Dış Politikada “Reset” mi Yoksa Yeni Tavizler mi?: AKP Hükümeti’nin Son Dönem Kıbrıs ve Ermenistan Açılımları

Yazan  23 Aralık 2013

Türkiye’nin dış politikada son on yılda özellikle Ortadoğu’da oluşturduğu söylenen başarılı ve etkili imajının Arap Baharı’yla başlayan süreçte giderek yara alarak tersine dönmesi üzerine dış politikada girilen bu çıkmaz duruma reçete olarak “reset” kavramının ortaya atıldığı şu günlerde, bunun bir yansıması olarak AKP iktidarı, son dönemde dış politikada olumsuz sonuçlar doğuran politikalarını değiştirmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştır. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, son zamanlarda dünyanın çeşitli yerlerine giderek Ankara’nın arasının açıldığı ülkelerle arasını düzeltmeye çalıştığı gözlenirken, AKP hükümetinin özellikle Kıbrıs ve Ermenistan konusundaki yeni söylemleri ve eylemleri dış politikada yeni tavizlerin de gündemde olduğu algısını güçlendirmeye başlamıştır.

Öncelikle Kıbrıs konusuyla ilgili olarak gelinen son aşamada muhalefet cephesinden yükselen itirazlara bakmakta fayda vardır. CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu geçtiğimiz günlerde yaptığı bir yazılı açıklamada, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Kıbrıs konusunda içeriği kamuoyuyla paylaşılmayan bazı girişimlerde bulunduğu ve temaslar yapmakta olduğunu savunarak, “Türk dış politikasını birçok noktada tehlikeli çıkmazlara sokan AKP iktidarının KKTC halkına ve ulusal Kıbrıs davamıza da zarar verebileceği kaygısını taşıdığımız için CHP olarak kendilerini uyarmak gereği doğmuştur.Çıkmaza giren Türk dış politikasının Kıbrıs konusunda vereceği tek taraflı ağır tavizlerle kurtarabileceğini sanıyorsa, Sayın Davutoğlu hayatının en büyük yanılgısı içindedir.”[1]sözlerini sarf etmiştir. Loğoğlu’na göre, Kıbrıs Türk ve Rum tarafları arasında Ekim sonunda başlaması planlanan müzakerelerin önü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis’in önce bir “ortak açıklama” yapılması yolundaki ısrarı nedeniyle tıkanmıştır. Zira, olası müzakerelerin hangi konuları kapsayacağı belirlenmiş ve açık olduğu halde, Rum tarafı kendi tezleri doğrultusunda, “ortak açıklama”da “tek halk, tek devlet, tek egemenlik” esaslarına ve bunların bölünmezliğine yer verilmesini talep etmekte, buna mukabil, egemenliğin “iki eşit kurucu devlet”ten kaynaklanacağı ve artık “yetkilerin kurucu devletlere bırakılacağı” yolundaki Kıbrıs Türk tarafının taleplerinin “ortak açıklama”ya girmesini Rum tarafı engellemeye çalışmaktadır.

Diğer taraftan, 13 Aralık 2013’teki Atina ziyaretinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Venizelos’la biraraya gelen Davutoğlu’nun görüşme sonrasında gerçekleştirilen ortak basın toplantısında Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili olarak “Adada Annan Planı ile ortaya çıkan bir müktesebat var. Yeni şartlar öne çıkarmak yerine önceden mutabakata varılmış metinler üzerinden sonuca gidilmesi gerek”[2] şeklindeki sözleri, siyasal, hukuksal ve reelpolitik açıdan dengesiz bir plan olan Annan Planı’nın[3] AKP hükümeti tarafından hala desteklendiğini ve 2004 Nisan’ında yapılan referandumda % 75.8 gibi yüksek bir oranla plana “hayır” diyen Rum tarafını “evet”e ikna etmek için planda yapılacak değişiklikler çerçevesinde tavizler verileceğini göstermektedir.[4] Nitekim, Hürriyet gazetesinde yayınlanan Kıbrıs kaynaklı bir habere göre, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2004’te reddettikleri Annan Planı’ndaki haritadan farklı olarak, KKTC’nin iç kesimlerinden ve stratejik Karpaz yarımadasından da pay istemektedirler. Bu çerçevede Rumlar, KKTC’nin iç kesimleri ile Karpaz’da Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarının çoğunlukta olduğu Yeni Erenköy ve Dipkarpaz köylerini kapsayan haritaların BM’ye sunulduğu iddiasını ileri süren habere göre, Rumların yeni haritası kabul edilirse, adanın en verimli topraklarının yanı sıra Türkiye’den gelecek suyun da kullanılacağı geniş araziler Kıbrıslı Türklerin elinden çıkacaktır.[5]

