×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116



Ölümünün 88. Yılında Ziya Gökalp

Yazan  06 Ekim 2008
HAMİT HETEMOĞLU[1] - “Ziya Beyin bir ‘radyum’ olan dimağı söndüğü günden beri vatandaki ilimde karanlık vardır.” (Y. K. Beyatlı)

Hakkında onlarca kitap, yüzlerce makale yazılmasına, çeşitli platformlarda konuşulmasına rağmen Ziya Gökalp, tam ve doğru anlaşılmış değildir. Gökalp, yalın siyasi ideolojiye indirgenerek slogan haline getirilmiş nesir ve nazım birkaç mısrası ile sığ siyasi tartışma konusu yapılmaktadır. Gökalp'ın ilimi derinliği; millet, devlet, hukuk, kadın hukuku, devlet din ilişkileri, modern bilim, ekonomi, milli eğitim, Türk kültürü, tarihi, sosyolojisi ile ilgili görüşleri hakkıyla anlaşılmış ve değerlendirilmiş değildir.Oysaki Gökalp'ı çok iyi tanıyan yerli ve yabancı birçok ünlü bilim adamı O'nun dünya çapında gerçek bir ilim adamı olduğu kanaatindedir. Başta Yahya Kemal, Fuat Köprülü, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Halil İnalcık ve benzeri birçok yerli ve yabancı bilim adamına ait özet olarak aşağıda sunulan görüşler bu durumu açıkça ortaya koymaktadır:

Yahya Kemal, yakından tanıdığı mesai arkadaşı Gökalp hakkında şunları yazmaktadır:

"(…) Diyarbakır'dan Selanik'e gelmiş oraya yerleşmiş ve etrafına garip bir lehçeyle birtakım yeni fikirler söylemeğe başlamış olan Ziya Bey'in adını, bana ilk defa, Paris'te, samimi ve sakin bir hayranlıkla, Ali Ağah, haber verdi. Bu gencin haber verdiği insana ve ondan lime lime naklettiği fikirlere ilk vehlede hayret ettim. Ziya Bey'in henüz, ne nesir ve ne de nazım, hiçbir yazısını görmemiştim.; lakin bir râvi ağzından işittiğim ilk fikirleri bana bir havari olduğu hissini verdi. Onun, iki asır evvel Almanya içinde Almanlığı keşfeden "Leibniz" gibi, Osmanlı İmparatorluğu içinde Türklüğü keşfeden bir adam olduğundan şüphelendim."

"(…) O sıralarda Orhan Seyfi ve Enis Behiç gibi yeni Türk şiirinin mümessilleri, neşrettiğim derme çatma birkaç eserdeki lisanı ve zevki Ziya Gökalp'ın, bütün ayrılıklara rağmen pek ziyade beğendiğini ve gençlere numune olarak gösterdiğini söylüyorlardı."

"(…) Türklüğün en yeni kafası, yeni hayatın en cesur ve imanlı mübeşşiri sakin bir kenar hayatı sürüyordu. Ziya Bey, Akademos Bahçelerinin ağaçları altında konuşan Eflatun gibi, ya kendi evinin yahut da Ada Kulübü'nün bir köşedeki ağaçları altında, bizim ortamızda söylemeye koyulur, Türk içtimaiyatının bir bahsini tutturur, muttasıl söyler, önce lezzetle dinlettirir, bir yumağı açar gibi bahsi sıkı bir silsilede muttasıl açar, uzatır, bir türlü bitirmek bilmez, nihayet en anlayışlı ve meraklı Samilerini bıktırasıya kadar konuşur, yorulduğunun farkına varmaz, bazen iki saat tahliline ve terkibine devam ederdi."

"Sokrat'ın usulü sormakmış, Ziya Bey'in bilakis sormaksızın söylemekti. (…) Ziya Bey ilmi, yirminci asırdaki telakkisiyle anlamış ve benimsemiş bir adamdı. Sokrat'tan Bergsona'a kadar süzülen felsefeyi tam bir kudretle kavramış, derinden derine sindirmiş, o yükün altında bunalmamış, berrak bir dimağ sahibi idi. Anladığını, hakikaten anlamış insanlar gibi, kolay bariz şeffaf ve ihtiraslı bir halde anlatırdı."

"İnsanlara ateş vermek istediği için Kaf Dağlarına zincirlenmiş olan Promete gibi Ziya Bey kafası ile ilme zincirlenmişti, o zincirinden bir an ayrılamıyordu, hayata, tabiata, havaiyata dair, dereden tepeden konuşmak nedir bilmiyordu. Her kelime ve her hadise onda bir fikir silsilesini uyandırırdı. (…)"

"(…) Bir gün Fuat'a bir diken ucu ile dokunmak için mukayeseden bana bir takdir hissesi ayırmıştı: Köprülü zade ceht adamı Yahya Kemal de vecd adamıdır. Demişti. (…)"

"(…) Ziya Bey Ernest Renan'ın meşhur 'Gençlik ve Çocukluk Hatıraları'ndaki Baba Sistem gibi sistem adamıydı. Bir sisteme dâhil olmayan fikirlere değer vermezdi, (…)."

