Soma, Takdir-i İlahi, Erdoğan ve AKP: Sekülerleş(e)meyen Bir Politik Toplumun İzdüşümleri…


Soma, Takdir-i İlahi, Erdoğan ve AKP: Sekülerleş(e)meyen Bir Politik Toplumun İzdüşümleri…

Yazan  15 Mayıs 2014

Manisa’nın Soma ilçesindeki Soma Kömür İşletmeleri AŞ’ye bir linyit madeninde 13 Mayıs 2014 günü saat 15.00 sıralarında trafo patladı ve ardından yangın çıktı. Patlama vardiya değişimi sırasında meydana geldiği ve o sırada ocakta, olması gerekenden iki kat fazla işçi bulunduğu için bilanço daha da ağırlaştı. Medyaya yansıyan son bilgilere göre ölü sayısı 282’ye yükselmiş durumda.

Dünya ve Türkiye’de Maden Kazaları

Dünyada 132 ülke arasında toplam kömür üretim değeri itibarıyla 28. sırada yer alan Türkiye, maden çeşitliliği açısından ise 10. sırada bulunuyor. Almanya ise dünyanın en büyük doğal kömür üreticisi konumunda. Ülkede 2.5 milyar ton taş kömürü ve 40.5 milyar ton linyit rezervi bulunuyor. Dolayısıyla basit mantıkla ya da diğer bir deyişle AKP zihniyeti perspektifinden konuya bakarsak, en fazla madencilik kazalarının ve bundan kaynaklanan ölümlerin Almanya’da olması gerekir. Ama öyle değil…

Almanya madenlerinde 2013 Ekim ayına kadar 40 yıllık süre zarfında hiç ölüm meydana gelmiyor. Ayrıca son yasa değişikliyle birlikte 2018 yılına kadar tüm maden ocaklarının kapatılması isteniyor. Bu kararın alınmasındaki neden ise 2013 yılında meydana gelen kazadaki 3 maden işçisinin ölümü. İşte dünyanın en büyük kömür üreticisi Almanya ile Türkiye arasındaki ölüm istatistiği:

 

Tablo 1: Türkiye ve Almanya’da Ölümlü Maden Kazaları

(Kaynak: http://www.posta.com.tr/turkiye/HaberDetay/Almanya-ve-Turkiye-de-maden-iscisi-olumleri.htm?ArticleID=227888, 14 Mayıs 2014)

 

Fıtrat Mahluklara Mahsustur, Mesleklere Değil

Şimdi bu tablonun ne anlam ifade ettiğini “kader”e, “karayazı”ya işi havale ederek açıklayabilir miyiz? Vicdanımız ve aklımız gerçekten bu kadar kör mü? Almanya’da bile maden gibi hassas bir konu tamamıyla devlet kontrolündeyken, Türkiye’de madenler 2004 yılından itibaren AKP eliyle taşeronlara açıldı ve ölümler 3 kata kadar arttı. Sonrasında ise işçi ölümleri ve sorumluların ekrana çıkıp bildik söylemleri ve hatta “güzel öldüler”[1] basiretsizliği! Aynı olayda (17 Mayıs 2010’da Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu Karadon Müessese Müdürlüğü maden ocağında meydana gelen grizu patlaması olayı) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bakın neler söylüyor nobran tavrıyla: “…Grizu gazı maalesef madenlerin tabi bir parçasıdır. Grizu patlamalarını yüzde yüz önlemek mümkün değildir. Dünyanın birçok yerinde bu ne yazık ki, bu işin kaderidir. Bunu sağa sola çekmek isteyen çeşitli köşe yazarlarına da hatırlatmak istiyorum. Bu işin kaderidir diyorum. Bunu sağa sola çekmeye de kimsenin ne fikri ne düşünce derinliği yetmez. Niye yetmez? Senin kadere imanın yoksa ben seninle tartışacak değilim. Benim söylediğim mesele başka. Bu olayın fıtratında, kaderinde bu var.”[2]

 

 

Aradan 4 yıl geçti ve Erdoğan aynı söylemini bugüne taşıdı. Nitekim, Erdoğan’ın, Soma’da 13 Mayıs 2014 günü yaşanan maden faciasıyla ilgili olarak 14 Mayıs 2014 günü Soma Belediyesi binasında yaptığı basın toplantısında El Cezire muhabirinin “Bu kadar tehlikeli iş yapıp da böyle bir kazaya hazırlıklı olmayan bir işletme nasıl olup da faaliyetlerine devam edebildi? Burada sorumluluk kime ait?” sorusu üzerine verdiği cevap, dinsel taassubu, dinsel sofuluğu ve kaderciliği temel alan ve bu sayede toplumu “cemaatleşme” ve “sürüleşme” mantığıyla yönetmeye çalışan Erdoğan ve AKP zihniyetini ortaya koymak açısından gerçekten manidardı:

“Bir gazeteci olarak zannediyorum dünyada kömür madenlerinin nasıl çalıştığını yakından takip etmiyorsunuz. …İngiltere’de geçmişe gidiyorum, 1862 madende göçük 204 kişi ölmüş. 1866’da 361 kişi ölmüş... İngiltere’de 1894 patlama 290. Fransa’ya geliyorum 1906 dünya tarihinin en ölümlü ikinci kazası 1099. Daha yakın dönemlere geleyim diyorum, Japonya 1914’de 687. Çin 1942, gaz ve kömür karışmanın neden olduğu sayılıyor ölüm sayısı 1549. Değerli arkadaşlar yine Çin’de 1960 metan gazı patlaması 684. Ve Japonya’da 1963’te yine kömür tozu patlaması 458. Hindistan 375. 1975’te metan gazı alev aldı, maden çatısı çöktü ve 372. Bu ocakların bu noktada bu tür kazaları sürekli olan şeyler. Bakın Amerika. Teknolojisiyle her şeyiyle... 1907’de 361. Arkadaşlar yani biz bir defa bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var.”[3]

İşte mesele bu kadar basit Erdoğan’ın zihniyetinden ve gözünden… Evet, bu kadar basit…

ABD ve Çin: Kadere Direnen İki Ülke

Sorumluluk mevkiinde bulunan bir insanın bu tür bir açıklama yapabilmesi için herhalde siyaseten bütün basiretinin bağlanmış olması gerekir. Bir defa yüz yıl, iki yüz yıl hatta on yıl önceki madencilik teknolojisiyle, çalışma şartlarıyla, iş güvenliği önlemleri ile bugünkü madencilik teknolojisi, çalışma şartları ve iş güvenliği önlemleri arasında dağlar kadar fark var. İkincisi, maden kazalarındaki ölüm oranları tarihsel açıdan incelendiğinde, ABD’de 1940’lara kadar maden kazaları ve ölüm sayıları artış gösterdiği, 1940-1950 döneminde düşme yaşandığı, sonrasında ise 1970’lara kadar ise ölüm oranlarında değişim yaşanmadığı görülmektedir. 1970’lerden itibaren ise hem kaza sayıları hem de ölüm sayılarında daha keskin bir düşüş olmuştur. 1940’lı yıllara kadar görülen kazalar ve ölümlerdeki artışlar sonucunda, 1940’tan itibaren kömür madenciliği iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yasalar çıkarılmış, maden ocaklarındaki sorunlar ve iş güvenliğini tehlikeye sokan durumlar ile ilgili yeni teknolojiler geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. 1960 yılından itibaren gelişmeler hızlandırılmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda ABD’de ölüm oranlarının özellikle 1970’lerden itibaren hızla düştüğü görülmektedir. Çin’de ise madenlerde meydana gelen kaza sayılarında ve ölümlerdeki hızlı artış sonucunda, 2004 yılında maden ocaklarının yenilenmesi kararı alınmış ve 2004-2006 döneminde maden ocaklarında yeniden yapılanmaya gidilmiştir. Çin’de de 2004 yılından itibaren ölüm oranlarında düşüş gözlenmektedir. Ayrıca Çin’de yeniden yapılandırma ile birlikte küçük, verimsiz ve zarar eden maden ocakları kapatılmıştır.[4] Üçüncüsü, dünyanın iki büyük kömür üreticisi olan Çin ve ABD’de meydana gelen maden kazaları incelendiğinde taş kömürü için milyon ton üretim başına ölüm oranlarının Türkiye’den düşük olduğu görülmektedir. 2008 yılında, Çin’de milyon ton başına düşen ölüm sayısı 1,27 iken, aynı oranın Türkiye’de 5 kat daha fazla olması oldukça kaygı vericidir. (Bkz. Tablo: 2)

Tablo 2: Taş Kömürü Kazaları Sonucu Ölümlerin Türkiye, Çin ve ABD Karşılaştırması

 

Sekülerleş(e)meyen Politik Toplum ve Sonuç

Şimdi mevcut veriler ışığında durum böyleyken sormak gerekiyor kendimize ve herkese: Madencinin, işçinin, polisin, memurun, askerin ve çalışan bütün kesimlerin gelir seviyesini, çalışma ortamını ve şartlarını, yaşama hakkını “kader”e, “karayazı”ya havale etmenin işlevi nedir? Erdoğan’ın yürüttüğü siyasette bu tür açıklamalarının ve tavır alışlarının, yani işi “kader”e havale etmesinin temel nedeni ve amacı nedir? Bu sorunun cevabı, 17 Aralık 2013’ten bu yana kör olmamış, körleşmemiş akıl ve vicdanlar için basit aslında: Emrah Göker’in de dikkat çektiği gibi, Türkiye’de politik toplumun (yani, devlet kurumlarını, bürokrasi alanını, parti teşkilatlarını, il ve belediye yönetimlerini, siyasetçileri, mikro ve makro siyaset yapılan tüm mekanları kapsayan alanın) sekülerleşememiş olması ve bu politik toplumun sekülerleşmesinin engellenmesinin “dinci-laikçi” kültür savaşını besleyen her iki kamptan çeşitli grupların çıkarına olması.[5]

İşte iç ve dış politikadaki bütün olumsuzluklara rağmen hala AKP’li olabilmenin, onu destekleyebilmenin tipolojisi mantığı bu. İşte Erdoğan’ın yaratmak istediği toplum modeli bu. Aynı din ya da millete ait olmak, bir cemaatin parçası konumunda olmak, AKP’li her birey için bir yaşam güvencesidir. Eskiye özlem (İslamcılık ve Osmanlıcılık) ve geçmişe ait çağrışımların paylaşıldığı ortamlar, AKP’li insanlara sahici bir emniyet duygusu verir. Hukukun geçersizleştiği ve sandıkla yarıştırıldığı, adalete güven sarsıldığı günümüz Türkiye’sinde geleneksel değerler ile dinsel kurallar, düzen ve nizamın yegane dayanağı olarak boy göstermektedir her AKP’li için. AKP’lilerin zihin ve vicdanlarında, bir yandan kültürel farklılıklar ile dinsel, etnik, vb. kimlikler öne çıkarılıp, muhafazakârlık, milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik kışkırtılırken; öte yandan organiklik ve bütünlük vurgusu yapan hamasi bir söylem ön plandadır. Her AKP’liye göre bütün kötülüklerin ve sorunların kaynağında gelenekten kopuş ve ahlaki yozlaşma bulunmaktadır. O halde kurtuluş için, geleneğe dönüş ve moral bir arınma şarttır. Mutluluk, ahlak ve düzen içinde yaşamanın tek yolu eskiye olan bu bağlılık ve dinsel taassuptur her AKP’li için...

Dolayısıyla, Türkiye’de selden, depremden, trafikten, terörden, patlamadan, zemin çökmesinden, yangından vs.’den dolayı gerçekleşen her “yaşam hakkı kaybı” bir “kader” işidir, bir “kısmet işi”dir, bir “nasip işi”dir AKP’nin zihin dünyasında. Bu tür yaşam hakkı kayıpları çağdaş devlet yönetiminin gerektirdiği asgari donanıma, zihniyete, dünya görüşüne, sorumluluğa, öz eleştiriye ve devlet adamı ağırlığına sahip olmayan yöneticiler için her zaman “yok” hükmündedir maalesef Türkiye’de! Bu tür olaylarda bir kusur, bir ihmal, bir sorumsuzluk, bir kabahat aranacaksa bu “doğa”da aranmalıdır, “tanrı”da aranmalıdır; “kader”de aranmalıdır, “toplumu yönetmeye layık görülenler”de değil!?

Yeri geldiğinde Hz. Ömer’in adaletinden bahseden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kulakları çınlasın! Müslümanlıktan dem vuran herkesin bildiği meşhur bir darb-ı mesel vardır. Hz. Ömer’in yaşlı bir kadınla olan diyalogu. Uzun anlatmayacağım, kıssadan hissesini özetleyeceğim: Hz. Ömer zamanında çocukları (ya da torunları) açlıktan ağlayan ve onları oyalamak için ocakta taş kaynatan yaşlı bir kadın... Ağlama seslerini merak edip bulundukları çadıra giren Hz. Ömer yaşlı kadına sorular sorar. Olayın sonunda Hz. Ömer kadına “Sen eğer durumunu Ömer’e anlatmamışsan Ömer nereden bilsin çocuklarının aç olduğunu?’’ diye sorduğunda yaşlı kadın cevap verir: “Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun ahrette de elim yakasından kopmasın. O, Müslümanların reisi, baş bekçisi değil mi? Bizler evvela Allah’a sonra da onun eline emanetiz. Gelip de benim halimi nasıl sormaz! Madem ki bilmeyecekti ne diye halife oldu? Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor!’’

Şimdi bu toplumu yönetmeye soyunmuş olanlara sormak lazım: Toplumsal yaşamda önlem ve kontrol edebileceğimiz her şeyi “doğa” ya da “tanrı” belirliyorsa ve bu manada “ölüm” ya da “yaşam” bir “kader” işiyse, bu toplumu yönetenler olarak siz neyi belirlemek, neyi düzeltmek, neyi idare etmek için soyundunuz bu işlere? Bırakınız her şeyi “kader” yönetsin! Aslında görmek ve anlamak isteyenler için gerçeği insanoğlu da söylüyor, tanrı da söylüyor yüzyıllardan beri: “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.” Hz. Muhammed (s.a.v). “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir.” Winston Churchill.“...Allah, pisliği [azabı, uğursuzluğu], aklını kullanmayanlar[ın] üzerine bırakır [yağdırır].” Kur’an-ı Kerim, Yunus Suresi 100. ayet

Zavallı Soma’lı 282 maden işçisi ve daha diğerleri, aileleri... Kimbilir kaçı son seçimlerde AKP’ye oy verdi, oy vermeye devam etti. Nereden bileceklerdi ki başbakanlık koltuğunda oturan zatın İsrail’e ve ona buna efelenmesi ile kendi “yaşam hakları” arasında hiçbir doğrudan ve dolaylı ilintinin olmadığını. Nerden bileceklerdi ki, yüzlerce tır dolusu lojistik yardım, silah ve mühimmat Suriye’ye AKP iktidarı tarafından taşınırken, bunun kendi “yaşam standartları”nı yükseltecek doğrudan ve dolaylı hiçbir ilintisinin olmadığını. Nereden, bileceklerdi ki Erdoğan’ın, Sayıştay’ın örtülü ödenek harcamasını denetleme isteğine sert tepki göstererek kendisinden randevu isteyen Sayıştay Başkanı’na aylardır randevu vermemesinin kendi “yaşam ahlakları” ile doğrudan ve dolaylı hiçbir ilintisinin olmadığını. Ve nerden bileceklerdi ki din ve gelenek üzerinden yönetmek hırslısı AKP ve Cemaat’in, gırtlak gırtlağa girdikleri ve ahlaki zayıflıklarını göstermekten de zerrece çekinmedikleri 17 Aralık kavgasının demokrasiyle hiçbir ilgisi olmadığını…

Zavallı Soma’lı 282 maden işçisi ve daha diğerleri... Maalesef öldüğünüzle kalacaksınız...

 


[1] “Ölen Madencilerin Ardından: Güzel Öldüler!”, 29 Mayıs 2010, http://www.ntvmsnbc.com/id/25100758/

[2] “Başbakan Erdoğan ‘Kader’de Israrlı”, Radikal, 21 Mayıs 2010, http://www.radikal.com.tr/politika/basbakan_erdogan_kaderde_israrli-998012

[3] “Erdoğan: İngiltere’de 1862’deki Göçükte 204  Kişi Öldü”, 14 Mayıs 2014, http://www.radikal.com.tr/turkiye/erdogan_ingilterede_1862deki_gocukte_204_kisi_oldu-1192088

[4] Bkz. Selin Arslanhan ve Hüseyin Ekrem Cünedioğlu, Madenlerde Yaşanan İş Kazaları ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme, TEPAV Değerlendirme Notu, Ankara, Temmuz 2010, s. 5., http://www.tepav.org.tr/upload/files/1279030826-2.Madenlerde_Yasanan_Is_Kazalari_ve_Sonuclari_Uzerine_ Bir_Degerlendirme.pdf

[5] Emrah Göker, “Maden ve Kader: Sekülerleşemeyen Politik Toplum”, Birgün, 22 Mayıs 2010, http://www.birgunabone.net/forum_index.php?news_code=1274537207&year=2010&month=05&day=22

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display