AKP hükümetinin dış politikada yeni tavizlere açık olduğu hususu Ermenistan konusunda ise daha belirgindir. 12 Aralık 2013’te Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) 29. Bakanlar Konseyi Toplantısı için Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bulunan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan ile görüşmesinde ortaya çıkan tablo ve tarafların açıklamalarına bakıldığında Ermenistan’la ilişkiler konusunda AKP hükümetinin taviz vermeye yakın bir görüntü sergilediği söylenebilir. Zira, Davutoğlu’nun, daha Ermenistan’a giderken uçakta 1915 olaylarına ilişkin sarfettiği “İttihatçıların yaptığı gayri insanidir. Tehciri hiçbir zaman benimsemiyoruz”[6] şeklindeki ifadesi, AKP hükümetinin Ermenistan’la başlatılacak yeni görüşmeler sürecinde bir yumuşaklık ve taviz verme düşüncesinde olduğunu gösterdiği gibi, 1915 olaylarının “soykırım” olarak kabul edilmesi konusunda zımni kabul anlamına gelebilecek bu söz Ermenilerin eline de yeni bir koz vermiştir.[7]

Diğer taraftan Davutoğlu’nun ziyareti sırasında yaşanan protestolar, ziyaret öncesinde basına verdiği demeçte Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Koçaryan’ın Davutoğlu’nun Ermenistan ziyareti sırasında “soykırım” anıtını ziyaret etmesini istemesi, Nalbandyan’ın görüşme öncesi Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için hiçbir ön şart kabul etmeyeceklerinin altını çizmesi ve Türkiye’nin iki ülke arasındaki meseleyi Azerbaycan’la aralarındaki sorunlara bağlayarak büyük bir hata yaptığını açıklaması[8] karşısında Davutoğlu’nun sessizliği AKP hükümetinin hala boş hayaller peşinde koşan bir dış politika anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle AKP hükümeti 2009’da Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerin Ermenistan açısından hiçbir anlam ifade etmediğini hala anlayamamıştır. Durum böyleyken ve Türkiye Azerbaycan’a Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmemesi durumunda hiçbir adım atılmayacağının sözünü önceki hükümetler döneminde en üst düzeyden vermişken, görüşmeleri sürdürmekte en hevesli taraf olarak Türkiye’nin kendisini ortaya atması Ermenistan’a karşı geri adım atılacağı kuşkusunu uyandırmaktadır. Bir yazarın da dikkat çektiği gibi, geri adım atmayacak olan bir ülke Ermenistan’ın açıklamalarından sonra bu görüşmelerde bu kadar ısrarlı olmazdı.[9]

Ermenistan medyasında yer alan bazı iddialar da taraflar arasında son dönemde “gizli diplomasi”nin başlamış olabileceğini düşündürmektedir. Örneğin, Aravot gazetesi Ermenistan’ın Türkiye’ye ilişkilerin düzelmesine yönelik yeni bir “yol haritası” sunduğu iddiasını gündeme taşıyarak, Davutoğlu’na iletildiğini ileri sürdüğü önerilerin yer aldığı üç maddeden oluşan “yol haritası”, Ankara’nın Ermeni soykırımını kabul etmesini, iki ülke arasında diplomatik ilişki kurularak sınırın açılmasını, bunların karşılığı olarak ise Türkiye’nin Ermeni işgali altında bulunan Azeri toprağı Karabağ’da arabuluculuk rolünü üstlenebilmesini içeriyor.[10] Bir başka haber kaynağı ise, söz konusu önerilerin aslında Türkiye’ye ait olduğunu ve planın gizlice Moskova üzerinden Erivan’a iletilerek, bu plana göre Ermenistan’ın Türkiye’den ne toprak ne de tazminat isteyeceği, fakat bunun karşılığında ise Türkiye’nin soykırımı kabul ederek toprak iddialarından ve tazminat taleplerinden kurtulacağını ileri sürmektedir.[11] Bütün bu argümanların yanında, Davutoğlu’nun 12 Aralık 2013’te Nalbandyan’la olan görüşmesinde Ermenistan’dan 1993’te işgal ettiği Dağlık Karabağ’ın 7 reyonunun en az 2’sinden çekilmesini istemiş olabileceği ve bunun karşılığında Ermenistan için “can suyu” anlamına gelen karşılıklı olarak sınır kapısının açılması yönünde Türkiye’nin adım atacağı sözünü vermiş olabileceği de ihtimaller arasındadır.[12] Ermenistan bu öneriyi kabul etmesi durumunda, bir yandan sınır kapısının açılması gibi kritik bir kazanım elde ederken, diğer yandan işgal ettiği Azeri topraklarının büyük bölümünü yine boşaltmamış olacaktır ki bu sonuç ilişkilerde normalleşme adına Türkiye’nin Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü önemsemeyip Ermenistan’a karşı geri adım atması anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak, AKP hükümetinin “ulusal güç” ve “ulusal çıkar”larla uyumlu olmayan, denge gözetmeyen ve algı yönetimine dayanan abartılı ‘vizyonlar’ peşinde koşan dış politikasıyla bugün Türkiye’yi içerisine soktuğu derin izolasyonizmden çıkış yolu olarak Kıbrıs ve Ermenistan konularına adeta bir “can simidi” gibi sarılması bir rastlantı değildir. Uzun süredir Ermenistan ve özellikle de Kıbrıs konusunu alt sıralarda tutan AKP hükümetinin, bu konularda şimdi harekete geçmesi bu anlamda manidardır. Zira, AKP’nin algı yönetimiyle dünyaya yansıtmaya çalıştığı “örnek ülke”, “yükselen güç”, “küresel oyuncu” imajının, “Arap Baharı” ve “Gezi Olayları”yla birlikte artık yıkılmaya başlandığı düşünüldüğünde, Erdoğan eliyle yaratılan ve gittikçe güçlenen bir kutuplaşma eğilimi gösteren otokratik Türkiye manzarasının üstü dış politikadaki bu tür yeni açılımlar ve tavizlerle bir biçimde örtülmek istenmekte ve Batılı devletler nezdinde yıpranan Erdoğan ve AKP imajı bu yolla düzeltilmeye çalışılmaktadır.

 


[1]“Loğoğlu: Kuzey Kıbrıs Satılık Arazi Parçası Değildir”, 13 Aralık 2013, http://www.zaman.com.tr/gundem_logoglu-kuzey-kibris-satilik-arazi-parcasi-degildir_2182467.html

[2]“Davutoğlu-Venizelos Ortak Basın Toplantısı:Kıbrıs Sorunuyla İlgili Önemli Gelişmeler”, 14 Aralık 2013, http://www.abhaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=54168:davuto%C4%9Flu-venizelos-ortak-bas%C4%B1n-toplant%C4%B1s%C4%B1-k%C4%B1br%C4%B1s-sorunuyla-ilgili-%C3%B6nemli-geli%C5%9Fmeler&catid=214:manset-haber&Itemid=915

[3]Annan Planı, her şeyden önce, iki kutuplu sistemin şartlarını yansıtan “tek Kıbrıs devleti ve halkı” olduğunu ve her ne pahasına olursa olsun bunun böyle olmaya devam edeceğini, diğer bir deyişle adadaki mevcut durumu dikkate almayan bir plandır. İkinci olarak, plan “egemenlik” ve “garantörlük” konularında Türk tarafının tezlerine yakın değilken; “toprak” ve “mülteciler” konularında ise Rum tarafının tezlerine yakın durarak dengesiz bir yapı oluşturmuştur. Özelikle, “egemenlik” konusunda bir “siyasi eşitlik” söz konusu olmakla beraber, bu hiçbir şekilde bir hukuki mekanizmayla takviye edilmemiştir. Üçüncü olarak, planda federe devletlerin egemenliklerinden ziyade, “bölünmez/ayrıştırılamaz” tek bir egemen devlete vurgu yapılmakta ve böylece Rum tarafının “üniter devlet” tezine özü itibariyle yaklaşmaktadır.

[4]Söz konusu referandumda AKP hükümetinin içerde ve dışarda oluşturduğu “statüko ve Denktaş karşıtlığı” propagandaları sonucu Türk tarafı %64.9 oranıyla plana “evet” demişti.

[5]“Annan’dan Daha Fazla Toprak İstiyorlar”, Hürriyet, 17 Aralık 2013, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25377492.asp

[6]“Tehciri Benimsemiyoruz”, Hürriyet, 13 Aralık 2013, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25346260.asp

[7]Bkz. Hakob Badalyan, “Armenia Thwarted 100th Anniversary”, 13 December 2013, http://www.lragir.am/index/eng/0/comments/view/31548

[8]“Erivan Ziyareti Yeni Bir Başlangıç mı?”, 13 Aralık 2013, http://www.dw.de/erivan-ziyareti-yeni-bir-ba%C5%9Flang%C4%B1%C3%A7-m%C4%B1/a-17292868

[9]Orhan Dede, “AKP Ermenistan'a Taviz Vermeye Hazır”, Yeni Mesaj, 14 Aralık 2013.

[10]Bkz. “Official Yerevan Proposed a New Road Map to Turks for Armenian-Turkish Rapprochement”, December 10 2013, http://en.aravot.am/2013/12/10/162912/

[11]“Gizli Diplomasi Sinyalleri”, 12 Aralık 2013, http://www.dw.de/gizli-diplomasi-sinyalleri/a-17289170

[12]Bkz. “Davutoğlu Arayışta, Ermenistan Temkinli”, 13 Aralık 2013, http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=davutoglu-arayista-ermenistan-temkinli&haberid=6274

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display