21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısı Çıktı

Orta Doğu’da Balkanlaşmanın Teorik Kökenleri

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*

            Uzun zamandan bu yana sürmekte olan Orta Doğu’nun Balkanlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan devletlerin sınırlarının tekrar mezhep, etnik grup veya aşiret kültürleri göz önüne alınarak çizilmeye çalışıldığı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırdı. Esasen birçok kaynakta modern Orta Doğu’nun sınırlarını çizen 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’na dayalı sınırların sorgulandığı görülmektedir. Orta Doğu’nun Balkanlaştığı bir süreci yaşıyoruz. Ve bu durum da yeni değil.

            Orta Doğu’da Birinci Dünya Savaşı sonrasında ikinci parçalanma süreci, 1991’de gerçekleşen Basra Körfezi Savaşı sonrasında başladı. ABD’nin Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmasından sonra Irak önce fiilen Kuzey Irak, Saddam denetiminde Orta Irak ve Şii isyancıların kontrolündeki güney Irak olmak üzere üçe bölünmüştü. Daha sonra Washington, Saddam’ın güney Irak’ı tekrar denetim altına almasına izin vermiştir. Ancak K. Irak’ta fiili bir Kürt devleti ABD desteği ile kurulmuş ve 2003’e kadar korunmuştur. ABD’nin Irak’a 2003’de gerçekleşen ikinci saldırısı Orta Doğu’da halen yaşanmakta olan kapsamlı bir parçalanma sürecini tetiklemiştir. Üstelik bu tetikleme bir tesadüf değil, bir siyasettir. Bu siyasetin kökenlerinin Washington’a uzandığı görülmektedir.

         Bu noktada sorulması gereken üç soru vardır. Birincisi, Pentagon’da yapılan bu Orta Doğu’nun Balkanlaştırılması planının daha derinde yatan tarihsel kökenleri var mıdır? İkincisi ise Orta Doğu’da olası parçalanmaların hepsi bir Amerikan projesi ile mi ilgilidir? Bu çerçevede Orta Doğu’nun beklediği parçalanma sadece Clark’ın sıraladığı ülkeler ile mi ilgilidir, yoksa Pakistan ve Wright’ın sıraladığı Yemen ve Suudi Arabistan da bu parçalanma sürecinin içinde mi olacaktır? Ve Türkiye bu bölünme sürecinden kendisini kurtarabilecek midir? Bu analizde Orta Doğu’daki parçalanmanın teorik kökenleri ele alınacaktır. 

Devamı 21. Yüzyıl’da…

Bölünme Senaryoları Işığında Orta Doğu

Özdemir AKBAL*

Orta Doğu ilk çağlardan günümüze dünya stratejisinde oldukça önemli bir yere sahip olan bir coğrafyaya işaret etmektedir. Orta Doğu olarak tanımlanan bu coğrafya aslında başta İngiltere olmak üzere 17. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan sömürgeci devletlerin dünya jeopolitiğine kattığı bir kavramdır. Dolayısıyla söz konusu coğrafyanın sınırları üzerinde de tam olarak bir mutabakata varıldığını söylemek mümkün değildir. Bu karmaşa jeopolitik ve jeostratejik analizlerde de kendisini göstermektedir. Bunun dışında Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin dağılmasının ardından bölgede ortaya çıkan devlet yapılanmaları da Orta Doğu’daki devletlerin prematüre doğmasına sebep olmuştur.

Orta Doğu’daki devletlerin önemli bir kısmı, aşiretlerden aldıkları güçle ele geçirilen iktidar kullanılarak kurulmuştur. Dolayısıyla iktidarda bulunan aşiretin haricinde, önemli muhalifler de bulunmaktadır. Üstelik söz konusu muhalefet Batı tipi demokrasilerin aksine şiddeti kullanarak iktidarı ele geçirme eğilimindedir. Bununla birlikte iktidar da muhalefeti sindirmek ya da ortadan kaldırmak amacıyla şiddete başvurmaktadır. Söz konusu bu iç dinamikler bile Orta Doğu’daki kırılgan devlet yapısını ortaya koyarken, son dönemde adına iyimser bir şekilde “Arap Baharı” denen halk hareketleri de bölge ülkelerinin bölünme ihtimalini zihinlerde canlandırmaktadır. Bu çalışmada Orta Doğu’da bölünme ihtimali ve ABD politikalarının bu ihtimale katkıları tartışılacaktır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

Mutlak Otoriteden Mutlak Kaosa;

Bölünmeye Giden Libya

Ferhat BEŞİROĞLU*

1 Eylül 1969’da Kral İdris’e karşı yaptığı darbe ile yönetimi devralan Muammer Kaddafi, din, milliyetçilik ve sosyalizm üzerine kurduğu kendi yönetim anlayışını işte bu sözler ile özetlemiştir. Hem kapitalizme hem de komünizme karşı olduğunu söyleyen Kaddafi, yönetim tarzını bu iki kurama da karşı olan ‘üçüncü kuram’ olarak isimlendirmiştir. Daha sonraları kendisinin ‘Jamahiriya’ olarak isimlendireceği, temelde batı karşıtlığı ve İslam sosyalizminden beslenen bu sistem, zaman içerisinde Kaddafi’nin pragmatizminin kurbanı olmuştur. Hiç şüphesiz, Kaddafi’yi sadece Batı karşıtı bir İslamcı devrimci Sosyalist olarak algılamak yanlış olacaktır, nitekim iktidarını meşrulaştırmak amaçlı bu çerçevenin dışında politikalar izlediği de vakıadır. Bu bağlamda Kaddafi’nin birincil hedefinin sosyalist Arap birliğinden ziyade, kendi iktidarını koruma mücadelesi olduğunu söylemekte bir beis yoktur. 42 yıllık iktidarında Libya dinamiklerini en iyi çözmüş ve gerçekçi yönetim anlayışına sahip Kaddafi dönemini incelemek, bize Libya’nın yapıtaşları hakkında da bilgi verecektir. Libya’nın bölünmesi konusunun inceleneceği bu yazıda, Libya’nın sosyal-ekonomik yapısı, Kaddafi ve sonrası dönem ve mevcut yönetimin birliğine karşı tehditler göz önüne alınarak, bölünme ihtimalleri tartışılacaktır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Sevr Fobisi/Sendromu: Türkiye’nin Güvenlik Endişesini Anlamak Üzerine Düşünceler

Bülent ŞENER*

 

Bağımsızlığını ve ülkesel bütünlüğünü korumak ve sürdürmek bütün devletlerin en temel dış politika amacıdır. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bu yana bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak, sürdürmek ve buna yönelik tehditleri bertaraf etmek anlamında varolan “güvenlik endişesi”nin temellerinde coğrafi ve tarihsel gerçekliklerin varlığı yatmaktadır. Bu gerçeklikler, aynı zamanda Türkiye’nin dış politikadaki “stratejik zihniyet”inin biçimlenmesinde de önemli rol oynamaktadır. Zira, “zihniyet” ile “strateji” arasındaki ilişki, coğrafi verilere dayalı mekan algılaması ile tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesişim alanında ortaya çıkmaktadır. Farklı toplumların (devletlerin) farklı stratejik bakış açılarına sahip olmaları, aslında, bu mekân ve zaman boyutlarına dayanan dünya algılamalarına dayanmaktadır. Dolayısıyla, Türk dış politikasını etkileyen bir unsur olarak “güvenlik endişesi” zaman içinde değişiklikler gösterse de, özellikle Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi unsurlardan kaynaklanan ve/veya onunla bir biçimde ilişkili olan dış politika sorunları düşünüldüğünde hala önemlidir.

 

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Egemenlik Tesisinde Yeni Hukuk

Gözde KILIÇ YAŞIN*

Küresel gelişmelere etki edebilecek en önemli yerel aktör olma, Orta Doğu’nun şekillendirilmesinde başat rol oynama niyeti ile kendine ait bir adayı sessizce Yunanistan’a bırakmayı örtüştürebilmek imkansızdır. Mesele, gelişmelerin ve ortaya çıkan sonucun vahametini kavrayamamaktan daha farklı bir zemine sahip görünmektedir. Ülke egemenliğinin anlaşmasız, savaşsız, öylece başka bir ülkeye devredilmesi anlamına gelen “susmanın”, “önlem almamanın”, “proaktif politikaları devreye sokmamanın” ardında sonuçları öngörememe, tecrübesizlik ya da bilgisizlik olduğunu söylemek de imkansızdır. Zira sürece ilişkin ilk ciddi uyarılar 2004’de yapılmış, Türkiye’nin sorundaki yeni pozisyonu milletvekilleri aracılığıyla anlaşılmaya çalışılmışsa da yaşananlarla örtüşen, makul, akla yatan cevap ya da açıklama alınamamıştır. Neredeyse her dakika Mısır ya da Suriye’deki gelişmelerle ilgili derinlikli analizler, gelişmelerin her bir dakikasına ilişkin dakikalar süren açıklamalar yapılırken Türkiye’nin egemenliğini bu denli ilgilendiren bir konuya “yok” muamelesi yapılması ilginç değilse nedir?

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

PKK’nın Yeni Stratejisi: “Adam Öldürme, Fikir Öldür”

 

Cahit Armağan DİLEK*

 

Sürekli olarak inkar edilmiş olan, ama aslında 2006 yılında gizli olarak başlayan PKK-AKP ilişkileri ve basına sızan görüşme kayıtlarıyla kamuoyunun haberdar olduğu “Oslo Süreci” görüşmeleri sonrasında, PKK terör örgütüyle hükümet arasında müzakerelerin yapıldığı, 2012 yılı sonunda kamuoyuna resmen açıklandı. Bu sözde çözüm süreci sonunda neye ulaşılacağını kamuoyuna bir türlü açıklayamayan hükümetin, sürecin başarısıyla ilgili kullandığı tek argüman "10 aydır hiçbir şehit haberinin gelmediği" iddiasıdır. Bunun ne kadar doğru olduğu şüphelidir, hatta doğru da değildir. Çünkü asker veya polis şehit edilmemişti, ama koruculardan şehit verilmişti. Bu olay gündemde tutulmadı, çünkü muhtemelen hem kamuoyunun korucuların şehit edilmesi konusunda asker ve polislerin şehit edilmesi kadar hassas olmadığı düşünülüyordu, hem de zaten haber medyada yeterli yer bulamayınca kamuoyunun gelişmelerden haberi olmadığı biliniyordu. Sözde ateşkese rağmen PKK'nın koruculara saldırı gerçekleştirmesi ise onun için anlamlı ve belki de gerekliydi, çünkü sözde çözüm sürecinde kendisini izleyen kesimleri yönlendirmek, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki ortamı şekillendirmek ve gizli gündemine ilişkin pozisyon alarak bölgede kontrolü ele almak üzere hazırlık yapmak, kendi tabanına ve örgütün manevra alanını genişletebilmek için etkisiz hale getirmek istediği koruculara vermesi gereken mesajların olduğuna işaret ediyordu. Sonuçta müzakere masasının iki tarafındakiler kendi beklentilerine uygun olarak  bu olayın gündemi meşgul etmesine izin vermediler.

Peki, hükümet sözde çözüm sürecinde, yukarıda bahsedilen korucuların şehit edilmesi olayını ayrı tutarsak, 10 aylık süreç boyunca meydana gelen diğer terörist saldırı ve faaliyetleri (Jandarma Asayiş Komutanın helikopterine ateş açılması, askeri birliklere-karakollara taciz atışları, adam kaçırmalar, şantiyelerin basılması, iş makinelerinin yakılması, yol kesme, kimlik kontrol etme, asayiş gücü kurma, tehdit, şantaj vs.) neden görmezden geliyor ve terörist eylemlere neden müdahale etmiyordu? PKK bunları yaparken neden sürece zarar vereceği kaygısı duymuyor ve neye güvenerek bu kadar rahat edebiliyordu? İşte bu yazıda bunun cevabını aradık ve cevabın PKK'nın yaptıklarından dersler çıkararak geliştirdiği, Türkiye'nin iç politikasında 2003 sonrasında ortaya çıkan konjonktüre göre zamana yaydığı, sabırla ve uygun zaman dilimlerinde uyguladığı ve sonunda hedefine ulaşmasını sağladığı "adam öldürme, fikir öldür" sözüyle sloganlaştırılabilecek stratejisinde gizli olduğunu gördük. PKK'nın bu stratejisi iki bacaklıdır; yani PKK bu stratejiyi oluştururken iki yaklaşım birden kullanmaktadır; PKK'nın sözde ateşkes uygulaması ve terörün siyasallaştırılmasını sağlayacak argümanların benimsetilmesi.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Strateji Savaşlarında ABD, Çin ve Rusya

Kıvılcım ROMYA BİLGİN*

Günümüzde küresel gelişmeler karşısında ABD, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin tutumlarında belirleyici olan unsurları; ekonomiden, iç kamuoyu tepkisine kadar çok yönlü olarak ele almak bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu unsurların içerisine, bu aktörlerin küresel ve bölgesel çıkarları çerçevesinde ortaya koydukları stratejik vizyonlarını ve önceliklerini de dahil etmek gerekmektedir. Bu nedenledir ki Suriye’deki krizi ya da ABD-İran yakınlaşması gibi gündemdeki gelişmeler ele alınırken ABD, Çin ve Rusya’nın son dönemde güçlü bir biçimde odaklandıkları Asya-Pasifik bölgesine ilişkin ortaya koydukları stratejilerine de odaklanmak gerekmektedir.

Her üç ülkenin gerek ekonomik gerekse diplomatik ajandalarında Asya-Pasifik ülkelerine daha fazla yer ayırdığı bir süreden beri görülmektedir. Ancak, üç ülkenin de Asya-Pasifik bölgesinde rastgele adımlar atmadığı, zamana yaydıkları ve yavaş yavaş geliştirdikleri stratejilerine göre davranmaya çalıştıklarını görmek için meseleye biraz daha yakından bakmak gereklidir. ABD, Çin ve Rusya’nın her birinin kapasitesine, ihtiyacına ve çıkarına göre şekil verdiği, başarabilmek için kimi zaman rekabetten kaçmadığı kimi zaman ise iş birliği yolları aradığı Asya-Pasifik bölgesi odaklı stratejilerinde kimin başarılı olacağı, küresel sistemin geleceğinde belirleyicidir. Gelecek için bugünden ABD, Çin ve Rusya arasında “strateji savaşları” yaşanmaktadır. Kısaca bu stratejilerin ne olduğuna bakmak, hem bu aktörlerin birbirleriyle olan ilişkileri hem de küresel ve bölgesel meseleleri ele alırken, hangi hususlara odaklanılması gerektiğine işaret etmek açısından faydalı olacaktır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Avrupa’da Rekabet ve Paylaşım, Hazar’da İşbirliği: Azerbaycan ve Rusya

Tuğçe VAROL SEVİM*

Uzun süredir Güney Kıbrıs ve İsrail’in üreteceği doğalgaz için bir çıkış yolunu aramanın başlığı olan “Doğu Akdeniz Enerji Oyunu”, Azerbaycan’ın oyuna dâhil olması ile birlikte farklı bir niteliğe bürünmüştür. Bu nedenle geçtiğimiz haftalarda İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan enerji bakanları arasında imzalanan “Enerji İşbirliği” protokolü üç ülkenin “enerji tedariki güvenliğini, sürdürülebilir kalkınmayı ve bölgesel işbirliğini” içermesinin yanında, üç ülkeyi deniz altından birbirine bağlayacak olan elektrik kablosu projesini de kapsamaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Avrupa’daki bilim adamlarının pek çok raporda önerdikleri Güney Kıbrıs-Yunanistan arasındaki doğal gaz boru hattı gitgide gündemdeki yerini yitirmektedir. İşte bu durumun önemli bir etkileyici aktörü de ister istemez Azerbaycan’dır. Avrupa doğal gaz pazarında üstün bir hakimiyeti olan Rusya’nın, Nabucco projesini devre dışı bırakmasından sonra yeni ortaya çıkan TANAP karşısında ne yapacağı ve bu rekabetin bölgedeki enerji güvenliği senaryolarını nasıl etkileyeceği yakından izlenmekte idi. Yunanistan üzerinde SOCAR’ın kazanması ise Rusya ve Azerbaycan enerji ilişkileri açısından yeni bir dönemi açmış oldu.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Azerbaycan Cumhuriyeti Büyükelçisi Sayın Faig Bagirov ile Özel Röportaj

Azerbaycan’ın Türkiye Büyükelçisi Sayın Faig Bagirov, Azerbaycan ile Türkiye ilişkilerini, yeni yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Azerbaycan politikalarının gelecekteki seyrini ve Azerbaycan’ın uluslararası denge politikasını                   21. Yüzyıl Dergisi için değerlendirdi.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

Azerbaycan’da Cumhurbaşkanlığı Seçimleri

Ahmet Turan ESEN*

1980’li yılların sonu, iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesine ve uluslararası sistemdeki ciddi değişimlere tanıklık etmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda bu coğrafyada yeni bağımsız devletler ortaya çıkmış ve bu devletlerden birisi de 18 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti olmuştur. Sovyet mirasında kurulan Azerbaycan’ın önceliğini, dünya sistemine uyum sağlama çabaları almıştır. Bu çabalar arasında ekonomik bağlamda Batı sistemine entegrasyon, dengeli bir dış politika ve devletin kurumsal yapısının oluşturulması öne çıkmıştır. Devletleşme süreci olarak da ifade edilebilen kuruluş sürecinde Azerbaycan bağımsız bir uluslararası aktör olma yolunda emin adımlarla ilerlemiştir. Ancak Batılı devletlerin, Azerbaycan’daki siyasi sistemin anti-demokratik olduğu yönündeki eleştirileri Azerbaycan’ın uluslararası alanda imajını olumsuz etkilemiştir. Azerbaycan’da yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimleri de Azerbaycan’ın iç ve dış siyasetinin, demokratikleşme adımlarının ve uluslararası rolünün yeniden gündeme gelmesine neden olmuştur. Bu çalışmada, Azerbaycan’ın siyasal sisteminden hareketle 9 Ekim 2013’te gerçekleştirilen Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonuçları incelenmiştir. Çalışmanın sonuç kısmında Azerbaycan’ın stratejik geleceği üzerinde durulmuştur.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

İran’ın Koruyucuları: Devrim Muhafızları Ordusu

Hakan BOZ*

Kısaca “Pasdaran” olarak bilinen Devrim Muhafızları’nın Farsça tam adı Sipah-i Pasdaran-i İngilabi İslami’dir. Kökenleri İslam Devrimi’nden önce, şah rejimi ile silahlı mücadele etmek için kurulan devrim komitelerine dayanan Devrim Muhafızları, şahın devrilmesinin ardından İslami hükümeti düzenli ordudan ve solcu militanlardan gelebilecek olası tehlikelere karşı korumak için kurulmuştur. Daha sonraları dini rejimin korunması ve ideolojik hedeflerinin gerçekleştirilmesi görevlerini de üstlenen Devrim Muhafızları, düzenli ordudan farklı olarak ideolojik duruşu ve faaliyetleriyle İran’daki siyasi ve ekonomik konumunu güçlendirmiştir. Özellikle vakıflar aracılığıyla kurdukları şirketlerin büyük holdinglere dönüşmesi Devrim Muhafızları’nın ülkenin iç ve dış politikalarının önemli aktörlerinden biri haline gelmesiyle sonuçlanmıştır. Bu bağlamda çalışmada Devrim Muhafızları’nın kuruluşu, amaç ve görevleri, kurumsal yapısı, siyaset ve ekonomideki konumu ele alınacaktır.

Devamı 21. Yüzyıl’da…

 

 

 


*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Amerika Araştırmaları Merkezi, Merkez Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İİBF Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı.

*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Doğu Akdeniz ve Balkanlar Araştırmaları Merkezi, Merkez Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

*Savunma ve Güvenlik Stratejileri Uzmanı

*Uluslararası İlişkiler Uzmanı

*Dr., 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi, Merkez Başkanı, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display