İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NDEKİ BEYİN GÖÇÜNE DAİR LİTERATÜR ANALİZİ VE TÜRKİYE’DEKİ BEYİN GÖÇÜNE PROJEKSİYONU

Yazan  22 Ağustos 2023

Yazan: Saadet Alagöz

İran Devrimi sonucunda kurulan İslam Cumhuriyeti’nin entelektüel sahada yarattığı en büyük tahribatlardan biri 1975’ten beri artmakta olan beyin göçünü İran’da daimî kılmasıdır. Devrimin ilk yirmi yılında sabit bir şekilde varlığını sürdüren beyin göçü, 2000 yılından beri sürekli artma eğiliminde olup, İran devletinin eğitimlerine yatırım yaptığı yetenekli insan gücünün önemli bir kısmını yabancı ülkelere kaptırmasına sebep olmaktadır.

İran’ın yaşadığı beyin göçü sorununa dair İngiliz dilinde üretilmiş literatür çok geniş değildir. Akademisyenlerin 1980-1983 Kültür Devrimi, ABD yaptırımları, şiddetle bastırılan protesto hareketleri gibi kısa erimli olaylar veyahut ekonomik, demografik, kültürel uzun erimli yapısal ögeler beyin göçünün nedenleri arasında gösterilmektedir. Kısa erimli olaylara yapılan vurgu, toplam göçteki dönemsel artışları açıklasa da 2000 yılından sonra beyin göçünde görülen sürekli artış eğilimini açıklamakta yetersiz kalmakta, uzun erimli yapısal nedenlere odaklanan makaleler ise kapsamlı istatistiki verilere erişimde yaşanan güçlükler nedeniyle yeteri kadar açıklayıcı olamamaktadır.[1]

Literatürde kopuk kopuk bir şekilde tartışılan uzun erimli ve kısa erimli nedenleri toplu bir şekilde analiz edip katalizör nedenlerle beraber bunları nitelikli bir sosyolojik şablon (template) çerçevesinde sunan tek bir çalışma bulunmaktadır. Stanford Üniversitesi İran Çalışmaları Bölümü ve Freeman Spogli Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü tarafından İran’ın uzun erimli kalkınmasıyla ilgili ekonomik ve teknik konularda araştırma yapılması amacıyla organize edilen Iran 2040 Projesi kapsamında Pooya Azadi, Matin Mirramezani ve Mohsen B. Mesgaran tarafından gerçekleştirilen “Migration and Brain Drain from Iran” adlı çalışma, savruk olan bu literatürü düzenli hale getirip kapsamlı istatistikler sunmanın dışında, beyin göçünün nedenlerini açıklamak için öne sürdüğü şablonla Türkiye için yapılabilecek olası projeksiyon denemeleri için sağlam bir zemin sunmaktadır.[2]

İran’daki Beyin Göçünün Niceliksel Boyutu

Derlenen verilere göre 1970’te 130.000 olan İranlı göçmen sayısı 1978’de 480.000’e ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1979 yılında ise 830.000’e sıçramıştır. İslam Cumhuriyeti idaresi altında bu sayı sürekli artarak 2020’de 3.1 milyonu bulmuştur. Göçmen/nüfus oranı 1970’te %0.5, 1978’de %1.3, 1979’da %2.2 ve 2019 yılında %3.8’e yükselmiştir. 1979’dan beri yıllık ortalama göçmen sayısı 63.000’dir. 1979, 2010 ve 2016 yıllarında ise İran’dan göçenlerin sayısı bu ortalamanın çok üzerine çıkmıştır. 2020 yılı verilerine göre İranlı göçmenlerin %32’si ABD’de, %14’ü Kanada’da, %11’i Almanya’da, %6’si Birleşik Krallık’ta, %5’i İsveç’te ve %5’i de Türkiye’de yaşamaktadır. Yaklaşık olarak her beş İranlı göçmenden üçü ikamet statüsü (residency status) ya da çalışma izni alarak, biri üniversiteye kabul alarak ve biri de iltica ederek ülkeden ayrılmıştır.[3]

 

Spesifik olarak öğrenciler incelendiğinde, 1970’li yıllarda yurtdışındaki üniversitelere kayıtlı İranlı öğrenci sayısının hızla artıp 1978’de 75.000’e ulaşarak zirve yaptığını, devrimden sonraki yirmi yılda ise bu sayının düşüp 40.000 civarında stabil kaldığını ancak 2000’li yıllarda ise sürekli artarak 2020’de daha önce görülmedik bir şekilde 130.000 seviyesine çıktığını görülmektedir. 1970’lerde İran’ın hızla kalkınmasına karşın ülkenin öğrencilere sunabileceği yüksek eğitim kapasitesinin sınırlı olması, yurtdışındaki üniversitelerden mezun olmuş İranlılara olan talebin yüksek olmasını sağlıyor; bu durum yurtdışı mezunlarını ülkeye geri dönmeye teşvik ediyordu. Örneğin 1979’da tamamlanan bir doktora tezine göre Amerikan üniversitelerinden mezun olmuş öğrenciler arasında İran’a dönme eğilimi %90 iken 2017’de bu oran yalnızca %10’du. Bu süre zarfında Amerika’da okuyan İranlı üniversite öğrencilerin nitelikleri arasında da değişim görülmüştür. 1979 yılında Amerika’daki üniversitelere kayıtlı olan öğrencilerin %55’i lisans düzeyindeyken 2017’de %92’si lisans üstü seviyesindeki öğrencilerden oluşmaktaydı.[4]

 

 

 

Üçüncü grafikte görülebileceği üzere yurtdışındaki üniversitelere kaydolmuş ve bir veya daha fazla makale yayınlamış İranlı akademisyen sayısı 2000 yılına kadar 3.000 kişi dolaylarındayken, 2000 sonrası yurtdışındaki üniversitelere kaydolan İranlı öğrenci sayısındaki artışa paralel bir şekilde, 2019’da 30.000’in üzerine çıkmıştır. 2019 itibariyle yurtdışındaki üniversitelere bağlı İranlı akademisyen sayısı 110.000’i aşmıştır. Çalışmanın yazarlarının tahminlerine göre bu akademisyenlerden yalnızca %2’si İran’a dönmüştür. Bu tahmini oran İran Bilim Araştırma ve Teknoloji Bakanlığına bağlı İran Akademisyen Alım Merkezinin yayınladığı resmi istatistiklerle uyum içerisindedir. 110.000 kişi İran’ın araştırma (research) alanında sahip olduğu toplam insan kaynağının üçte birine tekabül etmektedir. Bu insanların üretkenlikleri-nitelikleri dikkate alındığında İran’ın araştırma alanında insan kaynağı kaybının fiilen çok daha büyük olduğunu varsaymak yanlış olmayacaktır.

İran’dan yurtdışına göçün bir diğer ayağı olan iltica sayıları incelendiğinde ise İran Devriminden bu yana bir milyon kişinin başta ABD, Birleşik Krallık, Almanya ve Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelere sığınmak için ülkeden ayrıldığı görülmektedir. Genellikle siyasi muhalifler, sosyal aktivistler, etnik ve dini azınlıklar sanatçılar ve eşcinsellerin oluşturduğu göçmen grubu, İslam Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini; yaygın ayrımcılık, baskı ve şiddeti öne sürerek iltica talebinde bulunmaktadırlar. İslam Cumhuriyeti tarihinde iltica yoluyla göçün arttığı üç dönem göze çarpmaktadır. İran-Irak Savaşı ve rejimin konsolidasyonun bir parçası olarak muhaliflerin tasfiye edilmesinin tetiklediği 1984 ve 1991 arasındaki dönem, devrim yıllarından beri ilk protesto hareketi olma özelliği taşıyan 1999 Kuye-e Daneşgah protestolarının tetiklediği 1999 ile 2001 arasındaki dönem ve son olarak da 2010’lerin başından itibaren başlayan ekonomik durgunluğun tetiklediği ve 2016’da zirveye çıkan dönemdir.[5]

 

Görüldüğü üzere, İran’daki beyin göçü ile iltica temelli göçün zaman içerisindeki niceliksel değişimlerini gösteren grafikler birbirleriyle tam olarak örtüşmemektedir. İslam Cumhuriyeti yönetimi altında İran’daki beyin göçünün 1980’den 2000’e kadar stabil kalıp, 2000 yılından başlayarak büyük bir hızla arttığı gerçeği göz önüne alınırsa beyin göçünün oluşmasında rejim konsolidasyonu/muhaliflerin tasfiyesi, İran-Irak Savaşı, protesto hareketleri gibi iltica temelli göçü arttıran sebeplere nazaran kolay tespit edilemeyen daha uzun erimli yapısal sebeplerin daha büyük bir rol oynadığı tahmin edilebilir.

Kültür Devrimi’yle Beraber Öğretim Kadrolarında Yaşanan Niceliksel ve Niteliksel Düşüş

Yapısal sebeplerin incelenmesine geçmeden önce Kültür Devrimi’nin tetiklediği beyin göçünden de bahsedilmelidir. 1978-79 Devrimi sırasında üniversitelerde oluşturulan öğrenci ve öğretim kadrosu (faculty) konseyleri aracılığıyla solcular üniversiteler üzerinde yönetimsel, ideolojik ve politik bir nüfuz elde etmekteydi. Bu dönemde karar alma mekanizması aşağıdan yukarı doğruydu. Dolayısıyla üniversitenin idari kademelerine gelecek kişiler oylamayla belirleniyordu. 1980’e gelindiğinde konsolide olma çabasında olan İslam Cumhuriyeti, hakimiyetini üniversitelerde de tesis etmek amacıyla üniversitelerde yaşanan şiddet olaylarını bastırmak ve asayişi sağlamak bahanesiyle güvenlik güçleri ve İslamcı milislerle üniversiteleri işgal edip öğrenci ve öğretim kadrosu konseylerini işlevsiz hale getirdi. Öğrenci ve akademisyenlerin önemli bir kısmının muhalif olması nedeniyle, üniversitelerde kurduğu fiziksel hakimiyeti fikri hakimiyetle pekiştiremeyen İslam Cumhuriyeti 1980 yılında üniversiteleri süresiz kapattı. [6]

Üniversiteleri İslam Cumhuriyeti’nin prensiplerine uygun hale getirmek için “Kültür Devrimi Konseyi” oluşturuldu ve bu konseye yüksek öğretimin genel politikası, yönü ve hedeflerinin belirlenmesi; üniversitelerde güçlendirilecek veya lağvedilecek kurumların tespiti, üniversitelerde verilecek derslerin müfredatının hazırlanması, akademisyen alımlarının yönetilmesi ve ulemanın projeler aracılığıyla üniversitelere eklemlenmesi gibi görevler verildi. “Üniversite Cihadı Konseyi” başta olmak üzere çeşitli alt oluşumlarla desteklenen Kültür Devrim Konseyi üniversitelerin kapalı kaldığı üç yılın sonunda devrim sürecinde üniversitelerin elde ettiği otonomiyi sonlandırdı. Lakin, İslam dışı tarih ve laik felsefeye dair tüm izlerin müfredattan kaldırılması; İslami ilim, metin, ahlak ve Humeyni’nin eserleri gibi derslerin müfredatlara eklenmesi dışında üniversiteleri fikren İslamileştirmekte mutlak bir başarı el edilemedi.[7]

Üniversitelerin kapatılıp Kültür Devrimi’nin başlamasının ardından, üniversitelerin tekrar ne zaman açılacağı konusundaki belirsizlik ve devrim sürecinde birçok akademisyenin gerek öğretim kadrosu konseylerinde gerek başka sahalarda siyasi görüşlerini beyan etmeleri nedeniyle olası bir tahkikatta işlerini kaybetme korkusu akademisyenleri göç etmeye sevk etti.[8] 1980 yılında ülke çapında 16.877 olan akademisyen sayısı, üniversiteler açıldığında 9.042’ye indi.[9] Kalan akademisyenlerin 6.000’i tıp alanında çalışırken yalnızca 83 tanesi teknik ve mühendislik alanlarında çalışmaktaydı.[10] Akademisyen alımlarında İslam’a iman, vilayet-i fakih kurumunu destekleme gibi ideolojik kriterler rol oynadığı için boşalan kadrolar hızla doldurulamadı. Örneğin 1984 yılında yapılan 4771 akademisyenlik başvurusundan yalnızca 1231’ü kabul edildi ve 1035’i gerekli ahlaki ve profesyonel kriterlere uymadıkları için reddedildi.[11] İlerleyen yıllarda boşalan kadroları doldurmak için profesyonel kriterler düşürüldü. 1987 yılına gelindiğinde devlet verilerine göre öğretim görevlilerinin %46’sı okutmandı (lecturerer), doçent seviyesine yükseltilen kişilerin %53’ü ise yalnızca yüksek lisans derecesine sahipti.[12]

 

 

Öğrenci alımlarında da Besiç (Seferberlik Gücü), Pasdaran (Devrim Muhafızları), yüksek devlet görevlileri ve şehit ailelerine mensup olanlara özel kotalar ayrıldı. Müfredatların İslamileştirilmesine, yetersiz öğretim kadrosuna ve öğrenci alımlarında kişilerin aile geçmişlerinden din bilgilerine kadar ideolojik kriterler uygulanmasına rağmen doksanlı yıllara gelindiğinde İran’da yüksek öğretime talep azalmadı. Genç nüfustaki artış ve lise öğretiminin yaygınlaşması neticesinde üniversite sınavına girenlerin sayısı hızla yükseldi. 1993’te 1.180.000 öğrenci sınava girerken yalnızca 130.000’i kabul edildi. %11’lik bu kabul oranı, 1964’te 29.335 kişinin girip 4.000 kişinin kabul edildiği üniversite sınavının %13’lük kabul oranının dahi aşağısındaydı. Üniversitelerin bütçelerinin az, akademisyen sayısının kısıtlı ve çoğunun İran’da eğitim görmüş olması nedeniyle yüksek öğretim kalitesinin düşük olduğu koşullarda İslam Cumhuriyeti artan talebi karşılamak için kontenjanları arttırdı. Bu durum düşük olan üniversite öğretim kalitesini daha da düşürdü. 1999’da 1.700.000 kişi üniversite sınavına katıldı. Devlet üniversitelerine kayıtlı öğrenci sayısı 678.000’e çıktı, sayısı arttırılan özel üniversitelere de 726.228 kişi kaydoldu. Devrim öncesinde üniversiteye kayıtlı öğrenci sayısı yalnızca 160.308’di. 1980 yılında 11 öğrenciye bir akademisyen düşerken 2000 yılında 31 öğrenciye 1 akademisyen düşecekti.[13]

İran’daki Beyin Göçünün Nedenleri

İran 2040 kapsamında yapılan çalışmada, İran’ın yaşadığı beyin göçünün sebepleri dört kategoriden oluşan bir şablon çerçevesinde sunulmuştur. Bunlar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelir dengesizliği gibi çok yavaş değişen yönlendirici (predisposing) nedenler; ekonomik durgunluk, siyasi baskı periyodları yahut kronik iklim sorunları gibi, yönlendirici nedenlere kıyasla daha kısa sürede gelişip, daha doğrudan göçü etkileyen yakınsak (proximite) nedenler; ekonomik krizler, doğal afetler, hükûmet kaynaklı şiddet içeren tedbirler gibi, spesifik olaylardan oluşan hızlandırıcı (precipitating) nedenler ve son olarak ulaşım araçları, konsolosluk hizmetleri, göçün getireceği kazançlar veya barındırdığı riskler ile ilgili bilgilerin aile-arkadaş-topluluk ağları aracılığıyla erişilebilirliği gibi göçü kolaylaştıran aracı (mediating) nedenlerdir.[14]

 

Zaman içerisinde çok az değişim gösteren yönlendirici nedenlerin başında, İran’dan göçün yaygın olduğu Türkiye ve Malezya gibi ülkelerle İran arasında üç kata, gelişmiş ülkelerle ise on kata kadar çıkan gelir dengesizliği gelmektedir. Benzer bir dengesizlik, belirtilen ülkeler ve İran’daki lisans üstü eğitimin kalitesi arasında da görülmektedir. Ayrıca, İran’da özgür ve çok partili seçimlerin olmayışı, sivil toplum örgütlerinin sürekli baskılanışı, hicap zorunluluğu, dini azınlıklara uygulanan ayrımcılık gibi sosyopolitik baskılar ve insan hakları ihlalleri de yönlendirici nedenler arasında sayılabilir. Bunların dışında eğitim seviyesi, şehirleşme ve üreme davranışlarının bir bütün halinde oluşturduğu etki de bu kategoride değerlendirilebilir. 1980’lerin ortasından itibaren İran’da doğurganlık oranında yaşanan sert düşüş, ailelerin az sayıdaki çocukları için daha fazla kaynak ayırmasını beraberinde getirdi. Bu durum, bu jenerasyona mensup İranlı gençlerin önceki jenerasyonlardaki eşdeğerlerine kıyasla daha yüksek eğitim almaya sevk etti ve edindikleri yüksek eğitim de uluslararası hareketliliklerini arttıran bir sebep oldu. Ayrıca 1985 sonrasında İran’da yaşanan uzun ekonomik durgunluk periyodları ve zaman zaman ortaya çıkan sert ekonomik krizler çocuk yetiştirme maliyetlerinin artmasına ve doğum oranlarının daha da düşmesine sebep olarak, mevzubahis etki zincirini daha da güçlendirdi.[15]

Kişi başına düşen milli gelirde görülen eğilimler yakın nedenler arasında gösterilmektedir. Devrim öncesinde petrol gelirlerindeki artışla beraber büyük bir yükseliş gösteren kişi başına düşen milli gelir, devrimle ve savaşın etkisiyle seksenli yıllarda çok büyük bir düşüş yaşamış, doksanlı yıllardan iki binli yılların ortasına kadar yavaş bir toparlanma geçirip, 2005’ten beri durağanlaşmıştır. Yüksek kamu borcu, düşük yatırım, banka krizleri ve politik belirsizlikler neticesinde bugün İranlı gençlerin çoğu İslam Cumhuriyeti altında yaşam standartlarının yükseleceğine dair bir umut beslememektedirler. Geleceğe dair bu karamsarlık, uzun vadeli gelecek planları yapmaya daha meyilli olan ve göçün getireceği belirsizliklerle daha fazla baş etme yetisi bulunan yüksek eğitimli gençlerin yurtdışına gitmesine sebep olmaktadır.[16]


Ekonomik faktörlere ek olarak demokratik hesap verilebilirliğin, denge ve denetleme mekanizmalarının olmayışı, yolsuzluğun yaygınlaşması, liyakatli insanların ödüllendirilip takdir edilerek sosyal sermayelerini yüksek tuttukları toplumsal kodun erozyona uğraması gibi sebepler bugün İran gençliği arasında umutsuzluğun yaygınlaşmasına neden olan sosyopolitik nedenlerdendir. Bunların dışında, çalışmanın yazarları tarafından su kıtlığı ve büyük şehirlerdeki hava kirliliği de listelenen diğer yakın sebepler kadar doğrudan göçü etkilemese de göçenlerin geri dönüşünü zorlaştırdığı için yakın sebepler arasında sayılmıştır.[17]

Ekonomik, sosyal ve siyasi yapıya içkin ve uzun erimli olan yönlendirici ve yakın faktörlere kıyasla doğrudan teşhis edilebilen ve kişilerin göç kararlarını doğrudan etkileyen hızlandırıcı nedenler arasında 1980 ile 1983 arasında gerçekleştirilen Kültür Devrimi, İran’ın nükleer programına cevaben uygulanan 2012 ve 2018 ambargoları ve en büyükleri 1999 ve 2009 yıllarında meydana gelmekle beraber son yıllarda neredeyse her yıl yaşanmakta olan büyük protesto hareketleri listelenmiştir. Kültür Devrimi sonrasında üniversite öğretim görevlilerinin üçte birinin görevlerinden ayrılması ve yerlerine rejime sadakatlerine göre insanların yerleştirilmesiyle, İran yüksek eğitiminin kalitesi son derece düşmüştür. Bugün dahi devletin araştırma politikalarının ileri görüşlülükten yoksunluğunda, müfredatların yetersizliğinde ve statükoyu sorgulayan akademisyenlere uygulanan yaptırımlarda Kültür Devriminin izlerini görmek mümkündür. Tüm bunlar 1980-83’te olduğu gibi yüksek eğitimli akademisyenleri yahut akademisyen adaylarını ülkeyi terk etmeye sevk etmektedir.[18]

İran’da ilk olarak 1999’da üniversite öğrencileri tarafından polis şiddetine karşı düzenlenen, 2009’da cumhurbaşkanı adayı Musevi’nin seçimlerde hile yapıldığı iddiasıyla alevlenip başta büyük şehirler olmak üzere yaygınlaşan ve son yıllarda da petrol fiyatlarındaki artış, yaşam pahalılığı ve demokratik taleplerle iç içe geçen protesto hareketleri oluşmuştur. Her seferinde güvenlik güçleri bu protestoları kanlı bir şekilde bastırmış ve bu katliamların yarattığı travma, kuşkusuz beyin göçü de dahil olmak üzere toplam göçün hızını arttırmıştır.19

2012 ve 2018 yıllarında uygulanan ağır yaptırımlar da ekonomik kaynaklı sorunları daha da büyüten ve umutsuzluk iklimini yoğunlaştıran bir etki bırakmıştır. Yaptırımlar sonrası İran’ın en temel ihracat kalemi olan petrokarbon ürünlerinden elde ettiği gelirler düşmüş, ithalat maliyetleri artmış, hatta sanayinin bazı sektörlerinde ara malların ithalatının sekteye uğraması nedeniyle üretim aksamıştır. Halkın, yaptırımları doğuran politikaların değiştirilmesi için herhangi bir demokratik etki aracına sahip olmaması İranlıları daha da umutsuz kılmıştır. Yaptırımların yarattığı iktisadi belirsizlik, insanları reel ekonomiye yatırım yapmaktan alıkoymuş ve birikimlerini yabancı para birimlerine çevirmelerine dolayısıyla göç edebilme kapasitelerinin artmasına sebep olmuştur.[19]

Çalışmanın yazarlarının yönlendirici, yakın ve hızlandırıcı faktörlere kıyasla doğrudan bir nedensellik atfetmedikleri aracı nedenler ise göçün altyapısını sağlayan bir rol oynamaktadır. Göç etmek için gerekli ulaşım araçlarının kalitesi, erişilebilirliği, göç süreci ve göç edilecek yer ile ilgili bilgilere erişim bunlardan en önemlileridir. Yıllar geçtikçe daha fazla İranlının yurtdışına göçmesiyle, potansiyel göçmenler yurtdışında yaşayan arkadaş ve aile üyelerinin sayısı artmaktadır. Sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla bu insanlarla birebir iletişimde bulunulmasıyla göçü çevreleyen belirsizlik sisinin kalkması ve göçün gerçekleşme ihtimali artmaktadır. Göçün aşamaları ve çeşitli sonuçlarıyla ilgili bilgilere erişimi ve erişilen bilgilerin detay-güvenirlik seviyesini arttıran bu durumun yanı sıra 2000’li yıllarda başlayıp 2010’lu yıllarda büyük bir hızla yaygınlaşan internet kullanımı, İran İslam Cumhuriyetinin medya üzerindeki tekeline son vermiş ve daha fazla insanı yurtdışındaki fırsatlar ile ilgili bilgi sahibi olmaya ve göç olanaklarını araştırmaya sevk etmiştir. Uçak gibi ulaşım araçlarının kullanımının yaygınlaşması da dış dünyayı daha ulaşılabilir kılmıştır. Örneğin 1980 yılında nüfusun yalnızca %0.3’ü yurtdışı uçak seferinde bulunmuşken bu oran 2018 yılında %6’ya çıkmıştır.[20]

Türkiye İçin Projeksiyon

İslam Cumhuriyeti İran’da toplumu iki kategoriye ayırmıştır. Bunlar “bizden olanlar” (khodi) ve “bizden olmayanlardır” (gheire khodi). Gayri resmi olan bu ayrım zaman zaman cumhurbaşkanları tarafından da dillendirilmiştir. Cumhurbaşkanı Khatemi’nin bir konuşmasında kabaca tanımladığı üzere bizden olanlar İslam Cumhuriyeti Anayasasına ve devletin lideri olan rehber-i muazzam Ali Khamaney’e sadık olanlardan oluşmaktadır.[21] “Bizden olanlar” sadakatleri sayesinde devlet kurumlarında ve şirketlerinde istihdam edilmektedirler, onlara üniversitelerde kotalar ayrılmıştır, sübvansiyonlar ve çeşitli desteklerle hayat pahalılığından korunmaktadırlar, Seferberlik Gücü ve Devrim Muhafızları üzerinden silahlandırılmışlardır, özellikle Devrim Muhafızlarına ait hastane ve okullar aracılığıyla “bizden olmayanlara” kıyasla daha kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti almaktadırlar. “Bizden olmayanlar” ise tüm bunları ya vergi yoluyla doğrudan yahut tüm İran halkına ait olması gereken doğal kaynaklardan elde edilen gelirdeki payları aracılığıyla dolaylı olarak finanse etmektedirler. Bir tarafın diğeri üzerine tam hakimiyet kurduğu (subjugation) bitmek bilmeyen bir iç savaşı andıran bu durum, “bizden olmayanları” fiilen devletsiz kılmakta, başka bir deyişle İslam Cumhuriyeti’nin kontrol ettiği devletle bağlarını koparmaktadır.

AKP yönetimi altındaki Türkiye’de de İran’dakine benzer bir “bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar ayrımı yaşanmaktadır. 1924 Anayasasında cisimleşmiş toplum sözleşmesi altına imzasını atmış, şiddet kullanma yetisini Türk ulus devletine devretmiş, vergisini veren, askere giden, yasalara uyan Türkler; “bizden olmayanlar” kategorisine dahil edilip devletsizleştirilmiştir. “Bizden olmayanlar”; AKP mensupları, cemaatler, etnik asabiyesini kaybetmemiş topluluklar, sığınmacılar, kaçaklar ve mafyadan müteşekkil bir “klikler konfederasyonunu” vergileri, malları bazen de canları ile beslemektedirler.

20. yüzyılın sonunda, doğurganlık oranlarında İran’ın yaşadığına benzer bir dönüşüm geçiren ülkemizde, aile başına düşen çocuk sayısı azalmış, çocuk başına harcanacak kaynak miktarı artmış dolayısıyla üniversite eğitimi almış insan sayısında büyük bir artış görülmüştür. Göç etmek için gerekli bilgilere olan erişimlerinin ve ailelerinin ayırabileceği kaynağın fazla olması nedeniyle eğitimli ve yetenekli insanların göçünün her şey sabit kalırsa logaritmik olarak artacağı öngörülebilir. Lakin cumhurbaşkanın yaşı ve sağlık durumu hakkındaki şüpheler dolayısıyla mevcut durumun fazla uzun sürmeyeceği aşikardır. Bu da bizi siyasi düzlemde yaşanabilecek değişimlere göre farklı olasılıklar üzerine düşünmeye itmektedir.

Olası bir lider değişikliğinde yeni liderin hassas dengeyi sürdürememesi, klikler arasındaki gerilimleri yönetememesi ve başta istihbarat örgütleri olmak üzere çeşitli dış unsurların müdahaleleriyle sığınmacı ve kaçaklar üzerinden kontrollü kaosun tümden bir kaosa dönüşmesi de olasılıklar dahilindedir. Bu koşullarda beyin göçündeki artışın logaritmik değil eksponansiyel olacağı ve ülkedeki eğitimli insanların kendi yetilerini kullanacakları alanlarda çalışmamayı göze alarak göç edecekleri öngörülebilir.

Yumuşak bir lider değişiminin olduğu ve klikler arasında var olan hassas dengenin korunduğu senaryoda ise “bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar” arasındaki ayrımın daha da yerleşeceği, mevcut servet transferinin daha da şiddetlenerek “bizden olmayanların” fiziki/sosyal kapitallerinin eriyeceği ve son tahlilde can güvenliklerinin tehlikeye gireceği tahmin edilebilir. Ayrıca daha fazla sığınmacı ve kaçağın vatandaş yapılması, dolayısıyla bürokraside- kolluk kuvvetlerinde heterojen unsurların daha fazla yer almasıyla İran’dakine benzer şekilde “bizden olmayanların” devletle olan bağlarının kopacağı devlete aidiyet hissetmeyecekleri öngörülebilir. Aralarında en çok uluslararası hareketlilik potansiyeline sahip grup olan eğitimli ve yeteneklilerin beyin göçü gerçekleştirmeye devam edeceklerine şüphe yoktur ancak bu koşullarda beyin göçünün eksponansiyel artmasını engelleyecek faktörler de mevcuttur.

Türkiye’deki beyin göçünün artış hızını azaltabilecek ve hatta doygunluğa ulaşmasını sağlayabilecek başlıca unsurlardan biri göç edilen ülkelerin göçe olan talebidir. Türkiye’deki beyin göçünün başlıca çekim merkezlerinden olan Avrupa’nın enerji güvenliğini kaybetmesi neticesinde artan enerji maliyetleriyle sanayide rekabetçiliğini kaybetmesi ve son tahlilde sanayisizleşme sürecine girmesi nedeniyle yakın ve orta gelecekte sunduğu istihdam imkanlarında yaşanacak düşüş, Türkiye’deki beyin göçünün artış hızını düşürücü bir faktör olabilir. Avrupa’daki gibi ciddi bir enerji güvenliği sorunu olmayan ve uzun sürebilecek bir resesyon riskiyle daha az karşı karşıya olan ABD’de Demokratların teşvik ettiği yasadışı göçe tepki olarak yakın ve orta gelecekte daha katı bir göç politikasının izlenmesi ihtimal dahilindedir. Tüm bunlara binaen başta Güney Asya olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden beyin göçü gerçekleştirmek isteyen insan sayısının fazla oluşu, gelişmiş ülkelerde azalmakta olan iş olanaklarına talebi arttırmaktadır. Bu durum göç edecek eğitimli ve yetenekli Türklerin sayısını baskılayacak bir başka unsur olabilir.

Kuşkusuz savunma sanayi veya nükleer enerji gibi stratejik alanların sürdürülebilirliği için AKP iktidarı “bizden olmayanlara” mensup olsalar bile belli sayıda eğitimli ve yetenekli insana bu alanlarla sınırlı olmak üzere çeşitli ücret iyileştirmeleri, konut-sağlık-eğitim desteği ve başka tür teşvikler verecektir. Beyin göçü ülkenin tüm eğitimli ve yetenekli insan kaynağını kurutacak kadar küllî bir hâl almayacaktır. Ayrıca AKP’nin işsizliği düşük göstermek ve küçük Anadolu şehirlerinin ekonomilerini desteklemek gibi kısa vadeli kaygılarla üniversite eğitimi almış insan sayısını arttırması, azalan uluslararası istihdam imkanları karşısında beyin göçü gerçekleştirecek kadar nitelikli olmayan ve ülkede kalmak zorunda kalan geniş bir insan grubu yaratmaktadır. İran İslam Cumhuriyeti’nin de 20. yüzyılın sonundan itibaren üniversite sayısını ve öğrenci alımlarını arttırması neticesinde İran da böyle bir gruba sahiptir. İran İslam Cumhuriyeti’nin siyasi sisteminin herhangi bir demokratik iktidar değişimine kapalı olması bu insanları umutsuzluk ve karamsarlık içerisine itmektedir.

Türkiye’nin İran’dan en büyük farkı iktidarın demokratik meşruiyete sahip olmasıdır. Cumhurbaşkanı ve mecliste çoğunluk olan parti muhalefete düşebilir ve bir muhalif cumhurbaşkanı adayı-muhalif parti, güvenilir ve demokratik seçimler yoluyla iktidara gelebilir. Bu durum “bizden olmayanların” Türkiye’nin geleceğine dair umut beslemesini sağlamaktaydı ancak son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalif partilerin Erdoğan ve partisiyle danışıklı dövüş içerisinde oldukları iddia edilir olmuştur. “Bizden olmayanların” başta gençler ve eğitimliler olmak üzere geniş bir kısmında, İran’daki eşdeğerlerinin hissettikleri gibi değişime kapalı bir sistem içerisinde kapana kısılmaktan ileri gelen bir umutsuzluk ve karamsarlık dalgası gözlenmektedir. Zafer Partisi bu noktada tüm demokratik sistemin bir “muvazaadan” ibaret olmadığını göstererek “bizden olmayanlara” değişim için umut beslemelerini sağlamıştır. Zafer Partisi’nin bir alternatif olarak kendini ispat etmesi ve iktidar yahut iktidar ortağı olabilme ihtimalinin belirmesi, halihazırda karamsarlık ve umutsuzluk içerisinde olan “bizden olmayanların” silkinmesini sağlayabilir.

 

 

[1] Torbat, Akbar. “The Brain Drain from Iran to the United States.” The Middle East Journal 56, (2002): 272-295; Chaichian, Mohammad A. “The New Phse of Globalization and Brain Drain.” International Journal of Social Economics 39, (2011): 18-38.; Entezarkheir, Mahdiyeh. “Why Is Iran EXperiencing Migration and Braib Drain to Canada ?” (2005). Available at SSRN: https://ssrn.com/abstract=2808151; Slmani, D., Taleghani, G. and Taatian, A. “Perception of Social Justice Implication in Brain Drain Management in Iranian Educational Institutions.” Education, Business and Society: Comtemporary Middle Eatsern Issues 4, (2011): 19-32.; Askari, Hossein G., and John Thomas Cummings. “The Middle East and the United States: A Problem of ‘Brain Drain.’” International Journal of Middle East Studies 8, no. 1 (1977): 65–90.

[2] P. Azadi, M. Mirramezani, M. B. Mesgaran, Migration and Brain Drain from Iran, Working Paper 9, Stanford Iran 2040 Project, Stanford University, April 2020.

[3] P. Azadi, M. Mirramezani, M. B. Mesgaran, Migration and Brain Drain from Iran, Working Paper 9, Stanford Iran 2040 Project, Stanford University, April 2020, 8-9.

[4] Ibid., 10.

[5] Ibid., 12-13.

[6] Shahrzad Mojab, “ The State and University: The “Islamic Cultural Revolution” in the Institutions of Higher Education of Iran, 1980-1987” (Phd Thesis, University of illinois, 1991), 79, 92, 118.

[7] Ibid., 163.

[8] Mitra Fallahi, “Foundations of Education in Iran After the Cultural Revolution of 1980” (PhD Thesis, Marquette University, 1993), 128.

[9] Shahrzad Mojab., 130-131.

[10] Ibid., 130.

[11] Ibid., 131.

[12] İbid., 133.

[13] Akbar Torbat, “The Brain Drain from Iran to the United States,” The Middle East Journal 56, (2002): 286-289

[14] P. Azadi, M. Mirramezani, M. B. Mesgaran, Migration and Brain Drain from Iran, Working Paper 9, Stanford Iran 2040 Project, Stanford University, April 2020, 14.

[15] Ibid., 15-16.

[16] Ibid.,16

[17] Ibid

[18] Ibid., 17.

[19] Ibid.

[20] Ibid.,19.

[21] Akbar Torbat, “The Brain Drain from Iran to the United States,” The Middle East Journal 56, (2002): 293.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display