Bu sayfayı yazdır

Çanakkale Geçilmez

Yazan  18 Mart 2009

"Ey bu topraklar için toprağa düşmüş

asker Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi

Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi"

Tarihimizin binlerce senenin beslediği bir kaynaktan kuvvet almasaydı belki de o ihtişamı göstermeyecekti.

Çanakkale'yi savunan her Türk tarihini yanında görüyordu.

İste Süleyman Paşa 40 arkadaşı ile o kıyılarda sal yaptı. Belki de o kumsala ayak bastı.

Hacı İlbey, Lale Şahin Paşa, Evrenos belki de bayrak bayrak hala semalarda dolaşıyorlar.

Yıldırımın babası Murad-ı Hüdevendigar belki de o ağaçlıkta dinlendi.

İşte bir zamanlar Koca Barbaros donanmasıyla gelmiş ve Türk sultanına ülkeler hediye etmişti.

Belki de Boğazın suyu, Turgut Reis'e kavuşmak için böyle hırçın ve hızlı, yalpalaya yalpalaya başını taştan taşa vurarak akıyor.

İhtiyar Köprülü, milletini zafere ulaştırmak için belki de ayak bastığı her tepede Allah'a yalvardı.

Zırhlıları peş peşe batıran topçularımıza belki de Karacehennem İbrahim Ağa'nın ruhu sinmiştir.

Büyük vatan şairi Namık Kemal'in kalbi belki de hala çarpıyordur.

Çanakkale'yi geçmek için önce bu tarih barajını aşmak lazımdı. Orada tarih yanımızdaydı. Tarih en büyük müttefikimizdi.

Bu gün şanlı tarihimizin en parlak zaferlerinden olan ve Çanakkale'nin geçilmez olduğunu bütün dünyaya ispatlayan "Çanakkale Zaferi"nin 94. yıldönümünü idrak ediyoruz.

Denizde ve karada 200 binin üzerinde şehide mal olan kat kat düşman kuvvetlerine karşı iman kuvvetiyle kazandığımız bu zafer dünya tarihinde nadir görülen bir vatan savunması örneğidir.

Savaş hiç kuşkusuz cephede savaşan asker demektir. Ama ordunun lojistik ve idari desteğiyle etkinlikleri de önem kazanmaktadır. Yani silahı, cephanesi, yiyeceği, suyu, posta ve sağlık hizmetleri gibi akla gelebilecek her türlü desteğin aksaksız sağlanması gerekiyor ki savaş meydanlarındaki askerde aldığı eğitimin, sahip olduğu kültürün hakkını verebilsin.

Yurtiçi kaynakları, yıllardır ardı ardına sürmüş olan savaşlar nedeniyle bir hayli sınırlı hale gelmişti. Uzun sürebilecek bir savaş için yeterli değildi. Ülkede savaş sanayi kurulmadığından tüm silah, araç ve gereçler dış kaynaklardan sağlanıyordu.

Ordunun birinci önceliği yiyecekti. Subaylarla erlere verilen yemekler arasın da zaman zaman farklılıklar olsa da bu cephede yiyecek sıkıntısı çekilmemiştir. Askerin yiyecek torbasında Ege Bölgesinin kuru yemişleri eksik olmamıştır. Ancak Çanakkale Cephesi'ndeki 5.Ordu'nun giyim eşyası alınan bütün tedbirlere rağmen hiç tamamlanamamıştır. Bu nedenle bazı birlikler yazlık elbiselerle kışı geçirmişlerdir.

Ordunun silah mühimmat ihtiyacını sağlamada çok güçlük çekilmiştir. Çanakkale Cephesi Osmanlı Devleti'nin gücünü sürdürmeyi göstermesi bakımından özel bir önem taşıyordu. Bu nedenle 5.Ordu'nun cephane ihtiyacına öncelik tanınıyordu. Zaman zaman Almanya'dan silah ve cephane yardımı gelse de cephane tüketiminin tamamen karşılanması mümkün olmamış mermi tasarrufuna ve ateş disiplinine uyulmuştur.

Sağlık hizmetlerine gelince çok zor şartlar altında verilmekteydi. Halkın yardımıyla hastaneler oluşturulmuştur. Bir ara İstanbul'daki bir çok okul hastane haline getirilmiş buralarda İstanbullu kadınlar gönüllü olarak hemşirelik yapmıştır.

Karasi gazetesinde yayınlanan bir hikaye o günün savaş ortamını gözler önüne sermektedir. Çanakkale gazilerinin anlattıklarına göre, bir hücum gününde sedyeciler hiç durmadan yararlı taşıyor, doktorlar sadece yaraları sarabiliyorlardı. Hayatlarından umut kesilenlerle fazla ilgilenmiyorlardı. Tam işin en yoğun olduğu sırada cerrahın önüne gencecik bir çocuk yatırırlar, bir ayağı kopmak üzere parça parça ve bağırsaklar dışarıdadır. Ümit yoktur. Kopmak üzere olan ayakla fazla ilgilenmez, sadece bağlar, bağırsakları toplar. Sağlıkçılara "kaldırın" derken genç çocuk "baba" diye seslenir. Bakar kendi oğludur. Sarılır, öper oğlunu, "bu benim oğlum, gölge bir yere kaldırın" der. Masanın üzerine bir başka yaralı Mehmetçik yatırılmıştır. Doktor onunla meşgul olmaya başlar. Sırada daha çok Mehmetçik beklemektedir. Doktor ancak ertesi gün oğlu ile ilgilenecek zamanı bulur. Fakat oğlu çoktan gömülmüştür.

Çanakkale Savaşı, Türk savaş tarihinin bir sayfası veya I. Dünya Savaşı'nın yalnız bir parçası değil, başlı başına bir olay ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri ve önemli sahnesidir. Dünya tarihinin en büyük tanıttığı iki büyük imparatorluk İngiltere ve Fransa bu sırtlara saldırarak büyük zaferi burada elde etmek ve Türk topraklarına, Türk milletine esaret zincirini vurmak istediler. Fakat uzun mazilerinde esareti tanımamış olan bu sırtların sahipleri karşısında çelik donanımları eridi, muazzam kuvvetleri yıprandı.

Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi çok önemliydi. Savaş alanını genişletildiği gibi savaş yapan devletlerinde sayısını artıyordu. Fakat olayın asıl önemli tarafı İttifak Kuvvetleri'nin ulaşımını kesmesiydi. Bu nedenle bu kuvvetlerin amacı Osmanlı Devleti'nin Boğazlarına saldırmak, O'nu meşgul etmek ve savaş dışı bırakmaktı. Yani Çanakkale'yi zorlama projesiydi. Onu önce tasarlayan ve Fransızlarla Ruslara kabul ettiren sonrada uygulamasına bütün kuvvetiyle gayret eden Londra Hükümeti olmuştur. Çanakkale Boğazı'nın zor kullanılarak geçilmesi fikri İngilizlere Deniz Bakanı Çörçil'e aittir.

Çörçil bu hayalini Çanakkale Boğazı'nın sularına gömüldükten sonra anılarında der ki;

"İngiltere savaş tarihinde, Çanakkale kampanyası kadar acı bir sayfa yoktur. Hiçbir savaşa bu kadar büyük umutlarla girilmemiş, hiçbir zafer bu kadar yakınken kaybedilmemiştir."

Nihayet 19 Şubat 1915 sabahı müttefik donanması Boğaz üzerinde şiddetiyle yüklendi.

"Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi"

Artık anlaşılıyor ki bir büyük saldırıya hazırlanmaktadır. Londra, Paris gururlu bir bekleyiş içindeydi. Dünya tarihinin o zamana kadar görmediği tonajda ve güçteki armadası, 1895 modeli toplarla donatılmış olan bu dar boğaz mı geçemeyecekti?

Bu arada Boğaz Müstahkem Komutanı Cevat Paşa her gün düşman gemilerinin manevra yaptığı Karanlık Limana elinde kalan son 26 mayının dökülmesine karar veriyordu.

Nihayet 18 Mart sabahı günün ilk ışıklarıyla beraber düşman kuvvetleri Amiral Robek emrinde Boğaz'a girdi. Tabyalarımız bombardımana başlamıştı. Hamidiye, Namazgah, Mecidiye tabyalarından yükselen tekbir sedâları Boğaz üzerinde akisler yapıyordu. Nusrat mayın gemisi ile yerleştirilen mayınlarla düşmanın en güçlü ve yenilmez armadasının zırhlılara birbiri ardına batmış yada savaş dışı kalmıştı.

Düşmanın hezimetini sağlayan en büyük rolü o küçük Nusrat mayın gemisi oynamıştı. Nitekim Çörçil şöyle demiştir:

"1915'de Avrupa'da milyonlarca insanın hayatına mal olmuş hiçbir taarruz Nusrat'in döktüğü mayınlar kadar etkili olmamıştır"

İngilizler ve müttefikleri madem ki Çanakkale'yi gemilerle geçememişlerdi. O halde yüz binlerce kişilik bir orduyu karadan yürüterek İstanbul'dan Rusya'ya ulaşmayı hayalleşmişlerdir.

Müttefikler bu karar üzerine 25 Nisan 1915'de Kumtepe, Arıburnu ve Seddülbahir kıyılarına 70 bin asker çıkardılar. Müttefik kuvvetlerden Binbaşı French "o geceyi hiç unutmayacağım durmak bilmeyen şiddetli tüfek ateşi, çiselen yağmur. Her yerde inleyen yaralılar, etrafımızı ölüler sarmış. İtiraf edeyim ki; her şeyin bittiğini sanmıştım".

Seddülbahir'deki çarpışmalardan sağ çıkan Türklerden biri de bu tabloyu şöyle anlatıyor:

"Kumsallar ölenlerin cesetleri, bayırlara kollar, bacaklar, kafalar ve gövdelerle örtülmüştü. Küçük kuru derelerden kan akıyordu."

"Şûheda gövdesi bir baksana dağlar taşlar o rüku olmasa dünyada eğilmez başlar" Müttefik kuvvetlerin kara çıkarması sırasında yalnız Türklerin değil bütün dünya milletlerinin hayranlığını üzerinde toplayacak geleceğin büyük kumandanı büyük devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olacak genç yarbay Mustafa Kemal Arıburnu'nda askere "size ben taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum" diyecek ve bu emriyle Çanakkale'nin geçilmezliğini bütün dünyaya bir kere daha ispatlamış olacaktı.

Arıburnu'nda, Anafartalar'da , Conkbayırı'nda düşmanı hezimete uğratan Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları ile Türk tarihine yeni bir destan eklemiş oluyordu. Bu gün o sırtlarda 200 binden fazla Türk Şehidi ile 300 bine yakın yabancı delikanlının mezarları bu cehennemi hikayenin delikleri gibidir.

Çanakkale Savaşı'nın kara bölümü siperlerde geçmiştir. Hatta askerler zaman zaman silah ve süngü ile müdahale imkanı olmadığından boğaz boğaza girişmişlerdir.

Gece-gündüz elbise ve çizme ile yatıp kalkmış, bulabildikleri kısa aralarda uyuyabilmişlerdir. Cephane ve bomba sandıkları karayolları, koyun postu yatakları ve bir asker kaputuda yorganları olmuştur.

Hava ister yağmurlu, ister sıcak olsun siperler hava şartlarından olumsuz etkileniyordu. Özellikle sıcaklar bastırınca, siperlerde yaşamak çok zorlaşmıştı. Rüzgarın esinti yönüne göre, kıyıya vurmuş ya da karadaki çürümüş insan ve hayvan cesetlerinden havaya yayılan kokulara dayanmak çok zordu. Kanatlı, kanatsız her cins sinek ve böceklerde askerleri rahatsız ediyordu. Sinekler dizanteri ve sıtma gibi bulaşıcı hastalık mikroplarını da taşıyorlardı.

Akif'in "Vurulup tertemiz allından uzanmış yatıyor

Bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor"

diyerek yücelttiği binlerce şehidin uğrunda can verdiğini gören Çanakkale, varlığına kasteden düşman heyularını birer birer yutmuş burada da şahlanan vatan müdafaası ruhu da Milli Mücadele günlerine feyizli bir ışık tutmuştur.

Çanakkale Cephesi'nin açılmasına, büyük siyasi emel ve ihtiraslar sebep olmuş ancak Türk ordusunun bin bir fakirlik içerisinde gösterdiği cesaret ve fedakarlık, azim ve irade zaferi sağlanmıştır. Çanakkale Zaferi imanın küfre, mazlumun zalime üstünlüğüdür.

Çanakkale'de nice yiğitler toprağa düşmüştür, ama "Balkan Savaşı'ndan kalma denilen bir ordu" ve "Hasta Adam" bilinen bir millet tekrar ayağa kalkmıştır.

Satırlarıma Mithat Cemal'in Çanakkale için söylediği dizelerle son vermek istiyorum.

Etlerle, kemiklerle örülmüştür ufuklar

Ey Akdeniz insan bedeninden kapımız var

Ejdersen eğer, yerleri yık, gökleri yık ez

Fakat uğrunda öldüğümüz bu nokta GEÇİLMEZ

Doç. Dr. Meşküre Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı