Türk Dış Politikası “Quo Vadis”? : Dış Politikada Bir “Reset” Mümkün Mü?

Yazan  10 Ocak 2014

Son zamanlarda, hem içerideki hem dışardaki pek çok yazara göre Türkiye’nin dış politikada son on yılda Ortadoğu’da oluşturduğu başarılı ve etkili imajı Arap Baharı’yla başlayan süreçte giderek yara aldı ve tersine döndü. Bu durumu dışsal faktörlere bağlayanlar olduğu gibi, AKP hükümetinin son derece ideolojik, mezhepçi, öngörüsüz, aceleci, “ben bilirimci”, “herşey bizden sorulur” şeklindeki tavır ve politikalarına bağlayanlar da var. Ancak neresinden bakılırsa bakılsın “komşularla sıfır sorun” şiarıyla uygulamaya sokulan AKP dış politikası, bugün geldiği nokta itibariyle Türkiye’yi derin bir izolasyonizmin içerisine sokmuş durumdadır. Başta Suriye’de olmak üzere Ortadoğu’daki gelişmeleri yanlış teşhis etmek, Neo-Osmanlıcı ve mezhepçi politikalar izlemek, “ulusal güç” ve “ulusal çıkar”larla uyumlu olmayan, denge gözetmeyen ve algı yönetimine dayanan abartılı ‘vizyonlar’ peşinde koşmak, Gezi Olayları’nda mesnetsiz ve saldırgan bir “dış güçler” söylemi üretmek, hem komşularıyla hem de müttefikleriyle hemen hemen her konuda ihtilafa düşmek, dış politikada hiçbir eleştiriyi kabul etmemek gibi pek çok olay ve gelişmede bu derin izolasyonizmin izdüşümlerini bulmak mümkündür. AKP hükümetinin özellikle Suriye politikasının Türkiye için yarattığı sonuçlar düşünüldüğünde, durumun vahameti artık gözle görülür hale gelmiştir. Bu bağlamda, ulusal ölçekte ortaya çıkan olumsuz sonuçların en önemlileri ekonomik kayıplar, Suriye sınırındaki mülteci akını, sınırın güvenliğinin kalmaması, sınırın kontrol edilememesi, sınırdaki illerde yaşanan patlamalar, gerginlikler ve huzursuzluklardır. Uluslararası ölçekte ise ortaya çıkan en olumsuz sonuç Türkiye’nin bölgede giderek yalnız kalması, Suriye PKK’sı PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde önemli alanları ele geçirmesi ve Türkiye’nin bölgede sadece radikal unsurlar tarafından desteklenmesidir (El-Nusra, El-Kaide, Hamas, Müslüman Kardeşler gibi).

Dış politikada girilen bu çıkmaz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika başdanışmanı Doç. Dr. İbrahim Kalın tarafından “değerli yalnızlık” kavramıyla kamufle edilmeye çalışılsa da, hükümet taraftarı yazarların birçoğunun da kabul ettiği gibi dış politika artık bir “reset” durumu kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortada durmaktadır. Nitekim, Suriye’den büyükelçisini çeken, Mısır’da büyükelçisi istenmeyen adam ilan edilen, İran’la Suriye nedeniyle görüş ayrılığı yaşayan, Irak merkezi hükümetiyle kriz yaşayan AKP iktidarı, son dönemde bu olumsuz sonuçları doğuran politikalarını değiştirmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştır. Örneğin, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, sessiz sedasız dünyanın çeşitli yerlerine giderek Ankara’nın son dönemde arasının açıldığı ülkelerle arasını düzeltmeye çalışmaktadır. Mısır’daki darbeyi destekleyen Körfez Arap şeyhliklerinden başlayan bu ziyaretler Suudi Arabistan’dan Irak’a, Avrupa’dan Washington’a ve Erivan’a kadar uzanmaktadır. Bölgesel açıdan düşünüldüğünde ise, özellikle Irak merkezi hükümetiyle neredeyse husumet derecesinde bozulmuş olan ilişkilerin tamiri için karşılıklı ziyaretlerin yapılmaya başlanması,  İran dışişleri bakanının son Türkiye ziyareti ve yapılan açıklamalar bu yönde olumlu sayılabilecek gelişmelerdir. Diğer taraftan Türkiye’nin Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’yle girdiği ilişkiler, petrol ve doğalgaz konusundan halen bir uzlaşmaya varamayan Bağdat ve Erbil yönetimleriyle birlikte düşünüldüğünde Türkiye-Irak ilişkileri açısından oldukça sorunlu ve kaygı vericidir. Nitekim Irak hükümetinin gözünün içine baka baka Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’yle başta enerji olmak üzere AKP hükümetinin girdiği yeni ilişkilere bir tepki olarak Irak merkezi yönetiminin Kuzey Irak hava sahasını Türkiye’den gelebilecek özel uçaklara kapatması bu anlamda manidardır.

Dış politikada girilen bu yeni pozisyonlar, içinde barındırdığı bu tür çelişkilerle birlikte düşünüldüğünde akıllara bazı sorular gelmektedir: Dış politikadaki son dönem gelişmeler gerçekten bir “reset” durumu mudur? Dış politikada eğer bir “reset” yapılıyorsa Türkiye tam olarak hangi dış politikaya geri dönmektedir? Bu sorulara cevap bulabilmek için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 18 Kasım 2013’deki ABD ziyareti sırasında “Brookings Institute”de yaptığı konuşmaya bakmak yeterlidir.[1] Söz konusu konuşmada Davutoğlu, en başından beri tutarlı bir dış politika izlendiğini söyleyip, başarısızlıkla sonuçlanan dış politika konseptlerini açıkça överek hatalardan ders alınmadığını ortaya koymuştur. Bu durum AKP iktidarının dış politikada hala bir düşünsel yanılsama içerisinde olduğunu göstermektedir. Hal böyleyken AKP iktidarının dış politikada gerçekten bir “reset” durumu içinde olduğunu söylemek oldukça iyimser olmayı gerektirmektedir. Bu iki nedene dayanmaktadır: Birincisi, AKP iktidarının dış politikasının yürütücüleri Ortadoğu’da hegemonya iddiasını her fırsatta seslendirerek bölge başkentlerinde kuşkular yaratmışlardır. Türk dış politikasının kurumsal karakterini tahrip etmişler, uygulamalarıyla da öngörülebilirlikten uzaklaşmışlardır. Bunların neticesinde ise Ankara artık güven telkin etmeyen bir oyuncuya dönüşmüştür.[2] Dolayısıyla, Türk dış politikasını bu noktaya getirenler bu görevlerinde oldukları sürece, dış politikanın “reset”lenmesi pek mümkün gözükmemektedir. İkincisi ve daha da önemlisi, bir algı koşullandırması içinde sürekli olarak dini argümanlara dayalı, mezhepçi ve Neo-Osmanlıcı hevesler içeren bu maceracı ve ütopik dış politika anlayışından vazgeçilip, dış politikada laik, gerçekçi, dengeli ve ulusal çıkarları baz alan bir yaklaşım benimsemediği sürece Türk dış politikasında gerçek bir “reset” durumundan bahsedilemez. Zira, bölgesel/küresel istikrarsızlık ve güvensizlik dönemlerinde, dış politikada ideolojik değişkenlere öncelik verilerek hareket edilmesi ciddi riskler barındırmaktadır ki, bunun neticesinde Türkiye bugün istikrarsızlık, parçalanma, kargaşa, savrulma olgularıyla adeta yan yana yaşayan bir ülke haline gelmiştir. Bu gerçekliklerle birlikte, hem iç politikada hem de dış politikada ideolojik maluliyet içerisindeki AKP iktidarının laik, gerçekçi, dengeli ve ulusal çıkarlara dayanan bir dış politika üretebilme ve yürütebilme kapasitesinin zayıflığı düşünüldüğünde, Türk dış politikasında yine gerçek bir “reset” durumundan bahsedilemez. Dolayısıyla AKP iktidarı dış politikadaki mezhepçi, Neo-Osmanlıcı ve popülist eğilimlerini kontrol altına almadıkça ve bu eğilimlerini iç politikaya da tahvil etme anlayışından geri durmadıkça (ki Başbakan Erdoğan’ın iç politikadaki son gelişmeler karşısındaki söylemleri[3] bu durumu doğrulamaktadır), Türk dış politikasının sağlam ve tutarlı bir zemin üzerinde ilerlediğini ve gerçek bir “reset” durumuna girdiğini söylemek hala çok güçtür.

 


[1]Konuşmanın kaydı için bkz. Ahmet Davutoğlu, “Turkish Foreign Policy at a Time of Global and Regional Transformation: Vision and Challenges”, http://www.brookings.edu/events/2013/11/18-turkey-transformation-challenges-davutoglu, 18 November 2013.

[2]Kadri Gürsel, “Dış Politikayı Fabrika Ayarlarınız Mahvetti”, Milliyet, 5 Aralık 2013.

[3]“Geri Adım Atmayacağız, Tehditlere Boyun Eğmeyeceğiz”, 17 Aralık 2013, http://www.haberturk.com/gundem/haber/904165-geri-adim-atmayacagiz-tehditlere-boyun-egmeyecegiz 

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display