< < AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi Üzerine Düşünceler


AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi Üzerine Düşünceler

Yazan  18 Şubat 2014

İç ve dış politikada yaşadığı “güç zehirlenmesi” sonucu yanlış adımlar atarak gittikçe açmazlara sürüklenen AKP Hükümeti, Türkiye’yi içerisine soktuğu sorunları kamufle edebilmek ve parti olarak içinde bulunduğu sıkıntılı durumu aşabilmek için on yıl sonra tekrardan Annan Planı’na sarılarak Kıbrıs’ta yeni tavizlere hazırlanıyor. Bir yandan ABD ve AB ile çatışarak, bir yandan da içerde cemaat ve büyük sermaye gruplarıyla çatışarak iktidarını sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünen AKP Hükümeti, ABD ve AB’yi memnun edecek adımlar atarak kendi iktidarının sürmesine yönelik aradığı dış desteği bu yolla sağlamayı hedefliyor.

Ancak buna yönelik kamuoyu baskısını aşabilmek için AKP Hükümeti, Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyaya eklemlenmesi gerekçesini bir yanıltma/yönlendirme aracı olarak devreye sokmaya hazırlanmaktadır. Nitekim, AKP Hükümeti’ne yakın Star ve Akşam gazetelerinde çıkan 12 Şubat 2014 tarihli bir haber bu durumu açık bir şekilde yansıtırken, söz konusu durumu adeta bir başarı gibi lanse etmektedir. Habere göre, ekonomik krizle boğuşan Rum tarafının bir buçuk yıllık “direnişin” ardından KKTC ile yeniden masaya oturarak, görüşmelerin hedefini iki kesimli, iki toplumlu ve siyasal eşitliğe dayalı bir “federal Kıbrıs” oluşturan kritik “ortak metin”i açıklaması bir başarıdır. Yine aynı habere göre, 2004’ten bu yana “en iyi çözüm çözümsüzlüktür” politikasını yürüten Rum kesimini müzakere masasına oturtan ise Türkiye’nin İsrail ve Rumlara çektiği doğalgaz resti olmuştur. Dahası, Mavi Marmara saldırısından bu yana Türkiye’nin Akdeniz'de güç politikası yürüttüğünü iddia eden habere göre Türkiye bu politikayla hem İsrail’e hem Rum Kesimi’ne diz çöktürmüştür. Rum Kesimi’nin 2011’de Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY) açıklarında “Afrodit” adı verilen doğalgaz yatağını bulmasıyla başlayan Türkiye-İsrail-Rum “soğuk savaşı”, ABD’nin bu yatakların İsrail ve Rum Kesimi için kritik öneme sahip olduğunu açıklayan bir rapor yayınlaması ve aynı yerde petrol da bulunabileceği anlaşılınca Avrupa şirketlerinin de sürece dahil olmasıyla paylaşım yarışı Türkiye engeline takılmıştır. Diğer alternatiflerin maliyeti hem İsrail hem Rumlar için tek karlı ve kestirme yol olan Türkiye seçeneğini gündeme taşıdığı belirten habere göre bu durum hem İsrail’in Mavi Marmara için Türkiye’den özür dilemesini hem Kıbrıs’ta çözümün sağlanmasını gerekli kılmıştır. Habere göre, neticede Rumlar Batı’nın da baskısıyla krizin derinleştiği süreçte Türk tarafıyla masaya oturmuş, ABD, Almanya ve Fransa gelinen durumdan ve süreçten memnuniyet duyduğunu açıklamıştır.[1]

Bu şekilde haberler ve bilgilendirmelerle, yeniden devreye sokulacak olan Annan Planı’na karşı bugünlerde Türkiye ve KKTC egemen çevrelerindeki yaklaşımları yumuşatmayı hedefleyen AKP Hükümeti, adeta sessiz sedasız bir şekilde planda Rumların istediği değişiklikleri gerçekleştirerek, plana on yıl önce “hayır” diyen Rumlara çözüm yolunda yeni tavizlere hazırlanmaktadır.Nitekim, 13 Aralık 2013’teki Atina ziyaretinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Venizelos’la biraraya gelen Davutoğlu’nun görüşme sonrasında gerçekleştirilen ortak basın toplantısında Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili olarak “Adada Annan Planı ile ortaya çıkan bir müktesebat var. Yeni şartlar öne çıkarmak yerine önceden mutabakata varılmış metinler üzerinden sonuca gidilmesi gerek”[2] şeklindeki sözleri, siyasal, hukuksal ve reelpolitik açıdan dengesiz bir plan olan Annan Planı’nın AKP hükümeti tarafından hala desteklendiğini ve 2004 Nisan’ında yapılan referandumda % 75.8 gibi yüksek bir oranla plana “hayır” diyen Rum tarafını[3] “evet”e ikna etmek için planda yapılacak değişiklikler çerçevesinde tavizler verileceğini göstermektedir. Keza, Hürriyet gazetesinde yayınlanan Kıbrıs kaynaklı bir habere göre, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2004’te reddettikleri Annan Planı’ndaki haritadan farklı olarak, KKTC’nin iç kesimlerinden ve stratejik Karpaz yarımadasından da pay istemektedirler. Bu çerçevede Rumlar tarafından, KKTC’nin iç kesimleri ile Karpaz’da Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarının çoğunlukta olduğu Yeni Erenköy ve Dipkarpaz köylerini kapsayan haritaların BM’ye sunulduğu iddiasını ileri süren habere göre, Rumların yeni haritası kabul edilirse, adanın en verimli topraklarının yanı sıra Türkiye’den gelecek suyun da kullanılacağı geniş araziler Kıbrıslı Türklerin elinden çıkacaktır.[4]

Bütün bu gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için, öncelikle Annan Planı’nın dayandığı esaslara bakmakta fayda vardır:

2004’teki Annan Planı’na[5] göre:

a) 2011 yılına kadar 6000, 2018’e kadar 3000 Türk ve Yunan askeri adada kalacak, bu tarihten sonra da aynen 1960 antlaşmalarında olduğu gibi sembolik bir anlam taşıyacak olan 650 Türk ve 950 Yunan askeri adada bulunacak, her üç yılda bir bu askerlerin durumu sıfırlamak amacıyla gözden geçirilecekti.

b) Türk tarafının % 36 olan toprak oranı %29’a düşürülüyor, Güzelyurt ve çevresi Rum yönetimine bırakılırken Karpaz Türklerde kalıyordu.  Türklere kalan topraklara Rum göçmenler aşamalı olarak yerleşebilecek, bir süre için Rumların kuzeye geçişi konusunda bazı kısıtlamalar bulunacaktı. Kuzeydeki evlerine dönebilecek Rumların oranı 19 yıla kadar, Türk nüfusunun %18’ini aşmayacak, bu dönemden sonra ise kısıtlamalar kalkacaktı.

c) Rumlara bırakılacak topraklar, 42 aylık süreçte 6 aşamalı olarak Rum yönetimine devredilecek, mal-mülk edinme konusunda da geçici kısıtlamalar söz konusu olacaktı. Rumların, Türk kurucu devletinden mal-mülk alması konusundaki kısıtlamalar, Kıbrıslı Türklerin kişi başına düşen gelirinin Rumların gelirinin % 85’ine ulaşması ve aradan 15 yıl geçmesinden sonra tamamen kalkacaktı.

d) Senatodaki 24 Türk 24 Rum dengesinin bozulmaması için, senatörlük seçimi vatandaşlık değil etnik kökene göre düzenlenecekti. Buna karşın, Başkanlık Konseyi’nde etnik köken değil, vatandaşlık esas alınıyordu. Federal hükümet 3 Türk 3 Rum bakandan oluşurken, Avrupa Parlamentosu’nda 4 Rum 2 Türk milletvekili olacaktı. Başkanlık Konseyi’nde başkan ve başkan yardımcılığı ilk dönemde 10 ayda bir değişimli olacak, daha sonra Rumlar 40 ay, Türkler 20 ay başkanlık yapacak ve bir konuda karar alınabilmesi için en az bir Türk üyenin de onayı gerekecekti.

Planla ilgili olarak söylenebilecek ilk şey planın siyasal, hukuksal ve reelpolitik açıdan dengesiz bir yapıda oluşudur. Planda, iki kutuplu sistemin şartlarını yansıtan “tek Kıbrıs devleti ve halkı” olduğu ve her ne pahasına olursa olsun böyle olmaya devam edeceği, adadaki mevcut durumun dikkate alınamayacağı varsayımı devam etmiştir. Öte yandan, planla ilgili süreçte gerek Türkiye gerekse KKTC’deki kamu odaklarının AB üyeliği konusunda aşırı istekli oluşu ve Kıbrıs’ı bu yönde bir engel olarak görmeleri ve bu çerçevede Denktaş’ı “uzlaşmaz bir lider” olarak göstermeleri, daha başlangıçta Annan Planı’nın Yunan tarafının tezlerine yakınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Zira, Yunanistan Güney Kıbrıs’ta kamuoyu odakları süreç boyunca yekpare bir görünüm arz etmişlerdi.[6]

İkinci olarak, plan “egemenlik” ve “garantörlük” konularında Türk tarafının tezlerine yakın değilken; “toprak” ve “mülteciler” konularında Rum tarafının tezlerine yakın durarak dengesiz bir yapı oluşturmuştur. Özellikle, “egemenlik” konusunda bir “siyasi eşitlik” söz konusu olmakla birlikte, bu hiçbir şekilde bir hukuki mekanizma ile takviye edilmemiş olması ciddi bir handikaptır. Keza, planda, federe devletlerin egemenliklerinden ziyade, “bölünemez, ayrıştırılamaz” tek bir egemen devlete vurgu yapılması, Rum tarafının üniter devlet tezine özü itibariyle yaklaşmaktadır.[7]