"(…) Dediğim gibi Ziya Bey maddi hayata bigane idi. Yalnız dostlarını ve değerli fikir adamlarını değil, kendini, ailesini ve çocuklarını bile bir an düşünmedi. İlimde ise Payensiz bir kudret sahibiydi; Garp felsefesini Sokrat'tan Bergson'a kadar en derin ve yeni telakkisiyle edinmişti. Şiirin ve edebiyatın ilim bakışıyla tariflerine giriştiği vakit Bergson kadar ihatalı görünürdü. Şiirde Fikret'in çığırını nazariyeleriyle silip süpürmeğe teşebbüs eden Ziya Gökalp oldu."

"Gerçi Ziya Gökalp, zevki olmadığını, müdahalesinin sırf bir ilim müdahalesinden ibaret bulunduğunu, şiiri yine şairlerin uyandırabileceğini, çok temiz olan ahlakının sevkiyle, daima söylerdi. (…)"

"(…) Vatan çatır çatır yıkılırken Ziya Bey muzdaripti, lakin o en fena günlerde bile kurtulacağımızdan ümit var olduğunu söylüyordu. (…) Tevkif edildikten sonra birkaç defa Bekir Ağa Bölüğündeki yatağının yanında görüştük. Aynı neşeyle içtimai tasniflerine devam ediyordu. Malta'ya gittikten sonra Anadolu mecmualarına gönderdiği manzumelerde ümidinin bir türlü solmadığını görüyordum. (…) Ziya Bey'in bu sistemlerden feylesofane tegafül ettiğini görüyor ve memnun oluyordum. (…).

"(…) Lakin iş işten geçmişti. Ziya Bey'i kaybettik; hem de öyle bir zamanda kaybettik ki kaybettiğimiz başın cevherini havas zümresi bile hakiki bir şuurla anlayamadı Ziya Bey'in bir radyum olan dimağı söndüğü günden beri vatandaki ilimde karanlık vardır."[2]

Prof. Dr. Fuat Köprülü ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

"(…) Türk Yurdu'nun Çağaloğlu'ndaki küçük idarehanesinden başlayarak (…) başta Ziya Gökalp olmak üzere bir avuç arkadaşla geçirdiğimiz uzun saatleri hatırladım."

"Gökalp daima bir mihrak mahiyetini muhafaza ederdi. (…) Ziya'nın coşkun ve idealist ruhu, samimi mizacı, geniş bilgisi, dimağının terkipçi ve telifçi kudreti bilhassa dostlar meclisinde kendini gösterirdi. (…) Eski şark kültürüne, medrese ananelerine körü körüne bağlı kalanlar, Ziya Gökalp'ın yeni fikirlerini ve memleket görüşlerini anlamaktan ne kadar uzak kaldılarsa, mana ve mahiyetini bilmedikleri Garp medeniyetine aynı Taassupla ve aynı dar zihniyetle hayran olanlar da, Ziya'nın yeni telakkilerini anlamaktan o kadar uzak kaldılar. (…) Ziya Gökalp, (…) memlekette her şeydan evvel bir fikir ve zihniyet inkılâbının gerçekleşmesi ve bu olmadıkça hiçbir müspet netice elde edilemeyeceği kanaatindeydi. (…) Ziya'nın, Birinci Cihan Harbi esnasında Talat Paşa ve Enver Paşa için, İstiklal zaferinden sonrada Gazi için yazdığı manzumeleri sadece birer huluskarlık mahsulü addedenler, Ziya'nın yüksek ruhunu ve ahlakını anlamayan biçarelerdir. (…)"

"Kuvvetli bir hafızaya, Şark ve Garba ait geniş ve sağlam bilgilere, çok etraflı sosyolojik malumata sahip olan Ziya Gökalp, her şeyin üstünde büyük bir sistemcilik kabiliyetine malikti. (…) Ziya'nın sosyolojisini, tamamıyla ameli ve tatbiki mahiyette, milli ve içtimai felsefe addetmek bence en doğru görüştür; işte onun en büyük kıymeti de burada, içtimai hayatımız üzerinde yalnız fikren değil, fiilen de çok müessir bir milli rehber oluşundadır. Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Zaferini takip eden üç-dört yıl içinde onun başlıca fikirlerini süratle tatbikat sahasına koymak suretiyle bunun en büyük delilini vermiştir. (…)"[3]

Prof. Dr. Mümtaz Turhan:

"Memleketimizde medeniyetle kültürü sistemli bir şekilde ilk tarif eden şüphesiz büyük mütefekkirimiz, Ziya Gökalp'tır. Onun tarifleri, teferruata ait bazı noktalar istisna edilmek üzere, bugün sosyal antropolojide ve sosyolojide umumiyetle hâkim olan telakkilere çok benzemesi bakımından hala tazeliğini muhafaza etmektedir. Ziya Gökalp'a göre medeniyet ve kültür şu şekilde karşılaştırılabilir: 'Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyeti, sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka, beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millette aldığı hususi şeklileri vardır ki, bunlara (hars-kültür) adı verilir."[4]

Prof. Dr. Erol Güngör:

"Mamafih kültür ve medeniyet hakkında yaptığı tarif ve sınıflama bakımından Gökalp'ı hem orijinal hem de zamanını aşmış bir mütefekkir saymalıyız. Gökalp'ın Türk sosyolojisinde gayet ciddi ve kaliteli bir başlangıç teşkil ettiği muhakkaktır. Batı düşüncesini oldukça geriden ve yarım-yamalak takip ettiğimiz bir zamana da Gökalp'ın bu ileriliği bile başlı başına bir meziyet sayılabilir."[5]

(Dünyadaki ve Türk Dünyasındaki gelişmeler, Gökalp'ın fikirlerini tamamen doğrulamaktadır. Mesela: Edgar Morin, Avrupa'yı Düşünmek adlı kitabında medeniyet ile kültür arasında ayrım yapar; 'kültür, 'bir topluma özgül ve tekil olanı, medeniyet ise bir toplumdan diğerine aktarılabilen, alınıp verile bileni ifade eder. Kültür yerledir, medeniyet ise evrenseldir., der H. H.)[6]

Prof. Dr. Halil İnalcık, 'Atatürk ve Demokratik Türkiye' adlı kitabında, 'yüzyılımıza damgasını vuran mütefekkir' dediği Gökalp ve fikirleri hakkında şu değerlendirmeyi yapar:

"Osmanlı Aydınlanma Çağı'nda (1880–1914), Fransızcadan yapılan çevrilerden, Gustave Le Bon, Alfred Fouillee, Gabriel Tarde gibi sosyologların fikirleriyle tanıştı."

"Etnik menşeini deşmek isteyenlere karşı Ziya'nın cevabı açıktır: 'atalarım Türk olmayan bir bölgeden gelmiş olsa bile, kendimi Türk sayarım; çünkü bir adamın milliyetini tayın eden ırki menşei değil, terbiye ve duygularıdır.' Ziya'nın milli kimlik hakkındaki bu görüşü, Atatürk Türkiye'sinin millet-vatandaş anlayışına esas olmuştur."

"1909 da Selanik'te İttihat ve Terakki kongresine katıldı. (…) Selanik'te iken idadide sosyoloji dersleri vererek Türkiye'de ilk kez bu bilim dalında öğretim yolunu açtı. (…) İstanbul'da edebiyat dergilerine kültür ve sosyoloji üzerine yazılar yazarak fikir hayatının öncülerinden biri oldu. 1912–1919 İstanbul yaşamı O'nun en verimli, en yaratıcı fikir dönemidir. Darülfünun'da sosyoloji dersleri okutmaya başladı. (…) İngilizler tarafından 18 Mart 1920'de Malta'ya sürülenler arasında idi. Orada sürgün arkadaşlarına sosyoloji ve tarih konuşmaları yaparak 'tek hocalı bir üniversite' kurdu (1919–1921)."

"Ziya Gökalp, milli mücadelede ittihatçıları terk ederek Mustafa Kemal'in safına geçmiştir. (…)

Ziya Gökalp, dinlerin tesettürünü ve kadınların hareme kapatılmasını yermiştir. 'Tesettür iptidai iştiyaklara (ilkel arzulara) ve çok eski sosyal müesseselere kadar uzanan bir adettir. Bu alışkanlığın hala devam etmesi Türk kadınlarına en büyük hakarettir" diyor. Duaların Türkçe okunmasını istemiş, Türklerin İslam öncesi dini fikirlerini incelemiş, bir Türk İslamiyet'inin varlığını kabul etmiştir."

"Gökalp, 1924 Anayasası'nı hazırlayanlardandır. Kültür ve hukuk konularında O, fikirlerinden vazgeçilemez bir kişi idi."

"Öte yandan Gökalp, Milli devlet kurulunca, Türk milletini oluşturan çeşitli etnik grupların, Amerika Birleşik devletleri'nde olduğu gibi, kaynaşması gereğini vurgular." (H. Z. Ülken)

Gökalp kişiliğinin her safhasında yeni bir yaratılış ta"dır, sosyolojide Durkheim'i izlemekle beraber sosyolojinin teorik cephesinde esaslı yeni fikirler getirmiştir." (H. Z. Ülken)

"Ziya Gökalp, "Türk milliyetçiliğinin babasıdır" (U. Heyd). Z. Gökalp "yeni Türkiye'yi biçimlendiren, Türkiye Cumhuriyeti'nin manevi kurucularından biri, beklide bu kuruluşta payı en büyük olanıdır" (W. Deeds). Ziya Gökalp, "şarkta ilk defa olarak Garbın anladığı ilim kafasıyla Doğu faziletini nefsinde birleştiren" bir kişidir. (Y. Kadri). Türkiye'deki egemen korporatif düşüncenin en yetkin sistematik düşünürü Ziya Gökalp'tır. Gökalp'ın fikirleri sonraları basit sloganlara ve mitlere dönüşmüştür" (T. Parla).

"Gökalp, sosyoloji teorilerinde özellikle E. Durkheim'ın metodolojisini izlemekle beraber onun orijinal bir Türk düşünürü olduğu noktasında birçok yazar ve sosyolog birleşir. (bkz. H. Z. Ülken, Amerikan sosyologu C.Zimmerman, Z. F. Fındıkoğlu, N. Akder, M. Turhan, S. H. Bolay ve S. Anar); ciddi eleştiriler arasında burada yalnızca T. Parla ve H. K. Kadri'yi analım. (1930–1990 arası tüm solcu literatür onu hedef almıştır. (…) Türk toplum ve siyasetinin (…) geçiş döneminde radikal hızlı değişimleri bir sosyolog olarak gözlemlemesi, onun sosyolojik analizlerine orijinallik kazandırmıştır. Yeni Türkiye doğarken, millet devlet hukuk, kadın hukuku, devlet din ilişkileri, modern bilim, ekonomi, milli eğitim, Türk kültür tarihi ve sosyolojisi, özellikle milli devletin ideolojisini formüle etmekte Ziya Gökalp gibi bir düşünür-sosyologa sahip olmak Türkler ve Türk dünyası için gerçekten bir talih eseri olmuştur. Sosyal olguyu tam bir nesnellik (objektivite) ile yaklaşım metodu, Gökalp'a kendi kuşağında güvenilir, pozitivist bilim adamı, yol gösteren hoca ayrıcalığı kazandırmıştır. Gökalp bütün bu alanlarda, düşüncesine başvurulan Türk 'mütefekkiri' olarak anılmıştır."

"Büyük sosyal-siyasal değişim ve bunalım devirlerinde, sarsıntının sebep olduğu kargaşa karşısında belirli bir çıkış yolu, yeni bir denge bulma ihtiyacı, insanı değişim sorunları ve değerler sistemi üzerinde etraflı incelemeler yapmaya zorlamıştır. (…) 1586 Kırım harbi'nden sonra Batı'nın her alanda yıkıcı baskısı karşısında Yeni Osmanlı'nın tepkisi, böyle bir ihtiyacın göstergesiydi. Yeni Osmanlı, Genç Osmanlı hareketiyle devrimci bir doğrultu aldı. 1878 Berlin antlaşmasıyla Osmanlı imparatorluğunun parçalanışı onaylanmıştı. 1900'lerde patlak veren Makedonya bunalımı, Genç Türkleri, İttihat ve Terakki'yi iktidara getirdi, saltanat fiilen son buldu. Ülke yeniden parçalanma tehlikesi karşısında idi. Ziya Gökalp, bu buhranlı zamanda yeni bir denge ve düzen, yeni bir doğrultu arama ihtiyacına en yüksek seviyede tercüman olmuş bir düşünürdür. Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın açık bir şekilde ifade ettikleri toplum ve kültür buhranı meselesi, II. Abdülhamit Devrinde (1876–1909) Paris'te toplanan jön Türkler tarafından bir sosyal mesele olarak ele alınmakta idi."

(…) 1906'da Prens Sabahaddin de Osmanlı Toplumunun düze çıkmasını 'fenni içtima'dan bekliyordu. (…) Ziya Gökalp, daha Selanik'e gelmeden Diyarbakır'da (…) 1909'da 'Peyman'da (sayı:1, 28 Haziran 1009) yazdığı 'İlmi İçtima' adlı makalede, buhrana bir çözüm yolu bulmak için bu ilimle ciddi biçimde uğraşmak gerektiğini savunuyor. (…) Asıl inkılâbın içtimai nitelikte olması, yani topluma inmesi gerektiği fikrini savundu. Gökalp daima sosyal sorun üzerinde durdu. O'nun sosyolojisi, bu sebeple, dinamik bir sosyoloji, bir değişim sosyolojisi oldu. (…) Toplumun nasıl ve nereye gitmekte olduğunu incelemek ve sorumlu mevkide olanlara yol göstermek, O'nun daima başlıca kaygısı oldu. Gökalp her dönemde bir ideolog rolü oynadı."

"İngiltere'de Arnold j. Toynbee'nin hareket noktası da, I. ve II. Dünya Harpleri devresinde var olma veya yok olma sorusu karşısında kalan insanlığın, büyük sosyal-tarih sorunudur. O, Gökalp'ın milli çerçevede ele aldığı sosyal meseleyi, insanlık öçlüsünde incelemeyi denedi. Sosyal değişmeyi esas konusu sayan 19. yüzyıl Amerikan sosyologu, Carl Zimmerman'a göre, 1920'lerden sonra sosyal yapı araştırmalarına yönelmiştir. Sosyal değişim üzerinde incelemeleriyle tanınmış olan ve 1964'te İstanbul Üniversitesi'nde misafir profesör olarak sosyoloji okutan bu değerli Amerikan sosyologu, günümüzde tekrar dinamik değişim sosyolojisine dönme gereğine inanmaktadır. (…) Zimmerman'a göre Gökalp ve Toynbee bu vadide bize öncülük etmektedir. Zimmerman'a göre, Gökalp tek istikametli sosyal gelişim teorisine dayanan 19. yüzyıl sosyolojisine bağlıdır ve her medeniyetin kendine özgü 'sosyal zamanı'nı göz önünde tutmamaktadır. (…)"

"Zimmerman, misafir profesör olarak İstanbul Üniversitesi'nde (…) Ziya Gökalp'ın kurmuş olduğu kürsüde ders verirken, O'nun tezini değerlendirmeyi ihmal edemezdi. Amerikan sosyologuna göre büyük tarihi devrimlerin 'bir felsefeye ve halkın desteğine dayanan bir programa sahip olmaları lazımdır.' Türkiye'de kendisini yok etmeye uğraşan güçler karşısına kökten bir inkılâpla çıktı. Zimmerman'a göre Türk inkılâbı, insanlığın 20. yüzyıldaki köklü değişiminin bir parçasından başka bir şey değildir. Sosyal bir hareket olarak anlaşılması gereken bu insanlık devrimi, günümüzde dünya ölçüsünde devam etmektedir. Türk devriminin 'fikir şerefi bir manada Ziya Gökalp'a ve onun rehberliği ile sosyoloji doktrinlerindeki öğretim faaliyetine aittir.' Ziya Gökalp 'zamanının hâkim sosyolojisi olan Durkheim sosyolojisinden alınmış teferruatlı sosyal organizasyon teorileri vasıtası ile bu inkılâbın fikri mimarı' oldu. Gökalp, Durkheim sosyolojisini alıp bir Doğu toplumuna uygulayabildiyse, bu ancak 19. yüzyılda sosyolojinin soyut kavramlara göre kurulmuş soyut bir sistem olmasından ileri geliyordu. O dönemde her toplumun kendi tarihi 'sosyal zamanı' kavramı sosyolojide yer etmemişti. Bugün 'sosyal zamana' bağlı bir araştırma konusu olan sosyolojiyi soyut kavramlara bağlı tutmak güçtür. Her toplumu kendi sosyal koşulları içinde izlemek gerektir. Amerikan sosyologları Türkiye'de Ziya'nın yaptığı gibi ilkin sosyal değişme teorilerine yönelmişti. Zimmerman, Gökalp hakkında çok dikkate değer başka bir görüşte ortaya atmaktadır. A. Toynbee, 'sosyolojisinin büyük bir kısmını, burada, Türkiye'de belki vasıtalı olarak Ziya Gökalp'tan veya onun öğrencilerinden almıştır. Toynbee'nin 'toplum' yapısına dair birçok ana fikirleri Gökalp'ın fikirlerinin benzeridir."

"Atatürk devrimlerini izleyen Toynbee, bu gelişmeleri evrensel Batılılaşma hareketi bakımından dikkate değer bir misal olarak incelemeye devam etti. Bu arada Ziya Gökalp'ın fikirlerine ilgi göstermiş olması tabiidir. 1924'te Gökalp'ın ölümü üzerine onun fikirleri, Batı âleminde M. Hartmann ve R. Hartmann tercümeleri ile J. Deny, ve E. Rossi gibi oryantalistlerin incelemeleriyle daha iyi tanındı.

Gökalp'ın toplum, değişim ve gelişme (development) üzerinde temel görüşü, (…) şudur: Toplum, doğada kendi kendine var olan, kendi kanunlarına bağlı apayrı bir realitedir. Toplum hayatı, fizyolojik yaşamın veya bireysel psikolojinin bir eseri değildir ve onunla açıklanamaz; aksine bireyin zihni hayatı, davranışları, kültürü, bu realitenin, yani bireyin üstünde sosyal vicdanın bir eseridir."

"Kültür ve medeniyetin niteliğine gelince, Gökalp daima temel sosyolojik görüşünü izleyerek, kültürü bireyin üstünde adeta organik bir realite sayar ve kültürü insanın iradi eseri olan medeniyetten (…) ayırır. (…) Kültür tamamıyla bir topluma özgü olup sübjektif ve duygusal niteliklidir. Kültürün kendi içinden gelişen doğal bir evrimi vardır. Kültür dışarıdan zorla değiştirilemez. Bir organizma gibi dışarıdan kendi yapısına uygun medeniyet unsurlarını alır, sindirir uygun olmayanları atar. İlkel doğal cemiyetlerde kültür topluma hâkimdir ve onu oluşturan bütün idealler dine bağlıdır. (…) Kültür, bir temel sosyolojik olgudur."

"Gökalp'ın bu kültür yorumunda, kültürü bir organizmaya benzeterek incelediği, onda organizmalara özgü bütün unsurları aradığı görülür. Örneğin bir yerde diyor ki: 'bir cemiyetin bütün fertlerini bir birine bağlayan, yani aralarında tesanüt (dayanışma) husule getiren müesseseler, harsı müesseselerdir. Hars kendi kendine değişir, tekâmül eder, fakat zorla ne geriye ne de ileriye götürülmez. Milli hars herkesin razı olduğu bu tabii örflerin mecmuundan ibarettir.' (…) Örf, bir toplum tarafından genelde benimsenmiş, 'içtimai vicdana' mal olmuş bir davranış biçimidir. Topluma mal olmuş bulunması onun temel şartıdır. Bu karakteri ile örf, bazen sosyal onay sağlayamamış adetlerden veya yapay olarak konmuş kural veya kanunlardan ayrılır. (…) Belirli bir zamanda 'maşeri vicdan'da yaşayan örflerin tümü o toplumun kültürünü meydana getirir. Gökalp'a göre medeniyet kültürden sosyal menşe ve niteliği itibarıyla ayrıdır: 'Medeniyet usulle yapılan ve taklit vasıtası ile bir milletten diğer millete geçen mefhumların ve tekniklerin mecmudur.' (…)Duygusal değil objektif niteliklidir. 'harsları ve dinleri ayrı olan müteaddit cemiyetler arasındaki müşterek müesseselerin mecmuuna medeniyet' denir. Fakat burada işaret edelim ki Gökalp, medeniyete daha sonra kültüre yakın özellikler tanımıştır. O'na göre, her medeniyet ayrı bir sisteme mensuptur. Başka bir mantığı, başka bir hayat görüşü vardır. (…) Batı medeniyeti içinde birbirinden ayrı ve bağımsız bir İngiliz kültürü, Fransız kültürü, Alman kültürü vardır. Gökalp'a göre birbirine zıt medeniyetler, aynı cemiyet içinde yan yana yaşayamaz ve uzlaşamaz. İki dinli bir fert olmadığı gibi (aynı misal S. Huntigton tarafından zikredilmiştir) iki medeniyetli bir millet de olmaz. Gökalp'a göre medeniyet, kültür gibi dini, ahlaki, hukuku,bedii (estetik) iktisadı, lisanı ve teknik hayatı içine alır. Görülüyor ki, Gökalp böylece medeniyet tarifini genişletmiş, kültüre yakın bir yoruma gelmiştir."

