Sünnilik Nedir? Sünniler Kimdir?

Yazan  17 Temmuz 2014
Türkiye’de meseleyi en iyi bilmesi gerekenler bile, nedendir bilinmez, Sünniliği hala kullanışlı bir kelimeymiş gibi sunmaya ve Sünniliği bir mezhepmiş gibi algılatmaya devam ediyorlar. Batı dünyasında Salafi Jihadist olarak geçen kavramsallaştırma inatla Türk kamuoyunda tek başına Cihatçılar olarak geçtiği gibi Ortadoğu’daki çatışma ve örgütler için de hemen hemen hiç kullanılmaması gereken ve batılı araştırmacılarca genelde tercih edilmeyen Sünnilik kavramı kullanılmaya devam ediyor. Baştan ifade etmeliyim ki, Sünnilik kavramı üzerinden mezhepler arası bir çatışma olduğu söylemi gerçekçi olmayan bir algı operasyonudur. Neden böyle düşündüğüme gelince, Sünnilik bir mezhep değildir. Bu nedenle Mezhepler çatışmasının tarafı olamaz. Doğrudan bir mezhep olmadığı için Diyanet İşleri Başkanının dediği gibi Sünnicilik de yapamazsınız.  Sünnilik tarihsel olarak anlamını yitirmiş bugünkü çatışmaları anlamaya hiçbir katkı, değer ve işlev sağlamayan içi boş bir kavramdır. Dış politika çalışanlarının sürekli kullandığı mezhepler çatışması kavramında mezhep teriminin anlamını bilmedikleri anlaşılıyor. Bu açıdan öncelikle Mezhep nedir? Sorusunun cevabını vermemiz yukarıdaki iddiaları daha anlaşılır kılacaktır. 
 
1- Mezhep Nedir?
Gidilen yol, izlenen yol ve yöntem anlamına gelen mezhep kelimesi İslami literatürde dini metinleri anlama ve uygulamada ulema sınıfının oluşturdukları epistemik toplulukları ifade eder. Bugün anlaşılanın aksine mezhepler eli silahlı grupları değil, -ki biz bunlara zaten mezhep demeyiz- entelektüel sınıfları ifade ederler. Bugünkü yanlış algının aksine Müslüman toplum mezhepler üzerinden kurumsallaşmış ve yapılanmıştır. Mezhepleri toplumsal bilginin üretildiği paradigmatik çerçeveler olarak görmek mümkündür. Mezhepler geleneksel toplumda dini ve gündelik bilginin üretildiği epistemik cemaatler olarak kabul edilebilir. Mezhep uleması da epistemik cemaatte bir ortak anlayışın/ konsensüsün oluşmasını sağlayan bilim cemaatine benzetilebilir. Dolayısıyla geleneksel mezheplerle bugünkü sosyal gruplar olarak cemaatlerin doğrudan bir ilişkisi yoktur.  Geleneksel mezhepler birer epistemik cemaat iken, modern cemaatler daha çok siyasi ve sosyal cemaatler ya da örgütlerdir. 
İslam düşünce tarihinde mezhep dediğimizde iki farklılaşmayla karşılaşırız: Birincisi İtikadi-Kelami mezhepler: Harici, Şii, Mu’tezili, Eş’ari, Matüridi gibi. İkincisi ise Fıkhi-Ameli mezhepler: Hanefi, Maliki, Hanbeli ve Şafilik gibi. İtikadi-Kelami mezhepler İslam düşüncesinde temelde şu sorunlara cevap bulmaya çalışmışlardır: Allah hakkında nasıl konuşabiliriz? Allah’ı ile insan arasındaki ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Allah ile evren arasındaki ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Peygamberlik nedir? İman etmemin anlamı nedir? Bir eylemi iyi güzel, doğru yanlış olarak değerlendirmenin Allah ile ilişkisi nasıldır? Aslında dikkatle bakıldığında teolojik olduğu kadar felsefi olduğu da anlaşılan meselelerin bu mezhepler tarafından ele alındığı görülür. Bu nedenle İslam Felsefesi ile İtikadi-Kelami mezhepler arasında çok sıkı bir yakınlık kurulmuş ve batı da bu mezhepler aslında Felsefi Kelam Mezhepleri olarak da tanımlanmıştır. O halde bu mezhepler İslam düşüncesinin ve felsefenin gelişiminde ve İslam dünyasında entelektüel birikimin oluşmasında önemli katkılar sunmuşlardır.  
Fıkhi-Ameli mezheplere gelince bu mezhepler de: Dini metinlerden nasıl hüküm çıkarılacağı gibi yöntem sorunları kadar evlenme-boşanma, miras, alış veriş, vergi tahsili, savaş ve ganimet, ibadetlerin nasıl yapılacağı gibi uygulama alanlarına kadar geniş bir alandaki sorunları ele alırlar. Bu sorunlara dikkatle bakıldığında Fıkhi mezheplerin bugün anlaşıldığı gibi yalnızca dini ibadetlerle değil birey-toplum ve devlet ilişkileriyle de ilgilendiği kolayca anlaşılabilir. Aslında bu mezhepler, İslam toplumunda yasanın, kanunun ve hukukun uygulanmasından ve denetlenmesinden sorumludurlar. Modern devlette de var olan yasama, yargı ve kısmen yürütme gibi güçler geleneksel toplumlarda bu mezhepler aracılığıyla tesis edilmektedir. Bu açıdan bu mezheplerin gücü ve uygulamadaki başarıları o topumu bir kanun ve yasa toplumu ve devleti haline getirmektedir. Bundandır ki, İslam’ın II. Yüzyılından itibaren Ebu Hanife’nin kurduğu Hanefilik mezhebi devlet yönetiminde tercih edilen mezhep haline gelmiştir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar yargı, yasama ve yürütmede bu mezhebe tabi olmuşlardır. 
Sonuç olarak geleneksel toplumda mezhepler İslam toplumunun entelektüel birikimi ile yasa ve hukuk devleti olma yeteneğini sağlayan temel ve kapsayıcı kurumlardır. Onlar olmasaydı ortada ne entelektüel birikim ne de yasa ve hukuk devleti olurdu.
 
2- Sünnilik Nedir?
Sünnilik tarihsel süreç içinde anlam değişimine uğrayan bir kavramdır. İslam’ın ilk dönemlerinde Sünnilik daha çok Ebu Hanife’nin başını çektiği Ehl-i Rey denilen bir ekole karşı ortaya çıkan ve Ehl-i Hadisle özdeşleştirilen bir ekoldü. Bu ekol yukarıda değindiğimiz Kelami düşünceye karşı özellikle ilk Müslümanların yolundan gidilmesini savunarak metin merkezli ve lafızcı bir din anlayışını savunmuştur.  Fakat devletleşme süreçleri ve toplumsal değişim mezheplerin doğuşunu hazırlayınca bu anlayışta fazla taraftar bulamamış ve Sünnilik kavramı da anlam genişlemesine uğramıştır. İslam’ın V. ile VI. Asrında yukarıda yer alan Fıkhi mezhepler artık kurumsal kimliklerini sağlamlaştırınca Kelami Mezheplerden Eş’arilik daha çok Şafiilikle, Matüridilik de Hanefilikle birlikte anılmaya başlanmıştır. Böylece Sünnilik kavramı Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak Hanefilik, Malikilik, Şafilik ve Hanbelilik ile Eş’ari ve Matürdiliği içeren geniş bir anlama kavuşmuştur. 
11. yüzyılda Türklerle birlikte İslam dünyasında siyasi hayatta Şiiliğe karşı siyasal bir üstünlük sağlanmış Şiiliğin iki devleti Büveyhiler ve daha sonra da Fatımilerin egemenliğine son verilmiştir. 12. Yüzyıldan sonra İslam dünyasında Şiilik siyasi bir devlet olarak temsil edilmediğinden Sünnilik genelde Şii olmayan toplukları ifade eden bir kullanıma kavuşmuştur. Anlaşılıyor ki, Sünnilik Şiilik karşısında İslam dünyasında uygulama alanı bulan Fıkhi ve Kelami mezhepleri ve elbette bu mezhepler çevresinde oluşan tarikat ve tasavvufi toplulukları içeren bir bloğu temsil etmektedir. Bu nedenle genel de klasik eserlerde Ehl-i Sünnetin iki imamı, Ebu’l-Hasan el-Eş’ari ve Ebu Mansur el-Matüridi diyerek Eş’arilik ve Matüridiliğin (kelam mezhepleri) yer aldığı bir blok kastedilmektedir. 
 
3- Sünnilik Neden Önemini Yitirdi?
18. Yüzyılda İslam dünyasında önce Vehhabilik sonrada ıslah, tecdid ve ihya adı verilen bir dizi yenileşme hareketleri başladı. Bu hareketlerin ortak özelliği İslam dünyasında gerilemenin ana sebebi olarak geleneksel bu mezhepleri görmeleriydi. İçtihad tartışmaları ile bu mezhepler tasfiye edilerek yeniden Kur’an bazen de Sünnet’e dönülerek İslam dünyasında yeni bir uyanışın başlayabileceği savunuldu. Mehmet Akif, Muhammed Abdduh, Cemaleddin Afgani gibi birçok taraftarın savunduğu bu anlayış daha sonraki İslamcılık düşüncesini öyle etkiledi ki, yenileşme hareketi geleneğin tasfiyesine dönüştü. 
20. yüzyılda Osmanlı’nın verdiği Vehhabilik ismi yerini Selefiliğe  bıraktı ve İslamcılık düşüncesi ile kesişen Selefilik hareketi kendi içinde İhyacı ve Entelektüel Selefilikle genleşerek aslında İslam dünyasındaki düşüncenin ana çizgisi haline geldi.  Bu anlayışta İtikadi-Kelami mezhepler ya reddedilmiş ya da terkedilmiştir. Fıkhi mezhepler ise, metod ve yöntem olarak terkedilerek yalnızca ibadet alanlarıyla sınırlandırılmıştır. 
Bunun en güzel örneği Diyanet İşlerinin yayınladığı son ankette Türkiye’de ameli mezhepler sorulduğu halde İtikadi mezheplerin sorulmamış ya da sorulduysa da yayında yer almamış olmasıdır. Türkiye’de %77.5 Hanefi varken acaba sorulsaydı ne kadar Matüridi çıkardı? Matüridiliğin az çıkmasından mı yoksa anketlerde Selefiliğin çıkmasından mı korkuldu, anlamak zor. İtikadi mezheplerin sorulmamış olması bile Türkiye’de Sünniliğin artık hiçbir anlam ve işleve sahip olmadığını göstermektedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi 11. Yüzyıldan sonra Sünniliğe rengini veren Eş’arilik ve Matüridilik’tir. Ne zamana kadar? Elbette Selefilik yaygınlaşana kadar. Dolayısıyla Eş’arilik ve Matüridiliğin olmadığı bir Sünnilik, olsa olsa Selefiliktir. Türkiye Hanefi olabilir; ama Matüridi olmayan bir Hanefi iseniz bu sizi iyi bir Selefi yapacaktır. Ezherde okumuş bir Uygur Türkü yüksek lisans talebemize Mezhebin nedir değimde Hanefiyim demişti. İtikatta mezhebini sorduğumda aldığım cevap Selef oldu. Demek ki, Diyanet itikatta mezhepleri sormayarak bu öğrenci gibi kaç tane Selefi olduğunu bilmemizi engellemiş oldu. 
Bu noktada okuyucu meseleyi daha iyi anlasın diye teolojik bir mesele üzerinden durumu bir kez daha netleştirmeye çalışayım. Eş’arilik ve Matüridilik ile Selefilik arasındaki temel fark; iman ile amel arasındaki ilişki sorunudur. Yani dini emirlerden birini ya da bir kaçını terk eden birinin imanının ne olacağı sorusudur. Hem Eş’arilik hem de Matüridilik ameli imandan bir parça saymayarak böyle birini günahkâr; ama mümin sayarken, Selefiler böyle birinin imanının zarar göreceğini savunurlar. Bu kişi Müslüman sayılır; ama Mümin sayılmaz. Bu ayrımdan dolayı Selefilik Eş’arilik ve Matüridiliği Sünnilik içinde görmez iken, her ikisi için Selefiliğin Sünnilik içinde yer alması sorun oluşturmaz. Şimdi şu sorunun cevabını arayalım. Diyanet neden Eş’arilik ve Matüridiliği soru kapsamına almadı? 
Bugün İslam dünyasında insanlar yalnızca ameli fıkhi mezhepleri tanımakta onlarla da yalnızca ibadetleri için ilgilenmektedirler. Dini anlayışlarımız ise daha çok İslamcı-Selefi ve Vehhabi düşünce tarafından belirlenmektedir. Ya da bir ideoloji olarak Şiilik öne çıkmaktadır. Bu açıdan İslam dünyasında hakim iki büyük anlatı vardır, birisi Selefilik diğeri ise Şiiliktir. İslam düşüncesinde irfani gelenek, felsefi düşünce ve hikmet bu iki söylem tarafından yutulmakta ve işlevsizleştirilmektedir. Dolayısıyla bugün İslam dünyasında bir mezhep savaşından ya da Sünnilik ile Şiilik arasında bir rekabetten bahsetmek büyük bir yalandır. Peki, ama Türkiye’de neden bu yalan tekrar ediliyor? 
 
4- Sünnilik ve Mezhepler Savaşı Yalanı
İslam dünyasında bahsettiğimiz anlamıyla mezheplerin işlevini sürdürmediği, onun yerine modern cemaat ve örgütlerin etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca Sünniliğin de artık İtikadi ve Kelami mezhepleri içermediği, Hanefilikten oldukça uzaklaştığı ve ameli-fıkhi mezheplerin de Sünnilik içinde çok az bir işlevi olduğu anlaşılmaktır.  Bunun yerine İslam dünyasında iki anlatı hakim ideoloji olarak öne çıkmaktadır: Şiilik ve Selefilik. Aslında Ortadoğu’da da bu iki paradigmanın hakimiyet savaşları yürütülmektedir. Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, İngiltere, ve ABD Selefilik bloğunda, Çin, Rusya ve İran Şiilik bloğunda yer almaktadır. Türkiye ise bu iki blok arasında savrulmaktadır. Bunlara rağmen neden bir mezhepler savaşı ve Sünni çatışmadan söz edilmektedir? 
Kanaatimce bu söylem Selefilik ile Şiilik arasındaki çatışmada Selefiliğin olumsuz anlamını örtmek için kasıtlı ve bilinçli olarak piyasaya sürülmektedir. Kanaat teknisyenleri aracılığıyla Uluslararası çatışmada var olan Selefi-Şii çatışmasının, Sünni-Şii çatışması olarak gösterilmesinin Batı ve İslam dünyasındaki kanaat teknisyenleri açısından muhtemel nedenlerini şu şekilde sıralayabilirim: 
1. Batı dünyasındaki kanaat teknisyenleri açısından İslam medeniyetini toptan suçlu ilan etmek,
2. Terörün yalnızca Şiiliğe değil Sünniliğe de ait bir unsur olduğunu göstermek,
3. Çatışmayı tüm İslam dünyasına yaymak,
4. İslam dünyasındaki kanaat teknisyenleri açısından, Selefiliğe ait olumsuz algıyı Sünnilik gibi olumlu bir tanımlama aracılığıyla bertaraf etmek, 
5. İslam dünyasındaki Selefi networke güç devşirmek,
6. Vehhabi ve Selefiliğin Sünniliği temsil ettiği kanaatini oluşturmak.
 
Hilmi Demir

-1993 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu.

-1994 tarihinde Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesine araştırma görevlisi olarak atandı.

-1996 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Anabilim Dalında Yüksek
Lisansını, 2001 yılında doktorasını tamamladı.

-2002 tarihinde Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalına Yardım
doçent kadrosuna atandı.

-2002-2003 tarihleri arasında Kırgızistan OŞ Devlet Üniversitesinde görev yaptı.

-2003-2004 tarihlerinde Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesinde dekan yardımcılığı görevinde bulundu.

-2009 Tarihinde Doçent, 2014 tarihinde Profesör kadrosuna atandı.

-Halen Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı öğretim üyeliği yapmaktadır.
-Türkiye Günlüğü, Türk Yurdu, 2023 gibi Ulusal dergilerde yayımlanmış makaleleri ve "Delil ve İstidlalin Mantıki Yapısı İlk Dönem Sünni Kelam Örneği", " Mit Kozmoz ve Akıl", "Mit Kozmos ve Akıl: Zerdüştlük Maniheizm Hıristiyan Gnostikler ve İslam" adlı yayımlanmış kitapları bulunmaktadır.
-Ortadoğu'da Mezhepler, Gnostik inançlar, Selefilik, İslami Hareketler konusunda çalışmaktadır. 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display