Gerçek Olan Çevre Tehlikesi mi, Tuzağı mı?

Yazan  14 Aralık 2023

Sanayi devriminin yaygınlaşmasıyla son iki asırda havalar, denizler ve karalarda biriken zehir, dünyayı gittikçe daha yaşanmaz hale getirmiştir.

BM bünyesinde 1992 Rio Sözleşmeleri ile çölleşmeyi durdurmak, havada, karada, denizde bitki ve canlı türünün yok olmasını önlenmek hedeflenmiştir. Karbon salınımının sınırlandırılması ile küresel ısınmayı yavaşlatmak ve durdurmak da temel mutabakatlardandır.

Bir taraftan sel felaketleri yaşanırken diğer yandan kuraklık yüzünden bitki ve hayvan türleri azalmakta, yok olmaktadır. Bizim maruz kaldığımız iklim değişikliği temelli acılar, elbette sadece kendi zehir kusan sanayi kuruluşlarımız ve santrallerimizin sonucu değildir. Ancak ülkemizdeki çevresel felaketlerin önemli bir bölümü kendi yanlış politikalarımızın sonucu olup birinci derecede halkımızı, gıdamızı, havamızı, suyumuzu etkilemektedir. Genellikle propaganda zemininde kalan sözlerden öteye somut adımlar atılmamakta, yenilenebilir enerji projeleri gecikmekte, yetersiz kalmaktadır.

Çevresel felaketleri azaltma ve önlemek üzere oluşturulan Taraflar Konferansı (COP: Conference of the Parties) çözüm sürecinde düzenli bir zemin haline gelmiş, son olarak 28’incisi toplanmıştır. Karbon gazı salınımının sınırlandırılmasıyla alakalı somut adımların atıldığı 1997 Kyoto Protokolü ve 2015 Paris İklim Sözleşmesi de COP zemininde imzalanmıştır. COP28, 30 Kasım–2 Aralık arasında Birleşik Arap Emirliklerinde toplanıp durum değerlendirmesi yaparak önemli kararlar almıştır.

Vahşi batının sömürgeciliği derinleştirme, daha fazla altın, daha güçlü silahlarla dünyayı kontrol şehvetinin sonucu havanın ve suyun zehirlenmesi, başta İngiltere olmak üzere önce kendi ülkelerinde yaşanmıştır. Daha sonra zehir kusan fabrikalar sömürgelere nakledilmiş, ancak 1960’lara gelince bunun da çözüm olmadığı anlaşılmıştır. Kömür-petrol-gaz gibi fosil yakıt makineleri sürecindeki birçok fizik, kimya vb. bilimsel ilerlemede Türk-İslam bilginlerinin imzası vardır. Ortaçağda, Doğu Türkistan’dan Bağdat’a, Endülüs’e uzanan coğrafyada birçoğunun sırrı asırlar sonra çözülen buluşlara imza atılmış, fakat bunlara dayanan cihazlar, motorlar, aletler, nükleer teknoloji alanındaki icatlar, son asırlarda batılılara nasip olmuştur. Bu anlamda sanayi devriminin istenmeyen ürünü küresel felaket yolunda ecdadımızın somut katkısının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bilim, teknoloji, araştırmadaki geri kalmışlık, bir adım sonrasını görememek, zamanında gerekli tedbirler yerine kasten yanlış yatırımlar, ülkemizde de birçok felaketin sebebidir.

Başlangıçta, karbon salınımının azaltılması programı, sanayileşmiş ülkeler tarafından, gelişmekte olanların sanayileşmesini engellemek üzere hazırlanan tuzak olarak görüldü. Buna karşın sözleşmeler sürecinde en fazla kirletenlerin sanayileşmiş ülkeler olduğu dikkate alınarak gelişmekte olanların yükümlülüğü sınırlı tutulmuş, başta kömür santralleri olmak üzere birçok alanda gelişmekte olanlar için müsamahakar programlar hazırlanmıştır. Bundan dolayı bazı sanayileşmiş ülkeler, karbon salınımının sınırlandırılması sürecinde kendi aleyhine düzenlemeler konusunda ayak diretmektedirler. Trump, Paris Çevre Sözleşmesi’nin ABD’yi küçültmeyi hedeflediğini iddia etmiştir. Başkan seçilince ABD sözleşmeden çekilmiş, ancak bu ayrılış, sözleşme hükümleri gereği iki buçuk yıl sonra yürürlüğe girmiştir. Biden’ın başkanlığı ile ABD yeniden sözleşmeye taraf olmuştur. İlginçtir ki atmosfere en fazla karbon salan diğer ülke Çin’in, fert başına düşen milli gelir hesabına göre azgelişmiş ülkeler kategorisinde yer almasıyla on yıllarca dünyayı zehirlemesi uygun bulunmuştur. Bundan dolayı ABD-Çin kavgasının bu alanda da sürmektedir.

Sanayileşmiş ülkelerin, diğerlerinin gelişmesini engelleme plan ve projeleri oldukça kapsamlıdır. Batılı ülkeler, eski sömürgelerde, özellikle de Türk ve İslam dünyasında eğitim, bilim, teknoloji, refah ve zenginlik konusundaki gelişmelere pek sıcak bakmamaktadır. Tıpkı insan hakları, din, inanç, fikir özgürlüğü, yönetime katılma gibi alanlardaki gelişmelerin de hoş karşılanmadığı gibi. Kendi huzur ve refahını düşünen, bu yönde çalışan, üreten, iktidarlara yol gösteren kitleler yerine doğrudan batılı patronlara bağlı diktatörlükler, çok daha tercih sebebidir. Bununla beraber, BM veya AB benzeri kurumlar bünyesinde temiz enerji konusunda önemli fonlar, az gelişmiş ülkelerden de projeleri beklemekte, talep geldiğinde kullanılabilmektedir.

Birçok toplantıda olduğu gibi COP28’de de küresel ısınmayı azaltmanın bir gereklilik mi yoksa tuzak mı olduğu temelli tartışmalar yaşanmış, sorumlulukların gereği konusunda bazı kirletici ülkelerin itirazları sürmüştür. Türkiye, kömür santrallerini sınırlandırma ve program dahilinde kapatma konusundaki mutabakata taraf olmamış, temiz enerjiye geçişte tekrar sınıfta kalmıştır. Bu toplantının önemli belgesi “Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü”nü 118 ülke imzaladığı halde Türkiye katılmamıştır. Yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkarma taahhüdünü de imzalamamıştır. Halbuki bu tür programlarda yer almak aynı zamanda projelere destek veren uluslararası kaynaklara ulaşmanın yolunu açmaktadır. Aynı zamanda ülkemizde tarımı, hayvancılığı, havayı, suyu korumak, çölleşmeyi önlemek demektir. Bu nimetleri korumadan kime ne zarar gelir ki diye sormak gerek. Termik santrallerinin inşası ve işletmesi sürecinin oldukça kârlı girişimcilerinin muhtemel zararları olabilir. Fakat zehir tesisleri çalışırken tarım ve hayvancılık bitip milyonlar zehirli hava sebebiyle nice hastalıklarla boğuşurken bu rantiyerlere ve  çocuklarına da yaşanacak bir ülke kalmamaktadır. Bu girişimciler, havayı ve suyu zehirleyen çöplerden enerji üreterek aynı kazancı sağlamalarının yolunu ciddi olarak düşünmelidir.

Kömür santrallerine yenilerinin eklenmesi, ihanet derecesinde yanlışlardandır. Sıfır atık kampanyalarına karşın toplanan çöplerin ancak onda birinin enerjiye dönüşebilmesi, bu alanda oldukça geri kaldığımızı göstermektedir. Bütün çöplerin oldukça hesaplı yatırımlarla enerjiye dönüşmesiyle yüzbinlerce insana istihdam imkanı ortaya çıkacak, gazı alınan çöplerin bir kısmı doğal gübreye dönüşecek, çöp dağlarının havayı-suyu kirletmesi önlenecektir. Kaba bir hesapla ülkemizde bütün çöpler toplanıp enerjiye dönüştüğünde kömür santrallerine ihtiyaç kalmayacağı görülmekedir. Bununla beraber mevcut termik santrallerinin az bir kısmının, muhtemel gelişmelere karşı yedek kulübesinde bekletilirken bütün masraflara katlanarak azami filtre sistemleriyle çalıştırılması mümkündür. Yenilerinin inşası veya ömrünü doldurmuş olan zehir bacalarının devamı ülkeye ve halka ihanettir.

Türkiye’nin “yasaklıları” toryum ve bor ile sadece insanları yuttuğunda haberdar olduğumuz dalgadan enerji üretme gibi alternatiflerin her bireri, karbon taahhüdüne taraf olmamız, temiz enerjiyi en fazla artıran ülkelerden olmamızın araçlarıdır. Güneş ve rüzgardan enerji üretiminin daha hızlı artırılması konusunda bürokratik engeller ve yetersiz teşvikler ayrı bir konudur. Çatlamış Melen barajının yeninde kurularak suların coştuğu dönemlerde elektrik üretilmesi ne zaman gündeme gelir? Bunun yanında kurulu hindroelektrik santrallerinde plansız uygulamalardan dolayı yetersiz elektrik üretimi sorunu bulunmaktadır. Karadeniz’in mısır tarlalarını yutan ve ürettiği enerjinin ürküttüğü kurbağaya değmediği HES’lerin sebep olduğu sel baskınları da dikkate alınarak bu yanlıştan da dönülmesi gerekmektedir.

Birçok alanda olduğu gibi çevre konusunda da Türkiye’ye karşı tuzaklar bulunmaktadır. Halen bu tuzaklar sayesinde, Türkiye’nin temiz ve ucuz enerji ile sanayileşmesi engellenmektedir. Sadece Rusya değil, Almanya ve ABD gibi birçok ülke Türkiye’ye “ucuz!” kömür satma arzusuyla yanıp tutuşurken Çin de santraller kurmaktadır.  Sadece çöpleri değil toryumu, bor ürünlerini, insanları yutan Karadeniz dalgalarını, daha nice atıkları enerjiye dönüştürmek konusunda iktidar yanında muhalefetin, üniversitelerin, aydınların ve medyanın da sorumlulukları bulunmaktadır.

 

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

twitter.com/alaeddinyalcink

 

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display