Üçüncü olarak, planda var olan şekliyle, Rumların kuzeye göçmeleri ve toprak almaları belirli kısıtlamalara tabi tutulmuşsa da, gelecek açısından bu durum Türk tarafı açısından geri dönülemez sakıncaların doğmasına yol açacaktır. Zira, ekonomik olarak güçlü olan Rumların, AB hukukuna aykırılıkları ileri sürerek bu kısıtlamaları gerekli hukuk mercilerine yapacakları bireysel başvurularla etkisiz kılabilmelerinin önünde engel olduğu söylenemez.[8] Bu haliyle Annan Planı, 20 yıla yayılan bir zaman diliminde Rumların, Türklerin elindeki %29’luk toprak parçasının önemli bir kısmını ele geçirmeleri anlamına gelmektedir ki bu da Türk tarafı açısından ciddi bir handikaptır. Daha önce 1964’te Acheson Planı’yla Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının ayağına gelen ve onları “enosis”e en çok yaklaştıran bu tarihi fırsat, ikinci kez Rumların ayağına gelmiş olmasına rağmen AB üyeliğinin garantisiyle 2004’te reddedilmiş olsa da, şimdi AKP eliyle tekrar canlandırılan Annan Planı’yla bir kez daha Rumların önüne tarihi bir fırsat olarak gelmektedir.

Son olarak “garantörlük” konusunda planda Türkiye’nin garantörlüğü ikincil bırakılarak –yani bir anlamda yok sayılarak–, ada kağıt üstünde esas olarak uluslararası garanti altına alınmaya çalışılmıştır. Oysa ki, biraz tarih bilgisi olanlar da bilirler ki 1963 yılından sonra Türk tarafı saldırılara uğradığında adada bir BM Barış Gücü vardı ve hiçbir şey yapmamıştır. Yine, Avrupa’nın merkezinde, 1990’lı yıllarda Bosna’da olup bitenlere karşı BM barış güçlerinin seyirci kaldığı insanlığın acı hatıraları arasındadır.

Hal böyleyken, sırf çözüm adına AKP Hükümeti tarafından Kıbrıs’ta özellikle “egemenlik” ve “garantörlük” konularında girilen bu anlamsız risklerin faturasının gelecek nesiller tarafından ödenmesi içten bile değildir. Bugün dahi BM Güvenlik Konseyi’nin ve BM barış güçlerinin uluslararası barış ve güvenliğin korunması yönünden etkinliği tartışılan konumu düşünüldüğünde, insan yaşamı açısından “aciliyet”in ve “zorunluluğun” söz konusu olduğu durumlarda bunun nelere mal olduğu tarihin sayfalarında yer almaktadır. Dolayısıyla, bir bütün olarak bakıldığında, adayı 20 yıl içinde fiilen Rumlara teslim eden ve Türkiye’nin hukukla kazanılmış “garantörlük” haklarını yok sayan bir plana “evet” demek millet ve tarih karşısında büyük vebal demektir. Bugün itibariyle adada 40 yıldır süren “barışçı çözümsüzlük” durumu şiddet sarmalına evrilmediği sürece, fiili garantilerin kağıt üstünde kaldığı ya da bu konuda tereddütlerin var olduğu Annan Planı gibi “garantisiz hukuki çözüm(ler)”den herhalde daha iyidir.

 


[1]“Türkiye, İsrail ve Rumlara Diz Çöktürdü”, Star Gazetesi, 12 Şubat 2014, http://haber.stargazete.com/ekonomi/turkiye-israil-ve-rumlara-diz-cokturdu/haber-842098

[2]“Davutoğlu-Venizelos Ortak Basın Toplantısı: Kıbrıs Sorunuyla İlgili Önemli Gelişmeler”, 14 Aralık 2013,

http://www.abhaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=54168:davuto%C4%9Flu-ven

izelos-ortak-bas%C4%B1n-toplant%C4%B1s%C4%B1-k%C4%B1br%C4%B1s-sorunuyla-ilgili-%C3%B6ne

mli-geli%C5%9Fmeler&catid=214:manset-haber&Itemid=915

[3]Söz konusu referandumda AKP hükümetinin içerde ve dışarda oluşturduğu “statüko ve Denktaş karşıtlığı” propagandaları sonucu Türk tarafı %64.9 oranıyla plana “evet” demişti.

[4]“Annan’dan Daha Fazla Toprak İstiyorlar”, Hürriyet Gazetesi, 17 Aralık 2013, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25377492.asp

[5]Planın metni için bkz. http://www.hri.org/docs/annan/

[6]Faruk Sönmezoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul, 2006, s. 643.

[7]Sönmezoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, s. 643.

[8]Sönmezoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, s. 643.

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display