"(…)Batı kültür-medeniyetini benimsemeyi yaşam kavgasında hayati önemde sayan aydınlar, Batılılaşmayı, belli bir reçete veya bir haritayı izleyerek kendiliğinden olabilecek bir süreç olarak algılarlar. (…) Bazı gelişme teorisyenleri, bu türlü yukarıdan gelen hızlı ve zorlu bir çağdaşlaşma sürecini mümkün görürler. Buna karşı Gökalp, çağdaşlaşmanın ancak uzunca sosyal bir süreç içinde gerçekleşeceğine inanan sosyologlar arasında yer alır. Son defa N. Eisenstadt'ın gözlemi, klasik tek yönlü determinist bir çağdaşlaşma teorisine karşı, yeni gelişme teorisinin Gökalp'a hak verdiğini göstermektedir."

"Gökalp'a göre, her millet, canlılığını korumak için milli hayattan doğmuş, organik kurumları desteklemelidir. (…) Medeniyetten gelen öğeler, ancak ona aşılanmak suretiyle bir hayat ve gelişme imkânı kazanır; 'adi taklitte olduğu gibi çürüyüp düşmez.' Tutucu kesim, mevcut kuralların değiştirilmesine küfür nazarı ile bakar; buna karşı radikal, devrimci, milli vicdana yabancı olup olmadığını düşünmeden birtakım yeni kurallar sokmaya çalışır. Gökalp'a göre her ikisi de, kültürün gerçek yapısını ve dinamiğini göz önünde tutmamaktadır. Gökalp'ın bu gözlemleri, bugün içinde bulunduğumuz kültür ve kimlik sorunlarımızı bütün çıplaklığıyla gözlerimizin önüne sermiyor mu?"

"Görülüyor ki Gökalp, milli kültürü, donup kalmış bir örfler örgütü saymamakta. Toplumu bir arada tutan canlı bir üst-varlık gibi görmektedir. (…) O, milli kültürün medeniyet karşısındaki durumunu bugün için de geçerli şu satırlarla belirtmektedir: "Bir milletin fertlerini duygu birliğinden mahrum eden ve yahut iş bölümüne mani olan müesseseler, harsa karşıdır. (…) halk, milli harsı bırakıp başka milletlerin harsını taklit eden bu sınıfı kendi cinsinden saymadığı gibi, bunlarda halkla zevken mütecanis olmayı nefisleri için zül addederler. (…)"

"Gökalp, böylece, milli kültürleri zamanla ortadan kaldırabilecek bir enternasyonalizme hiçbir zaman inanmaz. (…) Her millet kendi milli kültürünü titizlikle korumalı ve geliştirmelidir. (…) Harslar birbirine bakarak tekâmül ederler… Harslar itibariyle bütün milletler arasında beynelmilel bir iş bölümü, medeni bir tesanüt vardır. Gökalp, ileriyi görerek milletler arasında ortak bir örgütün meydana çıkmasını da beklemekte idi. Bugün Unesco History of Humanity adlı büyük esere başlarken bütün kültürlerin eşitliği prensibiyle hareket etmiştir.(…) Organik benzetme, bizzat Zimmerman'ın belirttiği gibi 19. yüzyıl değişme sosyolojisinin ortak ana fikirlerinden biridir. (…) Gökalp, kendi çevresinde yaptığı dikkatli gözlemler sonucu, Durkheim'in fikirlerine daha başka bir yorum ve kesinlik kazandırdığı açıktır. (…) Nihayet Zimmerman'ın, Gökalp'ın 'sosyal zamanı' göz önüne almadığı fikrini paylaşmak mümkün değildir. Gökalp, belki Toynbee'den daha açık şekilde kültürlerin kendine özgü bir iç evriminden söz etmektedir. O sosyolojiyi temel araştırma konusu ve milli kültür tartışmalarının bir çeşit laboratuarı yaparken, kültürün çeşitli alanlarında Türk örf ve kurumlarını meydana çıkarmaya ve Türklerin mensup oldukları medeniyet dairelerini dikkatle ayırt etmeye çalışırken, daima Türk toplumunun 'sosyal Zamanını' göz önünde tutmaktadır."

"Burada Gökalp ile Toynbee'nin sosyolojik temel fikirlerini karşılaştırmakla, aslında modern felsefe ve sosyolojinin iki büyük akımını karşılaştırmış oluyoruz. (…) Gökalp 1900–1930 döneminde Türk toplumundaki kökten değişmelerin etkisi altında fikirlerini geliştirmiştir. (…) İslamlık ve Batı medeniyeti ile Türk milliyetçiliği akımları (…) birbirlerine zıt kavramlar olmayıp tek merkezli üç daire gibi birbirini kapsayan ve tamamlayan toplumsal realiteler olduğu tezini savunmuştur. (…) fakat belirtmek gerekir ki Gökalp'ta başlangıçtan beri milli kültürün yok edilemez gerçekliği ve milli kültürü, milli örfü-âdetin oluşturduğu tezi O'nun toplum felsefesinin temel taşıdır. O kanunla (zoraki) yapılan devrimlerin, sosyal realitelerin direnci karşısında kalacağını, kültürün devamlılığını savunmuş, değişmenin bir sosyolojik sürece bağımlı olduğu noktası üzerinde daima ısrarla durmuştur."

"Gökalp'ın temel görüşleri, özellikle Türk milli devletinin kuruluş döneminde kültür hayatımızda belirleyici derin bir etki yapmış, ona yön vermiştir. O'nun temel kavramlarını benimseyen Türk bilim ve sanat adamları; geleneksel Türk halk kültürünü, halk edebiyatını, tasavvuf ve tarikatları, Türk folklor ve etnografyasını, halk musikisini, hararetle araştırmaya yönelmişlerdir. Milli varlığın temellerini bu doğrultuda görmüşlerdir. Gelecek kuşakta Mehmet İzzet, Fuat Köprülü, P. N. Boratav, Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mümtaz Turhan, Necati Akder, İbrahim Kafesoğlu, Adnan Saygun ve daha birçok bilim ve sanat adamı, araştırmalarını O'nun gösterdiği doğrultuda yapan fikir adamlarıdır. (…) Gökalp'ın kendisi daha o zaman Diyarbakır'da gençlerle birlikte halk kültürü ve sosyal yapısı, aşiretler üzerinde araştırmalara girmiştir."[7]

"Sosyolog S. N. Eisenstadt, gelişme teorisindeki yeni yaklaşımların ışığı altında, Kemalist İnkılâbın özelliklerini bir yazısında tartışma konusu yapmıştır. Eisenstadt'a göre, modernite, dünyanın büyük bir kısmına yayılmıştır; fakat bir tek ortak medeniyete vücut vermemiştir. Batı toplumlarında bile moderniteden anlaşılan şeyin dışında derin değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Batılı bugün; insanın evrendeki rolü, gelişme, ilerleme, kişi ile toplum, akıl ile duygu, hayat ve başka alanlarda, eski Batı değer yargılarından hayli farklı düşünüyor. Devlet ve sivil toplum, yalnız siyasi otorite konusunda farklı kurumsallaşmada değil, siyasi protesto ve faaliyet alanlarında da farklı tarzlar göstermektedir."

"Herhalde modernitenin kültürel boyutları; daha çok toplumların kültür değer sistemleriyle dışarıdan veya kendi içinden kaynaklanan etkenlerin karşılıklı etkileşimi sonucunda şekilleniyor."

Eisenstadt'ın bu gözlemi, bize Ziya Gökalp'ın belli bir topluma özgü harsın (kültürün) tüm sosyal hayatı şekillendiren kavrayıcı gücü üzerindeki gözlemini anımsatıyor. Karşılıklı etkileşim; elit ile elit karşıtı sınıflar arasında protesto hareketlerini tetikleyen eşitlik yorumlarında kendini göstermektedir. Ortaya çıkan yeni elit sınıf, değişime kaşı konumunda daha çok mevcut geleneklerin etkisi altındadır."[8]

"(…) Ziya Gökalp, son yüzyılda Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük fikir adamlarından biri ve modern Türkiye'ye ye şekil veren temel düşünce ve müesseselerden birçoğunun babasıdır. (…) Yeni bir devlet kurulacağını çok önceden sezmiş ve genç devletin sosyal felsefesini, geniş ve derin kültürü ile O hazırlamıştır. Başta Mustafa Kemal olmak üzere, II. Meşrutiyet, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet devri Türkiye'sinin politik, sosyal ve kültürel hayatında rol oynayan Türk aydınlarından çoğunun düşüncelerine istikamet veren en büyük fikir adamı O'dur. Batı sosyolojisini çok iyi tetkik etmiş bir insan olarak 1912 yılında ülkemizde ilk sosyoloji kürsüsünü kuran ve bu dersi okutan Z. Gökalp'tır. Gökalp basit bir nakilci değil, dışarıdan aldığı fikirleri kendi şahsiyetiyle ve milli kültürüyle yoğuran hakiki bir mütefekkirdir. Gökalp'ın en heyecanlı okuyucularından bir Mustafa Kemal'dir."[9]

Prof. Dr. Mehmet Kaplan tarafından yayına hazırlanan, Ziya Gökalp'ın Türkçülüğün Esasları adlı kitabın ön sözünde de şu değerlendirmeler yer almaktadır.[10]

"Türkçülüğün Esasları'nı 'The Principles of Turkisme' adı ile İngilizciye çeviren Robert Devereux, Atatürk'ün düşüncelerini ve yaptıklarını anlamak için Ziya Gökalp'ın düşüncelerinin anlaşılması gerektiğini belirtmektedir."[11]

"(… Atatürk inkılâplarının temelinde Ziya Gökalp'ın fikirleri vardır. Gökalp'ın fikirleri yalnız geçmiş değil, geleceği de aydınlatacak mahiyettedir. Türkiye'de bugün yapılmak istenen sosyal reformların birçoğunu Gökalp yıllarca önce düşünmüş ve en vazıh şekilde ifade etmiştir. 'İktisadi Türkçülük' bahsi üzerinde düşünenler, Gökalp'ın bugün için bile ne kadar yeni fikirler ileri sürdüğünü fark edeceklerdir." (Mehmet Kaplan)[12]

"Ziya Gökalp gibi bir adam bir vatanın üstünden toprağı çok derin karıştıran bir sapan gibi geçer. Eski kökler, eski tohumlar, bu sapanın geçtiği yerden ta derinlere, ölüm tabakaları içine karışmıştır. Bu sapanın geçtiği yerde yeni bir bahar, yeni bir mahsul verecektir." (H. S. Tanrıöver)[13]

"(…) Gökalp, en müşkül ve en karanlık zamanlarda daima etrafına iman ve ümit saçmıştır" (A. Ağaoğlu)[14]

"Ziya Gökalp, sosyoloji ilminin kurcusu olan Durkheim'dan sonra en büyük sosyologdur. Gökalp'ın milletler arası bir şöhret olmamasının sebebi eserlerinin Türkçe olmasıdır. Gökalp Tanzimat hareketinden beri en son büyük şuur hamlemizdir." (İ. H. Baltacıoğlu)[15]

"Ziya Gökalp, İngiliz Carlyle, Alman Goethe ve Fransız Guyau gibi çok cepheli üniversal mütefekkirler zümresine mensuptur."

"Üniversitelerimizin eski ve yeni profesörlerinden Necmeddin sadık, Fuat Köprülü, Halim sabit, Mehmet Şerafeddin, Hukukçu Mustafa Şerifi, Ziya Gökalp'ın fikirlerini benimseyen ve çeşitli sahalara tatbik edenler arasındadır." (Z. F. Fındıkoğlu)[16]

"Yeni Türkiye'de yapılan yeniliklerden hiç biri yoktur ki Ziya Gökalp'ın hadiseleri tarif ve tasnif hususundaki yenilmez kuvveti ile münakaşa ve tetkik edilmiş olmasın, Hatta anlaşıldığına göre O, bunların ekserisini ilham da etmiştir." (J. Deniy)[17]

"Ziya Gökalp yeni bir kültürün temelini araştırmıştır." (Ettore Rossi)[18]

"Cumhuriyeti kuranlara minnettarım, onlarla iftihar ediyorum. Fakat birde sistemi devam ettirenlere bir bakmak lazımdır. (...) Tam bir mirasyedi gibi davrandıklarını düşünüyorum. (...) 1938'de Atatürk öldü. İnönü geldi. Celal Bayar, Menderes hep aynı hataları tekrarladılar. (...) Cumhuriyet ne yazık ki sadece politikada değil, hemen hiçbir alanda yeni liderler çıkaramadı. Bir filozof çıkardı mı, Ziya Gökalp'tan bu yana? Yok, nerede bizim aydın kadrolarımız' (Alev Alatlı)[19]



[1] Hamit Hetemoğlu, Çevre ve Orman Bakanlığı, APK Uzmanı

[2] Yahya Kemal, Siyasi ve Edebi Portreler, İstanbul Fetih Cemiyeti neşriyatı, 3. baskı, s. 10–22.

[3] Orhan Köprülü, Köprülüden Seçmeler, MEB Yayınları, 1990 İstanbul, s. 145–149.

[4] Mümtaz Turhan, Kültür değişmeleri, Marmara Üniversitesi yayınları, 1987 İstanbul, s. 38.

[5] Erol Güngör, Dünden Bugünden, Ötüken Neşriyat, 1987 İstanbul, s. 20–53.

[6] Rıza Türmen, Uygarlık Buluşması, Milliyet Gazetesi, 26 Eylül 2008.

[7] Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı yayınları, Temmuz 2007, s. 151–187

[8] Halil İnalcık, a. g. e., s. 57–58

[9] Halil İnalcık, a. g. e., s. 151–187

[10] Mehmet Kaplan, Türkçülüğün Esasları'nın ön sözündeki yazı,MEB. Yayınları, 5. baskı, 2004 İstanbul, s. I-VII.

[11] Mehmet Kaplan, a. g e., s. I-VII.

[12] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[13] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[14] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[15] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[16] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[17] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[18] Mehmet Kaplan, a. g. e., s. I-VII.

[19] Zafer Özcan, Alev Alatlı ile Türkiye ve Dünya, Ufuk Kitapları, Da Yayıncılık, 1. Baskı, 2003 İstanbul, s. 152–153

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display