Bu sayfayı yazdır

Suriye Türkleri

Yazan  04 Aralık 2015

                             

Prof.Dr. Ümit Özdağ danışmanlığında yazdığım ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin Takip Ettiği Dış Türkler Politikası’ adlı doktora tezimi 2010 yılında güncelledim ve ‘Türklerin Dünyası’ adıyla kitap olarak basıldı. Bu çalışmam da elbette Suriye Türkleri de yer alıyordu. Adı geçen bölümü kitaptan buraya aynen alıyorum. Daha sonra da o günden bugüne Suriye Türklerine yönelik izlenen politikayı gelişen olaylar ışığında tekrar ele alacağım.

Suriye Türkleri

Suriye Türklerinin Kısa Tarihçesi

Suriye, Asya’da Müslüman bir Arap ülkesi olarak tanımlanıyor. Bu ülkede Müslümanların-ve hatta insanların-yaşama hakkına ne kadar sahip olduğunu tartışmak yanlış olmaz. Ortadoğu’da bulunan Suriye bu coğrafyada yer alan pek çok ülke gibi birden fazla (mezhebin), ırkın, dilin bulunduğu demografik bir yapıya sahiptir. Bugünkü Türkiye -Suriye ilişkilerini ve Suriye’de yaşayan Türklerin durumuna geçmeden önce Suriye’deki tarihi seyri ve bu seyre bağlı olarak Türklerin buraya gelişlerini gözden geçirelim.

Suriye, bulunduğu coğrafi konum itibariyle; doğu ve batıyı birleştirdiğinden Anadolu’nun tabii bir uzantısı olmasından ötürü hem doğu ve hem de batıdaki devletlerin ilgi odağı olmuştur. Sümerler, Asurlular, Makedonyalılar ve Romalılar Suriye’de hâkimiyet kurmuşlardır.

İslamiyet’in doğuşundan sonra bölgede, Hz. Ömer’le başlayan bir İslami hareket görüyoruz. Bu durum, Emevi ve Abbasi hanedanlıkları zamanında da devam etmiştir. Türklerin bugünkü Suriye’ye gelişleri ise, 11. yy’dan başlayarak 19. yy sonlarına dek sürmüştür. Türklerin buraya gelen kolu, Oğuzlar’ın Türkmen olarak anılan kısmıdır. Türklerin bölgeye gelip yerleşmeleri, Büyük Selçuklu Devleti’nin Gazneliler’le yaptığı Dandanakan Savaşı sonrası olmuştur[1]. Büyük Selçuklu Devleti, bu savaştan sonra özellikle 1063 yılından itibaren kendi hayat tarzlarına uygun buldukları bu bölgeye yerleşmeye başladılar. Özellikle Halep, Lazkiye, Trablusşam ve Asi Irmağı vadisi boyunca Hama, Humus ve Şam bölgesinde bu yerleşme yoğunluk kazanmıştır[2]. Türklerin buraya yönelik akınları Afşin ve Sandık Beyler komutasında Halep’e kadar devam etmiştir. 1069-1070 yıllarında ise Kurlu ve Atsız Beyler, Güney Suriye’yi tamamen ele geçirmişlerdir. Nihayet Sultan Melikşah, 1078 yılında Tutuş’a Suriye Selçuklu Devleti’ni kurma emrini vermiştir. Oğuzların Yıva Boyu ile Bayat, Avşar, Begdilli, Döğer ve Üçoklar oymakları Şam ve Halep’e yerleşmişlerdir. Buradaki Türk boyları, 1096 yılında Haçlı seferleri başladığında Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi savunmuşlardır[3].

Selahattin Eyyubi’nin ölümünden sonra bölgeye bir başka Türk devleti olan Memluklular hakim olmuştur. Anadolu’ya hakim olan Türkiye Selçuklu Devleti ise, 1243 yılında Moğollarla yaptığı Kösedağ Savaşı’nı kaybetmesi sonrası ağır Moğol baskısı altında kalmıştı. Bu baskı sonucu özellikle Kayseri ve Sivas’ta yaşayan Türkmenler, Memluk Sultanı Baybars zamanında Suriye bölgesine yerleşmişlerdir. Bu dönemde Suriye’ye gelip Şam’a yerleşen Türkmenler, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın ölümünden sonra çıkan siyasi karışıklıktan faydalanarak 1337’de Elbistan civarında Dulkadiroğulları beyliğini kurmuşlardır[4]. Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bu günkü Suriye topraklarını Osmanlılara bağlamıştır[5].

1918 yılı sonuna kadar da bu bölgedeki Türk hâkimiyeti, kesintisiz olarak 402 yıl sürmüştür. Bu sürede bölge sakinleri, derin Türk kültürü etkisi altında kalmıştır. Bu etki kendisini en çok dil konusunda göstermiş; Suriye lehçesi en fazla Türkçe kelime içeren Arab lehçesi olmuştur[6]. I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalan Şam, Trablus ve Halep eyaletleri şeklinde yönetilen Suriye, Türk yönetimi altında kültürel, sosyal ve ekonomik açılardan kalkınmış ve en huzurlu dönemini geçirmiştir.

3.2.2. Suriye’nin Türkiye’den Ayrılması

Ortadoğu’daki Osmanlı toprakları, Sykes-Picot Andlaşması ile paylaşılmıştır. İngilizler adına Mark Sykes ve Fransızlar adına Georges Picot tarafından 1916 yılında imzalanan bu anlaşmaya göre Fransa; Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul yörelerini, İngilizler ise; Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i alacaktı. Geri kalan Filistin topraklarında ise, uluslararası bir rejim ve sınırları belli olmayan bir Arap devleti kurulması kararlaştırılmıştı[7]. Batılı devletler, Ortadoğu üzerindeki oyunlarını rahatça sahneye koyabilmek için suni olarak ortaya attıkları “Arap milliyetçiliği” ile Türk hâkimiyetinde asırlarca huzur içinde yaşamış Türk ve Arap milletlerini birbirine düşürmeye çalışmışlardır[8].

“Büyük Arabistan”, “Büyük Suriye” hayalleri peşinde koşan Arap milliyetçilerinin Sykes - Picot anlaşmasından haberleri dahi yoktu. Bu anlaşmadan başka Batılı güçlerin Araplara karşı ikinci oyunu, Lord Balfour’un Filistin bölgesine Yahudilerin yerleşeceği kararını açıklamasıyla ortaya çıkacaktır[9]. Bu gelişmelerden habersiz olan Araplar, Mondros Ateşkes Antlaşması’na göre bölgeyi paylaşan İngiliz ve Fransızlarla işbirliği ve pazarlık yapıyorlardı. Bölgede yaşayan Türkler ise, hemen Halep ve Lazkiye’de müdafaa kuvvetleri kurup işgalcilere karşı mücadele vermişlerdir[10]. Araplar, ancak I. Dünya Savaşı sona erdiği zaman yapılan vaadlerin boş olduğunu anlayabilmişlerdir. İngiltere ve Fransa arasında 23 Aralık 1920’de imzalanan San Remo Andlaşmasına ile Suriye ve Filistin, Fransız mandasına bırakılmıştır. Manda kararı, 29 Eylül 1923’de Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilmiştir[11].

Fransızların 1936 yılında Vionet Antlaşması ile Suriye’ye bağımsızlık vermesi üzerine Türkiye de 1920 Ankara İtilafnamesini uygulamaya koymuş; uzun ve çetin aşamalardan sonra Hatay Türkiye’ye katılmıştır.

3.2.3. Hatay’ın Anavatan’a Katılması

Hatay sorunu, Türk-Fransız ilişkilerinde olduğu kadar Atatürk dönemi Türk dış politikasında da önemli bir yer tutar. Sancak olarak anılan Hatay nüfusunun çoğunluğunu Türkler teşkil ettiği için bu bölge, Misak-ı Milli sınırları içine alınmıştı[12]. Ancak ağır Milli Mücadele şartlarından dolayı Fransa ile ateşkes sağlayan Ankara İdilafnamesi ile Suriye sınırları içinde kalan İskenderun sancağına özel bir statü verildi. Ankara hükümeti, İdilafnameye, Sancak’taki Türk unsurun çıkarlarını koruyacak ve bölgeye muhtariyet verilmesi için zemin hazırlayacak hükümler koydurmuştu. İdilafnamenin 7. maddesine göre; “İskenderun mıntıkası için özel bir idari rejim kurulacaktır. Bu bölgenin Türk ırkından olan sakinleri, kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıklardan yaralanacaklar ve Türkçe serbest olacaktı”[13].

20 Ekim 1921 tarihli İdilafname ile Sancak, Suriye’nin egemenliğine verilmişti. Bu esnada Suriye’de Fransız mandası devam ediyordu. Fransa’nın 1936 Eylül’ünde Suriye’ye bağımsızlık vermesine kadar Türk-Fransız ilişkileri iyi devam etti. Fransızların Suriye’den çekilmesi sonrası Sancak statüsünde Türkler lehine değişiklik yapılması gerekmekle birlikte bu durum gerçekleşmedi. Fransa, Suriye’den çekilirken Sancak üzerindeki yetkilerini de Suriye’ye devretti. Beklenmedik bu durumu, Ankara hükümetinin kabul etmesi mümkün değildi. Hemen harekete geçerek 9 Ekim 1936’da Fransa’ya bir nota vererek Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi[14]. Fransa ise 1921 İdilafnamesi’nde böyle bir husus olmadığı ve ayrıca Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozacağı gerekçesiyle Türkiye’nin isteğini geri çevirdi. Atatürk, bu konuya verdiği önemi 1 Kasım 1936’da TBMM’nin yeni çalışma döneminin açılışında; “Sancağın Türkler’in öz yurdu olduğunu belirten konuşmasıyla” ifade etmiştir[15]. Atatürk bu konudaki kararlığınını 1937 de genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’a söylediklerinde de göre biliriz: “Hatay benim şahsi meselemdir. Kararımı verdim. şayet ufukta bu yolda bindebir ihtimal belirse, Türkiye Cumhuriyeti Reisliğinden ve hatta Büyük Millet Meclisi azalığından da çekileceğim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla berarber Hataya gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim[16].

Siyasi faaliyetler devam ederken Türkiye diplomatik girişimlerde bulundu ve Antakya’da bir başkonsolosluk açtı. Diğer taraftan Hatay sorunu, Fransa ve Türk hükümetlerinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nden Sancak’ın kaderi konusunda Türk-Fransız ihtilafı ve Sancak Türklerinin güvenlik sorunlarını olağanüstü bir toplantı ile görüşmesini istedi. Konu 14 Aralık 1936’da Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı ve İsveç temsilcisi Sandler’in istediği ile konunun görüşülmesi 1937 yılına bırakıldı[17].

1937 yılında tekrar başlayan görüşmeler sonucunda bir Sancak satüsü hazırlandı[18]. Buna göre; Sancak içişlerinde bağımsız iken; dışişleri, maliye ve gümrük konularında Suriye’ye bağlı olacaktı. Suriye ile Sancak arasında her hangi bir sınır bulunmayacak; Sancak’ın toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa’nın garantörlüğü altında olacaktı. Bu statü, seçimlerin yapılacağı ve halkın kendi parlamentosunu oluşturacağı güne kadar geçerli olacaktı. Böylece seçimlere kadar Sancak, bir anayasaya sahip ve özel statülü bir bölge olarak tanınmış oluyordu[19].

Sancak’taki olaylar bu şekilde gelişirken Avrupa’da yeni bir genel savaşın çok yaklaştığını gösteren olaylar yaşanıyordu. Yeni bir dünya savaşı tehlikesinin belirmesi, Fransa’yı, Türk isteklerine karşı daha ılımlı davranmaya sevk etti ve iki devlet arasında bir anlaşma yapılarak Türkiye ve Fransa’nın Sancak’a 2.500’er kişilik kuvvet göndermeleri kararlaştırıldı. Buna dayanarak 5 Temmuz 1938’de Türk kuvvetleri Sancak’a girdi. Sancak içişlerinde bağımsız olduğu için hemen seçimlere gitme kararı aldı. 13 Ağustos 1938’de seçimler yapıldı. Türkler 40 milletvekilliğinden 22’sini aldılar. Meclis, 2 Eylül 1938’de ilk toplantısını yaptı ve “Hatay Cumhuriyeti’nin kurulduğunu” ilan etti. Meclis başkanlığına Tayfur Sökmen ve başbakanlığa da Abdurrahman Melek seçildi[20].

23 Haziran 1939’da Türkiye ile Fransa arasında yapılan bir anlaşma ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması kesinleşti. Aynı gün toplanan Hatay Millet Meclisi de Türkiye’ye katılma kararı aldı. 24 Temmuz 1939 tarihinde son Fransız askeri de çekildi. 1939 Temmuz’unda 3711 sayılı kanun ile Hatay, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ili olmuştur[21].

 Suriye Türklerinin Durumu

 Suriye’de Türklerin Yoğun Yaşadığı Bölgeler

Hatay’ın anavatanla birleşmesi sonrası Suriye’de yaşayan Türklerle ilgili Türkiye ve Suriye arasında bir görüşme ve anlaşma yapılmamıştır. Böylece bu ülkede yaşayan soydaşlarımızın siyasi ve kültürel hakları hukuki bir zemine oturtulamamıştır. Bu konudaki Türk hükümet ve dışişleri yetkililerinin tavrı, Suriye ile ilişkilerin bozulabileceği veya Suriye Türklerinin daha fazla baskıya maruz kalabileceği endişelerinden hangisine dayandığı pek net değildir. Ancak kesin olan bütün bunlara rağmen Türkiye - Suriye ilişkilerinin çok sağlıklı olmadığıdır. Suriye Türkleri, ferdi kaçışların dışında, 1945, 1951, 1953 ve 1967 yıllarında Türkiye’ye toplu olarak göçmüşlerdir. Sayıları kesin bilinmeyen bu göçmenler, Kırıkhan, İskenderun ve Adana’ya yerleştirilmişler ve 1977’de Kırıkhan ve 1994 ise, İskenderun’da Bayır-Bucak Türkleri Yardımlaşma Derneğini kurmuşlardır[22].

Bugün Suriye’deki Türkler yoğun olarak Lazkiye ve Halep civarında yaşamaktadır. Ayrıca başta Şam olmak üzere diğer bölgelerde de azınlık halinde Türkler bulunmaktadır. Lazkiye, Suriye’nin en büyük liman şehri olma özelliğine sahiptir. 1950 yılından sonra ise büyük bir gelişme göstermiştir. Bundan dolayı şehirde mevcut olan Türk nüfusuna ek olarak Türkmen köylerinden çok sayıda insan şehir merkezine göç etmiştir. Lazkiye merkezi ve civarında toplam 265 Türk köyü bulunmaktadır[23].

Bölgede Osmanlı hakimiyeti sürerken Antep, Urfa, Hatay gibi Türk nüfus bölgelerinin idari olarak merkezi Halep şehriydi. Halep bugün hala Türk mimari ve sanat eserleri ve sokaklarında Türkçe’nin konuşulduğu bir şehir görünümüne sahiptir.

1906 yılında yayınlanmış olan Halep Vilayeti salnamesinde şehrin nüfusu 116.248 olduğu ve bunlardan 80.113’nün Müslüman olduğu görülmektedir. Bu Müslüman nüfusun en azından yarısını Türklerin oluşturduğunu söylemek mümkündür. Aynı salnamede Türkçe mahalle isimleri de sayılmaktadır. Halep şehrinde bulunan Türk mahalleleri dışında bu bölgede 350 Türk köyü bulunmaktadır. Halep bölgesinde 200.000, Lazkiye bölgesinde 150.000, Telkele yöresinde 50.000, Kunteyra yöresinde 100.000, muhtelif diğer bölgelerde de 300.000 olmak üzere, Suriye topraklarında yaşayan Türk nüfusu 1 milyon olarak tahmin edilmektedir[24]. Suriye Hükümeti, Arap milliyetçiliği anlayışıyla nüfus sayımları sırasında Suriye’de yaşayan Türkleri de Müslüman adı altında kayıt ettirdiği için, oldukça geniş bir alana yayılmış olan Türklerin kesin sayısı bilinmemektedir[25].

 Suriye Türklerine Uygulanan Asimilasyon Politikası

Suriye’nin izlediği Araplaştırma politikası nedeniyle burada yaşayan Türkler hızla milli benliklerini kaybetmektedirler. Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden birisi olan Halep, Milli Mücadele sürerken “Misak-ı Milli” sınırları içine alınmak istenmiş ve burada “Kuvay-ı Milliye” teşkil etmiş; ancak 20 Ekim 1920’de Ankara İdilafnamesi’nin imzalanmasıyla bu bölge, Fransız mandası olan Suriye’ye terk edilmiştir[26].

Suriye’de Fransız mandası sürerken Halep’te, 1922’de, “Doğru Yol” adlı Türkçe bir gazete çıkarılmaya başlanmıştır. Bu gazetenin yayını 1926’a kadar devam edebilmiştir. Daha sonra yine Halep’te “Vahdet Gazetesi” ve haftalık “Yeni Mecmua” yayınlanmış ve bu dergi “Yeni Gün” adını alarak 1936’ya kadar yayın hayatına devam etmiştir. Ancak bu tarihten sonra Suriye’de her türlü Türkçe yayın yasaklanmıştır[27].

Büyük elçilik ve konsolosluklar dışında hatta vatandaşlar tarafından dahi posta ile gönderilen kitap, mecmua gibi Türkçe yayınlar PTT idaresi tarafından sahiplerine verilmemekte ve yok edilmektedir[28].

Bugün Suriye’de 1 milyon civarında Türk yaşamasına rağmen varlıkları hükümet tarafından tanınmayan, okulları, yayın organları, dernekleri olmayan bir azınlık olarak yaşama mücadelesi vermektedir[29]. Türklerin Türkiye sınırına yakın yerlerde oturmaları Suriye Hükümetlerinin onlara şüphe ile bakmalarına yol açmıştır. Suriye sınır bölgesinde yaşayan bu Türkleri geri çekerek 10 km’lik bir şerit halinde Arap köylüleri yerleştirmektedir.

Türklerin büyükelçilik ve konsolosluklarla dahi ilişkileri kesilmeye çalışılmaktadır. Suriyeli idarecilerin baskı ve zulmünden korkan Türkler de daha başka sıkıntılara girmemek için resmi görevlilerden uzak durmak zorunda kalmışlardır[30].

Suriye’de yaşayan Türklere karşı Araplaştırma politikası uygulanmış, buradaki Türklerin örgütlenmemesi Suriye’nin işini kolaylaştırmıştır. Hatay’ın anavatana katılmasıyla Türklere uygulanan baskının da dozu artmıştır. Türkiye’ye gitmek isteyen Türklere pasaport verilmemiş, gizli olarak Türkiye’ye gelenler ise vatandaşlıktan çıkartılıp, malları da gasp edilmiştir. Türklerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde dahi Türkçe eğitim yapan ilkokul bulunmamaktadır. Okullarda eğitimin Arapça olarak yapılması, kültürlerine bağlı olan Türklerde okumaya karşı bir isteksizliğin doğmasına neden olmuştur. Türkiye’de okumak isteyenler ise ancak bir başka Arap ülkesinden Türkiye’ye gelebilmektedir[31].

Suriye’de yaşayan Türklerin pek çok hakları gasp edildiği gibi seçme ve seçilme hakları da çeşitli mazeretlerle kısıtlanmıştır. Toprak reformu adı altında Türklerin elinde bulunan topraklar devletleştirilerek buralara Araplar yerleştirilmektedir[32]. Suriye hükümetleri nazarında Türkiye casusları olarak kabul edilen bölge Türklerine yönelik her türlü baskı ve sindirme politikaları sergilenmektedir. Bölgedeki Türk varlığının izlerini silme ve Türk köylerinin isimleri değiştirme uygulamaları yürütülmektedir. Ayrıca aynen İran-Irak savaşında olduğu gibi Suriye’nin katıldığı savaşlarda da Türkler, bilinçli olarak ön saflara sürülmüşlerdir[33].

Suriye’de büyük gruplar halinde yaşayan Türkler, milli benliklerini koruyabildikleri halde küçük gruplar halinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmışlardır. Bu durum, İngilizler ve Fransızların Ortadoğu’yu ele geçirebilmek için Araplara aşıladığı Türk düşmanlığı etkisi ile bölgedeki Arap halkın aşırı fanatikleşmesi ve Türklere karşı duygularını kin ve baskı şeklinde yansıtmalarına dayanmaktadır. Ayrıca Suriye hükümetlerinin bazı zamanlarda yoğun olarak uyguladığı plânlı iktisadi, kültürel ve idari baskılar yapması, günlük konuşma dilinin Arapça oluşu, Türk radyo yayınlarının uzun seneler boyunca Suriye’den dinlenememesi, spor ve kültürel faaliyetlerinin engellenmesi gibi konuları saymak mümkündür.

Suriye Türklerine her alanda uygulanan baskı politikası ekonomik alanda da kendisini göstermektedir. Kırsal kesimde yaşayan Türkler genellikle ziraat, hayvancılık ve dokumacılıkla uğraşmaktadırlar. Suriye yetkililerinin izlediği olumsuz tavır nedeniyle bölgede yaşayan Türklerin ekonomik durumları her gün daha kötüye gitmektedir. Bayır-Bucak Türkmenleri, orman köylüsü olmalarına rağmen kışın yakacak odun bile sağlayamaz duruma gelmişlerdir[34].

Bölgedeki Türklerin başarılı olduğu tütüncülük de başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere kimi Balkan devletlerinin de resmi ve gayriresmi uyguladığı desteklememe, ürünü ucuza alma, üreticinin kimliğine göre fiat verme ve ekim sahasını kısıtlama yöntemleri ile Türklerin gelir kapısı olmaktan çıkarılmıştır[35]. Tütünden gelir elde edemeyen Türkler, elma üreticiliğine başlamışlarsa da hükümetin bu ürünü çok ucuza almasından dolayı bundan da bir gelir sağlayamamışlardır. Bölge dağlık ve ormanlık olduğundan çok az miktarda buğday ve arpa yetiştirilmekte, hayvancılık ise küçük kümes ve ahırlarda yapılmaktadır. Halep’te yaşayan Türkler diğer yörelerde yaşayanlara göre daha iyi durumda olmakla birlikte uygulanan toprak reformu sonucu ellerinde büyük araziler kalmamıştır. Devlet, diğer bütün konularda olduğu gibi tarıma verdiği kredi kullanımında da Türklere zorluklar çıkarmaktadır[36]. Çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmayıp, Türkiye’de yüksek tahsili seçenler ise döndüklerinde işsiz bırakılmaktadırlar[37].

Suriye’deki Türklerde diğer ülkelerde azınlık olarak yaşayan soydaşlarımız gibi ağır insan hakları ihlalleri altında varlıklarını sürdürme çabası veriyorlar. Bu çabalarında ise, çok başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Suriye’deki soydaşlarımızın bir kısmı maalesef Araplaşmaktadır. Buna karşılık Türkiye, Suriye rejiminin baskısını daha çok artıracağı endişesinden Suriye Türklerinin haklarını koruyucu bir politika izlememiştir.

 Türkiye - Suriye İlişkileri

Suriye, Hatay’ın anavatana katılmasını bir türlü hazmedemediğinden bu bölgeyi hala Suriye haritası içinde göstermektedir. Halbuki 22 Temmuz 1938’de Hatay’da yapılan sayım ve seçim sonucu ile halkın üçte birden fazlasının Türk olduğu belirlenmişti. Buna karşılık Arap ve Nusayri nüfus, sadece %10’luk bir oranı teşkil ediyordu. Nusayriler, Esad’ın Suriye’de darbe yapması akabinde sünnilerle çatışmalarına ara vererek kendi aralarında bir birlik oluşturma kararı aldılar. Ayrıca Suriye ve Esad ile ilişkilerinde bir yakınlaşma gözlendi. Suriye yanlıları, bulundukları yerlerde taşınmaz mal alma ve nüfuslarını artırmaya özen gösterdiler. Onların bu hareketleri, 1938 seçiminden 100 yıl sonra yeni bir seçim yapılacağı iddiasını güçlendiriyor. Suriye’nin bu iddiası anlaşmada böyle bir şey olmamasına rağmen devam ediyor[38].Türkiye, böyle bir antlaşmanın varlığını açıkça kabul etmese de Hatay konusunda attığı adımlar son derece dikkatli. Devlet, aldığı son kararla Hatay’a tayin edeceği kamu personelini özel bir güvenlik soruşturmasına tabii tutuyor. Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Hatay’da bir süredir sayı olarak normalin üstünde elemanı mevcut[39].

Suriye, Türkiye’ye yönelik faaliyetlerini hem gizli hem de açık yollarla sürdürmektedir. Bu kapsamda; PKK’ya açıktan destek vermekte, Hatay’ın bazı yörelerinde Nusayrilere finasman destek sağlayarak mülk edinmelerini temine çalışmakta (ancak Suriye’deki baskı rejimini yakından tanıyan Nusayriler, Türkiye’yi tercih ediyor), Hatay’lı gençlere Suriye üniversitelerinde kontenjan ayırmakta ve karşılıksız burslar sağlamaktadır[40]. Ayrıca Hatay’daki Nusayrîlerin ekonomik durumları iyi olmadığı halde Hataylı birçok Nusayrî genç Bilkent Üniversitesinde paralı okumaktadır. Bu gençleri eğitim giderlerinin Suriye tarafından karşılandığı iddia edilmektedir[41].

Suriye’nin Türkiye güvenliği aleyhinde çaba ve hareketleri yeni bir olay değildir. 1960’lı yılar sonu ile 1970’li yıllar başlarında Marksist-Leninist Türk örgütlerine destek veren Suriye, Ermeni Terör örgütü ASALA’ya da destek sağlamıştır. Bunun üzerine Türkiye, 1983’te bu ülkeye bir nota vererek ASALA militanlarının Suriye topraklarından çıkartılmasını istemiştir. Buna rağmen Suriye, bu tarihten sonra da PKK’ya her türlü lojistik, silah ve askeri eğitim desteği sağlamıştır[42].

Suriye’nin en önemli stratejik hedefi, Hatay’ı geri almak olmasının yanısıra Suriye-PKK ilişkilerinden Esat ailesi, büyük meblağda gelir sağlamaktadır. Suriye, Bekaa Vadisi üzerinden yaklaşık 4 milyar dolarlık bir uyuşturucu ticaretini kontrol etmekte ve ABD’ye giden eroinin yaklaşık %20’si Suriye kontrolündeki alandan sağlanmaktadır. Suriye, teröre verdiği desteğin sebebini Türkiye’nin su kaynaklarında denetim kurmasını engellemek olduğunu iddia etmektedir. Ancak bu iddia, gerçeği pek yansıtmamaktadır[43]. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren 1984 yılında Hafız Esat’a teröre karşı ortak hareket etmeyi teklif etmiştir. Esat bu teklifi kabul etmiş, 1985 yılının Mart ayında Şam’da “Sınır Güvenlik Protokolu” imzalanmasına rağmen kağıt üzerinde kalmıştır[44].

Suriye ve yanısıra Irak’ın suların kullanımı konusunda ortaya attıkları projelerine dayanarak açıkladıkları gibi sulanabilir tarım arazileri gerçeği aksettirmemektedir. Her iki ülke de bu konuda uluslararası destek arama yoluna gitmişler, böylelikle Türkiye üzerinde ekonomik ve siyasi baskı oluşturmaya çaba harcamışlardır[45]. Su sorunu, her ne kadar Suriye tarafından çıkarları için kullanılan yapay bir sorun olsa da, yakın gelecekte Türkiye’nin Ortadoğu politikası üzerinde duracağı konulardan en önemlisini oluşturacaktır. Çünkü; söz konusu ülkeler ve araştırma merkezleri, konuyu maksatlı olarak; “Ortadoğu - su” denkleminden çıkarıp “Ortadoğu - su - savaş” denklemine çevirip savaş senaryoları yazmak istiyorlar. Böylece Türkiye üzerinde daha fazla söz sahibi olmak isteyen ülkeler, Suriye ve Irak’la ilişkileri bozarak Türkiye bu sorunlarla uğraşırken amaçlarına ulaşmak istemektedirler[46].

1987’de Suriye ile imzalanan barış suyu projesiyle Suriye’ye daha fazla su verilmiş. Bu anlaşmalar her nekadar su anlaşması olarak görülsede anlaşmadan amaç Suriyenin teröre verdiği desteği kesmekti. Ancak buna rağmen Suriye her zaman Türkiye’ye karşı terörizmi kullanmıştır. 1 Ekim 1989’da dönemin Başbakanı terör konusunda Suriye’yi suçladığı için 21 Ekim 1989’da buna misilleme olarak 2 Suriye Mig uçağı Hatay’ın Samandağı ilçesinde Türkiye sınırını geçerek, Tapu-Kadastro uçağını düşürmüş, 2 pilot ve 3 teknisyenin ölümüne sebep olmuştur. Yine aynı yıl, Esad’ın kardeşi Cemil Esad, bölgede bir Kürt devleti kurulması gerektiğini ve bu devletin Güneydoğu Anadoluyu da içine alması gerektiği ve Suriye yönetiminin PKK’ya her türlü desteği sağlayabileceği şeklinde bir demeç vermiştir. Aralık 1989’da Suriye Enformasyon Bakanı Salman, Kıbrıs’la Rum gazetecilere Hatay’ın bir Arap toprağı olduğunu, ancak sorunun kısa sürede çözümlenemeyeceğini ifade etmiştir. Buna karşılık Türkiye, sadece İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun Suriye ziyaretini iptal etmekle yetinmiştir[47].

Türkiye’nin Suriye Türkleri Politikası

Türkiye’nin güneyinde yer alan Suriye, uzun yıllar Türk idaresinde kalmış bir ülkedir. Bu ülke, I. Dünya Savaşı sonrası şartlarda Osmanlı topraklarının paylaşımı sırasında Fransız payı veya nüfusuna düşen bir bölgedir. Bu bölgede kurulan Fransız manda yönetimi, gerekli şartları hazırladıktan sonra 1936’da Suriye’ye bağımsızlık vermiştir. Milli Mücadele sırasında Türklerin yoğun yaşadığı Halep bölgesi de Misak-ı Milli sınırları içine alınmak istenmiş ise de, daha sonra Fransa ile yapılan görüşmeler sonucu bu karardan vazgeçilmiştir. Fransa’ nın mandası olan Suriye’ye bağımsızlık verdiği dönemde özerk statüdeki Hatay’ın da Suriye’ye katılması gündeme geldiyse de, Türkiye, buna izin vermemiştir. Türklerin yoğun yaşadığı bir bölge olan Hatay, bir dizi diplomatik faaliyet sonrası Hatay’ın anavatana katılmasını sağlamıştır. Bunun üzerine Suriye, Türkiye ve Türklere karşı bugün dahi etkisi süren büyük bir husumet beslemiş ve Türkiye aleyhtarı her türlü eylemi desteklemiştir. Bu husumetten Suriye sınırları içinde yaşayan Türkler de nasibini almıştır. Suriye Türklerinin 1936’dan itibaren Türkçe konuşma ve yazmaları yasaktır. Her türlü kültürel haklardan mahrumdurlar ve büyük bir ekonomik baskı altında bulunmaktadırlar. Ayrıca her türlü asimilasyona tabii tutulan soydaşlarımıza, özellikle Türk sınırına yakın bölgelerde iskan izni verilmemekte ve buralarda yaşayanlar da zorla başka yerlere göç ettirilmektedir.

Hatay istisna tutulursa Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin Suriye Türklerine yönelik bir politikasından bahsetmek mümkün değildir.

Suriye’nin PKK’ya verdiği destekten rahatsız olan Türkiye (14 yıl PKK ile ortak hareket eden) Suriye’ye karşı 1998 yılına gelindiğinde çok ciddi bir tepki verdi.

1998 Ağustosunda ordunun komuta kademesinde olağan değişiklikler yapıldı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan Genel Kurmay Başkanlığı’na getirilen Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş’e tarihi bir bilgi verdi. Özeti şöyleydi. Milli Güvenlik Kurulunun Temmuz 1998 toplantısında, terörle mücadele bağlamında PKK’nın en önemli desteği konumundaki Suriye ‘ye karşı ciddi yaptırımlar uygulanmasına karar verildi. Suriye, bu konudaki ciddiyetimizi ve kararlığımızı anlamalı. Bunun yöntemi üzerinde çalışır, zaman geçirmeden uygulamaya geçelim[48].

1 Eylülde göreve başlayan Ateş 16 Eylül 1998 günü Reyhanlı’da, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkış ve yakalanışı sürecinin başlangıcı olarak kabul edilen tarihi konuşmasını yaptı[49].

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın açıklamasını 1 Ekim 1998 tarihinde Yasama Yılı’nın açılış konuşmasını yapan dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin ve Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Suriye’nin Türkiye’nin sabrını taşırdığı yolundaki açıklamaları izledi[50].

Sonraki günlerde yine Demirel ve dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz Suriye’yi APO’yu vermesi konusunda uyaran açıklamalar yaptılar.

Bu açıklamalar sürerken Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in Ankara ziyareti sırasında konunun görüşmeler yoluyla çözme önerisine karşılık Türk Hükümeti olumsuz cevap verdi. Türkiye’nin talebini anlatan dosyalarla birlikte Mübarek’i Şam’a gönderdi.

PKK yüzünden Türkiye ile sorun yaşayan Iran Dışişleri Bakanı Harazi’de Mübarek gibi tekliflerle geldi ve aynı şekilde ülkesine gönderildi[51].

Ankara Şam’a “ya savaş ya Öcalan ve PKK” diyordu.

Türkiye’nin kararlı tutumunu anlayan Suriye 15 yıldan beri ilk kez PKK terör örgütü konusunda sınırda yetkiliklerle bir dizi toplantılar yapılacağını bildirmiştir[52].

Türkiye ve Suriye heyetleri terörizmle mücadele de işbirliğini görüşmek üzere 19-20 Ekim 1998 tarihlerinde Adana’da bir araya gelmişlerdir.

Varılan mutabakata göre: Öcalan şu andan itibaren Suriye’de değildir ve kesinlikle Suriye’ye girmesine izin verilmeyecektir, PKK’nda Suriye’ye girmesine ve şu andan itibaren faaliyet göstermesine izin verilmeyecektir. Birçok PKK’lı tutuklanmış ve adalete teslim edilmiştir. Listeleri de Türk tarafına verilmiştir[53].

Böylece imzalanan anlaşma ile Suriye, Türkiye’ye karşı yıllarca uyguladığı teröre destek politikasını bırakmıştır.

Türkiye ile Suriye ilişkisinde karşılıklı ziyaretler Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında sınır dışı edilmesinden sonra, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000’de Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmasıyla başlamıştır.

Beşer Esad Türkiye’yi ziyaret etti (6 Ocak 2004). Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 22 Aralık 2004 Tarihinde Suriye’ye gitti. Bu ziyarette Suriye Başkanı Muhammed Naci Otri ile bir görüşme yaptı .( Otri Temmuz 2004’de Türkiye’ye gelmişti). Otri “Dicle Nehrinden çektikleri suyun oranını artırmak” istediklerini Erdoğan’a iletti. Görüşmeler sonunda Suriye’nin Dicle Nehrinden sağladığı su miktarı 500 metreküpten, 850 metreküpe çıkarılmıştır.

Görüşmelerde iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması da imzalanmıştır. Ayrıca iki ülke arasındaki ticaret hacminin de 821 milyon dolardan 2 milyar dolara çıkarılmasının amaçlandığı da açıklanmıştır.[54].

Türkiye Suriye ilişkisinde üst düzey görüşmeler yapılırken kültürel ilişkiler üzerinde de durulmaktadır. 2003 yılının Ekim ayında Türkiye, Suriye’de Kültür ve Tanıtma Müşavirliği kuruldu. Ancak kültürel ilişkilerin henüz olması gereken yerde olmadığı ve üniversitelerin üzerine düşen görevleri yapamadığı konusunda düşünceler mevcut[55].

Suriye’de yaşayan Türkler, Türkiye Suriye gerginliği sürerken Türklüklerini inkar ediyorlardı, şimdi herkes bir Türk akrabası olduğunu söylüyor[56].

İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi Türkiye’nin Suriye ile 1938 yılından beri devam eden Hatay sorununu, başbakan Erdoğan’ın Suriye gezisi sırasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasına eklenen bir madde ile çözüldüğünü yazdı. İki ülke ek bir maddeyle birbirinin sınırlarını tanıdı, dolayısıyla Şam, Hatay’ın Türkiye’nin sınırları içinde yer aldığını kabul etti, şeklinde bir açıklama aynı gazetede yer almıştır.

Türkiye dışişleri yetkilileri Suriye ile imzalanan anlaşmanın giriş bölümünde karşılıklı olarak sınırlarını tanıdıklarını beyan ettiklerini ancak bu yöndeki hükümlerin son dönemde imzalanan başka anlaşmalarda da yer aldığını ifade ettiler. Türkiye’nin Suriye ile bir sınır sorunu mevcut değildir. Hatay 1939’dan beri Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindedir. Bu Birleşmiş Milletleri’nde dünyanın da kabul ettiği bir olgudur şeklinde açıklama yaptılar.[57]

25 Eylül 2004 tarihinde de Mersin’de iki ülke arasında gelecekte başta turizm ve ticaret olmak üzere nelerin yapılabileceği konusunda görüşmeler yapıldı. Deniz ve demir yolu konusunda iki ülke arasında ulaşımı kolaylaştıracak projeler ele alındı[58].

Ahmet Necdet Sezer ABD’nin ve AB’nin iptal etmesini istedikleri Suriye gezisini plânladığı gibi 13-14 Nisan 2005 tarihinde gerçekleştirdi.[59].

Siyasi ve ticari ilişkiler bu şekilde geliştirilirken Suriye’nin Büyük Suriye hayali unutulmadan, Türkiye Suriye ile özellikle kültürel ilişkilerini de geliştirmelidir. Ayrıca Suriye’deki Türkler de ilgilenmeli, bağlantı kurulmalıdır. Türkiye Suriye’deki Türkleri sahipsiz bırakmamalı onlarla tarihten gelen ahlaki ve vicdani sorumluluğu çerçevesinde bağlarını sürdürmelidir. Bu ilişki hiçbir zaman Suriye’deki Türkleri kışkırtmaya yönelik değil barışçı olmalıdır. Başbakan Erdoğan’ın ziyaretinde bu konuların ele alınmamasın büyük bir eksikliktir.

Büyük Atatürk 1933 yılından itibaren 175 Türk gencini Hatay’dan getirterek Türkiye’de burslu okumalarını sağlamıştır.[60]

Bugün de Suriye’de yaşayan Türk gençlerine, Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Topluluklarına tanınan kontenjan çerçevesinde hak tanınarak Türkiye’de yüksek öğretim imkânı sağlanmalıdır.

Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Erdoğan’ın temaslarıyla Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönemden söz etmek açıkça mümkünken o tarihte de belirttiğim gibi Suriye’de yaşayan Türklerle ilgili olumlu bir girişimden maalesef söz edemiyoruz.

SURİYE’NİN BUGÜNKÜ DURUMU

Bugüne geldiğimizde her şeyden önce Suriye’deki iç savaşın ne zaman ve nasıl başladığına kısaca bir bakmamız gerekir:

Aslında olaylar ‘Arap Baharı’ adı altında 2010 yılının sonlarında Tunus’da başladı.[61]Daha sonra Cezayir, Ürdün, Yemen, Libya, Bahreyn‘de görülen çatışmalar bugün Suriye’de bütün hızıyla devam ediyor. 15 Mart 2011’de Suriye’nin güneyindeki Der’a kentinde başlayan sokak gösterileri ile ‘Arap Baharı’ Suriye’ye gelmiş oldu. Adı geçen ülkelerde birçok insan hayatını kaybederken bazılarında rejim değişiklikleri yaşandı. Ancak daha önceki ülkelerden farklı olarak Suriye’deki gösteriler rejim kuvvetleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı insanlar ya hayatlarını kaybettiler ya da tutuklandılar. Suriye’deki rejim arkasına Rusya-İran desteğini alarak ülkeyi iç savaşa sürükledi. Bugün hala devam eden bu iç savaşta barış zamanı da çok rahat olduklarından söz edemeyeceğimiz Türkmenler hedef haline geldiler. Türkmenler, hem rejim kuvvetleri hem ülkedeki radikal unsurlar hem de diğer ayrılıkçı örgütlerin çatışma menzilinde adeta çapraz ateş arasında kaldılar.

         Günümüzde Suriye’de 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır. Bu sayı 2012’de ORSAM’ın yaptığı saha araştırmasına dayanmaktadır. Azımsanmayacak bir çoğunluğa sahip olmalarına rağmen uzun yıllar boyunca siyasi ve sosyal baskılara maruz kalan Türkmenler arasında siyasi bir hareketin gelişmediğini görmekteyiz. Ancak iç savaşın başladığı 2011’den itibaren oluşan konjonktürel zeminde Türkmenler arasında tepkisel ve kültürel bir milliyetçilik gelişmeye başlamıştır.

           Suriye’de 2011 yılında başlayan süreçte Suriye Türkmenleri hali hazırda Esad rejimine karşı hareket eden muhalif kanadın içinde yer almaktadırlar. Rejimin doğrudan doğruya hedefi haline gelen Suriye Türkmenleri savaşta ciddi anlamda kayıplar vermişlerdir.[62]

            Uzun yıllar Esad rejiminin uygulamaları çerçevesinde hiçbir şekilde örgütlenme imkânı bulamayan Suriye Türkmenleri Mart 2011’de başlayan halk ayaklanması sürecinde bu boşluğu doldurma çabası içine girmiştir. İlk örgütlenme çabaları bu dönemde ortaya çıkmıştır.Özgürlük mücadelesi başlayınca bunları siyasi kazanca çevirecek bir yapıya ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle Türkiye’de yaşayan Türkmenlerin girişimi ile 2012 yılında Suriye Türkmenleri platformu kurulmuştur. Platform, Suriye Türkmenlerinin meşru temsilcisi olması ve her türlü müzakereyi yürütmesi amacıyla Suriye’den seçilecek delegeler yoluyla bir Suriye Türkmen Meclisi’nin kurulmasını hedeflemiştir. Bu faaliyetler sonucunda 29 Mart 2013 tarihinde Türkiye’nin de desteğiyle Suriye Türkmenlerinin uluslar arası alandaki meşru temsilcisi olma hedefi ile tüm Türkmen oluşumlarını tek çatı altında birleştiren Suriye Türkmen Meclisi kurulmuştur. Türkmen Meclisi’nin 42 üyesi vardır. Bu üyeler tüm bölgelerin temsilcileri tarafından demokratik bir şekilde seçilmiştir. Bu meclis içerisinde bütün partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri bulunmaktadır. Suriye’deki Türkmenler artık bu meclis tarafından temsil ediliyor. Suriye’deki Türkmenlerin bütün faaliyetleri bu meclis aracılığıyla yürütülmektedir. Bu nedenle bizde Suriye Meclis Başkanı Abrurahman Mustafa ve danışmanı Miray Vurmay Güzel’i referans olarak alıyoruz.

Son günlerde Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı aynı zamanda stratejik bir bölge olan Bayırbucak’a havadan ve karadan yapılan saldırılar çok arttığı için konuya buradan başlamak sanırım daha doğru olacak.

Bayırbucak’da Türkmenler Kasımın ortalarındanberi havadan Rus karadan ise Esad ve Hizbullah’ın ağır ateşi altındalar. Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa Hama ve Humus’ta Türklmenlerin etnik arındırmaya tabii tutulduğunu şimdi sıranın Bayırbucak bölgesine geldiğini, aslında üç yıldır buraya Esad güçlerinin varil bombası attığını ifade ediyor.  Burada yaşayan Türkmenler çatışmalarda direniş gösterip köylerini terk etmemişlerdir fakat Rus bombardımanından sonra köylerinde kalamamışlardır. 30 Eylül’den bu yana Rus bombardımanına maruz kalan Türkmenler 29 Kasım’da Kızıldağ ( deniz tarafından Bayırbucağın kuzey batısındadır) düşmesine rağmen bölgede direniş göstermektedirler. Çünkü biliyorlar ki bu dağa hakim olan stratejik olarak önemli olan bu bölgeye hakim olur. Ayrıca Türkmenler burası benim toprağımdır, köyümdür, toprak namustur diyerek insanüstü bir çaba harcıyorlar ve savunmaya devam ediyorlar.

Ancak Suriye’deki iç savaş tamamen uluslar arası aktörlerin mücadele alanına dönüşmüş durumda bu nedenle orada ne kadar Türkmen’in ya da başka etnik gruplardan ne kadar insanın öldüğünün maalesef fazla bir anlamı olmadığı görülüyor.

Bugün Suriye’de yüzbinlerce Suriyeli öldürülmüş ve yaralanmış, 10 milyona yakın Suriye vatandaşı doğduğu ve yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat yine de bu savaşda en mağdur grup Türkmenlerdir.

- Çünkü değişik bölgelerde değişik gruplar tarafından saldırlar hep Türkmenler yönelik olarak yapılmaktadır.

- Savaşın başından bu yana 35 bin Türkmen şehit olmuştur:

- Hama ve Humus Türkmenleri rejim tarafından etnik temizliğe maruz kalarak köylerini tamamen boşaltmak zorunda kalmışlardır.

- Şam-Golan(Golan Şam’ın bitişiğindedir, Golan Türkmenleri birinci göçlerini İsrail’in işgalinde, ikinci göçlerini de Esad zamanında yaşadılar) Türkmenleri tümüyle rejimin ablukası altındadır.

-Halep’teki Türkmen köyleri 2 yıldır İŞİD’in kontrolü altındadır.

- Mayıs 2015’de Tel Abyad Türkmenleri PYD’nin tehcirine maruz kalmışlardır (PYD önce batılı güçlerle işbirliği yaparken daha sonra aynı ideolojiyi paylaştığı Rusya ile birlikte hareket etmeye başladı)

- Bayırbucak Türkmen bölgesi de havadan Rus karadan da rejim destekli Hizbullah’ın ateşi altındadırlar.

Suriye Türkmen Meclis Başkanı’nı danışmanı Güzel’e göre: ’Bayırbucak Türkmen bölgesine saldırının üç anlamı vardır. Herşeyden önce Akdeniz’e uzanacak Kürt koridorunu açma hedefi var ve Esad da masada anlaşmaya giderse kendisine Nusayri/Alevi devleti kurulabileceği toprakları genişletmek istiyor ve bunların yanında saldırılarla Türkiye’yi rahatsız etmek için de çaba harcanıyor.

Rusya’nın bir diğer amacı da bölgedeki ve özellikle de Suriye’deki çıkarlarını özellikle masaya oturulduğu takdirde masadaki elini güçlendirmeye çalışıyor. Güzel, Rusya’nın Akdeniz’deki 100 yıllık projesini gerçekleştirmek istediğine dikkat çekiyor.

Güzel, Türkmenlere yardım eden tek gücün Türkiye olduğunu ve Aynel Arap/ Kobani’deki olaylar bütün dünyanın gündemindeydi, dünya nerdeyse PYD ve YPG için topyekûn seferber olmuştu fakat Türkmenler için aynı tepki verilmedi diyor.

Doğru söylüyor ama buna şunu da eklemek lazım Abdurrahman Mustafa Türkiye’nin savaşın başındanberi Suriye’deki bütün muhalif gruplara yardım yaptığını açıklıyor.[63]

Suriye’deki Türkmenler manevi olarak inanmışlar ve ciddi bir şekilde kendilerinin de sloganlaştırdıkları gibi ‘ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ’ veriyorlar. Dileğimiz tabiî ki bunun gerçekleşmesi ancak şartlar buna çok imkân verecek gibi görünmüyor.

Abdurrahman Mustafa verdiği röportajda Bayırbucak bölgesinin sahil tarafı olan Bucak kısmı rejimin elinde, Bayır yani Türkmen Dağı bölgesi ise Türkmenlerin elinde. Bayır bölgesi Hatay ile sıfır noktadadır. Rusya işte bu noktayı vuruyor. Bayırbucak bölgesi Suriye rejimi ve Rusya için neden önemli? Suriye’de iki önemli proje var. Kürt koridoru olacaksa Bayırbucak bölgesinin alınması gerekiyor. Nusayri devleti kurulacaksa ve Bayırbucak Türkmenlerinin kontrolünde olursa Türkiye ile sınır olamayacaksın, iki projede de Bayırbucağın düşmesi gerekiyor. Yapılan ropörtajda bu iki projenin birbiriyle çatışıp çatışmayacağına cevap olarak Abdurrahman Mustafa iki projenin sahibi de aynı olduğu için çatışmayacak cevabını veriyor. Yapılmak istenen nedir? Sorusuna cevabı çok ilginç ‘Bosna’da yapıldığı gibi Bosna Savaşı’nda Sırplar önce katletti, sonra katledip çaresiz bıraktığı bir toplumu barış masasına oturtmaya zorladı. Bizi öldürüp, katillerimizle masaya oturtmaya çalışacaklar. Ama Türkmenlerin inancı bu konuda da tam ‘Türkiye ve Türkmenler buna izin vermeyecek’ diyorlar.

Türkmen Meclis Başkanı Abdurrahman Mustafa’yı umutlandıran konulardan bir tanesi de özellikle Türkmendağı vasıtasıyla Türkmenlerin sesinin duyulması olmuştur. Abdurrahman Mustafa Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurum ve kuruluşlarıyla yanlarında olduğunu; Kızılay ve AFAD’ın Türkmen kardeşleri için seferber olduğunu, Türk basınının seslerini duyurmak için gece gündüz çalıştığını, sivil toplum kuruluşlarından, meslek örgütlerinden, sendikalardan yardım ve destek telefonlarının yağdığını belirtiyor. . Abdurrahman Mustafa bütün bu desteklerden memnuniyet duyduğunu ancak bu destek iki yıl önceverilseydi durumun çok farklı olacakdı diyor.

Aynı röportajda kendisine Mit tırlarıyla ilgili soru sorulduğunda net bir cevap vermiyor.[64] Bu konuda net cevabı MHP’nin bölgeye gönderdiği komisyonun başkanı Gaziantep Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Prof.Dr.Ümit Özdağ bölgeyi ziyaretten sonra yaptığı açıklamayla veriyor.[65]

Abdurrahman Mustafa, Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihi’nin kendisini her gün arayıp destek verdiğini de ifade etmiştir.[66]

Abdurrahman Mustafa verilen bu desteklerden dolayı Türkmenlerin morallerini çok yüksek olduğunu belirtmekle birlikte durumun tesbitini de çok isabetli bir şekilde yapıyor:

- Suriye’de radikal güçleri yaratan uluslar arası güçlerdir.

- Bayırbucak kaybedilirse Türkmenler Suriye’deki varlığını kaybederler, bu nedenle varlığımızı devam ettirebilmek için hakim olmamız lazım

- Bayırbucağı kaybettiğimiz takdirde bin yıldır yaşadığımız topraklarda Esad döneminden bile kötü vaziyete düşeriz

-Baas, Hristıyanlar, PYD, İŞİD herkesin elinde bir Türkmen politikası var. Ama biz yine de ümitle bakıyoruz. Çünkü Tel Abya’dan itibaren yavaş yavaş Türkmen varlığından bahsedilmeye başlandı.

-Türkiye Suriyeli mültecilere inanılmaz bir şekilde yardımcı olmasına rağmen uluslar arası toplumda yeterli destek ve ilgiyi görmedi. Türkiye’nin bu konudaki çabaları savaş sonrası yaşanacak süreçte etkili olmak.

           - Terör örgütlerini Türkiye sınırına konuşlandırarak terörü Türkiye’ye taşımak istiyorlar

- Göçmen göndererek Türkiye’yi sıkıştırıyorlar

- Türkiye Güvenli Bölge konusunda ısrar ediyor ama hem Rusya hem de batı buna karşı çıkıyor. (Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa’nın danışmanı Güzel; ‘’Güvenli Bölge ya da diğer adıyla terörden arındırılmış bölge meselesinin kendileri ve Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor ve Güvenli Bölgenin, söz konusu Türkmen karekterinin korunması için elzem olduğunu belirtiyor. Güvenli Bölgeye Türkiye’ye dost grupların yerleştirilmesi durumunda, Türkiye’nin güney sınırlarının da güven altına alınacağını belirtiyor. Türkiye’deki Türkmen kamplarının bu bölgeye taşınması durumunda, Suriye Türkmen Meclisi’nin hayata geçirmeye çalıştığı ‘köye dönüş projesi’nin uygulama aşamasına geçebileceği ve böylece başta PYD tarafından uygulanmak istenen demografi değiştirme politikasının engellenebileceği anlama geliyor. Güvenli Bölge ayrıca PYD kantonlarını birleştirip oluşturmaya çalıştığı sözde ‘Kürt Kuşağına’ hem fiziki hem de siyasi olarak set çekeceğini düşünüyor. Sonuç olarak Güvenli Bölge, Suriye’nin Kuzeyi’ndeki bölücü oluşumların önüne geçerek Suriye’deki savaşın gidişanı değiştirecektir.)[67]

-Abdurrahman Mustafa Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da güvenli bölge ile ilgili düşüncesinden bahsederek Erdogan’ın bu bölgeyi ‘ Fırat’la Azez arası değil Fırat’la Akdeniz arası’ olarak tanımladığına dikkat çekiyor. ( Ancak 24 Kasım 2015’de Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye daha da hareketlendi. Rusya PYD’ye Halep’in kuzeyinde Türkiye sınırında ‘Güvenli Bölge’ ilan edilmesi planlanan ve Türkiye’nin kırmızıçizgisi ilan edilen Azez-Cerablus hattında ilerlemesi için yoğun hava desteği sağlamaya başladı. PYD halıhazırda kontrol ettiği Afrin ve Kobani’yi birleştirmek için Rus şemsiyesi altında iki yönden harekete geçti. Bir yandan 5 gündür muhaliflerin Azez’deki cephe hatlarına saldıran PYD, diğer yandan Fırat’ın geçebilmek için Cerablus’ta İŞİD ile çatışıyor. YPG güçleri de üç gündür Rusya’nın hava desteğiyle İşid’in kontrolünde bulunan Fırat’ın batısındaki Cerablus’a ilerleme çabasına ağırlık verdi. YPG ile İŞİD arasında YPG’nin kontrolünde bulunan Zor Magar köyünün batısında, Fırat nehrinin iki tarafında şiddetli çatışmalar yaşanıyor).[68]

-Abdurrahman Mustafa, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduklarını ve bunun içinde bir ‘B Planı’nın olması gerektiğini ifade ediyor.

MHP’nin bölgede görevlendirdiği heyetin başkanı Gaziantep milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Ümit Özdağ bölgeyi ziyaretten sonra yaptığı açıklamada: ‘ Bayırbucak’taki Türkmenlerin çok zor şartlar altında insanı şaşırtan bir mücadele yürüttüklerini ve AKP Hükümeti’nin takip ettiği Suriye politikasının ağır bedelini sadece Türkiye’nin değil Ortadoğu Türklerine de ağır bedel ödettiği iyiden iyiye netleşmiş durumdadır. Türkiye’nin yaptığı insani yardımların çok önemli olduğunu kabul etmekle birlikte bunun yeterli olmadığını da kabul etmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti büyük ve güçlü bir devlettir. Ancak artık bu büyük ve güçlü devleti yönetenlerin her vesileyle olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin gücünü test etmesinler şeklinde bölgede ciddiye alınmayan ve dış politikada hiçbir şey ifade etmeyen açıklamaların ötesinde Türkiye’nin milli menfaatlerini korumak ve çevre coğrafyalardaki kardeşlerimizin insan haklarından kaynaklanan haklarını savunmanın vakti gelmiş geçmiştir. Şu ana kadar başbakanın yaptığı açıklamalardan ne Şam’ı ne de Moskova’yı Bayırbucak’a yapılan saldırılardan caydıracak, geri adım attıracak herhengi bir somut önlem alınmadığı görülmektedir. AKP Hükümeti tarafından yapılan açıklamalardan çıkan sonuç da önlem alma niyeti olmadığını göstermektedir.’[69]

Burada Sayın Özdağ’ın yaptığı açıklamaların son derece önemli ve isabetli olduğunu görüyoruz. Muhalefet partisinin yaptığı açıklamalar ne kadar önemli olursa olsun iş yürütmede bitiyor. Bu nedenle bir an önce harekete geçilmelidir. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatlerini korumaktır. Takip edilen Türk dış politikasında Türkiye’nin menfaatlerini korumak kadar bize yakın ya da uzak coğrafyada yaşayan kardeşlerimizin de hak ve hukuklarına da sahip çıkmaktır. Bu sahip çıkıp çıkmama meselesi belki bugünün meselesi değil ama Türkiye bölgede ve dünyada ‘büyük devlet’ olduğu iddiasında olduğu için bu iddianın gereğini de yerine getirmesi gerekmektedir.

Suriye bağlamında olaya baktığımızda Türk bölgelerine yapılan taaruzlarla Türkmenler göçe zorlanmakta ve onlardan açılan bölgelere Kürtler yerleşmektedir. Bizi buna götüren somut olaylardan birisi Aynel Arap/Kobani’deki olaylar sırasında Kuzey Irak yönetiminden gelen desteğin Türkiye Cumhuriyeti topraklarından geçmesidir (bu geçiş bir cumhuriyet bayramında 29 Ekim 2014’de gözümüzün içine baka baka gerçekleşmiştir). Daha sonra da PKK, PYD, ABD ve İngilizlerin desteğiyle İŞİD Aynel Arap/Kobani’den çıkartılarak Kürtler yerleştirilmiştir. Aynı olaylar sırasında Suriye’nin PKK’sı YPG Amerika tarafından ortak ilan edilmiştir.

Bu dönemde Suriye’de PYD, YPG güçlenirken Türkiye’de de PKK güçlenmektedir. Eylemlerini artıran PKK şehirlerde hendekler kazarak, özerklikler ilan ederek yoluna devam etmektedir.

Abdurahman Mustafa kendilerini Bosna Türklerine benzetirken ben daha çok Irak’taki Türkmenlere benzetiyorum. Bugün Suriye’de tartışılan ‘Güvenli Bölge’ 1990’lı yıllardaki 36. Paraleli hatırıma getiriyor. Sonuçları herkesçe malum. Türklerin yaşadıkları yerler bu güvenli bölgenin dışında kalmış ve Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmuştu. Bugün Suriye’de de aynı şekilde Aynel Arap/Kobani’den sonra Tel Abyad’a İŞİD’in çekilmesiyle PYD girmiştir. Amaç Hatay sınırına dayanmaktır. Bayırbucağı vurmalarının temeli de buna dayanmaktadır. Ümit ederim Suriye’deki Türkmenlerin durumu Iraktakilere benzemez.

Suriye’deki Türkmenler basından açık bir şekilde takip ettiğimiz gibi çok ağır şartlar altında direniş göstermektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti’ni desteğiyle oluşturulan Suriye Türkmen Meclisi’nin ve Suriye’de cephelerde savaşan Türkmen mücahitlerin ümitlerinin boşa çıkarılmamasıdır.

       

KAYNAKLAR

Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu TTK Basımevi, Ankara, 1996, s.10.

Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bakanlığı Yayınları, C.1, Ankara 1994, s.45.

Avrasya Dosyası, Yayın Kurulundan, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.6.

Ayın Tarihi, Ocak 1937, No: 38, s. 129

Ayın Tarihi, Kasım 1936, No 36, s.92-94

Başbakan Erdoğan’ın Suriye gezisi nedeniyle Şam’dan yayınlanan İskele Sancak Programına katılan Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Ahmet Arslan ve Şam Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mehmet Yuva’nın görüşleri Kanal 7, İskele Sancak, 24 Aralık 2004.

Bila, Fikret; “Hangi PKK” Milliyet 21 Ekim 2004.

Çaşin, Mesut; “Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar, 1995, s.55.

Doğanay, M. Zekai; Altun A. Fikret; Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan Değerlendirilmesi - Körfez Harbi ve Alınan Dersler, Ankara, 1994, s.465.

Erciyes, Erdem; Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul 2004, s.106.

Erkin, Feridun Cemal; Dışişlerinde 34 Yıl: Anılar, Yorumlar, TTK Yayınları, C.1, 2. Baskı, Ankara, 1987,s.86.

Gönlübol, Mehmet; Olaylarla Türk Dış Politikası, (1919-1995), Elif Matbaası, Ankara, 1989,s.129.

Güzel Vurmay, M iray; ‘’Suriye Türkmenleri’nin ‘onur ve özgürlük mücadelesi’, TÜRKBoyları, Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi, Sayı: 26 Nisan 2015, s.9-12

Güzel Vurmay, Miray; Kendisinden edindiğim bilgi notundan

Haberiniz.com.tr de konu ile ilgili video izlenebilir

http://tr.sputniknews.com/turkish.ruvr.ru/2013_12_24/Arap-bahari-ishte-bashladi/

Hürriyet 10 Ocak 2005.

