AÇILIM ALDATMACASI

Türkiye’nin gündemini son altı aydır meşgul eden açılım meselesi, aslında adı henüz konulamamış bu sorunun nasıl çözüleceği veya çözülüp çözülemeyeceği şeklinde uzun soluklu bir tartışmaya kapı açarken, her kafadan bir ses çıkmakta ancak

net olarak hiçbir siyasetçi ne sorunun adını koyabilmekte ne de adı konulamamış bu soruna çözüm önerebilmektedir. İlk önce şu soruyu sormamız gerekmektedir: Sorun nedir? Elbette ki sorunun ne olduğunu tanımlamadan önerilecek çözümler, tamamen afakî olacak ve hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Sorun etnik temelli bir Kürt sorunu mudur? Demokratikleşme sorunu mudur? Yoksa eli silahlı katillerin binlerce vatan evladını şehit ettiği, yine binlerce sivil insanımızı katlettiği bir sürecin müsebbibi olan PKK sorunu mudur? Veyahut sorun; hükümetin, ülkenin diğer meselelerini kamufle etmek için daha önce sıkça başvurduğu ve bir müddet sonra üstünü kapattığı gibi yeni bir taktik ve oyalama sorunu mudur?
Önerilecek çözümler ve çözümün tarafları, ayrıca bu çözüm sonrası etkilenecek olan kesimler ancak ve ancak sorunun adının doğru konulması ile mümkün olacaktır. İlk öncelikle soruna Kürt sorunu dediğimiz vakit sorunun tarafları; yıllarca asker kanı döken ve sivilleri dahi gözünü kırpmadan katleden terör örgütü ve meclisteki siyasi temsilcisi olan parti değil, hele hele örgütü yıllarca bir fiil yöneten ve akan kanın her damlasından sonuna kadar mesul olan terörist başı hiç değildir. Sorunun tarafları ilk başta milli iradenin yegâne temsilcisi olan meclis ve kendini bu ülkede Kürt olarak tanımlayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Yapılması gereken tüm ülke genelinde yapılacak kamuoyu yoklamaları ile vatandaşlarımızın ne istediğinin saptanması ve atılacak adımların bu isteklere göre şekillenmesidir. Ancak son günlerde sorunun Kürt sorunu değil, demokratikleşme sorunu olduğu ön plana çıkarılmakta ve açılımın adına da demokratik açılım denmektedir. Kabul edelim ki sorun demokratikleşme sorunudur. O vakit sorunun tarafları yine meclis ve tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Bu ülkede bir demokrasi sorunu varsa, sorun sadece belirli birkaç bölgeye indirgenemeyeceği gibi taraf olarak da ülke vatandaşlarının sadece küçük bir kısmı alınamaz. Demokratikleşme sorununun kaynağı olarak gösterilen 82 Anayasası, bu ülkenin tüm vatandaşlarını kapsamakta ve yapılacak olan anayasa değişiklikleri ya da yeni anayasa tüm vatandaşların oyları ile ancak yürürlülük kazanabilir. Tabi ki bu noktada yeni anayasayı kimlerin hazırlayacağı sorusu karşımıza çıkmaktadır. Tüm ülkeyi ilgilendiren ve nihayetinde ülkenin geleceğine tesir edecek bu süreçte elbette ki tüm vatandaşların iradesini kapsayacak şekilde ve meclisteki partilerin tamamı sürece dâhil olmakla birlikte, ülkenin diğer önemli kurum ve kuruluşlarının görüşleri göz önüne alınmalıdır. Oluşturulacak olan anayasa platformunda siyasi partilerin yanı sıra sivil toplum örgütleri, akademisyenler, hukukçular ve kendilerini ilgilendiren konularda askerler yer almalıdır. Yapılacak çalışmalar neticesinde ortaya çıkacak olan yeni anayasa ise yine doğrudan halkın iradesine sunulmalı ve nihai karar, sorunun asıl mağdurları olan halkın olmalıdır.
Eğer sorun terör sorunu, yani bölücü terör örgütü olan PKK sorunu ise yine çözümün tarafları farklılaşmakta ve önerilebilecek çözümlerde farklılık arz etmektedir. Sorunun tarafları; başta yine milli iradenin temsilcisi olan meclis olmakla birlikte, sorunun çözümünde ehil olan kurumlar, yani emniyet güçleri ve yok edilmesi gereken terör örgütü ve bu örgüte her türlü desteği sağlayan unsurlardır. 1983 yılından beri terör saldırıları ile ülkemizin maddi-manevi her türlü yıpranmasına neden olan örgüt bir an önce bertaraf edilmeli ve bölgenin güvenliği sağlanmalıdır. Daha önce büyük oranda başarılması nedeniyle, yapılması zor veya imkânsız olan bir öneri olmadığı açıktır. Terör örgütünün beslendiği kaynaklar belli olmakla birlikte, artık elinde savunabileceği bir argümanda kalmamıştır. Yapılması gereken, bu süreçte kararlılığı elden bırakmamak ve terör örgütünü çok boyutlu ele alıp, karşı saldırıyı çok boyutlu yürütmektir (askeri, siyasi, ekonomik boyutlarda). Ancak son zamanlarda terörle mücadelede zafiyet görülmekte, ordu üzerinde yürütülen psikolojik harekâtlarla, mücadelede canla başla çalışan kişiler yıpratılmakta, hatta ve hatta şehitlerimizle öldürülen teröristler aynı kefeye konularak, insanlarımızın gurur kaynağı olarak