< < Korona Virüsü Salgını Karşısında Siyasal İslâm’ın Geleceği
 Bu sayfayı yazdır

Korona Virüsü Salgını Karşısında Siyasal İslâm’ın Geleceği

Yazan  13 Nisan 2020

Dünya tarihi boyunca korkunç miktarda ve acılı ölümlere yol açan pek çok salgın hastalık meydana gelmiştir. Bunlardan bazıları ülke nüfuslarını üçte, dörtte bir oranda alıp götürdüğü için ciddi ekonomik ve siyasi sonuçlar doğurduğu gibi savaş sonuçlarını ve savaş halindeki ülkelerin âkıbetlerini de tayin etmiştir.

Bütün bu salgınlar, dinin mutlak otorite olarak kabul edildiği zamanlarda dünyanın her yerinde Tanrı’nın gazabı olarak değerlendirilmiş ve dine daha çok yönelmeyi de beraberinde getirmiştir. Ama müspet bilimlerin ve tıbbın gelişmesiyle birlikte bu tür salgın hastalıkların, kıranların ve öletlerin, virüslerin eserinin olduğunun bilinmesiyle birlikte kaderciliğin yerini bilimsel izahlar ve çözümler almaya başlamıştır. İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl ise dünya tarihinde eşi görülmedik ve hatta bundan elli yıl önce bile hayal edilmedik kadar sorgulamaya ve araştırmaya dayalı bilim ve teknoloji çağı haline gelmiştir. Dolayısıyla, günümüzdeki bu Korona virüsü salgının muhtemel sonuçlarını bu bağlamda ele almak gerekecektir. Bu salgının ülkemizdeki ve dünyadaki muhtemel etkileri, onun insan hayatına ve ekonomiye vereceği zararla doğru orantılı olarak kapsamlı ve derin, ya da hafif olacaktır. Kesin tahminlerde bulunmak henüz erken olmakla birlikte, mevcut salgının Müslümanların dinsel hayatına etkileri hakkında özetle şunları söyleyebiliriz:

  1. Başta hac, umre, Kâbe’nin kutsallığı, Kâbe’de edilen dua ve kader olmak üzere dinî olan veya dinî anlam yüklenen pek çok değer daha fazla sorgulanacaktır. Hatta 1755 yılında Lizbon’da meydana gelen büyük depremden sonra olduğu gibi, başta “kader”, “kötülük kavramı” ve “Tanrı’nın kudreti ve adaleti” olmak üzere pek çok dinî-felsefî tartışmaların İslam dünyasında da başlaması beklenebilir. Onun neticesinde Avrupa’da sekülerleşme hızlanmıştı. Voltaire’in, Albert Camus’nun, J. J. Russo’nun da katıldığı bu tartışmalar Hristiyanlık inancını ciddi şekilde zora sokmuştur. Mesela Leibniz'in iddia ettiği dünyanın yaşanılacak en güzel yer olduğu, tanrının bütün kötülüklere rağmen en iyi tanrı olduğu inancı yara almış, yaşanan felaket sonrası Voltaire bu fikirleri absürd olarak gördüğünü açıklamıştır.” Fakat İslam dünyasında böyle bir felsefi entelektüel birikimin olmadığını kabul edersek şu aşamada çok ses getirecek düşünürlerin ve akımların doğması beklenemez. Ama din felsefesi açısından ileriki düşünürler ve düşünceler için zemin oluşturabilir. Tabii ki burada salgının meydana getireceği yıkımın boyutu da belirleyici olacaktır.
  2. Bu dinî tartışmalar sonunda sadece din görevlilerine, tarikatlara ve cemaatlere değil, dinin kendisine olan güven de sorgulanacaktır. Din adamlarının ve kurumlarının tartışılması ve eleştirilmesi hakikatlerin ortaya çıkması bakımından yararlı olacaktır. Bunun yanında deizmin ve ateizmin daha da artmasıyla toplumda ayrışma ve kutuplaşmanın derinleşmesi ve yaygınlaşması da başka bir ihtimaldir. Bu arada Türk milliyetçilerine cazip gözüken fakat mahiyeti ve kaynağı belli olmayan “Tengricilik” akımı da böyle bir maksat için katalizör ve atlama tahtası olarak kullanılabilir. Bu durumda Türk gençleri üzerinde misyoner ve yabancı servis faaliyetleri de yoğunlaşacak, onların samimi Türkçülüğü ayrışmalar için kullanılabilecektir.
  3. Her türlü afetlerde çözümün bilim adamlarında olduğu kanaati daha da belirgin hale gelecektir. Bu virüsün kesin bir aşısının, ilacının, tedavisinin bulunması insanlığın uzaya ve Ay’a çıkması gibi bilime olan inancı daha da pekiştirecektir. Böylece “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vecizesi bir kez daha haklılık kazanacaktır. Bunun sonunda Kuran kursları ile özellikle de imam hatip okulları vatandaş nezdinde gözden daha çok düşecektir.
  4. Bütün bu ihtimallere, çözülmelere ve bunlara alternatif olarak kuvvet kazanması muhtemel Bedevi selefi zihniyete karşı İslâm’ın baştan beri bir ibadet ve hukuk projesi değil “ahlak ve medeniyet projesi” olarak anlaşılıp takdim edilmesi en gerçekçi çözüm olacaktır. Kur’an’daki İslâmın ve Hz. Peygamberin yaşadığı Müslümanlığın aslında bir uygarlık projesi olduğu konusunda geniş bilgi aşmak isteyenler bizim “Bedevilik ile Uygarlık Ayrımında Hangi İslâm?” isimli kitabımıza başvurabilir. Yine böyle bir vaziyet karşısında Kurana dayalı daha sade ve akılcı bir İslâm anlayışı da haklılık kazanacaktır. Atatürk’ün; Ziya Gökalp ve Mehmet Akif gibi ziyalıların fikirlerini hayata geçirmekle yaptığı şey aslında bu idi. Esasen günümüzde de ulusal barış yanında Türk milletinin yükselişini sağlayacak olan düşünce ve hareket tarzı da budur. Bu aynı zamanda siyasal İslam zihniyetinin de panzehiridir. Zaten pek çok kimsenin siyasi İslâmédan bahsetmeye yüzü kalmayacak, ümmetçilik ağır bir yara alacaktır.
  5. Siyasi İslâm’ın ve ümmetçiliğin değer kaybına uğraması milliyetçiliğin yükselmesine sebep olacağından, bu zihniyetteki partiler, politikalarını değil ama propagandalarını, milliyetçiliği ve bilimselliği kullanacak şekilde düzenleme yoluna gidecektir
  6. Yüzyılın ortalarında başlayıp İstanbul’un işgaliyle devam eden felaketler nasıl ki bilim, fikir ve siyaset dünyasında berraklaşma ve aksiyon meydana getirerek Türkiye Cumhuriyeti ve beraberindeki aydınlık hamleleri doğurduysa bu tür felaketlerin yeni güzel oluşumlara imkân vermesi gözden uzak tutulmamalıdır. Türkiye her alanda böyle birikimlere sahiptir. Tek eksik halkı buna inandıracak ve organize edecek siyasi iradedir.
  7. Korona virüsü salgını sebebiyle Cuma namazının Millet Camiinde DİB başkanı imamlığında özel olarak seçilmiş bir cemaatle “sembolik” olarak kılınması mevcut tartışmaların ötesinde ileride, fıkhi ve ideolojik görüşlerin ortaya çıkmasına ve hareket tarzlarına sebep olabilir. Hemen belirtelim ki dinde hiçbir şekilde ve hiçbir zaman mevcut olmayan bir namaz ihdas etmek Kuran ve sünnetle bağdaşmaz.
  8. DİB tarafından gerçekleştirilen bu uygulama, Cuma namazının kılınmamasına tepki gösteren bazı radikal dinci kesim ve halk için “cumanın televizyondan veya internet üzerinden de topluca kılmaları yönünde bir işaret de olabilir. Ya da en azından bu kesimler bundan, böyle bir anlam çıkararak kapalı devre tv yayınları veya internet vasıtasıyla Cuma namazlarını özellikle farklı şehirlerde olanlar bu şekilde doğrudan doğruya şeyhlerinin imametinde kılmak isteyebilir. Ve bu uygulama karantinadan sonra da devam edebilir. Bu ise bu tür örgütlerin içe daha çok kapanması, radikalleşmesi ve İslâm!ın asıl köklerinden uzaklaşması demektir.
  9. Camilerdeki bu karantinanın ramazan bayramını da içine alacak kadar uzun sürmesi bu kesimler yanında şekilci dindarlar arasındaki huzursuzluk ve çözüm arayışları daha da artabilir. Bu baskı karşısında, idareciler (bu tür) taviz verme yoluna gidebilir. Eğer böyle bir şey yapılırsa kapalı devre cuma, bayram, teravih ve hatta vakit namazı kılma uygulaması Kutlu Doğum Haftası gibi gelenek haline dönüşebilir.
  10. Böyle bir gelenek oluşmasa bile siyasi İslamcılığın şahsında, vasat Müslümanlar ve dindarlar arasında dinden ve (karantina sonrası birkaç aydan veya haftadan itibaren) camiden soğumalar başlayacaktır. Bu durumdan ürken mevcut iktidar İran ve Suudi Arabistan’da olduğu gibi buna karşı tedbir almaya çalışacaktır. Bu ise zorlama, tehdit, sadaka kültürü ve çeşitli yönlendirmeler demektir. Bunun için cami bünyesinde ilave örgütlenmelere ihtiyaç duyulacaktır. Bunun sonucunda Allah ile kulu arasındaki en deruni en anlamlı ve en mahrem ibadet olan namaz tamamen ayrıştırıcı ve ideolojik bir sembol haline gelecektir. Namazın sadaka kültürüne, terfilere, atamalara, nemalanmalara ve ianelere alet edilmesi Türkiye’yi 15 Temmuz 2016 sürecine getiren şahsiyetsiz, karaktersiz, mürai ve maddiyata tapan sürü zihniyetli güruh benzeri bir insan tipinin yetişmesi demektir. Böyle bir neslin yetişmesi için teşebbüste bulunmak dahi, ne bu dünyada, ne de ahirette hesabı verilebilecek korkunç bir vebaldir!
  11. Diyanet teşkilatı ne kadar büyük hata yaparsa yapsın bu kurumun kaldırılması veya başka bir kuruma dönüştürülmesi savunulamaz. Akıllı, akılcı ve donanımlı yöneticilerin elinde birkaç yıl içinde faydalı kurum olma yoluna avdet edecektir. Tersi yapılırsa bundan doğan boşluğu ne olduğu belirsiz cemaatler, tarikatlar ve örgütler doldurmaya çalışacak, bu da toplumun bölünmesine ve ayrılıkların derinleşmesine yol açacaktır.
  12. Salgın uzun sürer ve kitlesel ölümlere sebep olur da gıda sıkıntısı başlarsa hırsızlık yaygınlaşabilir, hatta yağma ve talanlar başlayabilir; iflaslar, işsizlik ve geçim sıkıntısı sebebiyle intiharlar ve fuhuş artabilir. Bu konuda Suriye’den ve başka ülkelerden getirilen sığınmacılar bu kitlesel olayların hem fâili, hem de mefulü olabilir.
  13. Hükumet virüs tehlikesi sebebiyle camileri ibadete kapatmak ve ezana Türkçe sözler ilave etmek suretiyle bir bakıma1940’lardaki İnönü yönetiminin durumuna düşmüştür. Siyasi İslamcı böyle bir idare için çok ağır bu suçlamaya karşı mevcut yönetim bunu izale ve telafi etmenin yollarını arayabilir. Ama durumları hiç kolay değil.
  14. Tarıma daha çok önem verilmesinin gerekliliği daha iyi anlaşılacaktır.
  15. Sade yaşamanın, azla yetinmenin, temizliğe, bilime, tabiata ve çevreye değer vermenin ve tutumlu olmanın kıymeti daha iyi anlaşılacaktır.
  16. İyi anlatılırsa din anlayışımız kadar hayat felsefemizin ve kapitalizmin esaslı şekilde sorgulanması mümkün olacaktır.
  17. Karantina uzun sürer ve virüs kontrolden çıkarsa insanlar arasında psikolojik sorunlar baş gösterebilir. Evde hareketsiz kalmaktan dolayı şeker, tansiyon, kolestrol ve obezite gibi rahatsızlıklar artabilir.
  18. Bütün bu olumsuzluklar İslâm dininin ve ilk Cumhuriyet yıllarının daha iyi anlaşılmasını pekiştirecektir. Aynı şekilde Türkiye için bazı şeylerin konuşulması, sorgulanması, irdelenmesi ve yeni baştan düzenlenebilmesi için iyi bir fırsat da olabilir. Bu durum, travmanın yıkıcı olmamak kaydıyla şiddetine ve inisiyatif alacak idarecilerin ve bilim adamlarının donanımını en iyi ve en etkili şekilde kullanmasına bağlıdır.
Prof. Dr. Nusret Çam

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Teostrateji Araştırmaları Merkezi Başkanı