Türk-Ermeni Yakınlaşması ve Azerbaycan’ın Dışlanmasının Yapısal Nedenleri

Yazan  06 Ekim 2009
Dr. Elnur Soltanov* - Son aylarda Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının etkisiyle Türkiye ve Azerbaycan arasında gerginleşen durumun ilginç boyutlarından biri Azerbaycan kamuoyu ve hükümetinde Türkiye’nin gerçek niyeti konusunda bitmek bilmeyen şüpheler

Azerbaycan defalarca anlaşılmaması imkânsız bir şekilde Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasına karşı olduğunu belirtmiştir. Türkiye tarafı ise Ermenistan'la sınır açılmasının Azerbaycan'ın işgal altında olan topraklarının kısmen de olsa boşaltılmasına bağlı olarak gerçekleşeceği iddiasında bulunmaktadır. Azerbaycan Türk yetkililerin demeçlerini ciddiye alsa da, diğer kanallardan ulaşan bilgiler Türkiye devlet kurumlarında aynı anlayışla hareket etmeyen önemli çevrelerin olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, Ermenistan'la imzalanacak olan protokolün metnine ve Ermenistan tarafının defalarca yaptığı demeçlere bakılırsa, Karabağ'da anlaşma süreciyle sınır açma sürecinin ilgili olmadığı görülmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir husus Türk resmilerinin hiçbir zaman Ermenistan yetkililerinin bu türden açıklamalarını yalanlama konusunda her hangi bir girişimde bulunmamalarıdır. Hem Ermenistan hem Azerbaycan kendi görüşlerini açık bir şekilde ortaya koymakta ama aynı tutumun Türkiye tarafından sergilenmemesi gözlemlenmektedir. Türkiye Ermenistan'la sınırını hem işgal edilmiş topraklara bağlı olarak hem de bağlı olmadan açamaz. Bu iddialardan sadece birisinin doğru olması gerekir.
Denklemin çözümü ve bir açıdan da sorunun kaynağı bu süreci başlatan tarafın kimliğinde ve sürece verdiği önemde aranabilir. Söylenmek istenen, sürecin başlama koşullarının Azerbaycan'ı dışlayan ve olayları Türkiye'nin kontrolünden çıkaran, kaçınılması zor bir aşamaya getirmiş olduğudur.
Nedeni ne olursa olsun, süreci başlatma kararı Türkiye'den gelmiştir. Gergin karşıdurmada ilk göz kırpan taraf Türkiye olduğu gibi, ilk tavizlerin de Türkiye'den gelmesi doğaldı. Bundan kastedilen, 10 Ekim 2009 tarihinde imzalanması muhtemel metinde yer almayan hususlardır (Azerbaycan'ın işgal edilmiş toprakları dâhil). Aynı zamanda Türkiye bu süreci ciddi anlamda sonuç alabilme veya en azından ilk adımıyla Ermenistan'ı harekete geçirebilme niyetiye başlatmıştır. Ermenistan yetkililerini iç ve dış (Ermeni diasporası, Rusya, bşk.) baskılara rağmen harekete geçirmede kararlı olan Türkiye hükümetinin ilk adımını (sınır açma sözünü) hem Ermenistan hem de Batı devletlerince ciddiye alınacak bir şekilde, yani davranışında şüphe götürecek öğelerin olmaması şartıyla atması gerekirdi. Kısa dönemde ancak bu şekilde Ermeni çıkar hesaplamaları ve Avrupa ve ABD'den gelecek baskı ve destekleme Ermenistan'ı müteakip ikinci adımı atmaya zorlayabilirdi. Azerbaycan açısından ve Azerbaycan-Türkiye ilişkileri açısından tehlikeli boyut tam olarak bu aşamada, artık geride kalmış olan bu başlangıç aşamasında saklanmaktadır.
Kısa dönemde Ermenistan'la ilişkileri iyileştirme kararı alan AKP hükümeti, Ermenistan'a Batı devletlerini işin içine katarak ve karşılık olarak şartlarını asgariye indirerek inandırıcı bir sinyal vermiştir. Türkiye'nin inisiyatifinin Ermeniler, Batılılar ve Azerilerce ciddiye alınmasının nedeni bu sürecin pozitif kontrolsüzlük ortamından yürütülmesidir. Türkiye kendisinin bile tam olarak kontrol edemeyeceği, istediği anda durdurulması güç bir süreç başlatmış durumda. Durumun en çarpıcı boyutu budur. Türkiye verdiği sözün kredibilitesini kendi sözünü gerektiğinde geri çekebilme şansını azaltarak arttırmıştır. Bu şansı azaltan en önemli faktörlerden biri Türkiye'nin sınır açma gibi ulusal bir ayrıcalığı uluslararası bir yükümlülüğe çevirmesiyse, bir diğeri Azerbaycan unsurunun dışlanması olmuştur. Böylece Azerbaycan'ın yokluğu sürecin varlık nedenlerinden biridir. Başka bir değişle, sürecin önemi ve gücü Azerbaycan'ın önemsizliğiyle ve güçsüzlüğüyle ilişkilidir.
Sınır açma olayını Ermenistan'a sağlanabilecek bir ayrıcalık olmaktan çıkarıp Türkiye'nin sorumluluğu haline getiren AKP hükümeti, Ermenistan Azerbaycan topraklardan çıkmazsa süreci durdurmak için ne protokolde ne de dünya kamuoyu dediğimiz Batıda uygun bir siyasal altyapı hazırlamış değildir. Türkiye böyle bir adım atarsa Avrupa Birliği devletleri ve ABD ile ilişkileri ciddi boyutlarda siyasi sermaye kaybedecektir. Azerbaycan karşısında kaybedilecek siyasi sermaye daha hesaplı bir durum olabilir. Sonuçta Azerbaycan'ın doğal kaynak boruları da dâhil olmak şartıyla siyasal, ekonomik ve sosyal yönünü ciddi ölçülerde Türkiye çevirmiş olması, bu yönün değiştirilmesinin güçlülüğü ve bu yön değişirse Azerbaycan'ın kendisine değecek zararlar ortadadır. Dolayısıyla sınırların açılma ihtimali önemli boyutlardadır. Ama sınırların açılmasıyla Azerbaycan'ın işgal altındaki toprakları konusunda Ermenistan'ın geri adım atması fazla olası değil.
Türk yetkilileri haklılar. Azerbaycan'ın yenilgiye uğratılmasıyla 1994 de başlatılan ateşkes rejimi yürürlüğe girdikten sonra Kafkaslar'daki en ciddi dinamizm Türkiye'nin sınır inisiyatifiyle başlamış durumda. Bu süreç bölgesel dengeleri de değiştirebilir. Ama bölgesel dengeler Azerbaycan toprakları işgalden çıkmadan da pekâlâ değişebilir. Açık Türk-Ermeni sınırı Ermenistan'ca işgal edilmiş topraklarla aynı zamanda varlıklarını sürdürebilir. Bu AKP hükümetinin ve Türk bürokrasisinin Azerbaycan konusunda samimi çaba göstermeyecekleri anlamına gelmiyor. Türkiye'nin böyle davranmaması için hiçbir neden yoktur. Ama yapılacaklar listesinde ve kronolojik olarak Karabağ ve çevresi ikincil ve resmiyete dökülmeyen bir olgudur. Azerbaycan'ın işgal edilmiş topraklarının kısmen de olsa işgalden kurtulması, olası değişen dengeler, değişen algılamalar ve güçlenen işbirlikleri üzerine kurulmaktadır. Ortada ciddi bir şekilde hesaplanan ve belirgin koşullara bağlanan süreçten bahsetmek mümkün değildir. Açılacak sınır Azerbaycan topraklarını işgalden kısmen kurtarabilir ama bunun olma ihtimali olmama ihtimaline eşittir, yani şansa, geleceğe ve
"İnşallah"a bırakılmaktadır.
İki üç gün önce Türk gazetelerini haber için karıştırırken Hürriyet'te bir başlık dikkatimi çekti. İsrail'den ithal edilmesi planlanan Heron insansız hava araçlarının alımında sorun yaşanınca Türkiye'nin iç imkânlarıyla benzeri uçak yapmasıyla ilgili bir haberdi. Türkiye için gurur duyulacak bir durumdu. Azerbaycan'da da bu olaya sevinmeyecek adam zor bulunur. Ama dikkatimi daha çok çeken husus uçağa verilen "Çaldıran" adıydı. Doğru, Türkiye için Çaldıran ardılı olduğu Osmanlı'nın yükseliş ve gurur simgesidir. Ama kendini Safevi İmparatorluğu'nu ardılı olarak gören Azerbaycan'da bu yer adı bir faciayı sembolize eder. Hayır, iki ülke çıkarlarının ve değerlerinin büyük ölçüde örtüştüğüne ve ciddi gerginlikler hiçbir neden olmadığına hala inanıyorum. Ama galiba Türkiye ve Azerbaycan arasında bir iletişim sorunu var.

* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Türk Dünyası Araştırmaları Masası Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display