturk.com/gündem /haber/1073439-cumhurbaskani-erdogan-siirtte-muhalefete-sert-sozlerle-yuklendi, 4 Mayıs 2015, (Erişim tarihi: 08.05.2015)

[8]Muaviye ile Erdoğan arasındaki bir diğer ilginç benzerlik ikamet ettikleri saraylar konusundadır. Dört Halife döneminin sonunu getiren Emeviler’in ilk devlet başkanı Muaviye’nin Şam’da yaptırdığı şaşalı sarayın ismi Kasr-ı Beyza, yani Beyaz Saray’dır, tıpkı bugün Ankara Beştepede’ki AkSaray gibi.

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display