Bir gün Hz. Ali halka hitap ederken haricilerden biri kalkar: "Ey Ali! Allah’ın dinine insanları ortak kıldın. Hüküm ancak Allah’ındır" der. Bunun üzerine her taraftan "Hüküm ancak Allahın!", "Hüküm ancak Allahın!" sesleri yükselir. Hz. Ali buna mukabil şöyle der: "Söz, hak bir söz, fakat bununla batıl murat ediliyor.” Şimdi burada bir nokta koyalım ve bugün ile devam edelim.
Türkiye’nin Suriye politikası giderek çelişkiler yumağına dönüyor. Hükümet, Türkiye’nin geleneksel ulusal çıkarlarına ve tehdit algılamalarına meydan okuyor. Ülkenin milli gücü ve kaynaklarıyla çözümleyemeyeceği sorunlara müdahil oluyor, üstesinden gelemeyeceği engellerle karşılaştığında iki adım geri gidiyor, sonra tekrar bir adım ileri gidiyor. Günün sonunda o çok beğendiği Osmanlı’nın Mehter Takımı kadar bile olamıyor. Türkiye’nin Suriye’deki stratejisi Beşar Esat’ın birkaç hafta içerisinde devrileceği hesabına dayanıyordu. Ancak Esat, ülke içi muhalefete dünyanın değişik yerlerinden cihatçı terör unsurlarının katılmasına, bu unsurları aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kimi bölge ülkeleri ve uluslararası güçlerin son derece güçlü destek vermesine karşın halen dimdik ayakta. AKP hükümetinin, Suriye krizinin nihai sonucuna ilişkin de hesap hatası yapmış olduğu ortaya çıkarken, Suriye’yi demokratikleşme sevdasına kapılan AKP iktidarı ülke içinde giderek otoriterleşiyor. AKP’nin Suriye politikası Türkiye’nin ulusal çıkarlarına zarar veriyor.Kuşkusuz, Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik, modern, hukuka ve insan haklarına saygılı, “yurtta barış, dünyada barış” felsefesini özümsemiş eski Türkiye’nin ulusal çıkarlarına…
Davutoğlu’nun Söylemi
Başbakan Ahmet Davutoğlu siyaset bilimi profesörü. İngilizce, Almanca ve Arapça biliyor. Malezya’da akademisyenlik yapmış. Mısır’da ve Ürdün’de bilimsel araştırmalara imza atmış. Ancak Davutoğlu konuşurken bir camii vaizi söylemi ile konuşmayı tercih ediyor. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunları tanımlayıp, hükümetinin bunları nasıl çözmeyi planladığını aktaracağına, tarihi olaylara atıfta bulunuyor. Selam vermenin önemine değiniyor. Emevi dönemine gidiyor. Kerbela’dan, Hz.Ali’den, Hasan-Hüseyin’den bahsediyor. Suriyeli sığınmacıların kabulünü milli çıkarlar, uluslararası hukuk ve etik değerler çerçevesinde değil, Hazreti Peygamber’in hicret döneminin “muhacir-ensar” ekseninde meşrulaştırıyor. Oysa, Mekke-Medine ilişkilerindeki reel politik çatışma açıklanmadan hicretin açıklanması mümkün değildir.
Davutoğlu sanki 2000’li yıllarda değil, 1400 yıl öncesini yaşıyor. Geçmişin kuralları, olgu ve davranışlarını anılan çağın reel politik ilişkilerinden kopararak ve efsaneleştirerek günümüzün karmaşık uluslararası ilişkilerini açıklamaya, Türkiye’nin iç ve dış siyasetini meşrulaştırmaya çalışıyor. Türk toplumuna ya da toplumun belirli kesimlerine hitaplarında adeta karşısında cami cemaati varmış gibi davranıyor. Davutoğlu’nun bu tarz siyaset anlayışı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler kariyerinin sorgulanmasına neden oluyor. Bilim insanları olguları, neden ve sonuç ilişkileri bağlamında açıklama çabasında bilimsel bilgiye, yani objektif bilgiye, ihtiyaç duymaktadır. Davutoğlu ise zaman zaman kullandığı bilimsel kavramların dışında, iç ve dış gelişmelere, toplumsal sorunlara, dış politika krizlerine bakışında her nedense akademik değil, dini olaylara ve değerlere dayalı bir vizyonu ortaya koyuyor.
Halkın Beklentisi ve AKP
Ortalama eğitim düzeyine sahip olan, memleket meseleleri üzerine eğilen toplum kesimleri ise Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan ülkenin güvenliğinin sağlanmasını, refah düzeyinin arttırılmasını, komşularıyla eski Türkiye’de olduğu gibi karşılıklı çıkar ve işbirliğine dayalı dostane ilişkiler sürdürmesini, yasama-yürütme-yargı arasındaki dengenin yeniden kurulmasını, son dönemde hızla erozyona uğratılan devlet sisteminin yeniden tesisini istiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan uzun süre, George W.Bush’un 11 Eylül olaylarından sonra yeni ulusal güvenlik stratejisini açıklarken dünyayı “iyiler” ve “kötüler” şeklinde ayırdığı gibi “taraf olmayan bertaraf olur” diyerek Türk halkını iki kampa bölmeye çalışmıştı. Erdoğan’ın o günkü meramı; halkı inanç, siyasi düşünce ve ortak değerler temelinde iki kampa ayırmaya çalışmaktı. Eski Başbakan böylece geleneksel olarak çoğunluğa sahip- merkez sağ, milliyetçi, muhafazakar, liberal-Cemaatler- kesimleri bir çatı altında toplayarak liderliğini üstlenmeyi hedefledi. Erdoğan devlet kadrolarına söz konusu kesimlerden istihdam sağlayarak belirli ölçüde destek elde etti. Başbakan, her seçim öncesinde karşısına bir düşman çıkarmaktaydı. Ötekileştirdiği gruplar üzerinden kendi destekçilerini bir arada tutmayı, onlara korku salarak, aksi halde her cephedeki kazanımlarını kaybedebileceklerini ihsas etti.
Bu örnek, AKP’nin çıkar ilişkileri nedeniyle arka bahçesi haline getirdiği Cemaatler ve Vakıflar marifetiyle nasıl bir nesil oluşturmak istediğini son derece ibret verici şekilde ortaya koymaktadır. Çoğu İmam Hatip Okulları’nda öğrenim gören, küçük yaşlardan itibaren Vakıf-Cemaat yurtlarında kalarak hiyerarşik ilişkiler silsilesinin içerisinde sıkışıp kalan, hocalarının ve büyüklerin talimatlarına sorgusuz uyan kitleler oluşturmak. Böylece ortak değerler öne çıkarılarak kolayca oy devşirilecek bir seçmen kitlesine sahip olmak, bu kitle içerisinden devlete kadrolar kazandırmak, İmam Hatip kökenli siyasetçiler ve bürokratlar sayesinde başı her sıkıştığında rasyonel çözüm önerilerini değil, İslam’ın ilk dönemlerine ilişkin olaylara atıfla seçmen kitlesini ikna etmek.
Atatürk ve Modern Türkiye
Öyle anlaşılıyor ki, Atatürk’ün tevhidi tedrisat kanununu çıkarmasının en önemli sebeplerinden biri buydu. Cumhuriyet modern, çağdaş, demokratik değerleri özümsemiş bireyler yetiştirmeyi hedefliyordu. Böylece çağdaş zihniyete sahip, araştıran, sorgulayan, olgu ve olayları neden-sonuç ilişkileri içerisinde inceleyip analiz eden genç nesiller oluşturulacaktı. Osmanlı’nın son döneminde Mehmet Akif Ersoy’un tespit ettiği gibi atılım gücünü yitirmiş ve çürümüş medreseler, tekke ve zaviye kurumları ortadan kaldırılırken, buralarda görevli hocaların, şeyhlerin, gençlerin beyinlerini batıl inançlar ve hurafelerle yıkayıp kendilerine hizmet eder hale getirmelerinin önüne geçilmesi hedeflenmişti. Cumhuriyetin kuruluşundan 90 yıl sonra Türkiye’de yaşananlar Atatürk ilke ve inkılaplarına düşman olan çevrelerin bir asra yakın süre nasıl pusuya yattıklarını, çağdaş dünyaya ait değerlere karşı içlerindeki kin ve nefreti nasıl canlı tuttuklarını anlatmaktadır.
AKP ve Suriye Politikası
AKP, Esat rejimini devirmek amacıyla çeşitli muhalif ve selefi kesimlerle işbirliği yapmaktadır. Aynı anda birbirleriyle ihtilaf içinde olan gruplarla da işbirliğini sürdürmektedir. AKP hükümeti, birbirilerine hasım vaziyetteki Suriye ve İsrail ile aynı anda arasını bozma başarısı gösterdiği gibi, inanç ve siyasi hedefler açısından birbirlerine karşıt grupları da aynı ölçüde desteklemeyi beceriyor. Davutoğlu ve arkadaşları Suriye’de tüm güçleri Esat’a karşı birleşmeye çağırırken, bunun olabilirliği konusunda çalışmadığı anlaşılıyor.
Suriye’de Nusra Cephesi Sözcüsü Ebu Firas Suri, El Cezire’ye verdiği beyanatta kendilerinin Sünnet ehli, IŞİD’in“harici”* olduğunu, dolayısıyla bu kesimle inanç noktasında ihtilafları bulunduğunu, tarihte olduğu gibi bugün de Sünnet ehli ile “Harici” düşünceyi benimseyenlerin ittifak yapmasının mümkün olmadığını, IŞİD’in kendilerini dinden dönmüş kişiler olarak kabul ettiğini, dolayısıyla öncelikle kendilerini, hedef aldıklarını açıkladı. Nusra Sözcüsü’nün Türkçe kanala açıklamada bulunması, Türk kamuoyunu AKP hükümetinin Suriye’de Nusra cephesini desteklediği, IŞİD ile bir ilgisinin olmadığı, zira Ehli Sünnet ve Harici kesimlerin bir araya gelmesinin mümkün olmayacağını açıklaması son derece manidardır. Zira böylece uluslararası toplumu ve kamuoyunu bugüne kadar IŞİD’e destek vermediği yönünde ikna etmeye çalışan AKP hükümetinin bu iddiasını destekleme amacı güden bir açıklama olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, amaç için her türlü aracın mübah olduğu Makyavelist düşüncenin hakim olduğu bir dünyada uluslararası ilişkiler alanında ittifakların sürekli değişebildiği gözden kaçırılmamalı.
Sonuç
Batı medeniyeti ve Müslüman toplumlar arasındaki mesafenin giderek açılması, Müslümanların sürekli geri kalmaları, fırkalara ayrılmaları, ülkelerinin kan ve göz yaşı gölüne dönmesi genellikle kendilerinden kaynaklanıyor. Müslüman toplumlar olayları dini ve mezhepsel temellerle açıkladıkları, dolayısıyla olayların nedenleri ve sonuçlarına ilişkin sağlıklı analiz yapamadıkları için hem bir araya gelemiyorlar hem de Batı karşısında sürekli ezik konuma düşüyorlar. Muhalefetin Esad’ı dört yıldır düşürememesi ve Irak’ta istikrar sağlanamaması da bu zihni arka plandan kaynaklanıyor. Gerek Davutoğlu, gerek Ebu Firas Suri, gerekse IŞİD hep aynı zihni süreci yaşıyor, aynı dili konuşuyor. Kendilerinden başka kimsenin anlamadığı, modern dünya gerçeklerinden uzak, hayallerle bezenmiş, ancak reel politikten kopuk dini mecrada karşılık bulabilecek bir dil…Realist dünya düzenin sürdüğü, güç ve çıkar mücadelesinin her alanda kendisini gösterdiği günümüz dünyasında bir karşılığı maalesef yok… Kaldı ki her üçü de hak söz söylüyor, ancak hangisinin muradının hak olduğu henüz bilinmiyor…