DİBİMİZDE OLUŞAN BATAKLIK: SURİYE
 Bu sayfayı yazdır

DİBİMİZDE OLUŞAN BATAKLIK: SURİYE

Yazan  11 Ocak 2023

Yazan: Duhan Alptürk İNCE

Suriye gerek yaşanan iç savaş gerekse de sınırlarımızdan giren milyonlarca mülteci sebebiyle ülke gündemimizde sıkça yer bulan ve her vatandaşımızın bir şekilde takibinde olan bir konudur. Ülke gündemimize Tunus'ta bir kişinin özgürlük eylemi olarak kendini yakması ile başlayan Arap Baharı sürecinde giren ve yaşadığı iç savaş ile ülkemizi derinden etkileyen bir ülke konumuna gelmiştir. Yaşanan iç savaşta Suriye’den sonra en çok etkilenen ülke Türkiye olmuş ve günümüze kadar uzanan birçok farklı sorunla uğraşmak zorunda kalmıştır. Suriye İç Savaşı 2011’den beri devam eden ve ülke içinde birçok farklı etnik ve radikal grubun belirli bölgelerde kontrol elde etmesi ile sonuçlanan bir süreci kapsamaktadır. Bölgede etkin güç olan Türkiye, sahip olduğu 911 kilometrelik sınırı ile Suriye ile uzun yıllar yakın ilişkide olmuş ve sorunsuz bir politika izlemeye çalışmıştır. Ancak tarih boyunca Türkiye ile Suriye arasında birçok gerginlik ve sorun yaşanmıştır. Bu sorunlar genel olarak başta PKK olmak üzere Türkiye’ye karşı terör eylemlerinde bulunan birçok terör örgütüne Suriye’nin ev sahipliği yapması, ülkemizden doğarak Suriye topraklarına ulaşan su kaynaklarımızın yönetimi ile ilgili Suriye’nin devamlı bir sorun çıkartarak eleştirel bir tutum takınması ve son olarak ezelden beri Türklerin ana yurdu olan, Türklerin yaşadığı bir Türk toprağı olan Hatay üzerinde Suriye’nin asılsız ve hadsiz hak iddialarıdır. Bu başlıklar etrafında şekillenen farklı sorunlar ile iki ülke tarih boyunca birçok kez karşı karşıya gelmiş ve gerginlik yaşamıştır. Bu gerginlikler 1998 yılında iki ülke arasında imzalanan Hatay Mutabakatı ile bir nebze yumuşamış olsa da 2011 yılında başlayan iç savaş ile iyice şiddetli bir hal almıştır.

Adana Mutabakatı kısaca PKK terör örgütü lideri olan bebek katili Abdullah Öcalan’ın Suriye’de bulunması ve buna Suriye Devleti’nin müsaade etmesi üzerine Türkiye’nin takındığı sert tavrın sonucunda 20 Ekim 1998 yılında imzalanan bir mutabakattır. Mutabakat yaşanan bu durumun Türkiye için savaş sebebi sayılacağının açıklanması üzerine dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Bill Clinton’ın aracılığı ile imzalanmıştır. Süreçte ülkemizi Büyükelçi Uğur Ziyal temsil etmiş, karşı tarafı ise Siyasi Güvenlik Başkanı Tümgeneral Adnan Bedir Hasan temsil etmiştir. Bu mutabakat sonucunda Öcalan Suriye’den ayrılmak zorunda kalmıştır. Mutabakat imzalanmadan önce dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay’da Suriye sınırında yaptığı sert konuşma ile Türkiye’nin kaygılarını dile getirmiş ve bu işin devamında Türkiye’nin savaşa girebileceğinin sinyallerini vermiştir. Bu durum mutabakat konusunda Suriye’ye karşı net bir tavır göstermiş ve imzalanmasını zorunlu kılmıştır. Daha sonra 2010 yılında mutabakatın adı "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İş birliği Anlaşması" olarak değiştirilmiştir. Anlaşma 23 maddesi ile iki ülke arasında terör örgütlerine karşı bir iş birliği oluşturmakta ve başta PKK olmak üzere terör örgütlerine karşı tüm yardımları engellemeyi amaçlamaktadır. Yaşanan iç savaş sonucunda Adana Mutabakatı tekrar gündeme gelmiş ve 8 Ekim 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Sırbistan gezisi sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada; Barış Pınarı Harekatı’nın dayanağı olarak Adana Mutabakatını göstermiş ve açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştır: “Biz Adana Mutabakatına dayalı olarak oradayız. Adana Mutabakatına göre, rejim tarafından PKK'ya karşı tedbir alınmayacak olursa, bizim güçlerimizin onu kovalama hakkı vardır “.

Gelinen noktada Suriye ile ilişkiler yeniden ılımlı bir çerçeveye oturtulmak istenmektedir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı tarafından yapılan ılımlı açıklamalar ve Dışişleri Bakanının Büyükelçiler Konferansı kapanış konuşmasında Suriye hakkında yaptığı açıklamalar ile ilişkinin düzelme sinyalleri verilmiştir. 

Savaş öncesi ilişkilerin ilerlediği ve Esat ile kurulan yakın diyaloglar dönemi

Savaş öncesi dönem iki ülke için ilişkilerin ilerlediği ve karşılıklı adımlarla ülkeler arası bir diyalog oluşturulmaya çalışıldığı bir dönem olmuştur. Ülkeler arası sık sık üst düzey ziyaretler yaşanmış ve ilişkiler yoğun ve verimli bir döneme girmiştir. Özellikle Türk savunma sanayisinin ülkeye girmesi ve ortak bir savunma sanayi iş birliği Suriye için öncelikli bir konu olmuş ve o dönemlerde Suriye yönetimi Türkiye’ye geniş çaplı anlaşmalar teklif etmiştir. Özellikle yerli savunma sanayi ürünlerimize karşı Suriye’den yoğun bir talep gelmiş ve ülkelerinde fabrika kurarak üretim yapmayı dahi teklif etmişlerdir. Bu anlamda iki ülke arasında birçok savunma sanayi iş birliği toplantıları gerçekleştirilmiş ve bu toplantılara Suriye tarafını temsilen eski Savunma Bakanı olan General Hasan Kurmani katılmıştır. Hasan Kurmani, Sunni ve Türkmen kökenli olması sebebiyle birçok selefi örgütün ve etnik örgütün tepkisini çekmiştir. Özellikle Türkiye’ye yakınlığı sıcak karşılanmamıştır. Zaten bu toplantılardan bir yıl sonra 18 Temmuz 2012 tarihinde ulusal güvenlik toplantısında açık istihbarat olmasına rağmen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak bilinen muhalif güçler tarafından bombalı saldırı ile öldürülmüştür.

Yapılan bu hamle iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesini engellemek için yapılan net bir hamleydi. Ortadoğu gibi önemli bir enerji bölgesinde Türkiye savunma sanayisinin güçlenmesinin ve bölgesel bir etki oluşturulmasının engellenmesi için Hasan Kurmani’nin özellikle hedef seçilmiş olduğunu düşünmek çokta hayalperest bir düşünce olmamaktadır. Özellikle günümüzde Suriye’nin kuzeyindeki PKK uzantılı PYD terör örgütü yapılanmasını ve “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adı altında kurulan kürt devletini gördüğümüzde o dönem yapılan saldırıların amacını daha net görmekteyiz. Türkiye'nin bölgedeki etkinliği ne kadar azalır ve Türkiye bu bölgede ne kadar az yer alırsa bu durum ülkemize düşman olan bütün grupların güçlenmesine sebep olmaktadır.      

Bölgede savaş sirenleri çalmadan rol kapan aktörler

Bölgede savaş öncesi dönemde birçok farklı ülkenin askeri hareketliliği yaşanmıştır. Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Suriye’nin daveti üzerine Rusya donanması Suriye liman ve üslerini kullanmaya başlamıştır. Daha önce aktif şekilde Tartus Limanını kullanan Rusya savaşın başlaması ile beraber bu limandaki varlığını hızlı şekilde arttırmış ve Hymeymim hava üssünde daimi bir filo konumlandırmıştır. Daha sonralarda zaten Lazkiye Limanının kontrolünü tamamen ele alarak yüzlerce yıllık sıcak denizlere inme hayallerini yani Petro’nun ideasını gerçekleştirmişlerdir. Savaşın başlaması ile beraber Rusya bölgedeki askeri etkinliğini devamlı olarak arttırmıştır. Özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde önemli bir güç bulundurmaya başlamış ve bölgede önemli bir aktör olmuştur. Rusya bölgede resmi Suriye Hükümetini destekler şekilde açıklamalar yapsa da bölgedeki etnik ve radikal gruplarla ilişkiler kurmuş ve belirli destekler sağlamıştır. Rusya bölgede oluşan şartlara göre strateji geliştirerek oyun kurucu görevini başarı ile yerine getirmiştir. Özellikle Ukrayna Savaşı’na kadar bölgede ciddi bir güç olarak varlığını sürdürmüştür. Savaş ile beraber tecrübeli asker ihtiyacını karşılamak için bölgeden bazı birliklerini kaydırmak zorunda kalmış ancak halen bölgedeki gücünü korumayı başarmıştır.

Orta doğudan bahsederken Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ismini anmamak olmazdı. ABD’de bölgede savaşın ilk gününden beri çok etkin şekilde faaliyet göstermekte ve bölgenin şekillenmesinde Rusya ile mücadele içinde yer almaktadır. Özellikle bölgedeki enerjinin geleceği konusunda ABD ve Rusya arasında zorlu bir satranç maçına benzer şekilde stratejik bir savaş yaşanmaktadır. Bölgede savaşın ilk zamanlarında ortaya çıkan ve Irak ile Suriye’yi içine alan din temelli bir devlet kurmak isteyen IŞID’a karşı PKK uzantısı olan PYD/ YPG ile iş birliği yaparak bölgede etkinliğini arttırmıştır. Türkiye’nin yoğun muhalefetine ve tepkilerine rağmen ABD, PYD/YPG yapılanmasına önemli ölçüde silah, teçhizat, mühimmat ve askeri eğitim vermiştir. Ülkemiz için milli bir sorun haline gelen ve toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bu destek günümüzde halen sürmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 2016 yılından itibaren icra edilmeye başlanan ve Suriye’nin kuzeyinde gerçekleşen operasyonlar o bölgedeki terör örgütü yapılanmalarına karşı sınır güvenliğimiz için gerçekleştirilmektedir. Operasyon yapılan bölgelerin merkezi kontrolden uzak ve örgütlerin güdümünde olması bu bölgelerde önemli güvenlik açıklarına ve terör faaliyetlerinin gelişmesine sebep olmaktadır. Bu bölgelerden ülkemize karşı birçok kanlı eylem gerçekleştirilmekte ve halkımızın can güvenliği tehlikeye girmektedir. Bu terör örgütlerinin en büyük destekçisi ve koruyucusu Fırat Nehri’nin batısındaki bölgede Rusya ve Fırat Nehri’nin doğusundaki bölgede ise ABD’dir. Bu iki ülke kendi aralarında imzaladıkları mutabakatla aralarında yaşanacak bütün sorunları çözmüş ve halen bölgede yıllardır bir defa bile çatışmamışlardır. Bu iki ülke kendi aralarında çatışmadan bölgeyi kendi alanlarında şekillendirmekte ve bazı grupların güçlenmesine destek vermektedirler. Tabi bu durumdan en çok ülkemiz etkilenmekte ve terör sorunu ile uğraşmaktadır. Hatta geldiğimiz noktada sınırımızda bir terör devleti kurulmuştur. Ayrıca bu devletler bizim müttefikimiz ve sözde dostumuz olan ülkelerdir.

Suriye Savaşı’nda etkisi olan bir diğer aktör ise İran’dır. İran’ın bölgede diğer devletler kadar bir etkinliği yoktur ancak Hizbullah aracılığıyla Suriye’de birçok radikal gruba ulaşabilmekte ve bu gruplara eylem yaptırabilmektedir. Bu radikal gruplar Suriye içinde güçlü bir etkiye sahiptirler ve bu etkileri sayesinde bölgenin dengesini bozabilecek potansiyelleri vardır. İran savaş sürecinde ve savaşla ilgili konularda pek müdahil gözükmese de özellikle Astana sürecinde varlığını ve etkisini güçlü şekilde hem masada hem sahada göstermiştir. Hatta Rusya’nın savaş sebebiyle asker eksilttiği bölgelerde İran askerleri yer bulmaya başlamıştır.

Bu üç ülkenin de ortak yönleri bulunmaktadır. Bunlar;Kendileri ile hiç alakası olmayan bir savaşa taraf olmaları,

  • Bu savaşı bahane ederek bağımsız bir devletin iç işlerine karışmaları,
  • Savaşı bahane ederek yabancı bir ülkede asker bulundurmaları ve bu ülkenin kaynaklarını tü
  • ketmeleri,
  • Kitlesel göçe sebep olmaları ya da engel olmak için çaba sarfetmemeleri,
  • Çıkarları doğrultusunda küresel kamuoyunda terör örgütü olan gruplarla yakın ilişkiler kurmaları ve onlara destek vermeleri; hatta bu örgütlerin imaj çalışmalarını yaparak dünya kamuoyunda sempati kazandırmaları
  • Son olarak bölgede haklı şekilde bulunarak sınırlarının terör faaliyetlerinden korumaya çalışan Türkiye’ye karşı güçlü muhalefet yaratmaları ve küresel kamuoyu oluşturmalarıdır.

Özellikle Türkiye’nin yaptığı askeri harekatlara karşı başta bu ülkelerden olmak üzere yoğun tepkiler oluşmaktadır. 

Türkiye’nin bölgede yoğun varlığı

Türkiye Cumhuriyeti sınırında yaşanan savaşa hem insani hem de askeri boyutta önemli ölçüde müdahil olmuştur. Sınırımızda yaşanan terör yapılanmaları sonucunda ülkemiz bölgeye haklı şekilde müdahale etmiş ve bir dizi askeri harekatlar yapmıştır.

Bunlar;

  • Şah Fırat operasyonu-Ayn El Arap ve Halep bölgelerine (22.02.2015-23.02.2015),
  • Fırat Kalkanı Harekatı-Cerablus, El-Bab ve Halep bölgelerine (24.08.2016-29.03.2017),
  • İdlib Operasyonu-İdlib bölgesine (8.09.2017-27.02.2020),
  • Zeytin Dalı Harekatı-Afrin ve Halep bölgelerine (20.01.2018-24.03.2018),
  • Barış Pınarı Harekatı-Resulayn ve Tel Abyad bölgelerine (09.10.2019-18.10.2019),
  • Bahar Kalkanı Harekatı-İdlib bölgesine (27.02.2020-05.03.2020)
  • Yakın zamanda başlayan Pençe Kılıç Harekatı-Irak ve Suriye Kuzey bölgesi (20.11.2022-…)

Şah Fırat Operasyonu ile ülkemizin yurtdışındaki tek resmi toprağı olan Süleyman Şah Türbesinin taşınması ve türbeyi korumakla görevli olan 38 personelin nakil faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Türbenin içinde olan Süleyman Şah’ın ve iki muhafızının naaşları Suriye'nin Eşme köyüne taşınmıştır. Taşıma sonrasında türbede bulunan karakol imha edilmiştir.

Fırat Kalkanı Harekatı, TSK ve ÖSO birlikleri tarafından gerçekleştirilen harekat ile Türkiye’yi tehdit eden terör yapılanmasının uzaklaştırılması ve imha edilmesi hedeflenmiştir. Sınır hattının güvenliği ve göçün engellenmesi amaçlanmıştır. Bu sebeple bir güvenli bölge kurulmuştur.

Zeytin Dalı Harekatı ile Suriye'nin Halep ilinin Afrin ilçesi ile Azez ilçesine bağlı Tel Rıf'at kentlerinin temizlenmesi hedeflenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti yaptığı harekatın amacını sınırında güçlenen terör örgütünün ve onun uzantısı olan grupların temizlenmesi ve sınır güvenliğinin sağlanması olarak açıkladı. Harekat kapsamında PKK, KCK, PYD, YPG ve Irak ve Şam İslam Devletini (IŞİD) bölgeden uzaklaştırıldı.

Barış Pınarı Harekâtı, Suriye’nin kuzey bölgesinde yapılanan örgüt üyelerinin Suriye Demokratik Güçleri adı altında tek taraflı özerklik ilan etmesine karşı gerçekleştirilmiştir. Operasyonun amacı başta ABD olmak üzere birçok ülke tarafından Irak ve Şam İslam Devleti'ne karşı bir müttefik olarak kabul edilen PYD/ YPG yapılanmasının temizlenmesi ve 30 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturulmasıdır. Oluşturulan bu güvenli bölgeye şehirleşme faaliyetleri yapılması ve 4 milyona yakın Suriyelinin yerleştirilmesi hedeflenmektedir.

Bahar Kalkanı Harekâtı; Suriye'nin İdlib iline yönelik o bölgedeki terör faaliyetlerinin engellenmesi için başlatılan harekattır.

 Son olarak yapılan harekat olan Pençe Kılıç Harekatı ile hava kuvvetlerimiz Irak’ın kuzeyinde Kandil, Asos ve Hakurk bölgelerine hava harekatı gerçekleştirmiştir. Halen de bölgede kara ve hava harekatları devam etmektedir.

Ayrıca yakın zamanda Suriye’nin kuzeyinde ise Arap Pınarı, Tel Rıfat, Cezire ve Derik bölgelerine hava harekatı gerçekleştirilmiştir. Bunun devamında da kara harekatı yapılacağı belirtilmiş ve hazırlıklara başlanmıştır.

Yapılan harekatlarda en önemli sorun ülkemiz için bölgedeki devletlerin yarattığı engellerdir. Özellikle hava sahasının kullanımı ile ilgili mevcut ülkeler birçok zorluk çıkarmakta ve yapılan harekatları zorlaştırmakta ya da etkisini azaltmaktadır. Aslında yapılacak harekatta en önemli konulardan biri hava sahasının kontrol edilmesi ve mevcut hava sahasının iyi yönetilebilmesidir. Hava gücü bölgede bulunan kara gücünün güvenliği ve etkinliği için önemlidir. Ayrıca bölgenin gözetim ve kontrol faaliyetlerinde de hava gücü öne çıkmaktadır. Hava sahasının etkin şekilde kontrol edilebilmesi veya yönetilebilmesi; etkili bir füze savunma ve saldırı sistemi, yerde ve havada bekleyen etkin bir hava kuvvetleri ve ülkemizin yükselen değeri olan İHA ve SİHA kuvvetleridir. Ordumuz ne yazık ki daha önceki harekatlarda bu sıkıntıyı yaşamış ve önemli kayıplar vermek zorunda kalmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ne kadar etkili bir harekatta düzenlese hava desteği olmadan istenen sonuç alınamamakta ve önemli kayıplar verilmektedir. Ülkemiz bu durumu çözmek için bölgedeki devletler ile temas halinde olmaktadır. 

Yıkıntılardan tekrar bir ülke kurulacak.

Uzun bir zamandır savaşta olan ve topraklarının yarısını terör gruplarına, ülke kaynaklarını yabancı ülkelere kaptıran Suriye, savaşı bitirmek ve ülkesini yeniden inşa etmek istemektedir. Bu sebeple Suriye Hükümetinin en temel isteği ülkesinin toprak bütünlüğünün korunması ve saygı duyulmasıdır. Bu sebeple barış için ülkedeki yabancı askerlerin çekilmesi ve bölge halkı kaderine bırakılmalıdır. Esad tarafından yayınlanan genel affın amacı da ülkedeki normalleşme sürecini hızlandırmaktır.

Türkiye bu görüşmelerde önemli bir aktör ve öncü olmalıdır. Çünkü bu savaştan en çok etkilenen ülkelerden biri ne yazık ki ülkemizdir. Yaşanan göç dalgaları ile ülkemizin demografik yapısı bozulmuş ve ekonomik sıkıntılar meydana gelmeye başlamıştır. Hiç şüphesiz ki Çin’de başlayan ve daha sonra dünya çapında yayılarak tüm dünyayı etkisi altına alan; 2019 yılında yaşanan Covid-19 pandemisinin küresel ekonomiye etkisi oldu. Dünyada bütün ülkeler enflasyon, resesyon gibi kavramları sık sık telaffuz etmeye başladı. Ancak yaşanan göç dalgalarının, sınır ötesine yapılan operasyonların, kayıtsız iş gücünün ve ülke içinde yapılan yardımlar ile verilen ücretsiz hizmetlerin ekonomiye yarattığı yükü de hafife almamak gerekmektedir. Yaşanan bu savaş bittiği takdirde geriye kalan yıkıntılardan yeni bir ülke kurulacak ve kurulacak bu ülkenin temel ihtiyaçları ne yazık ki ülkemiz gibi bölgedeki güçler tarafından sağlanmak zorunda kalacak. Bu sebeple ülkemizin acilen geçici sığınma statüsü ile gelen yabancılar ile kaçaklar sorunu hakkında eylem planı hazırlamalı ve ülkemizde artık kontrolsüz hale gelen göçmen dalgalanmasını sonlandırmalıdır. Çünkü var olan yabancılar hem önemli düzeyde ekonomik hem de toplumsal sorunlar yaratmaktadır. Görülen o ki yaşanan bu sorunlar artarak devam edecek ve ülkemizin zor günler geçirmesine sebep olacaktır. Bu sebeple bu dönem bu fırsat için son şansımız olabilir; Suriye Hükümeti genel af yayınlamışken geçici sığınma statüsü ile gelenlerin ülkelerine dönmeleri için gerekli altyapı acilen oluşturulmalı ve geçici sığınma statüsünün artık bittiği hem devletçe hem toplumca kabul edilmelidir. Ayrıca her büyük ülkede olduğu gibi sınırlarımızdan kontrolsüz kaçak girişler engellenmeli ve ülkemizdeki kaçaklar hakkında gerekli yasal işlemler gerçekleştirilerek sınır dışı süreçleri başlamalıdır.