Ev Ödevini Yapmayanlar Klubü GOÜ'ler
2002-2008 yılları arasında gelişmiş ülkelerin, ekonomilerini canlandırmak ve büyümeyi hızlandırmak amacıyla uyguladıkları düşük faiz-bol para politikası uluslararası sermaye hacmini birkaç kat arttırdı. Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ) bundan yararlandılar, artan sermaye girişi ile birlikte görece daha hızlı büyüdüler. Bu süreç gelişmiş ülkelerde büyümenin hızlandığına ilişkin sinyallerin ortaya çıkıp, büyüme desteğine ihtiyacın azaldığı noktaya kadar sürdü. Geçtiğimiz yılın mayıs ayında sürece nokta kondu. Bol para-düşük faiz politikasının şampiyonu ABD likiditeyi azaltmaya başlayacağını ilan etti. Bu noktadan itibaren gelişmekte olan ülkelerde sermaye girişlerinin tersine döneceği beklentisi oluştu, ciddi bir çalkantı başladı. Risk primleri yükseldi. Sermaye girişleri yavaşladı, sermaye çıkışları hızlandı, faiz oranları yükseldi. Daralan döviz arzı ve artan döviz talebi dövizin kurunu yukarıya itti ve ulusal paralar hızla değer kaybetti. Artan belirsizlik ve artan risk algısı büyüme ufkunun kaybolmasına neden oldu. Yeni bir kriz beklentisi doğdu.
Önceki toplantılarımızda ülkemizin GOÜ’ler arasında son on yılda dünyadaki finans bolluğundan, en çok yararlanan ülke olduğunu ancak bu fonların daha çok portföy yatırımları şeklinde yüksek getiriler nedeniyle geldiğini, global ekonomik sistemin uyumlu, ülke çıkarlarının ön planda tutulduğu yeni bir ekonomik sistemin kurulmasında gecikildiğini,
Özellikle, ABD’nin parasal genişleme (QE) programını adeta sonsuz bir para kaynağı gibi algılayıp ev ödevini yapmayan, bizim de içinde bulunduğumuz GOÜ’lerin, bir gün suyun kesilmesi, hatta suyun geri çekilmesi ile yaşayacakları kur ve faiz risklerinin yeni finansal krizlere neden olacağını hep tekrarladık.
Ülkemiz bu süre içinde para kazanan kamu işletmelerini özelleştirme yoluyla satışı, kamu ve özel bankalara yabancıların ortaklığı ve yeni lisansların verilmesi
TOKİ yoluyla arsa satışı gibi işlemler nedeniyle 2011 her yıl yaklaşık 20 milyar dolarlık doğrudan yatırım sermayesi çekti. Ancak bu fonlar katma değer yaratacak yeni yatırım alanlarına yönlendirme yerine daha çok faiz ve cari açığın fonlanmasında kullanıldı.
Bugün yaşadığımız finansal gelişmelerin sürpriz olmadığı (siyasi gelişmeler dışında) 2014 yılında başta FED’in parasal genişleme programını bitirmesi-ki biteceği belli idi- olmak üzere yüksek cari acık ve kısa vadeli reel kesim borçlarının toplam ̃᷉ 266 milyar, kısa vadeli özel sektör borcu 140 milyar dolarlık borç geri ödenmesi zorunluluğu nedeniyle sorun yaşanacağı kaçınılmazdı.
Ülkedeki son siyasi gelişmeler olmasaydı bile, yapısal reformların yapılmaması nedeniyle turin GOÜ’lerde, FED kararları paralelinde oluşan ekonomik sorunlar çıkacaktı.
Spekülatif piyasalar ve bu faaliyetlerin azaltılması, rekabet şartlarının iyileştirilmesi ülke riskinin azalmasına bu da yatırım eğiliminin artmasına neden olacaktır. Son yıllarda açıklanan Orta Vadeli Programlar’daki hedef gerçekleşme rakamlarında önemli sapmalar gerçekleştirmiştir. (bakınız 27.11.2013 tarihli çalışmam) Yine sıkça tekrarladığımız gibi ihracatınızı arttıracak, yüksek teknolojiye dayanan, kalite ve fiyatıyla rekabet avantajı yaratacak yeni bir sanayiye dayalı bir üretim politikası yerine, kıt olan finansal kaynaklar katma değer yaratacak seçilmiş firmalar yerine toptancı bir bakışla örneğin tüm Kobilere dağıtılması gibi hatalı uygulamaları yapılmış, yapılmaya devam edilmektedir.
Mayıs 2013 ayındaki FED toplantısı sonrasında Bernanke’nin, ABD ekonomisindeki olumlu gelişmelerin sürmesi halinde 2014 yılında parasal genişleme programını sonuçlandırabileceklerine dair mesaj ile hemen tüm GOÜ’lerde ancak en fazla da ülkemizdeki kur ve faizlerde önemli yükselişlere neden oldu. Son bir yılda ABD Doları ve Euro Ulusal paralar karşısında önemli değerler kaybetti. ABD Doları karşısında en çok değer yitiren ülke parası %23.37 ile Güney Afrika Rantı, ikincisi %24,51 ile Türk Lirası oldu. Yükselen ekonomiler içinde Cari Denge /GSYH si -7,5 ile açık ara ile Türkiye ilk sıradadır.
Türkiye 2013 yılında 65 milyar $ cari açık verdi. Altın ve enerji yanında iç talep, ithalatı patlatınca cari açık GSYH’ni yüzde 7.9’una yükseldi.
Özetle, içeride son birkaç aydır oluşan negatif enerji, yolsuzluk ve paralel devlet tartışmaları, dış politikalarda hatalı uygulamalar, Uluslararası kuruluşlar ve medyanın yorumları, içerde cari açık ve dış borçların sürdürülemeyeceğinin anlaşılması ekonomimizi dünyanın en kırılgan ekonomisi yaptı.
FED, Türkiye Brezilya ve Hindistan’ı, uyguladıkları politikalar yüzünden dış şoklara karşı kırılgan duruma düştüklerini ve Dünyanın Er Kırılgan Ülkesi ilan etti.
ABD’nin en büyük gazetelerinden US Today “Türk Ekonomi Modeli Bocalıyor” başlığı atarak, (A/2) sadece yabancı yatırımların kuruması nedeniyle değil, hükümet karşıtı gösteriler, büyüyen yolsuzluk skandalı ve Suriye savaşının ve tüketici borcu ve enflasyon nedeniyle bocaladığını yazdı.
Dünyanın en önemli 38 finans kuruluşunun oluşturduğu Uluslarası Finans Enstitüsü’nün (IIF) 30 Ocak 2014 tarihli GOÜ’lere sermaye akışı araştırma notunda, bu ülkelerde oldukça değişken bir iklimin hüküm sürdüğü ve sermaye oluşumunun GSYH oranının 2014 ve 2015 yıllarında 2010 – 2012 yıllarına göre daha düşük seyretmesinin beklendiği yazılıdır.
- İstişare konseyimizin daha ilk toplantılarından başlayarak iç tasarruflara dayalı yani özkaynağıyla büyümesi gerektiğini, yabancı portföy yatırımlarının yüksek borsa ve faiz kazançları elde edip yurtdışına götürdüklerinin, tasarruf sahiplerine reel faiz sağlanarak ekonomiye kazandırılması yerine, tam tersine hane halkının tüketime yönlendirilmesi, kredi kartı ve bireysel kredi kullanımının teşvik edilmesinin önümüzdeki yıllarda önemli bir diğer soruna sebep olacağını belirtiyorduk.
Güneydoğu Asya Ülkeleri dışında finansal serbestleşme teorisinin öngördüğü tasarruf oranı artışı gerçekleşmedi. AB’nin sorunlu ekonomilerinde hane halkı borçlanma oranları kriz öncesinde arttı. Örneğin, İrlanda’da Hane Halkı Borç Stoku/Harcanabilir Gelir Oranı 2002 yılında yüzde 112.24 iken, krizin başladığı 2007 yılında yüzde 202.81’e kadar çıktı ve ülkenin krize girmesinde büyük rol oynadı.
- Bu dönemde Türkiye ekonomisi için en önemli risk de 2001 krizi sonrası artan cari açık ve azalan tasarruf oranı idi. Tasarruf oranının düşmesi banka bilançolarına yansımış, banka bilançolarında kaynaklar içinde mevduatın payı 2003 le yüzde 70 iken, 2013’te yüzde 55’e düşmüş, banka bilançolarında bireysel kredi, bu krediler içinde de yüksek faiz marjları nedeniyle konut kredileri büyüdü.
- Bu arada hane halkının borçlanma oranı da son on yılda hızla arttı. 2003 yılı sonunda Hane Halkı Borç stoku 13.4 milyar TL iken, 2013 ün 3.çeyreği sonunda borç stoku 392.1 milyar TL na, Hane Halkı Borç Stoku/GSYH oranı 2003 yılında yüzde 7.5 tan 2013 yılından yüzde 55.2 ye kadar yükselmiştir.
- Risk nedir? Döviz kuru ve faiz oranının artmaya başlamasıyla borçlanma maliyetlerindeki artışa rağmen eğer bireysel krediler yükselmeye devam ederse, ülkenin borç deflasyon tuzağına girmesi sözkonusu olup, ülkede bir Bankacılık Sektörü kaynaklı bir dalgalanmanın ortaya çıkma olasılığı artabilir. Böyle bir krizde, hane halkı ve bankacılık sektörü ile birlikte, bu kredilerden yararlanan otomotiv ve inşaat sektörü de kaybedenler arasında olacak kriz mali sektör yanında reel sektörü de vurabilecektir.
Nitekim son ekonomik ve siyasi gelişmeler sonunda, daha şimdiden, inşaat maliyetlerindeki artış ve faizlerdeki yükselme konut piyasasına durgunluk getirmiş, son verilere göre 2011’den bu yana en kötü yılın ilk aylarını yaşamıştır.
- Son iki yıldır ekonominin gündeminde iflas ertelemeleri ve iflaslar bulunmakta idi. Son gelişmelerle kur ve faizin artması şirket zararlarını arttırmıştır. Odaları ve Borsalar Birliği verilerine göre 2014 yılında şirket iflaslarının artışının sürmesi, iflas erteleme veya kapanma riski taşıyor. Her zaman önemle ve ısrarla söylediğim ve yazdığım gibi, ülkemizde ortaya çıkan finansal krizlere rağmen “risk yönetimi konusundaki vurdumduymazlığı anlamak mümkün değildir.
2013 yılından 2014 yılına devrolan ekonomik/finansal sorunlar yanında Aralık 2013 ortalarında alevlenen ve mahalli seçimler öncesindeki paralel yapı tartışmalarının zaten hayli kırılgan olan ülkemiz ekonomisinin dış algıların bozulması ile ilave sıkıntılar yaşayacağımızı işaret etmektedir.
Önümüzdeki dönemde finansal beklentiler;
- Ekonominin artıları ile eksilerine bakılacak olursa, artılar arasında bütçe açığının küçüklüğü, kamu borç yükünün azalmakta olması ve bankacılık sektöründe sermaye yeterlilik oranının yüksek olması sayılabilir. Eksiler ise, işsizlik oranının, enflasyonun, cari açığın, özel kesim borç yükünün ve dış finansman ihtiyacının yüksek düzeylerde seyretmesi, iç tasarrufların yetersizliği, yapısal reformların eksikliği ve çok büyük ölçüde artmış olan kırılganlıktır.
- Maliye ve para politikalarındaki zaafiyetler ise: kayıt dışı ekonominin büyüklüğü, teşviklerin cari açığı azaltmakta etkin olamaması, harcamaların enflasyonun üzerinde artmasıdır.
- İç ve dış faktörlere bağlı olarak 2014'ün Türkiye için kritik bir yıl olacağı, küresel risklerin yanı sıra siyaset başta olmak üzere yurtiçinde yaşanacak gelişmelerin ekonominin kırılganlığını artıracağı kaygıları çoğalmıştır.
- FED'in tahvil alımlarını azaltma uygulamasının satış baskılarını artırması, sermaye çıkışlarına neden olması, dolar kurunu yukarı yönde hareketlendirmesi, yabancı sermaye girişlerini yavaşlatması ve likiditenin daha seçici davranmasına yol açması olasılığı yüksektir.
- Bu arada yabancı finans otoritelerinin ülkemiz hakkındaki kanaatleri hızla negatife dönmüştür.
Nitekim uluslararası kredi değerlendirme kuruluşu S&P da “Küresel Ülke Kredi Eğilimleri” raporunda Türkiye ile ilgili olarak “Küresel likidite geri çekilirse Türkiye'nin en kırılgan yükselen ülkeler arasında olabileceğine inanıyoruz” değerlendirmesini yapmıştır.
Benzer bir uyarı, kriz kahini olarak tanınan ünlü ekonomist Nouriel Roubini'den de gelmiş, Project Syndicate adlı internet sitesinde yayınlanan 31 Aralık 2013 tarihli yazısında Roubini 2014'de aralarında Türkiye'nin de yer aldığı 9 gelişmekte olan ülkenin (GOÜ) yüksek cari açıklar, yavaşlayan büyüme, hedefin gerisinde kalan enflasyon ve seçim kaynaklı siyasal gerginlikler nedeniyle kırılgan kalacakları öngörüsünde bulunmuştur.
2014 Ocak ayının ikinci haftasına girerken yaşanan bir diğer olumsuz gelişme Wall Street'in dev bankaları Goldman Sachs, JP Morgan ve Morgan Stanley'nin yatırımcılarına gelişmekte olan ülkelerdeki pozisyonlarını 3'te 1 oranında azaltmalarını önermesi, Morgan Stanley'nin TL'nin daha da değer kaybedeceği değerlendirmesi ve kredi derecelendirme kuruluşu Fitch'in “Türkiye'deki siyasi kriz kalıcı güçlüklere işaret ediyor” şeklindeki açıklaması olmuştur.
15 Ocak 2014'de ise Dünya Bankası Türkiye için 2013 yılı büyüme tahminini %3.6'dan %4.3'e yükseltirken 2014 büyüme tahminini %4.5'den %3.5'e, 2015 büyüme tahminini %4.7'den %3.9'a indirmiştir.
Bana göre bu tahminler bile çok iyimser olup, 2014 yılında büyüme %2’lerde olacaktır.
- Küresel dengesizlikler karşısında ekonominin dayanıklılığının korunabilmesi için maliye ve finansal sektör politikalarındaki temkinli duruşun sürdürülmesi kritik önem taşımaktadır. Orta vadede ise mali disiplini kalıcı hale getirecek ve tasarruf açığını azaltacak yapısal reformların güçlendirilmesine ihtiyaç olduğu, makroekonomik istikrarın ancak bu şekilde desteklenebileceği değerlendirilmektedir. Bu çerçevede OVP'nin gerektirdiği yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali BABACAN da 15 Ocak 2014 tarihinde 6.Büyükelçiler Konferansında yaptığı konuşmada bu konunun altını çizmiş, OVP'yi anımsatmış ve gelecek 3 yılın en önemli hedefinin cari açığı azaltmak olduğunu, bunun gerçekleştirilebilmesi için tasarrufları artırmak ve kaynakları verimli alanlara yönlendirmenin yanı sıra enflasyonu düşürmek ve mali disiplini korumanın da önemli hedefler arasında yer aldığını belirtmiştir.
- Türk Lirası'nın değer kaybının artması halinde enflasyon ve faiz beklentilerinin bozulması, varlık değerlerinin gerilemesi nedeniyle bilançoların yıpranması, paranın devir hızında yaşanacak düşüşün borç alacak zincirini kırmakla kalmayıp ekonomi üzerinde aşağı yönlü baskılar yaratması ve içinden çıkılması güç bir kısır döngüye sürüklenilmesi tehlikesi kaygı vermeye devam etmektedir.
- Hane halkı gelirindeki reel artışın sınırlı düzeyde kalması, tüketici kredilerindeki artışın hem ekonomi yönetimi tarafından alınacak önlemler, hem de bankaların kredi risklerini azaltıcı önlemleri nedeniyle hız kesmesi, enflasyonist baskıların artması ve siyasi konjonktürdeki belirsizlikler tüketicileri ihtiyatlı olmaya yöneltebilecek ve 2014 yılında büyüme hızını aşağı yönde etkileyecektir.
- İç talepte kayda değer bir artış beklenmemekte, kapasite kullanım oranlarında artış olasılığı düşük bulunmakta, yatırım maliyetleri kur ve faiz nedeniyle yükselmektedir. Bu şartlar özel sektörün makine, teçhizat yatırımlarını artırma girişimlerini olumsuz etkileyecektir. Öte yandan, 2014 yılı merkezi yönetim bütçe ödeneklerinin dağılımına ilişkin çeşitli ekonomi yazarlarının değerlendirmelerinde de, kamu yatırım harcamalarının büyümeye katkısı konusunda iyimser beklentiler gözlenmemektedir.
- İnşaat sektöründe konut üretiminin payı %60'ı aşmakta, konut sektöründe arz fazlası olduğu ve balon oluştuğu yönündeki kaygılar ise çoğalmaktadır. Konut talebinin yavaşlaması ve stokların büyümesi olasılığı sektördeki yeni yatırım iştahını ve dolayısıyla inşaatın ekonomiye katkısını azaltabilecek olan ciddi bir olumsuz senaryodur.
- Konut talebinin arzdaki artışın gerisinde kaldığı dikkate alındığında bu durum sektördeki büyümenin sürdürülebilirliği açısından kamu yatırımlarının ve mega projelerin öneminin arttığına işaret etmektedir.
- Ekonomi çevrelerinde farklı boyutları ile ve farklı bakış açılarından yapılan analizler 2014 yılında hem tüketicinin hem de reel sektörün şartlarının zorlaşacağına ve iç talebin büyümeye vereceği desteğin gerileyeceğine işaret etmektedir.