gördükleri şehitlik mertebesi ayaklar altına alınmaktadır. Terörle mücadelede yaşamını yitiren binlerce askerimizin yakınları ve çeşitli şekillerde yaralanarak hayatlarını zor şartlar altında sürdürmek zorunda kalan gazilerimiz, geçmişte verilen mücadelenin anlamsız olduğuna inanmaya başlamıştır. Bu süreç böyle devam ettiği sürece maalesef terörle mücadelede kararlılık gösterecek ne bir asker bulunacak ne de bu askerlere destek verecek bir halk bulunacaktır. İşin en kötü tarafı ise ordu- millet diye tanımladığımız Türk milletinin ordusuyla karşı karşıya getirilmek istenmesidir. Bölgesinde güçlü olmasının tek nedeni güçlü bir orduya sahip olması olduğu halde, bu ordunun da çeşitli şekillerde yıpratılarak güçsüz hale getirilmesi, elbette ki kimin çıkarlarına hizmet etmektedir, düşünmek lazım.
İşin en can alıcı noktası ise, hükümetin daha önce sıkça başvurduğu gibi, ülkenin diğer önemli meselelerini kamufle etmek için suni bir gündem yaratılarak, halkın yaşanan ekonomik, toplumsal sorunlara tepki vermesinin önüne mi geçilmek istenmektedir? Son zamanlarda ekonomik verilere bakıldığı zaman ülkenin iktisadi olarak felakete sürüklendiği görülmekte ve buna bağlı olarak toplumsal buhranlar baş göstermektedir. En son açıklanan işsizlik rakamları, her ne kadar revize edilse de, yüzde 15 civarında olup, büyüme rakamları da ekside seyretmektedir. Enflasyon oranları ise yıllık %8'lerde seyrederken hükümetin işçi, memur ve emekliye verdiği zam oranları bu değerin çok altında olup, hükümet insanımızın her geçen gün alım gücünü yitirmesine seyirci olmaktadır. Buna rağmen krizle baş edebilmek için hükümet desteğiyle hazırlanan reklam filminde öne çıkan vurdu tüketimdir (Alın verin, ekonomiye can verin – Kriz varsa çare de var). Alım gücü son derece azalmış olan halkın tüketimi nasıl gerçekleştireceği ise büyük bir soru işaretidir. Enflasyonu dizginleyebilmek için uygulanan sıkı para politikaları nedeniyle iç tüketim kısılmakta ancak enflasyon yine de kontrol altına alınamamaktadır. Burada karşımıza hükümetin yaptığı bir yanlış daha çıkmaktadır (Aslında hükümet de yanlışı adı gibi bilmektedir ancak IMF baskıları nedeniyle bu politikasını sürdürmek zorundadır): Gelişmekte olan ülkelerde düşük enflasyon- sıkı para politikası uygulaması ülkenin kalkınmasına engeldir. Sıkı para politikasının takibi neticesinde ise kamu çalışan ve emeklilerine yapılan zamlar, enflasyon nedeniyle erimekte, alım gücünü sabit tutacağı yerde her geçen gün azaltmaktadır.
Ekonomide yaşanan bu olumsuzluklar, toplumda çeşitli şekillerde gün yüzüne çıkmakta, bu buhran döneminde toplumsal facialar artmaktadır. Nitekim son altı ayı bir gözden geçirdiğimiz zaman; toplu katliamlar, sadistçe işlenmiş cinayetler, borç batağı yüzünden patronuna, arkadaşına veya hiç tanımadığı kişilere akla gelmedik yöntemlerle saldıran insanlar her geçen gün artmaktadır. Ancak, gerek görsel ve gerekse yazılı medyamız yaşanan bu ekonomik ve toplumsal buhranın üzerine yeteri kadar gitmemekte ve hükümetin yapacağı açılım her gün manşetleri, ana haber bültenlerini süslemektedir. Hükümet ne olduğu belirsiz olan bu açılım safsatası ile aylardır kamuoyunu meşgul ederken, bu sayede kaybetmesi muhtemel olan oylarını bir şekilde muhafaza etmektedir. Bu taktik daha önce Kıbrıs meselesinde, Ermeni sınır kapısı meselesinde gayet başarılı bir şekilde yürütülmüştür. Nitekim baktığımız zaman bu konularda da hükümetin attığı en ufak bir adım yoktur, yalnız son oynadığı oyun gayet hassas bir konu üzerine olması nedeniyle ülkenin geleceğini tehdit edebilecek ve telafisi imkânsız sorunlar doğurabilecek niteliktedir. Bu yüzden acilen bu konu üzerinden prim yapma anlayışı terk edilmeli, bedeli ne olursa olsun edebiyatı terk edilmelidir. Bu noktada yine sorun ve taraflarını belirlemek gerekmektedir. Eğer sorun son üzerinde durduğum husus ise – ki bence esas sorun budur – çözüm ve tarafları yine açıktır: çözüm seçim, taraflar; Türk Milleti ve sandıktır.

______________________________________

[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Anayasal Düzen, Hukuk ve Adalet Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ersin Dedekoca   - 06-05-2024

Son Bağdat Seferi ve Çok Taraflı Sorunlar

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 yılın ardından geçtiğimiz hafta başında Irak'ı ziyaret etti. Erdoğan Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ile ve ayrıca Erbil'de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Neçirvan Barzani'yle görüştü. ...