Hürriyet 19 Ekim 1998.

Hürriyet 22 Ekim 1998.

Karakaya, Bahattin; “Suriye Dosyası”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.243.

Kirişcioğlu, Fatih; “Suriye Türkleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.132-133.

Kocaoğlu, Mehmet; Uluslararası Ilişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.326-327.

Köni, Hasan;, “Büyük Suriye Projesinin Tarihi Gelişimi”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.46.

Milliyet 15 Nisan 2005.

Milliyet 7 Kasım 1998.

Milliyet.com.tr 1.12.2015

Orhonlu, Cengiz; “Suriye Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976, s.1136-1137.

Ortadoğu’da Su Sorunu Bölgesel ve Sınırlarıaşan Sular Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Haziran 1996, Ankara, s.17.

 

Öğüt Özgür; “Iskenderun Kurtuluş Örgütü”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s 247.

Över, Kıvanç Galip; “Hicaz’da Soru İşareti: Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye, Türk Dünyası Özel II, a.g.e., s.1687.

 

Öztürk, Nazif;“Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı II, a.g.e, s.1677.

Sabah 17 Eylül 1998.

Sabah 2 Ekim 1998.

Sabah 23 Aralık 2004.

Sabah Gazetesi, 30.11.2015, İsa Tatlıcan Röportajı

Sander, Oral; Siyasi Tarih - İlk çağlardan 1918’e -, Ankara, 1989, s.270-271.

Sökmen, Tayfur; Hatayın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara 1992, s.9

Yılmaz, Türel; “Atatürk Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Cumhuriyet’in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,  Ankara, 1998, s.14.

TV8.27.09.2004, Hulusi Kılınç, Türkiye’nin Halep Başkonsolosu.

TRT Avaz/ Düşünce Avazı proğramı 1Aralık 2015

Uçarol, Rıfat;Siyasi Tarih, IV.Baskı, Filiz Kitabevi,İstanbul,1995,, s.587-588.

Uzunçarşılı, Hakkı İsmail; Osmanlı Tarihi, Ankara,  3. Basım, C. II/I, 1975, s.284-286.

Ünal, Tahsin; Türk Siyasi Tarihi,1700-1958, Emel Yayınları, 4. Baskı, Ankara,1997, s.576-577.

Vurmay, Miray; TUSAM Ortadoğu Masasında Araştırmacı, Yeni Çağ, 29 Kasım 2004

Yeni Türk Ansiklopedisi, C. 4, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985, s.1235. Yeni Türk Ansiklopedisi, 10. Cilt, Ötüken Yayınları, İstanbul, Suriye Maddesi, 1985, s.3746.

Zafer, Kaya; Suriye’de Türk Varlığı (1918 ve Sonrası Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü), Ankara, 1987. s.67


[1] Çaşin, Mesut; “Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar, 1995, s.55.

[2] Zafer, Kaya; Suriye’de Türk Varlığı (1918 ve Sonrası Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü), Ankara, 1987. s.67-69.

[3] Çaşin, Mesut; a.g.m.,s.56.

[4] Kirişcioğlu, Fatih; “Suriye Türkleri”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.132-133.

[5] Uzunçarşılı, Hakkı İsmail; Osmanlı Tarihi, Ankara,  3. Basım, C. II/I, 1975, s.284-286.

[6] Yeni Türk Ansiklopedisi, 10. Cilt, Ötüken Yayınları, İstanbul, Suriye Maddesi, 1985, s.3746.

[7] Sander, Oral; Siyasi Tarih - İlk çağlardan 1918’e -, Ankara, 1989, s.270-271.

[8] Çaşin, Mesut; a.g.m.,s.57.

[9] Köni, Hasan;, “Büyük Suriye Projesinin Tarihi Gelişimi”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, s.46.

[10] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.133.

[11]Erkin, Feridun Cemal; Dışişlerinde 34 Yıl: Anılar, Yorumlar, TTK Yayınları, C.1, 2. Baskı, Ankara, 1987,s.86.

[12] Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bakanlığı Yayınları, C.1, Ankara 1994, s.45.

[13] Uçarol, Rıfat; a.g.e, s.587-588.

[14] Notanın metni için bkz. Ayın Tarihi, Kasım 1936, No 36, s.92-94.

[15] Uçarol, Rıfat; a.g.e.,s.587-588.

[16] Sökmen, Tayfur; Hatayın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara 1992, s.9

[17] Gönlübol, Mehmet; Olaylarla Türk Dış Politikası,a.g.e., s.129.

[18] Statü metni için bkz. Ayın Tarihi, Ocak 1937, No: 38, s.95-99.

[19] Yılmaz, Türel; “Atatürk Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Cumhuriyet’in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,  Ankara, 1998, s.14.

[20] Ünal, Tahsin; a.g.e., s.576-577.

[21] Yeni Türk Ansiklopedisi, C. 4, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1985, s.1235.

[22] Özkan, Nevzat; a.g.e, s.270.

[23] Öztürk, Nazif;“Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı II, a.g.e, s.1677.

[24] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.134-135.

[25] Orhonlu, Cengiz; “Suriye Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976, s.1136-1137.

[26] Orhonlu, Cengiz; a.g.m.,s.1135.

[27] Öztürk, Nazif; a.g.m.,s.1680.

[28] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.140.

[29] Orhonlu, Cengiz; a.g.m.,s.1136.

[30] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.140.

[31] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.139-140.

[32] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.140.

[33] Över, Kıvanç Galip; “Hicaz’da Soru İşareti: Suriye Türkleri”, Yeni Türkiye, Türk Dünyası Özel II, a.g.e., s.1687.

[34] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.139.

[35] Över, Kıvanç Galip; a.g.m.,s.1687.

[36] Kirişçioğlu, Fatih; a.g.m.,s.139.

[37] Över, Kıvanç Galip; a.g.m.,s.1687.

[38] Vurmay, Miray; TUSAM Ortadoğu Masasında Araştırmacı, Yeni Çağ, 29 Kasım 2004

[39] Öğüt Özgür; “Iskenderun Kurtuluş Örgütü”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s 247.

[40] Karakaya, Bahattin; “Suriye Dosyası”, Avrasya Dosyası, İlkbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.243.

[41] Vurmay, a.g.y.

[42] Avrasya Dosyası, Yayın Kurulundan, Ilbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.6.

[43] Avrasya Dosyası, Yayın Kurulundan, Ilbahar - Yaz 1998, Cilt 4, Sayı 1-2, s.7.

[44] Erciyes, Erdem; Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul 2004, s.106.

[45] Ortadoğu’da Su Sorunu Bölgesel ve Sınırlarıaşan Sular Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Haziran 1996, Ankara, s.17.

[46] Doğanay, M. Zekai; Altun A. Fikret; Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan Değerlendirilmesi - Körfez Harbi ve Alınan Dersler, Ankara, 1994, s.465.

[47] Kocaoğlu, Mehmet; Uluslararası Ilişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.326-327.

[48] Bila, Fikret; “Hangi PKK” Milliyet 21 Ekim 2004.

[49] Sabah 17 Eylül 1998.

[50] Sabah 2 Ekim 1998.

[51] Milliyet 7 Kasım 1998.

[52] Hürriyet 19 Ekim 1998.

[53] Hürriyet 22 Ekim 1998.

[54] Sabah 23 Aralık 2004.

[55] Başbakan Erdoğan’ın Suriye gezisi nedeniyle Şam’dan yayınlanan İskele Sancak Programına katılan Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Ahmet Arslan ve Şam Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mehmet Yuva’nın görüşleri Kanal 7, İskele Sancak, 24 Aralık 2004.

[56] Aynı programda gazeteci Hüsnü Mahalli.

[57] Hürriyet 10 Ocak 2005.

[58] TV8.27.09.2004, Hulusi Kılınç, Türkiye’nin Halep Başkonsolosu.

[59] Milliyet 15 Nisan 2005.

[60] Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu TTK Basımevi, Ankara, 1996, s.10.

[61] http://tr.sputniknews.com/turkish.ruvr.ru/2013_12_24/Arap-bahari-ishte-bashladi/

[62] Güzel Vurmay, M iray; ‘’Suriye Türkmenleri’nin ‘onur ve özgürlük mücadelesi’, TÜRKBoyları, Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi, Sayı: 26 Nisan 2015, s.9-12

[63] TRT Avaz/ Düşünce Avazı proğramı 1Aralık 2015

[64] Sabah Gazetesi, 30.11.2015, İsa Tatlıcan Röportajı

[65] Haberiniz.com.tr’de konuyla ilgili video izlenebilir

[66] TRT Avaz/ Düşünce Avazı proğramı 1Aralık 2015

[67] Güzel Vurmay, Miray; Kendisinden edindiğim bilgi notundan

[68] Milliyet.com.tr 1.12.2015

[69] Haberiniz.com.tr’ de konu ile ilgili video izlenebilir

Doç. Dr. Meşküre Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı