Bu sayfayı yazdır

Fransa’daki Terör Olaylarının Anlamı

Yazan  14 Ocak 2015

                Büyük Ortadoğu’da 11 Eylül 2001’den beri hep aynı senaryo oynanıyor; hukuksuz savaşlar, iç işlerine müdahale, rejim değiştirme, terör örgütlerine CIA desteği, iç savaş çıkarmak için yeni terörist gruplar kurma, sivil katliamı, göçler, propaganda ve ajitasyon, yasal olmayan yaptırımlar, iki yüzlülük, yalan, işkence ve kanunsuz tutuklamalar. ABD’nin demokrasi getirmek için savaş çıkardığı Irak bölünürken, Afganistan’ın geleceği karanlık, Libya bölünmek üzere, Mısır’a Mübarek’ten daha otoriter bir lider geldi, Suriye iç savaşla harap edildi. Afrika’da da El Şabab, Boko Haram gibi terör örgütleri, korsan grupları kuruldu. Şimdi o örgütler sayesinde ABD ve arkasındaki Fransa, Afrika’nın başta petrol bölgeleri olmak üzere doğal kaynakları nerede varsa orada rejimleri değiştiriyor, özel kuvvetleri ile teröristlere karşı (!) eğitim veriyor, ülkenin güvenliğine katkıda (!) bulunuyor.

         Fransa’da birkaç gün önce bir dergiye yapılan terör saldırısı ile gelişmeler devam ederken, bir yandan canlı yayında terör saldırısı takip ediliyor, diğer yandan ölenler ilgili yas görüntüleri ile ilgili haberler veriliyor. Türkiye’de şehitler verildiğinde umuru olmayan Türk TV kanalları da bu yas görüntülerini uzun uzun, ülke ülke vererek, bu koroya katılıyor. Tabii ki terörü desteklemiyoruz, çünkü terör siyasi amaçla adam öldürmektir, suçtur, kimsenin yaptıkları veya söyledikleri için ölümle cezalandırılması doğru değildir. İşlenen suçların cezalandırılma yeri mahkemelerdir. İşin bu insani yönü ile saldırıları kınıyor, Fransa halkının üzüntüsüne katılıyoruz. Konuyu uluslararası terörün bugün geldiği aşamaya getirerek, Fransa’daki saldırıların anlamını ortaya koymak istiyoruz.

                Küresel terörün bugünü

              ABD’nin Afganistan’da 13 yıldır devam eden savaşı, 3.5 trilyon dolar harcandıktan sonra Afganistan’da kukla bir başkan ve uyuşturucu ile geçinen bir ülke dışında bir şey üretmedi. Afganistan’da ülke inşası; gülünç, Irak’ta ise tam bir fiyasko oldu. Kabil’e sıkışmış kukla başkan, kendisini Taliban’a satıp gitmeye çalışan Obama’yı ülkesini ziyaretinde kabul etmedi. 1 Ocak 2015 itibarı ile ABD, Afganistan’ı bıraktı yerine güvenlik güçleri için eğitim birlikleri bıraktı. Yakında Taliban’ın Afganistan’ın büyük şehirlerini birer birer kuşatıp, ele geçirdiğini göreceğiz.

          Irak ve Suriye istikrarlı ve laik birer ülke iken terör bataklığına dönüştürüldü. Libya, ve Mısır’ın durumu eskiden çok daha kötüdür ve gelecekleri karanlıktır. Tunus konusunda ise ana akım medyada olumlu bir tablo çizilmesine rağmen alternatif medya da işlerin iyi gitmediğine dair önemi haber ve yorumlar bulunmaktadır.  Türkiye ise Büyük Ortadoğu planları çerçevesinde ön tarafta yükselen güç diye arka planda ise şantajla ikna edilerek bölünmektedir. ABD’nin küresel terörle savaşı seçilen ülkelerde terör örgütlerini kullanarak asla bitmeyen bir savaşa, ekonomik ve sosyal olarak çökertmeye ayarlanmıştır.

           ABD’nin Ortadoğu politikası Vahabizm/selefizmin kullanılması üzerine kuruldu. Müslüman ülkeler, terör üretmek için başvurulan halk ayaklanmaları ve iç savaşlara insan kaynağı olarak görülüyor. Radikal İslamcı örgütlere silah, insan ve para desteği yapılmaktadır. ABD, 2003 yılından beri aslında kendi ürettiği terör örgütlerini şimdi açıkça destekleyerek, kendi çıkarları için kullanmaya devam etmekte, bunun için de müttefiklerini taşeronluğa ikna (co-optation stratejisi) etmektedir. ABD için terörle mücadele, çıkarlarının bulunduğu coğrafyalarda terör yolu ile istikrarsızlıklar yaratarak, birbirine kırdırmak için taraflara silah, para ve eğitim vermek ve el konulan doğal kaynaklar ile bu parayı fazlası ile telafi etmektir.

Peki, küresel teröre ne oldu? Küresel terörün geldiği aşama ve yeni mücadele stratejisi için şu tespitleri yapabiliriz;

- El Kaide ne öldü ne de saklanmaktadır. Her ne kadar örgüt artık doğrudan bir yere saldıramıyor ya da eylemleri oldukça sınırlanmış gibi gözükse de zaten çok az sayıda kişiden oluşan (çekirdek) beyin takımı büyük ölçüde hayatta ve bir yerlerde yeni planlar yapıyorlar.

- Terör örgütü kategorileri (El Kaide-Diğer, İslamcı-Laik, Şii-Sünni, Hıristiyan-Müslüman) ve teröre destek vermeden din, mezhep ve etnik konum birbirine karışmıştır. Şii İran, Şii Azerbaycan’a karşı Hıristiyan Ermenistan ile işbirliği yaparken, Afganistan’da selefi Taliban’ı desteklemektedir. Libya’da olduğu gibi ABD, Suriye’de laik bir rejimi devirmek için küresel mücadele olduğunu iddia ettiği selefi Cihatçılara ve El Kaide’ye üç yıldır yardım etmektedir.

- Terörizmin kaynağı halkın şikâyetleri değil, (İslamcı, milliyetçi, totaliter) ideolojidir ve teröre çözüm arayan siyasiler ekonomik ve sosyal sorunların çözümü ile sonuç alacakları yanılgısından kurtulmalıdır. Terör örgütleri ile görüşmeler yapılarak da çözüm bulunamayacağı anlaşılmıştır.

- Terör ile mücadele de sıra yeni stratejilere gelmiştir. Terörle mücadelenin gerçek başarı kriteri askerinle dağ tepe gezmek değil, insan istihbaratı ve gerçek zamanlı istihbarat olduğu iyice netleşmiştir. Hedefin bir saat önce nerede olduğunu değil, iki saat sonra nerede olacağını bilmek gerçek istihbarattır. Bunu beceremeyen istihbarat servisi, zayıf bir teşkilattır.

            ABD terörle mücadele yerine, terörle dış politika uyguluyor, terör örgütlerini kurup istikrarsızlıktan faydalanıyor, isimlerini ve elbiselerini değiştirerek bir yerden diğerine terör örgütlerini naklediyor ya da mutasyona tabi tutup bazen iyi bazen de kötü terör örgütü tanımlaması yapıyor.  Bütün bunların ortak paydasında bir türlü bitmeyen ve ABD’nin amaçlarına hizmet eden kaos ortamı ve el konulacak petrol bölgeleri var. IŞİD de bu yüzden hem Suriye’de hem Irak’ta petrol bölgelerinden başka bir yere saldırmadı ve amacına ulaştı. Geçen birkaç ay içinde Avrupa’dan 2.000’den fazla kişi IŞİD’e katılmak için giderken, Avrupa ülkelerinin hiçbiri buna tedbir almadığı gibi İngiliz, Alman ve Hollandalı yetkililer giden Kürtlerin IŞİD’e gidenler kadar olmamasından hayıflandılar. İsveç güvenlik servisi SAPO’nun sözcüsü Fredrik Miller ise PKK’ya katılanların yasak silahlar kullanmak gibi bir savaş suçu işlemedikçe ülkeye geri döndüklerinde haklarında işlem yapılmayacağı garantisi verdi. PKK’nın Türkiye’deki unsurları IŞİD’e karşı savaşmak için Irak’a geçerken, Alman Başbakanı Merkel PKK’ya Alman silahları gönderilmesi kararını verdi . Sahnede IŞİD elbisesi giydirilmiş, El Kaide uzantısı ve İslamcı cihatçı olarak tanımlanmış, Batı ve bölgesel oyuncuların desteklediği ve kullandığı bir örgüt ile oynanan oyunun son perdesi oynanmaktadır. Libya örneği, Suriye ve IŞİD operasyonuna model oldu. ABD, Irak’tan çıkarken Saddam’ın arkasındaki halk tabanı olan Sünnilere bir şey verememişti. IŞİD ile birlikte Sünni bir Arap devleti kurulması hayali yaratıldı. ABD, Suriye’de IŞİD’e karşı şimdilerde ılımlı Müslüman Özgür Suriye Ordusu’nu takviye ediyor.ABD’de bu işin adına “Cihat’ı Arkadan İdare Etmek (Lead the Jihad From Behind)” diyorlar.

           Bugün milli sınırlar içinde yaşıyor gibi gözüken çoğu İslamcılar, Müslüman Kardeşler ya da cihatçı grupların Ortaçağ’a dönme hayallerinin baskısı altındadır. Şimdi terörün geldiği aşamayı anlamak için El Kaide’nin 20 yıllık planın son aşamalarına bakalım ;

                - 2010-2013; Ortadoğu’da dönme devletlerin çöküşü,

                - 2013-2016; Müslüman güçlerin seferberliği,

                - 2016-2020; İnanmayanlara karşı toptan savaş.

           Halifelik ve emirlik hayalleri geri dönüyor çünkü modern Müslüman ulus-devletler içinde demokratik ve ekonomik sistemler kurma ideali bizzat Batılıların arkasında olduğu İslamcılar tarafından akamete uğratıldı. İslamcılar, ekonomik çaresizlik içindeki halkın özellikle gençlerin hayallerini çalma avantajına sahipler ve bunu korumak istiyorlar. Siyasal İslamcılar, bunu geçmişin imparatorluğunu yeniden kurma hayali üzerinden, radikaller ise yeni bir devlet kurarak gerçekleştirme yolunu seçtiler. Ancak, öne sürülen düşman perde arkasındaki Batı değil, diğer mezhep yani Şiiliktir. Bütün bu çelişkiler, geleceğin çıkmazlarının ve sonu gelmeyen yeni savaşların habercisidir. İslam kendi içinde yabancılaşmakta, kutuplaşmakta yeni çatışma sahaları ortaya çıkmaktadır. Radikal İslam’ın, Batılılar tarafından tüm İslam dünyasına başına musallat edilmesi projesi başarıya ulaşmaktadır. Öte yandan radikal İslam (El Kaide stratejisi), öngördüğü hedefler yolunda bilinçli bir şekilde ilerlemektedir.

           Afrika ve Fransa’daki terör saldırıları..

           Afrika 2010 sonrasında dünya medyasında özellikle El Kaide ve türev örgütlerinin gerçekleştirdiği terör eylemleri ile sık sık yer almaktadır. Ancak El Kaide’nin Afrika’daki kökleri 1990’lara kadar geri gitmektedir. Bush yönetimi, Afrika’nın askerileşmesi için enerji ihtiyacını değil, terörle mücadeleyi gerekçe göstermişti. Ancak Washington’da bu politikanın benimsendiği dönemde Sahra Altı bölgesinde terörle mücadele için gerekli terör örgütü sahnesi yoktu. Bu sahne 2003-2009 arasında antropoloji çalışmaları çerçevesinde hazırlandı. Boko-Haram’ın ülkesi Nijerya, ABD’li petrol şirketleri yerine, Çin’i tercih ettiğinden bu yana şiddetli çatışmalarla boğuşmaktadır. ABD-Fransız stratejik işbirliği çerçevesinde Fransız askerleri, Afrika’ya operasyonlar düzenleyerek Fransız etkisini devam ettirilmesinin arkasındaki sert güç rolünü oynamaktadır. Ancak Paris bu hayali kurarken, kendisine karşı yeniden nefret tohumları ekmeyi hiçbir zaman önemsemedi. Sarkozy’nin 2007’de Senegal’e yaptığı ziyaret sırasında ‘’Afrikalılar daha tarih sahnesine çıkmadı’’ şeklinde konuşması skandaldı. Bugün Afrika kıtasındaki petrolün yüzde 30’unu Fransız Total tekeli işletmektedir. Uranyum zengini Nijer, enerji güvenliği açısından Fransa için çok önemli bir ülkedir. Fransa, elektrik ihtiyacının dörtte birini bu ülkeden gelen uranyum sayesinde karşılamaktadır. Fransa son birkaç yıldır sadece Libya değil, pek çok ülkenin canını yaktı ve yakmaya devam ediyor. Kısa bir özet yapalım;

- Fildişi; 2013’de Fransız ordusu, Fildişi Sahilleri’ndeki başkanlık köşküne askeri saldırıda bulunarak başkan Laurent Gbagbo’yu zorla uzaklaştırmıştır.

- Mali; Libya’da Muammer Kaddafi’nin iktidarı tehlikeye girince Fransa, Batılı Malili Tuaregler ile görüşmeler yaparak Libya’yı terk etmelerini ve ellerindeki araçlar ve silahlarla Mali’ye dönmelerini sağlamıştır. Fransız şirketleri tarafından işletilen uranyum yataklarına sahip olan Mali’deki çatışmaları başlatan Fransa’nın Mali müdahalesi devam etmektedir.                

- Orta Afrika Cumhuriyeti; Seleke isyancılarının 3 Mart 2013’de başkent Bangui’yi ele geçirmesi ve hükümeti devirmesine, ülkede önemli bir askeri varlığı ve etkisi bulunan Fransa tepki göstermemişti. Çünkü devrik başkan Francois Bozize, 2012 Temmuz’unda altın ve elmas madenlerinin işletme hakkını Çin şirketlerine vermişti. Ancak, ülkede %10’u temsil eden Müslüman azınlığın bir temsilcisinin bir darbe ile iktidara gelmesinin ardından Fransa’nın başını çektiği Batılı ülkelerin müdahaleleri başladı.

- Sudan; Petrol zengini Darfur’a el koymak için süren çatışmalarda 300.000’in üzerinde insanın yaşamını yitirdiği, 2.5 milyon insanın ise yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldı. Sonuçta petrol bölgesi Güney Sudan olarak bölündü ve Batı amacına ulaştı, geriye devam eden iç karışıklıklar ve terör kaldı.

- Somali; Petrol için bölünen ve federal yönetime zorlanan Somali’ye ise komşu ülkeler saldırtıldı, ülke kaynaklarına acımasızca el konuldu. Petrol üretmeyen Etiyopya, petrol ihracatına başladı. Balıklarına el konduğu için yerel halkın direnişi korsanlık faaliyeti olarak medyaya yansıtıldı ve uluslararası müdahaleler yapıldı.

- Cezayir; Libya’nın tahribatı ve Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden sonra Kuzey Afrika’da bağımsızlığını Avrupalı sömürgecilerden kazanan ve sömürgeciliğe karşı direnen tek ülke olarak sadece Cezayir kaldı. Afrika Birliği’nde Libya’nın NATO tarafından bombardımanına karşı oy kullandı. Mali’deki iç savaşın Cezayir’e yansıması sonucunda, bu ülkede de tedhiş eylemlerinin baş göstermesi Fransa’nın işine yaramıştır. Fransızların bombalama misyonu, isyancıları tedrici olarak kuzeye doğru yani Cezayir’e doğru sürdü. Fransa’nın amacı Cezayir’in kuşatılmasıdır.

           Görüldüğü gibi bugün terör saldırılarının mağduru rolündeki Fransa, bu işte hiçte eli temiz değildir. El Kaide Afganistan-Pakistan sınırında 150-200 kişilik bir çekirdek yapıdan oluşur. Ama onunla aynı ideolojiyi başlayan dünya üzerinde 400 kadar örgüt vardır. Bunlara El Kaide uzantısı dense de bunların hemen hiçbirinin El Kaide ile organik bağı yoktur. Bu ilişki daha çok aynı ideolojiyi ve hedefleri paylaşmak ile sınırlıdır. Kendi devletlerinin yetersizliğini ve Batının kuklası olduğunu gören, fakirliğinin ve umutsuzluğunun nedenini Batının sömürüsüne ve gücüne bağlayan gençler kendilerine çare olarak bu tür örgütler içinde yer almakta ve bunu kutsal bir görev olarak görmektedir.

           Siyasal İslam, bir ideoloji olmaktan ziyade Batılılardan tarafından yazılmış ve partilerden siyasi hareketlere, ılımlıdan radikal terörist gruplara değişen bir görevli grubunun eline verilmiş öğretidir. Bu öğreti Ortadoğu’da her gün yeni ve farklı gruplar ortaya çıkmasının ve çatışmaların kaynağıdır. Barışçı gözükenden terörist olanlara bu grupların her biri bir kısım insanları içine çekmekte, onları aynı öğretinin altında toplamaktadır. Ortak özellikleri geçmişin hayalleri ile gelecek kurmaktır. Dine dayalı dogma toplum anlayışını modern hayata adapte edemedikleri için herkesle çatışmak, acımasız olmak ve bir kez iktidarı ele geçirince diktatörlüklerini kurmak istemektedirler. Ortalığa gelecekte pek çok İslamcı grup çıkacak ve kendi devletlerini, emirliklerini ve halifeliklerini ilan etmek isteyecekler. Bu mücadele cihatçı hevesleri de geride bırakıp birbirleri ile çatışmanın önünü açacak. Geçmişin halifeleri, emirleri ve sultanları bugün suni ve zayıf İslam devletleri içinde yaşıyorlar. Bu devletler hiçbir zaman ulus-devlet olamadı ve olamayacak da. Fransa’daki saldırılar emperyalizmin ürettiği radikal İslamcı gençliğin bir sonucudur ve Batı aklını başına toplamadıkça dip dalgaları yüze çıkmaya devam edecektir. Fransa, kendi beslediği nefret ve terörün sonuçları ile uğraşmaya devam edecektir.

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı