“Arap Baharı” Sürecinde Türk Dış Politikasında Proaktiflik Yitimi

Yazan  30 Temmuz 2013

“Proaktif Dış Politika” Nedir ve Nasıl Üretilir?

Uluslararası politika literatüründe “dış politika” kavramı, çoğunlukla devletlerin kendi dışındaki birimlere yönelik tutum ve davranışlarını nitelemek için kullanılmaktadır. Bu çerçevede bir devletin dış politikası hem belirgin bazı dış politika amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik tutum ve davranışları hem de devlete dışarıdan yönelen etkilere karşılık ortaya konulan tutum ve davranışları kapsar.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, dış politikada olaylar ve gelişmeler karşısında bir tepki, bir reaksiyon göstermek eşyanın tabiatı gereğidir ve devletlerin günlük dış politika eylemleri çoğunlukla bu tür tutum ve davranışları kapsamaktadır. Fakat şurası bir gerçektir ki, dış politikada gerçek başarının yolu reaksiyoner bir dış politikadan (reaktif dış politikadan) değil, proaktif bir dış politika izlemekten geçmektedir.

“Proaktiflik” kavramı, genel anlamıyla “ön almak” demektir.Dolayısıyla “proaktif dış politika” gelişmeleri öngörüp, istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasını engellemek, buna yönelik tedbir almak ya da daha avantajlı bir pozisyon elde etmek için en başından belirgin bir tavır takınmak, harekete geçmek anlamına gelmektedir. Proaktif dış politika, bir yönüyle olağan koşulların taşıdığı risklere karşı tedbir almayı gerektiren bir “ihtiyatlılık” taşırken; bir yönüyle de, bilerek ve istenerek yeni koşulların oluşmasını sağlamaya yönelik “inisiyatif” kullanmayı da içerir. Dolayısıyla proaktif dış politika her yönüyle bir analitik bir düşünce, karar verme ve eylem sürecidir. Diğer bir deyişle proaktif dış politika, geçmişin ve bugünün verilerinin analiz edilerek, aralarında mantıksal ve işlevsel bağlantılar kurularak gerçekleştirilen çözümleme üzerinden geleceğe yönelik tutum ve davranışları şimdiden tasarlama, karar verme ve uygulamaya sokma sürecidir.

“Proaktif dış politika” izlemeyi hedeflemek ile onu üretebilmek aynı şey değildir. Bu bağlamda, “proaktif dış politika” üretebilmenin asgari koşulları şunlardır:

a) Sürekli değişen uluslararası ortamın çok iyi gözlemlenmesi

b) Birden çok alternatifli tutum ve davranış biçimlerinin oluşturulması (Her durum için a, b ve c planlarının olması)

c) “İhtiyatlı olma” ve “inisiyatif kullanabilme” arasındaki dengeyi gözetme (Deli cesaretiyle ya da edilgenliğe sürükleyen bir korkaklıkla değil; akıl, tecrübe ve bilgi akışı süzgecinden geçen bir ihtiyatlığa ve inisiyatif kullanabilme yetisine sahip olma)

d) Söylem ile eylem arasındaki çelişkileri minimum düzeyde tutabilme (Hedef olarak “arzu edilen”in değil, “yapılabilir”in baz alınması)

e) “Ulusal güç” kapasitesinin potansiyel ve kinetik sınırlılıklarının iyi analiz edilmesi

f) Dış politikanın “siyasi” bir mesele olarak değil, “ulusal” bir mesele olarak ele  alınması ve bu çerçevede eleştiriye, özeleştiriye açık olmak.

g) Dış politikayı “ideolojik”, “idealist” ve “oportünist” bir kulvara hapsetmeden, “ulusal”, “realist” ve “pragmatist” bir kulvarda yürütmek.

 

“Arap Baharı” Sürecinde Türk Dış Politikası Proaktif mi?

Yukarıdaki parametreler çerçevesinde, “Arap Baharı” sürecinde Türk dış politikasında özellikle son dört yıldır yaşanan gelişmeleri dikkate aldığımızda, Türkiye’nin dış politikada ciddi manada bir “proaktiflik” yitimiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. AKP iktidarının yönetiminde bugün gelinen noktada Türk dış politikası eskisinden de sorunlu bir bölgesel ortamla karşı karşıya kaldığı gibi, Türkiye’nin bölgesel ilişkileri de eskiye oranla daha da gerilemiş, gerilmiş ve çıkmaza girmiş durumdadır. Keza, AKP iktidarının söylem ve eylemleriyle Türk dış politikasında yarattığı tutarsızlıklar, yalpalamalar, provokasyonlar, gerilimler, hesapsızlıklar, esnemeler ‒hatta kırılmalar‒ öyle boyutlara varmıştır ki, bugün artık Türk dış politikasında ne “ölçü”, ne “denge”, ne “ihtiyat”, ne “nüans”, ne “meşruiyet”, ne de “gerçekçilik” kalmıştır. Dahası, “proaktif” olmakla övünülen dış politika ideolojik hezeyan ve maluliyetin pençesinde adeta acz içerisine düşürülerek, ulusal çıkarları doğrudan ilgilendiren olaylar ve gelişmeler karşısında dahi (Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin yürüttüğü faaliyetler; Reyhanlı, Ceylanpınar, Suruç, Akçakale’de yaşanan güvenlik ve istihbarat zafiyetleri) Türkiye tepki veremez hale getirilmiştir.

Özellikle, son birkaç ay içinde yaşanan olaylar ve gelişmeler dikkate alındığında “Arap Baharı” sürecinde AKP’nin her vesileyle övündüğü “proaktif dış politika”nın içi boş bir söylemden öte bir anlam taşımadığı açıkça görülmektedir. Söz konusu olaylar ve gelişmeler şöyledir:

1) 11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da yaşanan Suriye kaynaklı bombalı katliam.

2) Reyhanlı saldırıları sonrasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye yaptığı ziyarette gerçekleşen Erdoğan-Obama görüşmesi sonrasında AKP’nin yansıttığının aksine, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarının geçerliliği ve doğruluğuna Obama yönetiminin ikna edilememesi ve Erdoğan’ın görüşünü değiştirdiğini açıklaması.

3) Fas Kralı’nın Haziran 2013’te ülkesini ziyaret eden Başbakan Erdoğan’la görüşmemesi.

4) AKP’nin siyasal genetik olarak Ortadoğu’daki akrabası Müslüman Kardeşler’in devrimin birinci yılında ABD’nin ve Körfez ülkelerinin desteğiyle Mısır’da ordu tarafından devrilmesi ve Türkiye’nin yeni Mısır yönetimi ile asgari düzeyde de olsa diyalog kurmaktan imtina etmesi.

5) AKP’nin Filistin’de Hamas ile El-Fetih’i birleştirme hevesiyle başlattığı girişimlerin başarısız olması, Hamas ve El-Fetih’in kendi içinde de bölünmesi.

6) AKP iktidarının Irak merkezi yönetimini dikkate almadan Kuzey Irak Kürt Federe Bölgesi lideri Mesud Barzani’yle geliştirdiği ilişkilerden dolayı merkezi hükümetle arasında yaşanan gerilimler.

7) ABD yönetimi ile Türkiye arasında ‘model ortaklık’ kurmakla övünen AKP iktidarının, Taksim Gezi Parkı Direnişi ve Olayları sonrasında ABD’nin düşünce özgürlüğü, basın hürriyeti ve toplanma hürriyeti konusundaki eleştirel tavrına maruz kalması.

8) 19 Temmuz 2013’te Suriye Kürtlerinin, Rasulayn’a çektikleri PYD bayrağıyla simgeselleşen askeri ve siyasi kazanımlar.

Sonuç Yerine: İdeolojik ve Romantik Hezeyanların Pençesinde Bir Türk Dış Politikası

Yukardaki olaylar ve gelişmelerdikkate alındığında, AKP iktidarının izlediğini söylediği ve iç kamuoyuna da propagandasını yaptığı “proaktif dış politika”nın bırakın başarılı olup olmadığı, böyle bir politikanın varlığı bile sorgulanır hale gelmektedir.

Bir defa, AKP iktidarı “proaktif dış politika” izleme hedefi ile onu üretebilmek arasındaki farkı hala ayırt edemediği için, “proaktiflik”[ğ]in kendisini bir hedef haline getirmiş ve bu nedenle de yazımın başında dikkat çektiğim “proaktif dış politika üretebilmenin asgari koşulları” üzerinde nesnel bir sorgulama ihtiyacı içerisine asla girmemiştir.

İkinci olarak, AKP iktidarının fazlasıyla katılaşmış [siyasal] İslamcı, Sünnici ve Neo-Osmanlıcı ideolojisiyle malul dış politikası, Türk dış politikasını “ulusal” olmaktan çıkarıp tam anlamıyla “siyasi” bir çehreye büründürmüştür. Oysa ki, Türkiye’nin ne tarihi ne de coğrafyası geçmişte olduğu gibi, bugün de dış politikada “idealist”, “ideolojik” ve “oportünist” yaklaşımlara prim verecek bir mahiyette değildir, zira Türkiye bu tür maceraların bedelini ağır ödemiş bir ülkedir.

Üçüncü olarak, AKP iktidarının izlediği dış politikanın teorik kısmı (söylem) ile pratik kısmı (eylem) çoğu zaman çelişmektedir. Bu da izlenen dış politikanın uluslararası alandaki görüntüsünün kırılgan, tutarsız, dengesiz ve ciddiye alınmayacak bir yapıda olmasına yol açmaktadır.

Dördüncü olarak, dış politikanın AKP iktidarı eliyle bu derece iç politika malzemesi haline getirilmiş olması Türk dış politikasında ciddi anlamda bir “güven” ve “irade” sorununu da ortaya çıkarmıştır. Dış politikada, içerden yönelen hiçbir eleştiriyi kabul etmediği gibi, en küçük eleştiriyi dahi neredeyse “vatan hainliği” ya da “dış güçlerin işbirlikçisi” sıfatlarıyla itham eden, özeleştiri dahi yapmayan AKP iktidarıyla birlikte Türk dış politikası oldukça dar bir kesimin yönlendirdiği (hatta sadece Başbakan Erdoğan’ın isteği ve yönlendirmesinde) sığ bir alana hapsolmuştur.

Beşinci olarak, dış politika alanında Türk devlet geleneğine oldukça yabancı AKP iktidarının [siyasal] İslamcı kadrolarının mevcut birikimleri, uluslararası ilişkilerin doğasını anlamaktaki çelişkileri, dış politika alanında kendilerine biçtikleri bireysel misyonlar ve bu kadroların devlet adabı ve diplomatik nezaketle bağdaşmayan olur olmaz fevrilikleri ve demagojileri Türk dış politikasında bir “lümpenleşme”ye de yol açmıştır. Bu durum, Türk dış politikasını ve onun kurumlarını toplumun nezdinde sıradanlaştırmaya başlamıştır.

Bütün bu tablonun ortaya çıkardığı yegâne gerçeklik, gelinen nokta itibariyle Türk dış politikasının mutlak surette derin bir özeleştiriye tabi tutularak, “ulusal”, “realist” ve “pragmatist” konseptte güncellenmesi ihtiyacının kaçınılmaz olduğudur. Aksi taktirde, “ideolojik”, “ütopik”, “romantik” ve “oportünist” heveslerle AKP iktidarının elinde adeta bir test alanı haline dönüştürülen Türk dış politikası dibe vurarak, tamiri belki de on yıllar alacak derin bir yapısal kriz içerisine sürükleneceği gibi, Türkiye de kendi bölgesinde yalnızlaşarak ya da düşmanlık üreten kamplaşmalara girerek sonu belirsiz tehlikeli mecralara sürüklenecektir.

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display