×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

Tekeller ve Yoksullar

Yazan  19 Nisan 2008
NADİM MACİT - "Kapitalist kültürel mantığın ürettiği hayatın acımasız çarkı içinde en fazla ihmal edilen ve psikolojik sarsıntılar içinde benliğini yitiren insanlar, yoksul insanlardır."

Ülkenin herhangi bir köşesinde kendi halinde olan insanın cinnet getirmesi, çıldırması, üzeri örtülen bu gerçeğin isyana dönüşen sesidir. Bu gerçek de tekelleşen sermayedir. Duvarların ve camların arkasından kapitalist iştahın tüketim çılgınlığını seyreden yoksul insanlar sadece ekonomik esaretin baskısını yaşamıyor. Aynı zamanda iletişim ağlarının telkinleri ve reklâmları arasında boğuluyor. Kapitalist kültürel mantığın, sömürünün ve dengesiz ekonomik dağılımın arasında sıkışan ve hayatından endişe eden insanların bunalıma düşmesi kaçınılmazdır. Hâlbuki "insanları korkudan güvene kavuşturmak ve açlıklarını meşru yollardan gidermeleri için ortam sağlamak" birlikte yaşamanın asgari şartıdır.

İnsanın benliğine sızan yoksulluk korkusu ve güven kaybı birlikte yaşama iradesini zayıflatır. Bu nedenle Kur'ân servetin tekelleşmesini ve sömürüyü kıyasıya eleştirir. Her ne kadar kapitalist ilgilerle biçimlenmiş pervasız bir muhafazakârlıkla Kur'ân'ın bu yöndeki mesajlarının üzeri örtülmüş olsa da böyle bir anlayışı, yani tekelciliği Kur'ân'la birlikte düşünmek mümkün değildir. Nitekim Kur'ân şöyle der:"Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya yanaşmaz."(Ma'ûn, 107/1-3) Kur'ân imanı yitirmekle kamusal alandaki ekonomik dengesizlik arasında sıkı bir bağ kurar. Çünkü Kur'ân'a göre kamusal alanda yaşanan dengesiz ve çarpık durum toplumun aleyhine işleyen bir süreçtir.Diğer bir deyişle toplumun kendi kendine zulmetmesidir.

Tekelleşmenin önünü açan ve bunu çok uluslu şirketlerle tahkim eden bir anlayışın dillendirdiği barış ve özgürlük çarpıtılmış sahte kutsallık tiplemelerinden birisidir. Dini inkâr ile kimsesize ve yoksula yardım etmeme ve riyakârlık arasında kurulan bağ iki anlama gelir. Birincisi Allah'ı inkâr etmekle birlikte insanî olan her şeyi de inkâr eden bir fert her şeyi araçlar düzeninden ibaret görür, dolayısıyla yoksula yardımı külfet sayar. Oysa Kur'ân"sermaye içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın." (Haşr 59/7) diyerek böyle bir anlayışı eleştirir. Diğeri ise mal biriktirmeyi ve miras elde etmeyi kutsal değerler üzerinden yapan din cambazlığını ve bunun aktörlerini ifade eder. Bilinmelidir ki, kutsal değerler üzerinden inşa edilen tekelleşme dindarlığın değil, dini ve dini değerleri pazarlamanın göstergesidir. Günümüzde giderek yaygınlaşan bu tutum dindarlığın değil, şahsi çıkarları için dini kullananların vazgeçmek istemedikleri bir davranış türüdür. Böyle bir tutumu ise Kur'ân kilise ruhanileri örneğinde şöyle eleştirir: "Ey İman edenler! Biliniz ki hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüş yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele."(Tevbe 9/34) Toplumun kutsal değerlerini kullanarak elde edilen servet"kızdırılmış ve onların alınlarına yapıştırılmış damgadır", bu tip insanlara hesap gününde denilir ki"işte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir." (Tevbe 9/35) Böylesi tipler, her ne kadar bunu din adı altında yapsalar da gerçekte, insanları Allah'ın yolundan engelleyen talihsizlerdir. Çünkü bu hareket, yapılan yardımın gerçek sahibine gitmesine engelleyen kutsal görüntülü dalkavukluktur. Öyle anlaşılıyor ki kapitalist ilgilere ve ekonomik sömürüye kilitlenmiş bir zihinle din tüccarlığına soyunmuş zihin arasında hiçbir fark yoktur. Biri kesintisiz sermaye adına, diğeri Allah adına insanları aldatır.

Denilebilir ki günümüzde Müslüman kimliği altında ikisini birlikte sürdürenlerin sayısı niçin artıyor? Açıkça ifade etmemiz gerekir ki, iki kutuplu dünya sistemi sürecinde kapitalist ilgilere bağlı olarak yorumlanan Kur'ân ve ülkemizde bu mantık üzerine kurulan din anlayışı form itibariyle Müslüman, zihniyet itibariyle kapitalist bireyler üretmiştir. İnsani kaygının en etkileyici veçhesi olan yoksulluk ve açlık ne yazık ki politik dil düzeni içerisinde sürekli olarak istismar edilmiştir. Bütün olup bitene çıkar ilişkisi açısından bakan insan; İslâm'ın sunduğu manevi ufku kaybeder. Fonksiyonel araç mesabesinde görülen İslâm, çıkar mantığına eklenince her ibadet menfaat elde etmenin aracı olarak görülür. Oysa Kur'ân bu noktada çok farklı bir bakış açısı sunar."Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yasin 36/21) İslâm'a hizmet adı altında her türlü faaliyeti ücrete tabi kılan bir anlayış, Kur'ân'ın koyduğu bu esasın uzağına düşer.