Bu sayfayı yazdır

Taksim Neden Tırmanıyor ve Tırmanacak?

Yazan  07 Haziran 2013

Gezi gösterilerinin çok önemli üç sonucu vardır. Bunlardan birisi Türkiye’de demokrasiyi savunmak için artık orduya veya bir başka kurumsal yapıya ihtiyaç olmadığının ortaya çıkmasıdır. Türk toplumu ve gençliği, demokratik bir toplum yapısını korumak konusunda yeterli olgunluğa eriştiklerini ispat etmişlerdir. Yaşanan sürecin kısa vadede nerede sonuçlanacağı önemli değildir. Göstericiler hiçbir somut sonuç elde etmeyebilirler. Önemli olan artık her diktatör adayı, her anti-demokratik rejim süreci Bayrak Garnizonu ile değil, twitter ile başının dertte olduğunu bilecektir.

Son olaylar, bir iki ağaç kesilmesine tepki değildir.AKP’nin Türkiye’yi milli-üniter ve laik devlet felsefesinden hızla federal-etnikçi ve mezhepçi bir çizgiye çekmesine duyulan ve biriken tepkinin ortaya çıkmasıdır. Olaylar, AKP’nin inşa ettiği anti-demokratik rejime tepkidir. Halkın milli kutsallarına, milli bayramlarına ve Atatürk’e yapılan saldırılara bir tepkidir.  Halkın sokağa dökülmesinin hemen Erdoğan’ın “iki ayyaş” açıklamasının sonrasında olması ise tesadüf değildir.

AKP, Türkiye’yi PKK ile uzlaşma ile kurulacak bir federal-etnikçi-mezhepçi rejime sürükleyebilmek için adım adım anti-demokratik bir korku rejimi kurmuştur. Bu korku rejiminin en somut göstergesi, olayların bütün hızı ile devam ettiği ilk günlerde haber kanallarının penguen belgeselleri yayınlamasıdır. Türkiye’de sadece seçim demokrasisinin olduğunun fakat aradaki yıllarda muhalefeti ezmeye, dışlamaya, baskı yapmaya, telefonlarını dinlemeye, AKP’li olmayanlara iş vermemeye dayalı bir yabancılaştırma/dışlamanın gerçekleştirildiği bir süreç yaşanmaktadır. Böylece kitlelerin tepki gösteremeyecek şekilde esir alındığı düşünülmektedir. Ancak Taksim olaylarında halk, AKP’nin baskıcı rejimine “dur” demiştir.

Bu sürecin ikinci önemli göstergesi, AKP ile PKK arasında kurulan koalisyonu somut bir şekilde göstermiş olmasıdır. Türkiye’nin her yerinde Erdoğan’a karşı gösteriler devam ederken, PKK/BDP’nin etkin olduğu bölgelerde (Tunceli hariç özel konuma sahip), hiçbir gösteri, yürüyüş, olay olmamıştır. PKK/BDP, Öcalan ile Erdoğan arasında sürdürülen müzakere-mütareke-kirli barış sürecinin aksamaması için azami itina göstermişlerdir. Zaman zaman gösterilerde araya sızmaya çalışan fakat kitleler tarafından sloganlar ile uzaklaştırılan küçük PKK’lı gruplar da dışarıda kalmışlardır.

   

Bu sürecin üçüncü önemli sonucu, polis ile halk arasına yaşanan duygusal kopmadır.Polisin attığı bomba ile yaralanan bir genç kız yine bir polis tarafında ambulansa taşınırken, “Beni nasıl vurdunuz? Siz Türk polisisiniz. Siz beni korumalısınız” derken, polisin sert uygulamaları konusunda halkta ortaya çıkan algıyı özetlemiştir. Polis Erdoğan’ın retoriğine ve emirlerine uygun bir şekilde ve yasanın/vicdanın sınırlarını aşarak şiddet uygulamıştır. Eylemler sırasında gözlemci olarak sahayı izleyen veya görevli olan, genellikle polise sempati ile bakan çevrelerden derlediğim bilgilerin bir kısmını sizinle paylaşmak isterim. Ambulans başında beyaz önlük ile bekleyen doktorları hedef alarak gaz bombası tüfeği ile nişan almak.(Savaşta  hukuken yasak.) Bir kadını 20 polisin birlikte dövmesi. Kapalı mekanlara gaz bombası atmak. (Savaşta hukuken yasak.) Ankara’da 11. Kattaki daireye hem de iki gaz bombası atmanın anlamı nedir? İzmir’de elindeki çivili sopa ile ve sivil olarak dolaşan polis yasalara uygun mu davranmaktadır?

Başbakanın politikalarının arkasında durduğu şiddet politik olarak taşınamadığı anda hükümet, polisi ortada bırakmayı tercih etmiştir. Başbakan Erdoğan, “Gaz konusunda aşırıya kaçtılar” demek zorunda kalmıştır. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Emniyet güçlerinin gaz kullanmaya başlaması ve polisin aşırı şiddet uygulamasının olayların” gelişmesine neden olduğunu ve aşırı şiddet konusunda soruşturma açılacağını açıklamıştır.  

Partizan polis şiddeti sadece Erdoğan ve Arınç tarafından değil, AKP’yi destekleyen gazete ve yazarlar tarafından da eleştirilmiştir. Sabah gazetesinde Hasan Bülent Kahraman 3 Haziran’da şöyle yazmıştır: Hükümet “ağaç kesilmesin diyen bir kitleyi, işgalci bir devletin askerleri gibi gördü. Asla kabul edilemeyecek uygulamalara girdi.  Şu gözlerimle ara sokaklarda insan avına çıkmış polis grupları gördüm.” Cumhurbaşkanı A. Gül ise 1 Haziran’da “Güvenlik güçlerimiz, görevlerini yerine getirirken her zamankinden daha fazla ihtimam göstermeli, müdahalelerinde ölçülü olmaya dikkat etmeli, üzücü görüntülerin ortaya çıkmasına izin vermemelidir” diyerek, polisin uyguladığı şiddeti sert bir şekilde eleştirmiştir.         

Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan vekili Arınç toplumsal tansiyonu düşürmek için açıklamalar yapar iken Kuzey Afrika gezisinden dönen Başbakan Erdoğan uçağa binmeden ve hemen indikten sonra verdiği iki demeçte, toplumsal gerilimi tekrar tırmandırmayı tercih ettiğini ortaya koymuştur. Erdoğan, “azınlığın tahakkümüne girmem” diyerek, “izlediği politikayı” yani Taksim’e bina inşası çalışmalarını devam ettireceğini açıklamıştır. Erdoğan’ın toplumsal gerilime ve nihayet patlamaya neden olan politikasının sadece Taksim’e bina inşası olmadığını biliyoruz. 57. Hükümet döneminde Milli Güvenlik Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Sezer’in Başbakan Ecevit’e anayasayı sert bir şekilde iletmesi ne kadar ekonomik krizin nedeni ise Taksim’e bina inşası da ancak o kadar bugün yaşanan patlamanın nedenidir. Taksim’de bina sadece bir semboldür.

Yukarıda sıraladığımız toplumsal tepkinin nedenlerini tekrar özetler isek;  1)son on yılda adım adım inşa edilen anti-demokratik iktidarın 2)Türkiye’yi milli-üniter devletten PKK ile yapılan görüşmeler çerçevesinde etnikçi-federal bir devlet yapılanmasına sürüklerken, 3) insanların Cumhuriyet, Atatürk, İstiklal Savaşı, milli bayramlar gibi milli kutsallarını aşağılaması ve 4) dini kutsallarını ise “ancak benim gibi yorumlarsan doğru olur” tavrı ile özel yaşamında baskı altına alması girişimidir.

Bu sayılan nedenler farklı toplum kesimleri üzerinde farklı etkiler yaptığı için ortaya çıkan tepkide homojen bir siyasal tepki değil, heterojen, büyük bir bölümü büyük ölçüde apolitik çok farklı unsurların sahaya çıktıkları bir tepkiye dönüşmüştür.

Tepkinin bu niteliği aynı zamanda ortaya başka tehditler çıkarmaktadır. Bir siyasal hareket tarafından yönetilen politik bir tepkinin tahrikler ile yönlendirilmesi zordur. Oysa heterojen bir sosyal tepki çok kısa zamanda ve radikal bir biçimde tahrikler ile kontrol dışına çıkarılabilir. Hele, Türkiye gibi sınırlarında Suriye-Lübnan-Irak ekseninde iç savaş yaşanan bir ülkede yaşanan sosyal patlama her türlü istihbarat operasyonuna açıktır. Adana’da sarin gazının bulunduğu, Irak’ta 7 Haziran’da 21 kişinin öldüğü, El Kaide’nin Şam’da İslami devlet kurma çağrısı yaptığı, Rusya’nın Doğu Akdeniz’de filo kurduğu, İran’ın elit birlikleri ile Suriye’de savaştığı bir dönemde Türkiye her zaman olduğundan daha fazla saldırılara açıktır.

Reyhanlı bu konuda AKP Hükümeti ve Erdoğan için bir ders olmalıdır. İstihbarat servisinin takip ettiği ve polisin bildiği bir istihbarat operasyonu bile “başarılı olup” 56 insanımızı katlediyor ise bilinmeyenlerin hangi sonuçları doğurabileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Birçok ülke istihbaratının ve örgütün şimdi Türkiye’ye ağızlarının suları akarak baktıklarını anlamak için terörizm konusunda çalışmaya gerek yoktur.

10 günden bu yana sokaklarda protestolarını sürdüren 15-25 yaş aralığındaki apolitik ve eylem konusunda deneyimsiz gençliğin bu tehdit analizini yapıp sokaklardan çekilmesi mümkün değildir. Bu tür bir adım hayatın akışına uygunda olmaz. Onların istediği Başbakan Erdoğan’ın Taksim’de Topçu Kışlası yapımından vazgeçildiğini açıklamasıdır. Bu açıklama sembolik olsa da ortaya böyle bir sonuç çıkmasa dahi AKP’nin baskıcı politikalardan vazgeçmesi olarak okunacaktır.

Öte yandan Erdoğan başbakan olarak tansiyonun düşürülmesi konusunda birinci derecede sorumludur. Oysa Başbakan “azınlığın tahakkümüne girmem” diyerek, “izlediği politikayı” sürdüreceğini söylemektedir. Erdoğan’ın izlediği politikayı değiştireceğinin (tam olarak değiştirmese bile zaman kazanmak için) ve sokaktaki halkın tepkilerini ciddiye aldığının göstergesi Taksim’de bina inşasından vazgeçtiğini açıklamasıdır. Bir bina inşasından vazgeçmemek adına Türkiye böyle büyük bir tehdidin içine atılabilir mi? Oysa Erdoğan, bunu yapacağı yerde aksine iç çatışma zeminini artıracak, halkı çatışma zemininde bölecek açıklamalar yapmaktadır. Biliyoruz ki, Erdoğan Türkiye’deki en rasyonel siyasetçilerden birisidir. Siyaset gerektirdiği zaman hemen siyaset değiştirir. Libya’da NATO’nun ne işi var dedikten bir hafta sonra NATO ile Libya’yı bombalamakta bir mahsur görmez.

Bu noktada sorulması gereken soru Erdoğan’ın neden krizi tırmandırıcı bir üslup benimsediğidir? Bazı yorumcular, Erdoğan’ın kibrinden dolayı olayları tırmandırdığını ifade etmektedirler. Ancak bu genel Erdoğan siyaset profiline hiç uymamaktadır. Çünkü kibirli oluş siyasette rasyonel bir davranış biçimi değildir.Bu bağlamda Erdoğan’ın krizi tırmandırmasının iki amacı olabilir;

1)Erdoğan Gezi Parkı göstericilerini, kaçınılmaz ekonomik krizi ve borsada yaşanacak bir çöküşü sırtına yükleyeceği bir günah keçisi olarak mı görmektedir?

2) Erdoğan, PKK ile müzakere sürecinde ve Reyhanlı’daki bombalı saldırı sonrasında kaybettiği oyları tekrar kazanmak için mi krizi tırmandırmaktadır?

Ne için yapar ise yapsın Erdoğan Türkiye’yi ince bir buz tabakası üzerinde yürümeye zorlamaktadır. 

Son söz polise: Türk halkı Türk polisini sevmektedir.   Türk Milleti parti polisi değil, Türk polisi istiyor. Partinin değil, halkın, hakkın ve adaletin muhafızlarını istiyor. Polis, parti polisi gibi algılanacak şekilde davranmamalıdır.

Prof. Dr. Ümit Özdağ

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Başkanı