Siyasal Kültürün Aktarılması: Birinci Meclis Döneminde Siyasal Muhalefetin Taşıyıcıları (1920-1923)

Yazan  29 Mart 2021

ÖZET  

1876 yılındaki birinci Meşrutiyet, Osmanlı bürokrasisinin 1838 Serbest Ticaret Anlaşması ile düzenleri bozulan zanaatkar ve esnafla yaptığı işbirliğinin sonucu olarak; devletin ekonomik kontrolünü artırmak ve siyasal güç kullanımının kurumlar arasında dağıtılmasını sağlamak üzere ilan edilmişti. Oysa, kısa süren bu anayasal macera gücün paylaşılması yerine iktidarın daha fazla merkezileşmesi ve Duyun-u Umumiye üzerinden ekonomik kontrolün tamamen yabancıların eline geçmesiyle son bulmuş, dağılma/dağıtılma sürecine girmiş devletin kurtarılması için 1908’de bir kez daha Meşrutiyet ilan edilmiştir. Özellikle ikinci Meşrutiyet süreçlerinde ortaya çıkan siyasal kurumlar -başta siyasal partiler- sahip oldukları kültürlerini; Milli Mücadele sürecinde ve sonrasında öne çıkarmamaları için, her ne kadar Erzurum ve Sivas Kongrelerinde üstünde önemle durulan Fırkacılıktan Sakınma kararlarına rağmen, Milli Mücadele’ye vaz’ı ülyed etmek üzere toplanan Büyük Millet Meclisine de taşımışlardır. O kadar ki; Birinci Meclisin ikinci gününde Meclis Başkanı seçilen Mustafa Kemal Paşa toplantıda bulunan 120 üyenin ancak 110’unun oyunu alabilmişti. Meclis Başkan Yardımcılığına seçilen Son Mebusan Meclisi’nin Başkanı Celalettin Arif Bey ise 109 oy almıştır. Bu sonuçlar her ne kadar parti içinde önemli roller üstlenmese de İttihat ve Terakki damarından gelen Mustafa Kemal Paşa için bir uyarı niteliğindedir. Mecliste bulunan üyeler içinde tabii olarak İttihat ve Terakki’nin önde gelen yerel ve merkezi temsilcilerinin yanında, İttihat ve Terakki’ye siyaseten muhalif olan İkinci Meşrutiyetin Siyasal Partileri içinde yer almış muhalifleri de bulunmaktaydı. Bu muhalifler Birinci meclisin ikinci gün yapılan celselerinde Meclis Başkan Yardımcısı, Vekil (Bakan) ve Encümen Üyeliklerine seçilmiş olmalarına rağmen, Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefet eden 3 eski Ahrar Fırkası kurucusu Celalettin Arif, Bekir Sami ve Cami Bey de bulunmaktadır. Hem bunlar, hem de eski Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyeleri Birinci Mecliste ve daha sonra ilan edilen Cumhuriyet İdaresi döneminde muhalefet kültürünün taşıyıcılarıdır. Bu muhalefet kültürü ilerleyen zamanlarda Meclisteki İkinci Gurubu oluşturmuş, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka teşebbüslerinde kurumsal şahsiyetler kazanırken, nihayet 1950 yılında geçilen çok partili siyasal hayatta Demokrat Parti ile iktidara taşınmıştır. Bu sürekliliğe İdris KÜÇÜKÖMER de dikkat çekmiştir.[1]

Anahtar Kelimeler

Meşrutiyet, İttihat ve Terakki, Ahrar Fırkası, Siyasal Kültür, Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa,  İktidar, Muhalefet, Celalettin Arif, Bekir Sami, Cami Bey, Hüseyin Avni Bey.

GİRİŞ

Türklerde devlet ve toplum yapısı; iç içe geçmiş olduğu kültürlerle; mesela, İranlılar ve Arapların kültürleri ile farklılıklar gösterir. Orta Asya’dan taşıdığı siyasal kültüre İslam dini üzerinden Arapların ve siyasal kurumlarını aldığı İranlıların siyaset üretme biçim ve tekniklerini (siyasal kültür) de ekleyerek bünyesinde bu iki kültürden özellikler taşıyan fakat farklı bir siyasal kültür üretmiştir. Üretilen bu yeni siyasal kültür hem bürokratiktir ve hem de devlet içinde dengeler üzerine oturtulmuş iktidar odaklarının genellikle uyumlu ama zaman zaman da sert çatışmalara sahne olduğu bir işleyiş biçimine sahiptir. Yönetim sisteminin bir parçası olması beklenen siyasal muhalefeti ise; “modern dünyanın kavramları” olan farklı fikirde olanların mevcut yönetime itiraz etmeleri veya politika alternatifleri önermek[2] olarak tanımlarsak böyle bir muhalefet tarzının Osmanlı İmparatorluğunda söz konusu olmadığını ama yine de görüşleri kolaylıkla bir kenara konulamayacak bir ulema sınıfının varlığından söz etmeliyiz. Mutlak iktidar ise; ilmiye sınıfının yanında askeriye ve kalemiye- bürokratlar- arasında bir dengeye oturtularak kısmen yumuşatılmış ve kısmen de dizginlenmiştir.[3] Yakın zamanlara doğru bu denge bürokratlar lehine bozulmuş ve kalemiye (bürokratik) elitinin baskısıyla devletin üç önemli ayağından birisini oluşturan askeri teşkilat, -mevcut olan- şiddet kullanılmak suretiyle tasfiye edilip, yeniden düzenlenmiştir. Ancak, bu yeni yapılanma sonucu; başta, batı tipi eğitim almış ve önce öğretmenleri üzerinden, sonra doğrudan doğruya, batıyla temas halindeki askeri ve sivil bürokratik elitin yönetime daha çok katılma talebi de ortaya çıkmaya başlamıştır.

1839 yılında Tanzimat Fermanının ilan edilmesinde başrolü oynayıp “büyük bürokratlar”[4] geleneğini başlatan Reşit Paşa ve öğrencileri olan Ali ve Fuat Paşalar ile “büyük bürokratlar” geleneğinin son temsilcisi olan Mithat Paşa Padişah atayıp, azledecek kadar güçlenerek en kudretli seviyesine çıkan Osmanlı bürokratik eliti, 1876’da ilan edilen anayasayı hazırlayarak meşruti bir yapıya geçmeyi başarmıştı. Ancak dikkate alınmalıdır; 1876’ya gidilen süreçte 1838 İngiliz Ticaret anlaşmasıyla yerel hammaddelerin ihracatının da tümü ile serbest hale getirilip, ülke içinde dolaşan mallarda yerli üretici ve tüccarların aleyhine vergi düzenlemeleri yapılınca, özellikle atölye düzeyindeki imalat sanayi ve ticaret erbabının işlerinde büyük gerilemeler olmuş; saray bürokrasisi, zanaat erbabı ve esnaf tarafından şiddetle suçlanmaya başlanmıştı. Bu sorunlu ekonomik gelişmeler döneminde oluşan ve Yeni Osmanlılar denilen siyasal muhalefet, Müslüman baskı gurubunun ilk örneğidir. Yeni Osmanlılar, 1838’de İngilizler lehine doğan bu durumun birkaç yıl içinde Avrupa’nın önde gelen devletlerine de sağlanması üzerine, devletin serbest ticaret politikasını şiddetle eleştirip uygulanan politikaları zayıflatmışlardı. Sonunda, devletin vergi toplayamayacak duruma gelip iflas etmiş hazinesinin borç ödeme kabiliyetini tümü ile kaybetmesi nedeniyle 1881 yılında Duyunu Umumiye İdaresinin kurulması Yeni Osmanlıların muhalefetini daha da şiddetlendirmiştir. Önce gizli bir cemiyet olarak ve çoğunlukla Avrupa’da faaliyetlerini sürdüren bu gurup kısa süre içinde tüm siyasal muhalefetin çekim merkezi ve açık bir muhalif siyasal yapılanma haline gelmiştir.

Çalışmamızın konusunu oluşturan 1920-1923 arasındaki meclis faaliyetlerine muhalefet kültürünün nasıl taşındığını anlayabilmek bakımından daha önce var olan iktidar ve muhalefet olgularının geçirmiş oldukları tarihi süreçleri göz önünde bulundurma zarureti vardır. Zira bu gelişmeler sadece gerçekleştikleri zaman dilimiyle sınırlı kalarak Osmanlı Devletinin tasfiyesi ile sonuçlanan süreçlerde son bulmamıştır. Etkileri günümüze kadar devam eden bu gelişmeler her dönemde yeniden yaratılan siyasal yapılanmalarda belirleyici olmuştur.

TARİHİ BAĞLAM

Birinci Meşrutiyet, İlk Anayasa - İlk Meclis

Türk tarihinin Avrupalı (gibi) olmayı öne alan, başlıca meselesi devleti ayakta tutmak ve ömrünü uzatmak olan ilk yazılı anayasası, 23 Aralık 1876 tarihinde 119 madde olarak yürürlüğe konulmuştu. "Kanun-i Esasi" (Temel Kanun) adını taşıyan bu anayasa batılı örneklerinde görüldüğü gibi halk iradesine dayalı sınıfsal bir hareketin sonucu değil, “Yeni Osmanlılar" adı verilen aydınların yukarıda belirttiğimiz hoşnutsuz zenaat erbabı ile esnafı yanlarına alıp padişah üzerinde oldukça güçlü bir etkide bulunması sonucu gerçekleştirilmişti. Bu anayasaya göre; egemenlik kayıtsız şartız Padişaha bırakılıyor, yasaların yürürlüğe konulması ve yürütme gücü, tümü ile Padişahın elinde toplanıyordu. Yargı gücünün bağımsız olması öngörülmüşse de, af yetkisi Meclise değil, Sultana bırakılmıştı. Vatandaşlara, toplantı, siyasî parti ve dernek kurma özgürlükleri dışında, bütün temel haklar tanınmış, ancak, bu hakların kanun yolu ile sınırlanmasının mümkün olması ve bu konuda bir ölçü bulunmamasından temel hak ve özgürlüklere hukukî güvence getirilmemişti. Vatandaşların can, mal, ırz, konut dokunulmazlıkları, "kanun dahilinde" güvence altına alınmış, ancak, padişah bir polis soruşturması sonucunda devlete zararı dokunduğu gerekçesiyle kişileri yurtdışına sürebilmekteydi. Hatta bu maddenin öncelikli uygulaması Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koymak için büyük gayret gösteren Sadrazam Mithat Paşa’ya denk gelmiştir.

İIk  Parlamento, "Meclis-i Umumi" (Genel Meclis) adı altında ve iki meclisli olarak, 20 Mart 1877'de çalışmalarına başlarken, iki dereceli seçimler sonucu oluşan "Heyet-i Mebusan" veya bazen ifade edildiği gibi "Meclis-i Mebusan" (Milletvekilleri Heyeti), 69'u Müslüman ve 46'sı Müslüman olmayan 115 üyeden, doğrudan doğruya padişahça atanan "Heyet-i Ayan" veya diğer adıyla "Meclis-i Ayan" (Seçkinler Heyeti) ise, 26 üyeden kurulmuştu. 93 Harbi olarak nitelendirilen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında alınan sonuçların çok sert eleştirilmesi ve Mebuslarca sarayın suçlanması sonucu Heyet-i Mebusan 28 Haziran 1877'de yine mevcut anayasaya uygun olarak Padişahça lağvedilmiş, ardından yapılan seçimler sonucu 13 Aralık 1877'de, Türk tarihinin ikinci millet temsilcileri meclisi toplanmıştır. Ancak, Rus savaşının kötü bir gelişme göstermesi sonucunda, Meclis de 14 Şubat 1878'de Padişah tarafından dağıtılmıştır.[5]

1876 anayasasını bir “yükselen sınıflar” veya “ulusal burjuvazinin” sahip olduğu gücün ifadesi olarak görmek mümkün değildir.[6] Aslında anayasanın ilanı 1838 serbest ticaret rejiminden kurtulmaya çalışan ve güçlü ve müdahaleci devlet isteyen baskı altındaki sınıfların eseridir. 1876 düzeninde, milletvekili olabilmek için mülk sahibi olmak gerektiğinden ancak hali vakti yerinde olanlar milletvekili olabilirken, milletvekili olabilenlerin çoğu 1838 rejimi ile imparatorluğun dünyaya eklemlenmesinden karlı çıkanlardan oluşuyordu. Bunlar zayıf ve müdahaleci olmayan bir devlet düzeninden yanaydılar. Yeni Osmanlılar ise yukarıda belirtildiği üzere devlet müdahalesini zorunlu görüyorlar ve devletin bütün gücü ile belirleyici olmasını istiyorlardı. Bu gelişmeler ülkemizde etkileri halen devam eden ikili siyasal sistemin temellerini oluşturmuştur.[7] Bu görüşler belli ölçüde ünlü Anayasa Hukukçusu Tarık Zafer TUNAYA tarafından da paylaşılmakla birlikte TUNAYA hoca siyasi partilerin batılı anlamda bir sınıf mücadelesinin sonucu olmayan ancak modernleşme fikirleri etrafındaki kümelenmelerin genel olarak siyasi partilerin temellerini oluşturduğunu ifade ediyor. [8]

Serbest ticaret anlaşmasından, anayasanın ilanına kadar geçen süreçte ortaya çıkan bu dikotomik yapının Türk Siyasal Kültüründe ne kadar kalıcı olduğuna daha sonra tekrar değineceğiz.  

İkinci Meşrutiyet-Hürriyetin İlanı

1908 yılı başlarında dış gelişmeler ve giderek şiddetlenen aydınlar muhalefeti nedeniyle, Padişah, anayasayı tekrar yürürlüğe koyarak Meclis-i Umumi’yi 23 Temmuz 1908'de toplantıya çağırmak zorunda kalmıştır. Bu Anayasa; 1909, 1912, 1914, 1916 yıllarında sekiz kez değiştirilerek yapısı önemli değişikliğe uğratılmıştır.[9] Padişahın zararlı faaliyetler iddiasıyla vatandaşları yurtdışına sürgün etme hakkı kaldırılarak basın özgürlüğü genişletilmiş, sansür yasağı konulmuştur.  Vatandaşlara toplantı ve dernek kurma özgürlükleri tanınarak siyasî partilerin kurulması mümkün hale getirilmiş ve hükümet Meclis'e karşı sorumlu tutulmuştur.  Padişahın dilediği zaman Meclis'i dağıtması hükmü sıkı kayıtlar altına alınmış, gensoru kurumu yerleşmiş, padişahın yasama yetkisine belli sınırlar getirilerek meclis üyelerine doğrudan doğruya kanun teklifi verme hakkı tanınmıştır. Ayrıca, Meclis Başkanını, Padişah müdahelesi olmadan Meclisin kendisi seçecek ve bir padişah tahta çıktığı zaman, Meclis-i Umumi önünde Anayasa hükümlerine uymaya ve millete sadakat yemini edecektir.[10]

İkinci Meşrutiyet Döneminde İdeoloji Arayışları

Yukarıda siyasal partilerin belli bir sınıfsal temele dayanarak bu sınıfın çıkarlarını önceleyen bir programla faaliyete başlamadıklarını ifade etmiştik ki bu İkinci Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan bütün siyasi partiler için geçerli olduğu gibi Sosyalist Fırka için de geçerlidir. İmparatorluğun uzun bir süreden beri “gerilemesini” sürdürmesi ve tüm “modernleşme” çabalarından etkili ve kesin sonuçlar alınamamış olması Osmanlı aydınlarında saplantılı bir ruh halinin yerleşmesine yol açmıştı: devlet nasıl kurtarılacak ve eğer mümkün ise eski şanlı günlere nasıl geri dönülecektir. O dönemde ait olunan ideolojilerin farklılıkları devletin nasıl kurtarılacağına verilen cevaplardaki yöntemlere ilişkindir. Devletin Nasıl Kurtarılacağına reçete yazan Osmanlı aydınları aşağıdaki görüşleri ileri sürdüler.[11] Bu görüşlerin izdüşümlerine ve yeniden üretilmelerine 1920-1923 döneminde de rastlayacağız.[12]

  1. Garpçılık: Osmanlı Saltanatını koruyarak kökten ve zorla ıslahatlar yapıp batıdaki gibi müesseseler kurmak yolu ile devletin kurtarılabileceğini öne sürdüler. Batıcıların ileri sürdüğü görüşler o dönemde kurulan tüm siyasal partilerde belli oranda kabul görmüştür. En önemli temsilcisi bugün halen binası Cağaloğlu’nda bulunan İçtihat Evi yayınlarının sahibi İttihat ve Terakki’nin önemli ideologlarından Dr. Abdullah Cevdet’tir. Ayrıca Celal Nuri (İleri) ve Kılıçzade Hakkı Bey de bu görüşün önemli temsilcilerindendir.
  2. İslamcılık : İleri sürdükleri temel görüşleri İslam’ın ilerlemeye engel teşkil etmediği ve sahip oldukları düşünceler İslam akidelerine bağlı olarak toplumun inancına ve devletin teokratik yapısının güçlendirilmesine dayandırılır. İslamcılık düşüncesi bazı siyasal hareketler içinde bir ideoloji olarak yer almıştır. En önemli temsilcileri Sait Halim Paşa, M. Akif Ersoy, Muhammed Seyyid Bey, Babanzade Ahmed Naim ve Şemsettin Günaltay’dır. Babanzade ailesi daha sonra Kürt Teali Cemiyeti içinde yer almıştır. [13]
  3. Türkçülük : Avrupa’da ortaya çıkmaya başlayan milli devletlerin her birinin kendilerini önceleyen bir millet üzerine inşa edilmesi fikrinden hareketle devletin asli unsur olarak Türk Milletine dayanmasını ileri süren görüştür. En önemli temsilcileri İttihat ve Terakki’nin de ideoloğu olan Ziya Gökalp’tir. Dolayısı ile İttihat Terakki her ne kadar diğer fikirleri programına koysa da (mesela İslamcılık ve batıcılık gibi) Gurup içindeki özellikle yeni nesil askerler bu fikir etrafında toplanmıştır. [14] Diğer önemli temsilcileri Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi Tanrıöver (Birinci Meclisin Eğitim Bakanı) ve Mehmet Emin Yurdakul’dur.
  4. Meslek-i İcitma-i: Prens Sabahattin Bey’in daha çok Fransız düşünürler Desmolins ve Le Play’dan etkilenerek geliştirmiş olduğu Yerinden Yönetim ve Özel Teşebbüs Fikri üzerine inşa edilmiştir. Bu fikrin temsilcileri 1838 döneminden beri liberal ekonomik düzenin savunucusu olan aydınlar ve dünyaya eklemlenmiş tacirlerdir. Liberal fikirlere sahip olanlar partileşerek Ahrar Fırkasını (=Hürler, Liberal) oluşturmuştur. Meşrutiyetin ilk döneminde kurulan Ahrar Fırkasını canlandırmayı amaçlayan Milli Ahrar Fırkasının kurucuları arasında yer alan Celalettin Arif Bey Birinci Meclisin Başkan Yardımcısı, Adalet Bakanı ve Layiha Encümeni Başkanıdır. [15] Bu fırkanın diğer temsilcileri Cami Bey Birinci Meclisin İçişleri Bakanı ve Bekir Sami Bey Dışişleri Bakanı olmuştur.[16] Bir diğer önemli siyasi parti olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası da bu grup içinden çıkmıştır.
  5. Sosyalizm : Bu akım nispeten daha zayıf olmakla birlikte özellikle Fransız Sosyalistlerinden etkilenerek Batıdaki insan hakları dokunulmazlığının Türklere de tanınmasını sosyalizmin gerçekleşmesine bağlamışlardır. En önemli temsilcileri Dr. Refik Nevzat ve Hilmi Beylerdir.[17]

Kurulmaları serbest hale gelen siyasal partiler bu görüşlerden birini veya birkaçını kısmen veya tamamen benimseyerek kurumsal yapılanmalarını tamamlamışlardır.

İdeoloji arayışları konusunda Süleyman Seyfi ÖĞÜN’ün değerlendirmesi konuyu açıklaması bakımından önemlidir. Öğün, özetle; siyasal ideolojilerle ilgili şunları söylemektedir.

“…ideolojinin işlevsel olabileceği bir sosyal arka planın mevcudiyetinden söz etmek güçtür.” siyasal partilerin görüşlerini oluştururken dışsal gelişmelerin ne kadar etkili olduğunu ifade ederek, “Dünya ticaret ağında ister istemez yer alan Osmanlı’da geleneksel hayat tarzı 19. Yüzyıl ortalarında sonuçları net bir şekilde gözlenebileceği üzere çözülmeye başlamıştır. Çözülme süreçleri toplumsal dönüşümün asgarilerinden birisidir. Ama bu çözülmeden, insanları yeni bilişsel kapasitelerle donatacak alternatif hayat iklimleri doğmamıştır. Gelenekselin çözülmesi bu süreçle tamamlanmadığı zaman toplumsal dönüşümden değil olsa olsa çözülmenin çöküntüye dönüşmesinden söz edilebilir”[18] Öğün dönüşüm sağlanması umuduyla çıkılan yolda arzu edilen gelişmelerin sağlanamamasının altında ideolojik değil esas olarak kültürel bir sorun olduğuna dikkat çekerek çözümlemesini şöyle sürdürüyor. “Türkiye’de sözde-ideolojik hayatın yelpazesi içinde ‘resmi’ düzeyden ‘gayrı resmi’ düzeye kadar entelektüel arayışların ortak paydası enformatik-kültürel bir bütünleşmeyi sağlama endişesidir. Politik hayatımızın hemen hemen bütün akımların ‘okuma-yazma’ meselesine değinmeleri hatta kendi varoluş sebeplerini ‘bir maarif seferberliği’ ile beraber düşünmelerinin altında bu endişe yatmaktadır. Bütün bunlardan umulan ve beklenen, moral-kültürel etkileşim düzeyi çok yüksek bir sosyal bünyenin ‘medeniyet’ problemlerini çözecek bir yüksek enerji ve çalışma ahlakı doğuracağıdır.”[19]

İkinci Meşrutiyetin Siyasal Partileri

İttihat ve Terakki, İhtilali gerçekleştiren en önemli siyasal kurum olarak 1908 yılından 1913 yılına kadar parlamentoyu kontrol eden ve 1913’ten 1918’e kadar tek başına siyasal sistemi domine eden/hegemon güç olmuştur. Yapısal bakımdan kitle partisi ve dayandığı tabanın siyasal kültüründe de gözlemlenebileceği üzere durumlara uygun tavır alma yaklaşımını benimsemiş bir parti idi. Söylem ve uygulamalarında zaman zaman İslamcı zaman zaman Osmanlıcı ve genel olarak da Türkçü ideolojiyi ön plana çıkarmış, hatta ideolojik yaklaşımlarını ve söylemlerini dışsal gelişmelere göre ayarlamıştı. Eğitimde batı usullerini benimsemiş, iktisadi sistemin milli olması gerektiğini öne sürerek bu doğrultuda politikalar geliştirip[20], Batıda yer alan kurumların ülke içinde yerleşmesine çaba göstermiştir. Balkan Savaşlarında alınan ağır mağlubiyetler ve ülke içindeki gelişmelerle Jakoben bir tutum benimsemeye sürüklenen partiye karşı hızlı ve hızla bir muhalefet yükselmiştir. Oysa, 1908’de İttihat Terakki rakipsiz olarak seçimlere katılmış tek rakibi olan Ahrar Fırkası seçimlerde başarılı olamayınca Mecliste büyük bir çoğunluk sağlamıştı.[21]

İttihat ve Terakki’nin Merkeziyetçiliğine karşı Liberal görüşlerle faaliyetlerini sürdüren Ahrar Fırkası dışında yaptığı uygulamalara itiraz eden siyasal partiler de kurulmuştur ki; bunların başında İttihat ve Terakki tarafından düşmanca bir saldırıya maruz bırakılan Fedakaran-ı Millet Cemiyeti gelir. Ayrıca, Osmanlı Demokrat Fırkası, İttihadı Muhammedi Fırkası, Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası, Ahali Fırkası, Osmanlı Sosyalist Fırkası adlarını taşıyan partiler kurulmuşsa da uzun soluklu olamamışlardır.

1911 yılında en büyük muhalefet olacak ve İttihat ve Terakkinin merkeziyetçiliğine karşı daha çok liberal fikirleri benimseyecek Hürriyet ve İhtilaf Fırkası kurulmuş (Başkanı Damat Ferit Paşa idi) ve 1911 yılında yapılan ara seçimleri kazanınca İttihat ve Terakki Meclisi feshettirmiştir. Yapılan yeni seçimlerde çoğunluğu sağlamış olsa da Halâskâran Hareketi sonrası muhalefete düşmüş, Bakanlar Kurulu’nun Meclisi Feshettirmesi ise İttihat ve Terakki’nin oldukça zor zamanlar yaşamasına neden olmuştur.[22] 1913 yılında Balkan savaşlarının bozgun ile sonuçlanması üzerine Hükümete baskın yapan İttihat Terakki yaşlı Mahmut Şevket Paşa’yı öldürerek hükümeti kendi kurmuş ve diğer partileri kapatarak çok partili hayata son vermiştir. Bu dönemden Mondros Mütarekesinin imzalanması ile son bulan 5 yıllık dönem İttihat ve Terakkinin siyasal hegemonyası altında geçirilmiştir. Bu döneme bir bütün olarak bakıldığı zaman iktidar ve muhalefetin daima çatışmalı bir ilişki içinde olduklarını görüyoruz, Bu durum daha sonra yaşanacak siyasal süreçlerde de etkili olacaktır.

Bu dönemdeki çatışmacı siyasal kültüre başka bazı örnekler de verilebilir.

Birinci Örnek

Şerif Mardin’in “Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol adlı makalesinde verdiği ve Murat Önderman’ın Türkiye’de Siyasi Retorik ve Yaşam Dünyası adlı makalesinde inceleme konusu ettiği Fedakaran-ı Millet Fırkası örneği ilginçtir. “ Osmanlı Anayasası 1908’de tekrar ilan edilince komitacı bir cemiyet olarak faaliyete geçen Jön Türkler Meclisin açılmasından hemen sonra örgütlerini partiye dönüştürdüler.  Bu fırka diktatoryal eğilimler sergilemeye başlayınca Türkiye’de ilk muhalif partinin (Fedakaran-ı Millet Fırkası) meydan okumasına maruz kaldı. İttihat Terakki’nin tepkisi bir hoşgörüsüzlük örneği idi. Muhalif Fırka devlete ihanetle suçlanmış, yapılan yargılamada bu suçlamanın ittihat ve Terakki tarafından düzenlenen bir komplo olduğu açığa çıkmıştı..” [23]

İkinci Örnek:

Ö denemde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenci olan eski Hakim-Savcı İsmail Hakkı SUNATA’nın hatıralarından çatışmacı siyasal kültüre bir başka örnek daha verebiliriz; “…Bu günkü gazetelerde (29 Mayıs 1920) İngilizler tarafından yakalanıp sürülen İttihatçıların adları yazılı. İngilizler bunları sabah erkenden otomobillere istif ederek Arabyan Hanı’na götürmüşler, oradan da akşamüzeri vapura yükleyip Malta’ya göndermişler. İttihatçıların muhalifleri tarafından pek uygun görülen bu hareket sinirlerimi bozdu…. Hürriyet ve İtilafçıların hırs ve kinle kararmış gözleri ise bu hareketi alkışlıyor. İttihatçıların vaktiyle Almanlara pek hırslı ve tapınırcasına bağlı durumları bugün Almanların yerine İngilizleri koymak üzere İtilafçılara geçti…” [24] “…Gazeteler birbirlerine ateş püskürüyor. Bir kısım gazeteler giden murahhasların ehliyetsiz ve bilgisiz olduklarını ve bir kısmı da aksini iddia ediyor. Bu hal fırkacılık ihtiraslarının taşmasına sebep oldu. O kadar iğrenç ve murdar bir tartışma devam ediyor ki, fırka ihtiraslarının bu okumuş yazmış insanların kalplerini ne kadar kararttığını gösteriyor ve insanı tiksindiriyor…”[25]

Üçüncü Örnek:

Aynı konuda Tarık Zafer Tunaya Hoca, Yakın Tarihin Kâbusu: Fırkacılık başlıklı yazısı ile çatışmacı siyasal kültürden şöyle şikayet ediyor. “ Yıl 1916.. yabancı işgali altında bulunan güney Eğenin bir kasabasında iki devlet memuru bir mezarlığın yanından geçmektedirler. Birisi orada yatan dindaşlara Fatiha okumayı öneriyor. Okuyorlar. Fakat öteki şu sözleri ekliyor : “ Ben duamı İttihatçıların ruhuna ithaf etmiyorum.”[26]

BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN OLUŞUMU

Birinci Meclise Giden Yol

Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin aldığı Misâk-ı Millî kararlarının İtilâf Devletlerine "Osmanlı Devleti ile yapılacak barışın ön şartları" mesajını vermesi üzerine başlarında İngilizler olmak üzere Fransız ve İtalyanlar, İstanbul'u 13 Kasım 1918’ de daha kapsamlı olarak işgal altına aldılar. Bu işgalin tesiri Mebusan Meclisi üzerinde derhal görüldü. Meclis, toplantıların tehir edilmesine karar verdi. Böylece İkinci Meşrutiyetle oluşan, Mebusan Meclisinin çalışmaları yeniden kesintiye uğramış oldu. İstanbul işgal altına olmasına rağmen bulunacak anlaşma çözümleri ile Hilafet ve Saltanat Makamının kurtarılabileceğine ilişkin bir kanaat vardır. Bu inancın oluşturulmasında Ahrar Fırkasını ikinci kez dirilten Damat Ferit Paşa’nın İngiltere yanlısı olması ve İngiliz Muhipler Cemiyetine üye olmasının etkili olduğu kanaatindeyim. Bu yönü ile konuyu değerlendirdiğimizde Büyük Millet Meclisi açılmadan önce, milli bir direniş ile ülkenin kurtarılabileceğine ve barış anlaşmaları ile Payitaht ve Saltanat ve Hilafetin kurtarılabileceğine inanan gruplar olarak ikili bir yapı oluştuğunu söyleyebiliriz.

Ancak, diğer tarafta işgale, bütün illerde yapılan gösterilerle itiraz edilmiş, kökeni İttihat ve Terakki’nin şubeleri olan Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmaya başlanmıştı. Bu cemiyetlerin milli mücadele ile bütünleştirilmesi ilk kez 7 Ağustos’ta yayınlanan Erzurum Kongresi Beyannamesinin 9. Maddesinde belirtilen “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” ile olmuştur. Cemiyetlerin münfesih İttihat ve Terakki ile organik bir ilişkisi olmasa da, yukarıda belirtilen fırkacılık hareketlerinin toplumda yaratmış olduğu kutuplaşmanın milli mücadeleye verebileceği zararlardan endişe edilerek, Kongre Beyannamesinin 9. Maddesinde Cemiyetin “her türlü fırkacılık cereyanlarından külliyen ari” olduğuna vurgu yapılmıştı.  Cemiyet içinde tabii olarak eskiden değişik fırkalara mensup şahsiyetler olması nedeniyle, Erzurum Kongresi Beyannamesinin yayınlanmasından 25 gün sonra toplanan Sivas Kongresinde de fırkacılık hususunun uzun uzun tartışıldığını ve Kongre Beyannamesinin 9. Maddesinde de Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinin kurulması öngörülürken “Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından ve ihtirasatı şahsiyeden külliyen Müberra ve münezzehtir. Bilcümle Müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin azayı tabiyesindendir” denilerek özellikle birbirine arızalı bir şekilde karşı olan İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf arasındaki çekişmenin milli mücadeleye sirayet etmesinin önüne geçilmek istenmiştir.[27]

Bu şekli ile Anadolu'da Millî Mücadele'nin siyasal örgütlenmesini tamamlayan Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye namına 19 Mart 1920 de kolordu kumandanlıklarına, vilâyetlere, müstakil livalara ve halka hitaben "İntihâbat Tebliği"ini yayınlayarak Ankara'da "olağanüstü yetkileri haiz" bir meclisin toplanacağın ilan ederek, beyannamede, İstanbul'daki Meclis-i Mebusan üyelerinin de davetli olduğu bildirildiği gibi, yeni meclisin toplanabilmesi için seçimler yapılmasını da istemişti.[28] Ancak, yayınlanan tebliğ, yürürlükte bulunan İntihab-ı Mebusan Kararnamesine aykırı hükümler de ihtiva ediyordu. Her livadan nufus sayılarına bakılmaksızın 5 mebus seçilmesi, belediye meclisleri ve Müdafaai Hukuk teşkilatlarının mahalli idare meclislerinde yer alanlarının bir tür belirleyici sayılmaları gibi. [29]

23 Nisan 1920 de Ankara’da toplanmış olan Birinci Büyük Millet Meclisi iki dereceli seçimle gelmiş mebuslardan oluşmuştur. İstanbul’dan katılmış olanlar ve yeni seçilmiş olanlar nedeniyle meclisin tam sayısı hayli kabarık olmuştur. Birinci Büyük Millet Meclisi 377 mebustan teşekkül etmiştir.[30] Bunların 105’i İstanbul Meclisinden, 233’ü ise Heyet-i Temsiliye tarafından neşredilen ‘İntihâbat Tebliği’ gereğince seçilmişlerdir. 92 mebus İstanbul Meclisinden doğrudan doğruya, 13 mebus Malta ve bir mebusta Yunanistan’daki mevkûfiyetleri bitince meclise katılmışlardır.[31] Büyük Millet Meclisine katılacak mebus sayısı zamanın şartları içinde hiçbir zaman kesinlik kazanamamıştır.

Bir yandan ülkenin her yanı birer birer işgal edilirken Erzurum ve Sivas Kongreleri ile aşağı yukarı yapılması kesinleşmiş olan milli mücadelenin merkezi olarak, nispeten güvenli olduğu düşünülen Ankara seçilmişti. Birinci Büyük Millet Meclisi'nin toplandığı yer ise, Karaoğlan Meydanı'ndaki (şimdiki Ulus semti)  tek katlı, meşrutiyet devrinde İttihat ve Terakki Cemiyetinin kulûbü olarak inşa edilmiş olan binadır.

Bu bina, Meclis binası haline getirilirken giriş kapısının tam karşısındaki oda mescid yapılmış, onun yanındaki küçük oda meclis reisliği odası olarak ayrılmış, bunların karşısında idare heyeti ve komisyonlar için odalar oluşturulmuştur. Oldukça mütevazı imkânlarla hazırlanmış olan bu meclisi, dönemin Oltu Mebusu Yasin Haşimoğlu şöyle anlatmaktadır : “Birinci Büyük Millet Meclisi’nin toplandığı bina dar, mebusların oturdukları okul sıraları, zabıt kâtiplerinin oturdukları sandalyeler tahta idi. Salon ve odalar gece toplantılarında petrol lambaları ile aydınlatılır, odun sobaları ile ısıtılırdı. Encümenler toplantılarını yersizlikten, tek encümen odasında ayrı ayrı gruplarda veya genel toplantı dışında, toplantı salonunda yaparlardı. İki kişiye mahsus sıralarda bazen üçer kişi otururlardı. Mustafa Kemal Paşa da riyaset mevkiinde reis vekilleri bulunduğu vakit salona girdiklerinde, arkadaşlarının yanına sıkışırdı. ”[32]

23 Nisan 1920’de; Meclis, Hacıbayram camiinde kılınan Cuma namazından sonra merasim ile açıldı. En yaşlı üye sıfatı ile Sinop milletvekili Şerif Bey, meclisin ilk oturumunu açtı. Mebuslar yemin ederek göreve başladılar. Şerif Bey açılış konuşmasında, Büyük Millet Meclisinin açılmasını gerekli kılan şartlardan bahsedip, tam istiklalin sağlanması hususunda milletimizin kati inancını ve azmini belirttikten sonra "Bu büyük meclisin ikinci başkanı sıfatı ile ve Allah’ın yardımı ile Milletimizin iç ve dış tam istiklal içinde kaderini bizzat eline aldığını ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan ederek, Büyük Millet Meclisini açıyorum" dedi. Bu konuşmada geçen "milletimizin kaderini bizzat kendi eline aldığı ve idare etmeye başladığı" cümlesi millî egemenliğe dayalı yeni bir devletin kurulmakta olduğunun habercisidir. Diğer taraftan, Mustafa Kemal'in 24 Nisan 1920 de yeni meclisin açılışının ikinci günü yaptığı ve üç oturum boyunca ilgiyle dinlenen konuşması yeni bir devletin kurulma aşamalarını, hedeflerini, iç ve dış sorunlarını tanımlayıcı bir nitelik taşımaktadır.[33] Memleketin içinde bulunduğu durumu, 1. Dünya savaşına giriş nedenlerini, bu konuda ortaya çıkan gelişmeleri uzun uzun açıkladıktan sonra, Mustafa Kemal, konuşmasının son bölümünü, İstanbul’un ikinci defa işgalinden sonra ortaya çıkan hukuki duruma ayırmıştır. Burada, İstanbul’un işgalinden sonra meclisin yasama, hükümetin de yürütme gücüne ve yargının bağımsızlığına kilit vurulduğu bundan dolayı anayasal bir boşluk doğduğu, bu boşluğun ise derhal doldurulması mecburiyeti bulunduğu ifade edilmektedir. Mustafa Kemal büyük millet meclisinin açılışının bu anayasal ihtiyaçtan kaynaklandığını, meclisin olağanüstü yetkilerle toplandığını bildirdikten sonra “seçimlerin tam bir acele ve sıcak bir ilgiyle yapılması hukuki durumumuzun bütün milletçe ve aynı görüş içinde anlaşıldığını ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, büyük millet meclisimizin kuruluş şekli ve esasları millî iradeye içtenlikle büyük bir güçle dayandığını göstermektedir. Meclisimizde oluşan ve beliren millî kudretimiz Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve esaretlikten kurtarma tedbirleri alacaktır.” [34]

Büyük Millet Meclisinin Çalışma Biçimi

Büyük Millet Meclisi; 26 Nisan 1920’de Meclis İçtüzüğü olarak, Osmanlı “Meclis-i Mebusan Dahili Nizamnamesi”’nin değiştirilerek kullanılmasına karar vermiş, İcra Vekilleri Heyeti oluşturulduktan sonra Büyük Millet Meclisinin niteliği ve çalışma biçiminin ne olacağı konusundaki çalışmalara başlanmıştır. Hukuk-ı Esasisiye Encümeni (anayasa komisyonu) bir tasarı hazırlayarak bunu genel kurula sundu. Bu tasarının adı Büyük Millet Meclisinin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı Kanuniye idi. 1. maddesi ile meclisin yetki ve görevleri şöyle sayılmıştı : “ Büyük Millet Meclisi, teşri ve icra (yasama ve yürütme) kudretlerini haiz ve idare-i devlete bizzat ve müstakilen vazıülyeddir.”  (elkoymuştur.) Buna göre kuvvetler birliği ve meclis hükümeti sistemi açıklanmış oluyordu. İkinci Madde ile Büyük Millet Meclisine,  gaye hasıl oluncaya kadar (hilafet ve saltanat ve vatan ve millet kurtarılıncaya kadar) sürekli ve aralıksız çalışma presibi getirilmiştir. Meclisin sürekli ve aralıksız çalışmasını zorunlu kılan başlıca iki neden vardı. Bunlardan birincisi ülkenin içinden geçtiği şartlar gereği milli mücadeleye kesintisiz olarak devam ve icrai işlerin sürekliliği dolayısı ile her an görev başında bulunma zorunluluğudur. Meclis toplantıları Nisab-ı Müzakere Kanunu ile hükme bağlanmış, her Livadan 5 temsilci hesabı ile üye tamsayısının yarısından bir fazlası toplantı yeter sayısı (330/2=165+1=166) olarak ve karar yetersayısı olarak ta toplantı yetersayısının bir fazlası (166/2=83+1= 84) olarak hükme bağlanmıştır. Bu yetersayıları zaman zaman daha aşağıya çekilmiştir. Meclise devamlılık esas alınmış ve 2 ay mazeretsiz olarak Meclise gelmeyenlerin üyeliklerinin düşürülmesi ve meclis üyeliği ile memurluğun aynı kişide temerküz edemeyeceği, bazı istisnaları ile hükme bağlanmıştır. [35]

Büyük Millet Meclisinin Aldığı İlk Kararlar

Büyük Millet Meclisinin aldığı ilk karar 23 Nisan 1920 tarihini taşır ve Meclisin, Meclis-i Mebusan ile bu kere seçilen mebuslardan oluştuğuna dair karardır. Bu kararla meclisin oluşumu hakkındaki hukuki boşluk sona erdirilmiş, Meclis içtüzüğü olarak Meclis-i Mebusanın Nizamname-i Dâhilisinin değiştirilerek uygulanması benimsenmiştir.  Türkiye Büyük Millet Meclisinde alınan iki numaralı karar 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniyye Kanunudur ki; bu kanunla iç isyanlar, Büyük Millet Meclisinin meşruluğunun tartışılması, fiili muhalefet ve bozgunculuk yapanların idamla cezalandırılması öngörülüyordu.

Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği 3 numaralı kanun “Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Sureti İthabına Dair Kanun”dur. Toplam 4 maddeden oluşan bu kanunla İcra Vekilleri Heyetine hukuki ve kalıcı bir statü kazandırılmış, Meclis Hükümeti sistemi ve kuvvetler birliği sistemi netleşmiştir.

Büyük Millet Meclisinin Kabul ettiği 4 numaralı kanun 7 Haziran 1920 tarihli Sivas’ta geçici bir Temyiz Mahkemesi kurulmasına ilişkindir. [36]

İtilaf Devletleri Yüksek Konseyinin 7 Mayıs 1919’da aldığı karar uyarınca, Mondros Mütarekesi hükümlerine aykırı olmasına rağmen, 15 Mayıs'ta İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesine izin verilmesi, tüm ülkede güçlü ve milli bir tepkiye yol açmış, Sivas Kongresi'nden sonra İstanbul'daki Osmanlı Hükümeti, ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini kaybetmişti. Büyük Millet Meclisinin açılışında irade olunan ulusal eğemenliğin millete ait olduğu bildirilmesine rağmen, gerek Mondros Mütarekesinin şartlarını uygulayacak, gerekse bu ateşkesi uluslararası bir anlaşma ile çok taraflı hale getirecek İstanbul’da bir hükümet’de bulunuyordu. Ankara’da milli mücadele teşkilatlandırılırken İstanbul Hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Osmanlı imparatorluğu parçalara ayrılıyor ve devlet fiilen vesayet altına alınıyordu.  Tabii olarak Millet Meclisinin alacağı ilk kararlar arasında, kendi meşruiyetini ilan etmenin ötesinde bu tür anlaşmaların tanınmadığının ilan edilmesi olacaktır. Nitekim, 6 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümeti ile her türlü irtibatın kesilmesi doğrultusunda bir Kararname kabul edilmiş ve 7 sayılı Kanun ile İstanbul’un İngilizler tarafından ikinci defa işgal edilmesinden sonra Büyük Millet Meclisinin tasvibi dışında yapılan tüm anlaşmalar geçersiz kabul edilmiştir. [37]

TBMM’de kabul edilen ilk yasalar arasında olan Hıyanet-i Vataniyye Kanunu, Nisabı Müzakere Kanunu ve Teşkilat-ı Esasiye kanunları ile Heyet-i Umumiye Kararları ve Beyannameleri Büyük Millet Meclisinin temel görevlerini tanımlamıştır. Buna göre temel görev; Hilafet ve Saltanatın, vatan ve milletin kurtarılması ve bağımsızlığıdır. Meclisin elinde, uğrunda savaşmak için somut bir coğrafya olarak tanımlı, kurtarılacak vatan olarak Misak-ı Milli çerçevesi bulunmaktaydı. Yapılan tartışmalardan ve özellikle Teşkilat-ı Esasiye Kanun’undan da anlaşıldığı üzere hâkimiyet kayıtsız şartsız millete verilerek özellikle saltanat konusunun akıbeti şimdiden belli edilmişti. Sorun yalnızca bir zamanlama sorunu haline gelmişti artık. Diğer yandan, Büyük Millet Meclisinin açılması aslında pek çok hukuki ve teknik sorunla birlikte gerçekleştirilmiştir. Her şeyden önce bir anayasa ve Büyük Millet Meclisinden çıkacak bir hükümetin çalışma prensipleri bulunmuyordu. Bu sorun, Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan’da Mecliste yaptığı ve yukarıda bir kısmını verdiğimiz konuşmanın önerge haline getirilmesi ile çözüldü. Heyet-i Umimiye Kararı haline getirilen bu teklif ile;

  1. Bir hükümet kurulacaktır ve bu hükümete bir reis tayin edilmeyecektir.
  2. Meclisin üstünde herhangi bir güç yoktur ve Mecliste toplanan milli irade vatanın kaderine el koymuştur.
  3. TBMM yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplar, Meclis içinden seçilip görevlendirilecek bir heyet hükümet işlerini yürütür. Meclis Başkanı bu heyetin başıdır. Hükümet işlerini yürütenler Meclise karşı sorumludur.
  4. Padişah ve Halife baskı altındadır, baskıdan kurtulduklarında durumları kanunla düzenlenecektir.

Heyet-i Umumiyenin bu kararlarında yer alan ruh ve mana daha sonra Teşkilatı Esasiye Kanunu adı ile 20 Ocak 1921’de 85 Numaralı kanun olarak ilan olunacak milli devletin ilk anayasasında yerini alacaktır.[38]

Mustafa Kemal Paşanın 24 Nisan Konuşmasında iki hususun altı çok güçlü bir şekilde çizilmişti. Bunlardan birincisi Misak-ı Milli’den taviz vermemekti Böylece vatan topraklarının emperyalist güçlerin sömürge alanı yapılmasına izin verilmeyecek ve Anadolu topraklarının parçalanmasına göz yumulmayacaktı. Altı çizilen ikinci husus ise; Milli  Hakimiyetin tesis edilmesi idi. Özellikle Misak-ı Milliden taviz verilmemesi konusunda Büyük Millet Meclisi tam bir fikir birliği halinde idi. 

Meclisin aldığı ilk kararlar arasında Büyük Millet Meclisinin açılışında Mustafa Kemal Paşa’nın yapmış olduğu konuşmada az çok şekli tarif edilen Büyük Millet Meclisinin yapısı ile ilgili fikirlerin hayata geçirilmesi ve yaşanan olaylar yasama ile yürütme güçlerinin Büyük Millet Meclisinde toplanmasını ve kuvvetlerin birleşmesini gerektiriyordu. Memleketin ve milletin haklarının çiğnenmesine varan bütün buhranlarda yasama erki, icra kudretini de üstüne alır ve onu kendi ödevlerinden biri kılar. Böylece "Millet ve memleketin mukadderatına bilfiil vazıülyet olur". [39] Ankara’da toplanmış olan ve bir icra kuvveti teşkiline karar vermiş bulunan Büyük Millet Meclisinin (5 No. lu karar) üçüncü olarak çıkarttığı 2 Mayıs 1920 tarihli kanun ile de yürütme kuvveti düzenleniyor ve İcra Vekilleri adını verdiği bakanları ve bakanlıkları ihdas ediyordu. Aslında Meclisin açılmasından önce bile bazı bakanlıklar ihdas edilmiş ve fiilen Mustafa Kemal Paşa’ya yardımcılık etmeye başlamışlardı. Bu karara göre; Meclis kendi vekilleri olan bakanları kendi seçiyordu: "Mad. 2 – İcra vekilleri B. M. M. nin ekseriyeti mutlakası ile aralarından intihap olunur." Böylelikle Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri arasında çıkacak görüş ayrılıklarını da çözmeyi kendi üstüne alıyordu: "Mad. 4 icra Vekilleri arasında çıkacak ihtilâfı Büyük Millet Meclisi halleder." Çıkarılan bu Kanun ile Başbakanlık kabul edilmemiş ve Meclis Başkanını İcra Vekillerinin de tabiî Başkanı olarak kabul etmiştir. Bu şekli ile gelişen olaylar, Ankaradaki Meclise "Bakanlıkların Özerkliği ve Parlamentoya Karşı Ortak Sorumlu " olmalarının tersi olan bir yapıyı ilham etmiştir.  Yasama ve yürütme erklerini üstüne almış ve bu iki kuvveti şahsında birleştirmiş olan Büyük Millet Meclisi kendine seçtiği başkanı, seçeceği bakanların da başkanı olarak öngörmüş oluyordu.

Yürütme gücünün oluşturulması 85 sayılı yasa olan anayasanın 9. maddesi ile düzenlenmiştir. Buna göre Başbakanlığın seçilme tarzı olarak Meclis Başkanının seçilme tarzı kabul edilmiştir. [40] Yani, İcra Vekillerini onun Başkanı olacak kişiye seçtirmeyip, bunun tümüyle tersi olmak üzere Bakanlar Kurulu Başkanını Bakanlar Kurulu’na seçtiriyordu.

30 numaralı kanun ile İcra Vekillerini seçmekte tam bir serbestîye sahip olan Büyük Millet Meclisinde Bakanların seçilmesinde zaman zaman isabet kaydedilememesi yüzünden bu serbesti sınırlanmış ve İcra Vekilleri Heyeti üyeleri 47 sayılı kanun gereğince Meclis Başkanı’nın göstereceği adaylar arasından seçilmesi benimsenmiştir. Yine 244 sayılı Kanun ile Başbakan’ın seçilmesi yetkisi İcra Vekilleri Heyeti’nin elinden alınarak Büyük Millet Meclisine verilmiştir. 244 sayılı kanun ile tekrar 3 numaralı kanun hükümleri kabul edilmiştir.

244 sayılı kanun ile Başbakanın seçilmesi bakanların elinden alınarak Meclisin eline verildi. Aynı Kanunla 47 sayılı Kanun da ilga edilerek Vekillerin seçilmesinde 3 No. lu Kanunun kabul etmiş olduğu esasa dönüldü. Mustafa Kemal Paşa Vekillerin Meclis tarafından seçilmesindeki mahzurun Fethi beyin Başvekilliğinde son derecesine varmış olduğunu bildirir. [41] Fethi Beyin Başbakanlığı sırasındaki iktidar mücadelelerinin önemli bir sorun teşkil etmesi ile Büyük Milleti Meclisinde verilen 14 Nisan 1923 tarih ve 384 sayılı karar ile İcra Vekilleri Heyetinin kabine sistemi ile ortak sorumluluğu kabul edilmiş ve Bakanlıkların özerklikleri ortadan kaldırılmıştır. Bu karar ve peşinden 29 Ekim 1923 tarihli anayasa değişikliği ile Cumhuriyet ilan ve Cumhurbaşkanlığı ihdas edilmiştir.

BİRİNCİ MECLİSTE SİYASAL MUHALEFET

1. Birinci Mecliste Sosyalistler

23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisinde yer alan Mebusların birkaç kaynaktan geldiği yukarıda ifade edilmişti: İlki Osmanlı Meclis-i Mebusan’ından diğerleri de Heyet-i Temsiliye’den sonra seçilenler. Bu iki gurubun toplamı 350 civarında idi. Bu mebuslar her ne kadar toplumun tüm kesimlerini - Mesela Köylülerin ve işçilerin temsilcisi yoktu- temsil etmiyorsa da sosyolojik olarak meclisi teşkil edenlerin yarısından çoğu eşraf, tüccar, serbest meslek erbabı, din adamı ve çiftçilerden oluşuyordu. Geriye kalanlar ise asker ve bürokrat kökenli idi. [42] [43]

Burada değinilmesi gereken, daha evvelden önemli bir geçmiş olmamakla birlikte 1920-1921 döneminde ortaya çıkarak, daha sonraki dönemlerde Sol düşüncenin gelişiminde etkili olan bir Komünist Parti deneyimi vardır. Yukarıda II. Meşrutiyet döneminde Sosyalist düşünce akımlarının belli bir sesi olduğunu ancak çok etkin bir faaliyet içinde olamadığını, hem teorik ve hem de sosyalist pratik açısından bu fikri benimseyenlerin donanımlarının çok yetersiz olduğunu TUNAYA hocaya atfen bildirmiştik. Ancak Ekim 1917 yılında yapılan Bolşevik Devrimi anti- emperyalist olması ve Bakü’de yapılacak Doğu Halkları Kongresi için gönderilen davetler dolayısı ile kendini öncelikle Milli Mücadeleyi yürütmekle görevli sayan Meclis üyelerinin dikkatini çekmişti.  Bu durum önce Yeşil Ordudaki Bolşeviklik eğilimi üzerinden ve bu örgütün tasfiye edilmesiyle de Türkiye Komünist Partisinin fiilen (ama resmen olmayan bir şekilde) kurulması ile hem Meclis içinde ve hem de Meclis dışında taraftar toplamıştır. Bu yapılanmaya bazı İslamcı grupların da yakınlık duyduğu belirtilmelidir. Bolşeviklik görüşünün yaygınlık kazanmasına göz yumulmasında veya Komünist Partisinin kurulmasının teşvik edilmesinde bu yapılanmalar dolayımı ile milli mücadele için gerekli maddi ve askeri desteklerin Rusya’dan elde edilmesinin kolaylaşacağı inancı vardır. Gerçekten de hem Azerbaycan Hükümetinin ve hem de Buhara Müslümanlarının yardımları Rusya üzerinden alınmıştır. Ancak, Sosyalist ve Komünist hareketlerin milli mücadeleye ve devlet bütünlüğüne zarar vereceği düşünülerek kısa süre içinde yasaklanması ve sona erdirilmesi de aynı dönem içinde gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde en önemli temsilcisi bir ara Dahiliye Vekaletine seçilen Tokat Mebusu Nazım Bey dahi tutuklanarak İstiklal Mahkemesine sevk edilmiş ve 15 yıl hapis cezasına mahkum edilmiştir.[44] Nazım Beyin Meclisteki Muhalefet faaliyetleri dikkat çekicidir.

2. Birinci Meclisteki Diğer Guruplar

Büyük Millet Meclisi’nin Misak-ı Milli’den taviz vermemek ve Hakimiyet-i Milliyenin tesis edilmesi gayeleri etrafında toplanmış olması İkinci Meşrutiyet’ten beri süregelen ideolojik mücadelenin meclise yansımasını geniş ölçüde önlemiş, bu cümleden olarak Büyük Millet Meclisinde fırkacılığa/particiliğe yer verilmemiş olmakla birlikte, üzerinde fikir birliği olan bu düşüncelerin safhaları adım adım geliştikçe ve ülkenin sorunlarına çareler aranmaya başlanınca görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bu konuda Mehmet Şükrü Bey’in (Afyon) “emperyalist devletlerin hücumu karşısında toplanan meclis, milli hudutlar dahilinde ulusun tam bağımsızlığını temin etmeyi amaçlar. Fakat amaç bu diye de her mebusun toplumsal düşünce ve siyasetini sınırlandırmak hakkı kimseye verilmemiştir. Kanaatlerimiz dairesinde çalıştık, çalışıyoruz”.[45] demesi, konuyu özetlemesi bakımından ilginçtir. Örneğin, devletin şekli, saltanat ve hilâfet bahisleri, eğitim sistemi, adalet sistemi gibi konular mecliste her zaman çeşitli tartışmalara neden olabilen konular idi. Böylece geçmişte sahip olunan siyasal bağlar gün yüzüne çıkmış, Meclis’te bazı milletvekillerinin bir araya gelerek gruplar oluşturmalarına ortam hazırlamıştır.[46]

Bu çatışmaların erken dönemdeki başlangıcı hükümet şeklinin belirlenmesine dair Büyük  Millet Meclisinin daha ikinci gün yapılan tartışmalarda ortaya çıkmıştır. Meclisin açılması sırasında görülüyordu ki ülkeyi yönetecek hükümetin şeklinin nasıl olacağı üzerinde çok fazla düşünülmemiş, ancak Büyük Millet Meclisinin her türlü konuda yetkili olduğu hususunda bir oydaşma sağlanmıştır. Demek ki hükümet sistemi Meclis içinde belirlenecektir. Meclisin ikinci gün oturumunda Heyet-i Temsiliyenin görevlerini bir an önce Meclise devretmek isteyen Mustafa Kemal Paşa, Vekillerin (Bakanların) kendi konuları ile sınırlı olmak üzere görev yapmasını ve hükümetin meclis içinden belirlenmesini öneren bir metin sunmuştur. Bu önergenin dışında başka bazı önergeler de meclise sunulmuştur. Bunlardan Erzurum Mebusu Celalettin Arif Bey, Karahisarı Sahip Mebusu Şükrü Bey ve Bolu Mebusu Nuri Bey’in önergeleri dikkate değer niteliktedir. [47]

Özellikle son Osmanlı Mebusan Meclisinin başkanı olan Celalettin Arif Bey; önce Layiha Encümeni Kurulması ve daha sonra bu Encümenin hazırlayacağı Layihanın Mecliste kabul edilmesiyle oluşacak bu yasaya uygun olarak seçimler yapılmasını talep eden bir önerge verir. Daha sonra attığı adımlardan anlaşılıyor ki; böylelikle Vekil seçimlerinin geri bırakılarak gerçekleştireceği siyasal organizasyonları tamamlanmayı ve Vekillerin belirlenmesinde etkin olmayı amaçlamaktadır. Ancak, Vekil/Bakan seçimlerinin geri bırakılması reddedilince, bu kez seçilecek Vekillerin geçici olmasını teklif eder. Vekilleri bir an önce belirlemek isteyen Mustafa Kemal Paşa bu öneriyi kabul ederek Celalettin Arif Beyin görüşlerine iştirak etmek zorunda kalacaktır. [48] Bu durum Celalettin Arif Bey’in Mecliste herhangi bir fırka olmadığı için bir fırkaya mensup olmaksızın ilk muhalefet denemesidir. Hem de aynı hükümet içinde yer alacak olmasına rağmen. Bu adımın aslında başka amaçlar taşıdığını ve daha sonra gerçekleşen görüşmelerden Celalettin Arif Bey’in Hüseyin Avni Bey ile birlikte Erzurum merkezli bir Doğu Anadolu özerk idaresi kurmak istediğini görüyoruz[49]

Paris Üniversitesi mezunu ve hukuk profesörü olan Celalettin Arif Bey’in bu adımını anlamak için konuyu biraz daha açmakta yarar vardır.

Celalettin Arif Bey, Büyük Millet Meclisi açıldıktan yaklaşık 4 ay sonra 15 Ağustos 1920’de  Adalet Bakanı, Meclis Başkan Yardımcısı, Layiha Encümeni Komisyonu Başkanı, Anayasa Komisyonu Başkanı gibi görevlerini sürdürürken aşırı zihin yorgunluğu ve çoktandır gidemediği seçim bölgesine ziyaretlerde bulunmak bahanesi ile 2 ay müddetle izin alır ve beraberinde aşağıda detayları belirtilen ikinci grubun sözcüsü Hüseyin Avni Beyi de yanına alarak Erzurum’a gider. Bu arada, Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa belirlenen Misakı Milli sınırlarını korumak üzere Doğu Anadolu’da bir kalkışma içinde olan Ermeniler ile savaşmaktadır. Celalettin Arif Bey Meclise bir telgraf çekerek, mahallinde önemli bir kaynaşma ve ordu içindeki faaliyetlerde büyük mali suiistimaller olduğunu, bölgedeki ahalinin buna isyan ettiğini ancak kaynaşmanın kalkışmaya dönüşmemesi için kendisinin ahaliyi zor durduğunu bildirir ve tedbir olarak da kendisinin Erzurum Vali Vekilliğine tayinini talep eder. Kazım Karabekir Paşa ile müzakere eden Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa bu talebi reddeder. Bu arada Celalettin Arif Bey ileri sürdüğü hususlara istinaden Erzurum Vali Vekilini görevden alarak kendi kendisini Vekaleten Valiliğe tayin ederek Ankara’ya bir başka telgraf çekip durumu özetledikten sonra Hüseyin Avni Bey’in Erzurum Valiliğine kendisinin de içinde Trabzon, Rize, Artvin ve Gümüşhane gibi illerin de olduğu Doğu Anadolu Bölgesini içine alacak şekilde Bölge Valisi olarak tayin edilmesini aksi takdirde bir kalkışmanın önlenemez olduğunu bildirir. Bu talep Meclis Başkanı tarafından reddedilerek kendisinin derhal Ankara’ya dönmesini isteyen bir telgrafla talimat verilir. Celalettin Arif Bey Ankara’ya dönmeyi başlangıçta kabul etmez, ancak Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın Ermenileri Gümrü’ye kadar kovalayıp Gümrü’yü de ele geçirince yaklaşık 45 gün sonra doğu cephesinin komutanlığını yapmış edası ile Hüseyin Avni Bey ile birlikte Ankara’ya döner.[50] Bu olaydan sonra gerek Celalettin Arif Bey ve gerekse Hüseyin Avni Bey daha evvelki Ahrar Fırkası mensubiyetlerine de bağlı olarak muhalif cephede yer alırlar. Bir farkla ki Büyük Millet meclisinin açılışında fırkacılık reddedildiği için muhalefetleri bir parti çatısı altında sürmeyecektir.

Büyük Millet Meclisi’nde isimsiz olarak, hususi maksatlar etrafında faaliyet halinde olan bazı küçük teşekküllerin yanı sıra belli başlı gruplar şunlardır :

  • Tesanüd Gurubu : “Mutedil Milletperver” milletvekilleri tarafından kurulan ve mecliste milletvekilleri arasında dayanışma sağlamaya amaç edinen bu grubun kurucuları arasında Mazhar Müfid (Hakkari), Ferid (Çorum), İsmail Suphi (Burdur), Mustafa (Dersim), Rasim (Sivas), Yusuf İzzet Paşa (Bolu), Dr. Suat (Kastamonu), Yusuf Ziya (Bitlis) beylerin bulunduğu tesbit edilmiştir. Grubun sözcülüğüne Suphi, hükümet ile görüşmelere ise Mazhar Müfit Bey getirilmiştir. İdare heyeti başkanı ise Mazhar Müfit Bey idi.
  • Halk Zümresi: Büyük Millet Meclisi’nin, Mustafa Kemal’in çabaları ile “Halkçılık” temeline oturtturulmaya çalışılması meclis içinde bir grubun, “Halkçı” esasları ön plana çıkarmaya çalışan fakat sosyalist değerleri empoze etmeyi amaçlayan bir teşkilatlanma içine girdiği görülmektedir. Halk Zümresi’nin sosyalist değerleri ön plana çıkarması bu grubun dışarıdaki düşünsel oluşumlardan etkilendiğini göstermektedir
  • İstiklâl Gurubu: Mustafa Kemal’e hayranlık duyan ve onu desteklemeyi amaç edinen 30-40 kişilik bir milletvekili grubu tarafından kurulmuştur. Ancak bu milletvekillerinin kimler olduğu bilinmemektedir.
  • İttihatçı Gurup: İttihat ve Terakki cemiyetinin dağılmasından sonra bunların üyeleri veya sempatizanları önce Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini bünyelerinde yer almışlar daha sonra Meclis’e milletvekili olarak girmişlerdir. Ancak meclis’in particiliği/fırkacılığı yasaklanması yüzünden bunlar politik görüşlerin açıkça ortaya koymamışlardır. Buna karşılık, İttihat ve Terakki Cemiyetinin önderleri ile bağlantılar kurmayı ve onların görüşleri/direktifleri doğrultusunda faaliyet göstermeyi ihmal etmemişlerdir. ([51])

3.  Birinci Gurubun Kuruluşu

Büyük Millet Meclisi içinde yer alan bu guruplara paralel olarak daha sistemli çalışan gruplarda mevcuttu. Bunlar birinci ve ikinci gruplar olarak adlandırlırlar. Teşkilat-ı Esasiye Kanunun kabulünden sonra bu gruplar içinde ilk olarak teşkilatlanan ve program hazırlayan grup Birinci Gruptur.

Teşkilat-ı Esasiye’nin kabulünden sonra, bu kanunun temel fikirleri ve hedefleri üzerinde Büyük Millet Meclisi azalarının hepsinin fikir ve görüşleri birlik görünmüyordu. Mustafa Kemal Paşa, muhaliflerine karşı daha kuvvetli olabilmek için, “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adı ile bir grup teşkiline karar vermişti. Nutuk’ta bu grubun oluşturulması zorunluluğunu şu şekilde anlatmaktadır: “Misâk-ı Millî’nin tespit ettiği prensiplerde, kayıtsız şartsız fikir ve gaye birliği olduğu halde, Teşkilat-ı Esasiye Kanûnu’nun ortaya koyduğu görüşlerde tam bir beraberlik manzarası gösterilmiyordu. Mevcut grupları birleştirmek veyahut mevcut gruplardan birini destekleyerek iş görmek için, dolaylı yoldan çok çalıştım. Fakat bu suretle meydana gelen neticelerin, devamlı olmadıkları görüldü. İşe bizzat müdahale etmek zaruri olmaya başladı. Nihayet, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla bir grup kurumasına karar verdim.” ([52])

11 Mayıs 1921 tarihli “Hakimiyet-i Millîye” gazetesi Müdafaa-i Hukuk Grubunun teşekkülünü ve programını kamu oyuna açıkladı.  Buna göre grubun programının temelini Misâk-ı Millî Esasları içinde memleketin tamamını ve milletin istiklalini temin edecek barışın kurulması oluşturuyordu. Ayrıca “Gaye-i millîyenin istihsâlline çalışmak ile beraber devlet ve milletin teşkilatını Teşkilat-ı Esasiye Kanûnu dairesinde peyderpey tesbit ve ihzara say edecektir.” ifadeleri yeni devletin idare şeklini tümüyle değiştirmeyi amaçladıklarını ortaya koymaktadır. Burada Padişah ve hilâfete dair hiçbir kaide içermeyen Teşkilat-ı Esasiye Kanûnunun esas alınması Kâzım Karabekir Paşa’da huzursuzluk yaratmışsa da Mustafa Kemal ile yaptığı yazışmalardan sonra ikna olmuş ve bu gruba karşı olmaktan vazgeçmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ileride bir siyasi partiye nüve teşkil edecek olan bu grubu kurarken, fikren kendilerine yakın olan milletvekillerini mektupla ve şahsen haberdar ederek grup üyeliğine almışlardı. Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir Paşa’nın tarafsız kalması hususundaki ısrarlı isteklerine rağmen Müdafaa-i Hukuk Grubunun 11 Mayıs 1921 günü yaptığı ikinci toplantısında grubun başkanı olmuştu. Aynı gün grubun toplantısında idare heyetine aşağıdaki mebuslar seçilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa (Başkan), Şeref Bey (Edirne, Başkan vekili), Şevket Bey (Edirne, Başkan vekili), Emin Bey (Samsun), Mahmut Esat Bey (İzmir), Mustafa Necati Bey (Saruhan), Kılıç Ali Bey (Antep),  Vehbi Bey (Karesi), Zekai Bey (Adana), Avni Bey (Saruhan), Muhiddin Bey (Bursa), Mazhar Bey (Bursa),  Mazhar Bey (Üsküdar), Osman Nuri Bey (Bursa), Rıfat Bey (Karesi), Hamdi Bey (Trabzon)

Gurubun kuruluşu bir yazı ile meclis başkanına bildirilmişti. Böylece Büyük Millet Meclisindeki ilk grup “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Gurubu” adıyla kurulmuş oldu. İlk kurulan grup olduğu içinde “Birinci Gurup” diye anıldı.

Öte yandan Birinci gurup içindeki kimi milletvekilleri şahsi hesaplar uğruna bir araya gelerek birlikte hareket etmeye başlamışlardır. İçten içe sürüp giden bu gruplaşma İkinci Gurup tarafından sezilince onlara “Selamet-i Umumiye Komitesi” adı verilmiştir.

4. İkinci Gurubun Kuruluşu

Birinci gurubun kurulması ve bazı mebusların gurup dışı kalmasıyla mecliste ilk gerçek ve toplu ayrılık başlamış oldu. Özellikle muhalif olarak bilinen şahısların gruba alınmaması memnuniyetsizlik yarattı. Bunlar da Birinci Gruptan ayrı ve organize bir halde İkinci Grubu teşekkül ettirdiler. Birinci Grup Atatürk’ü her konuda destekleyen iktidar gurubu; ikincisi ise yeni devlette ilk örgütlü muhalefeti temsil ediyordu.

Hemen söylemeliyiz ki bu muhalefet Millî Mücadelenin amaçlarından ayrı olmadığı gibi, çok belirgin olmamakla birlikte açıkça Atatürk’ün liderliğine de karşı değildir. Bunlar bütün iktidarın mecliste toplanmasını istiyor, dikta rejimin doğması ihtimalini önlemeye çalışıyorlardı. Üstelik o sıralarda Sovyetlerle bir yakınlaşma vardı onlardan silah ve cephane yardımı alındığından dolayı komünistler serbestçe faaliyetlerde bulunabiliyorlardı. Böyle bir ortamda tek kişinin diktatörlüğüne gidecek bir hareketin Millî Mücadeleyi esas amacından uzaklaştıracağını söyleyen “İkinci Gurup” mensupları, muhalefetleriyle bu tehlikeyi önlemek istediklerini, böylelikle “her türlü şahıs istibdadını önlemek şahsi hakimiyet yerine kanun hakimiyetleri ikame etmek amacında olup, meclis diktatöryasına taraftar, şahıs otokratlığına karşı” olduklarını söylüyorlardı.

İkinci Gurup hakkında yeterli bilgi olmadığı gibi grubun kuruluş tarihi lideri ve üyelerinin sayısı, kimler olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Birinci meclis mebuslarından Birinci Gurup üyesi Damar Arıkoğlu’nun hatıratında yazdığına göre İkinci Gurupta olduğu kabul edilen 66 mebus vardır.  Fakat bu sayının doğruluğu tartışılır. Üstelik mecliste yapılan bazı oylamalar zaman zaman farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Mesela sene başında yapılan başkanlık divanı seçimlerinde muhalefetin lider kadrosundan olan aday 148 oy alarak meclis ikinci başkanlığına seçilmişti.

İkinci Gurubun şiddetle ve ısrarla üzerinde durduğu ve mücadelesini yaptığı en önemli hususlardan biri bakanların seçimindeki usul olmuştur. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın bakanlıklar için aday göstermesi usulünü kaldırmak ve kabine sistemine gitmek için İkinci Gurup sürekli bir çalışma göstermiş ve sonunda bunu başarmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın aday gösterdiği devrede de üç-dört defa İkinci Gurubun adaylarının bakan seçildiği görülmekte, hatta bu gruptan Rize Mebusu Ziya Hurşid Bey devrin Adalet Bakanı hakkında 18 maddelik bir gensoru vermiş, görüşme şiddetli tartışmalara sebep olmuş, bakan zorlukla güvenoyu alabilmişti. Bu da İkinci Gurubun gücünün küçümsenemeyecek miktarda olduğunu göstermektedir.

İkinci Grubun liderinin kim olduğu bilinmemekle beraber en mühim temsilcileri şu mebuslardır: Hüseyin Avni (Erzurum), Albay Selahaddin (Mersin), Ali Şükrü (Trabzon), Müfit Hoca (Kırşehir), Mehmet Şükrü (Afyon), Celaleddin Arif (Erzurum). Grubun sözcülüğünü hemen hemen her zaman Hüseyin Avni Bey yapmıştır. ([53])

Konu hakkında Boğaziçi Üniversitesinde Doktora çalışması yapan Ahmet Demirel İkinci Grup hakkında yapmış olduğu çalışmaların sonrasında aşağıdaki değerlendirmeyi yapmıştır.

“..İncelemenin temel tezlerinden bazılarını önceden belirtmek gerekirse ilk söylenmesi gereken, İkinci Grup muhalefetinin bir grup muhalefeti olduğu ve iktidara gelme amacı taşımadığıdır. Grup'un muhalefeti, Meclis'teki bir takım uygulamalara karşı gelişmiştir. Grup, yalnızca duyarlı olduğu konularda muhalefet yapmış ve çoğu zaman meclis tartışmalarını belirlemiştir. Dikkat edilmesi gereken bir ikinci nokta da, İkinci Grup'un Milli Mücadele başarıya ulaşana kadar, Meclis'teki birlikteliğin ortadan kalkmamasına özen göstermiş olmasıdır. Bu durum grubun isminde de somut ifadesini bulmuş, grup farklı bir isim almak yerine, İkinci Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu (A-RMHG) adını benimsemiştir. İkinci Grup'un temel eleştiri konularının başında kişi tahakkümüne karşı tavır gelmektedir. İkinci Grup, meclis egemenliği kavramına dayanarak, fiilen oluşabilecek her türlü kişisel yönetime karşı tepki geliştirmiş, meclis üstünlüğü ve bu gücün üzerinde yetkili makam tanımamak konusunda olağanüstü duyarlı davranmıştır. Meclis yetkilerinin bir bölümünün Başkumandana devredilmesi, Meclis Başkanı'nın aynı zamanda Heyet-i Vekile’nin doğal başkanı olması ve vekil seçimlerinde aday göstermesi gibi uygulamalar sonucunda Mustafa Kemal Paşa'nın şahsında gerçekleşen yetki toplulaşmasına karşı, hakimiyet-i milliye ilkesinden hareket ederek sert muhalefet yapmıştır. Meclis üstünlüğü ve onun üzerinde yetkili bir güç tanımama ilkesinden hareket edilince, doğal olarak, Heyet-i Vekile'nin, meclise ait yetkileri meclisin bilgisi dışında kullandığı her uygulama muhalefetin şiddetli tepkisini çekmiştir. Ülkede kanuna dayanan bir yönetim kurulması ilkesi de İkinci Grup'un temel ilkelerinden biridir. Bunun doğal sonucu olarak İkinci Grup temel hak ve özgürlükler konusunda da oldukça duyarlı olmuştur. Bu anlayışla, kendi başına buyruk İstiklal Mahkemeleri ve bu mahkemelerin uygulamalarına karşı çıkmıştır. İkinci Grup, ülkenin dış siyaset konularında da hassas davranmıştır. Lozan görüşmelerinin bütünüyle Meclis'in denetimi altında yapılması ve bu konuda son sözü Meclis'in söylemesi gerektiği konusunda son derece ısrarlı olmuşlardır. Misak-ı Milli'ye ait sorunlar gündeme geldiğinde de duyarlılıkları artmıştır…”[54]

Dr. Demirel’in bu görüşlerine tümü ile katılmak mümkün değildir. Esasen İkinci Gurubun aşağıda vereceğimiz üç önemli şahsiyetinden Celalettin Arif Bey’in Meclisin açılmasından hemen sonra Doğu Anadolu’da özerk bir yönetim oluşturmak için yapmış olduğu teşebbüsü yukarıda görmüş olduk. Esasen detayını burada ele almamakla birlikte meclis faaliyetlerine göz attığımızda İkinci Gurubun aldığı tavırlar Küçükömer hocayı haklı çıkarır niteliktedir.  Nitekim yukarıdaki değerlendirmeyi yapan Demirel “Sivas Kongresi'nde de açıkça reddedilmesine rağmen, bu mücadeleyi oluşum halindeki iki siyasal partinin meclis içindeki mücadelesi olarak değerlendirmek yanlış olmaz” [55].demeyi de ihmal etmiyor.

1921 yılı sonlarına doğru İkinci Gurubun mecliste şekil bulmasıyla meclis adeta çok partili meclislerin tartışmalı ve çekişmeli havasına bürünmüştü. Tam bir Kuvay-ı Millîye ruhu ile ana hedeflerde kolayca görüş ve karar birliğine varan bu iki grup hemen hemen her konuda birbirinin karşısına çıkıyorlardı. Özellikle esas konularda müsahaması olmayan İkinci Grubun tenkit mekanizması tesirli bir şekilde işliyordu. Mesela, İkinci Grupta Rize mebusu Hurşid Bey Adalet Bakanı hakkında 18 maddelik bir gensoru vermiş şiddetli tartışmalardan sonra bakan güçlükle güvenoyu almıştı. Keza bunlar meclise devam etmeyen mebuslar için önergeler vererek sık sık devamsız mebusların maaşlarından kesintiler yapılmasını sağlamaya çalışmışlardır.

SİYASAL KÜLTÜRÜN TAŞIYICILARI

Birinci Meclis Döneminde Siyasal Muhalefeti siyasal muhalefetin kendini hissettirmeye başladığı dönemden itibaren Büyük Millet Meclisinin kurulduğu ve yeni devletin temellerinin atılmaya başladığı döneme kadar ele aldığımızda Siyasal muhalefetin belli bir fikir etrafında kümeleşen insanlar üzerinden yeni bir döneme aktarıldığını gördük. Aynı şekilde Birinci Meclis dönemine Siyasal Muhalefet Kültürünü aktaran ana kişiliklere bir göz attığımızda özellikle 2. Gurup içinde yer alan 3 eski Ahrar fırkası ve bir de Sosyalist kökenden gelen politikacının etkili olduğunu görüyoruz. Birinci Mecliste yer alan bu politikacıları Birinci Dönemde yapılan beklenti anketine verdikleri cevaplarla birlikte değerlendirmemiz bu politikacıların tutumlarını anlayabilmemiz ve daha isabetli sonuçlara ulaşabilmemiz açısından önemli görünmektedir. Beklenti Anketi dönemin TBMM'de Evrak ve Tahrirat Müdürü olan Necmettin Sahir SILAN tarafından 1920 yılının bütün kargaşa, savaş ve isyan günlerinde başlatılmış ve milletvekillerinin % 90’ından cevap almıştır.[56]

Milletvekillerine sorulan bir tek soru vardır: "Kazanılacak olan Milli İstiklal Mücahedemizin feyizdar ve semeredar olması neye bağlıdır?" Bir bakıma savaş sonrası ülkenin başarılı olabilmesi nasıl mümkün olabilecektir ?

Bu ankete cevap veren İkinci Gurupta yer alan –bunlar muhalefet grubunu oluşturmaktadır- milletvekillerinin verdiği cevaplarda öncelikli sorun ekonomik kalkınma, ikici sırada halk egemenliğinin tesis edilmesi ve üçüncü sırada da iyi temiz ve baskıcı olmayan bir yönetim yer almaktadır. [57]

A - BEKiR SAMİ BEY  (KUNDUH)- AMASYA MİLLETVEKİLİ

1867 Osetya-1933 Tokat 

İstanbul’da Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra Paris Siyasal Bilgiler Okulu'ndan mezun oldu. Yurda dönerek Hariciye Nezaretinde devlet hizmetine girdi. Çeşitli  diplomatik görevlerden sonra Halep Valiliğine atandı. Bir süre, Cemal Paşa ile anlaşmazlığa düşünce bu görevinden azledildi ve Tokat'taki çiftliğine çekildi. Milli Ahrar Fırkasının kurucuları arasında yer aldı. Erzurum Kongresine katılmamasına rağmen Heyet-i Temsiliye üyeliğine atandı. Sivas Kongresine katıldı, Aralık 1919’da son Osmanlı Meclis-i Mebusanına Amasya'dan milletvekili seçildi. Meclis’in faaliyetlerine ara verme kararı alınmasından sonra Ankara'ya geçerek milletvekilliği görevini Büyük Millet Meclisinde sürdürdü. Birinci Gurupta kalmayı tercih etmiştir. Birinci Meclis döneminde Hariciye Vekilliği görevinde bulundu. 1923'te Tokat'tan yeniden milletvekili seçildi. İkinci Meclis içinde kurulan  Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına katıldı. 1926'da İzmir'de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'ya yönelik suikast girişimiyle ilgili görülerek tutuklandıysa da İzmir'de İstiklal Mahkemesinde yapılan yargılanması sonucunda beraat etti 1927'den sonra TBMM dışında kaldı ve ölene kadar Tokat’taki çiftliğinde yaşamını sürdürdü.

ANKETE VERDİĞİ CEVAP:  Zihniyet-i Asriye muvafık surette düşünmeye başlamak hülya peşinde değil hakikat uğrunda mücahede eylemek ve memleketi nefsimiz için değil kendisi için sevmeyi öğrenmeye mütevakkıftır. – 4 Şubat 1338. Amasya Mebusu Bekir Sami. [58]

Bugünkü Türkçe ile söylersek; Çağdaş anlayışa uygun olarak düşünmeye başlamak, hayal peşinde değil gerçek uğrunda çabalamak ve memleketi kendimiz için değil kendisi için sevmeyi öğrenmemize bağlıdır. 4. Şubat 1922

B - CELALETTİN ARİF BEY- ERZURUM MİLLETVEKİLİ

Erzurum 1875- Paris 1930

Askeri Rüştiye’den sonra Mektebi Sultaniyi bitirdi. 1895’te Paris’e gitti ve burada Hukuk Fakültesi ve Siyasal Bilimler Okulu'ndan mezun oldu 1901’den itibaren Kahire’de avukatlık yaptı 1908’de İstanbul’a döndü ve Mülkiye Mektebinde anayasa hukuku okutmaya başladı. Milli Ahrar Fırkasının kurucuları arasında yer aldı 1914’te İstanbul Baro Başkanlığına seçildi. 1920'de son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Erzurum’dan milletvekili seçildi. Bu Meclisin Başkanlığını yaptı. Meclisin çalışmalarına ara vermesi üzerine Ankara'ya geçerek Büyük Millet Meclisine katıldı. Meclis İkinci Başkanlığı ve Adliye Vekilliği gibi görevlerde bulundu. 1921 sonlarında Roma temsilciliğine atandı. Yurt dışı görevi dolayısı ile İkinci Gurup içinde yer alamamıştır. 1923'te hem Meclis dışında kaldı hem de Roma temsilciliği görevi sona erdi, ancak yurda dönmedi. Paris’te öldü. Hukuk alanında yazılmış kitapları bulunmaktadır.

ANKETE VERDİĞİ CEVAP: Milli istiklal mücahedemiz ancak "fena fi’l-vatan" çalışmakla kazanılabilecektir. Gaye istihsal olunduktan sonra da yine bu düsturu  rehber-i harekat ittihaz eyleyen işerlerinin meydanı mücahedeye atılmaları lazımdır. Zira, fikrimce en büyük mücahede gayenin istihsalinden sonra başlayacaktır. 

Ankara 17 Kanun-u Sani 1338 Erzurum Mebusu ve Büyük Millet Meclisi Roma Mümessili Celalettin Arif.  [59]

C - HÜSEYİN AVNİ BEY (ULAŞ)- ERZURUM MİLLETVEKİLİ

1887 Erzurum – 1948

Kiğı Rüştiyesi ve Vefa İdadisini bitirdikten sonra 1912’de Hukuk Mektebinden mezun oldu. 1913'ten itibaren İstanbul’da avukatlık yapmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı seferberliğinde Doğu cephesinde Ruslara karşı savaştı. Savaş sonrasında Erzurum'da avukatlığa döndü.  Erzurum Kongresi'ne Beyazıt delegesi olarak katıldı. 1920’de son Osmanlı Meclis-i Mebusanına Erzurum milletvekili olarak girdi. Meclis'in çalışmalarına ara vermesi üzerine Ankara'ya geçerek Büyük Millet Meclisine katıldı. Önce Sosyalist görüşleri benimsedi sonra, Kurucuları arasında bulunduğu İkinci Grup'un Başkanlığını üstlendi. İki kez Meclis Birinci Reis Vekilliğine seçildi. 1923'te Meclis dışında kalınca İstanbul'da Avukatlığa döndü. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının İstanbul il örgütünün yönetiminde görev aldı. 1926'da İzmir suikast girişimi nedeniyle İstiklal Mahkemesinde yargılandıysa da beraat etti 1939'da İstanbul 5. Noterliğine atandı. 1945'te Milli Kalkınma Partisinin kurucuları arasında yer almıştır. [60]

ANKETE VERDİĞİ CEVAP: Suali irad buyuruldukta: Cevaben arz ederim ki; milli istiklal feyizdar ve semeredar mücahedenin neticesinde hasıl olur Binaenaleyh feyizdar ve semeredar mücahedenin neden ibaret olacağını tahlil edelim. Maksadımız milli istiklalimizi kazanmak olduğuna göre bunun tarik-i tabiisini aramak ve o yoldan gitmekle mümkün olur. Milli hudut milli istiklal manasını değil, belki mühim bir cüzünü veyahut çerçevesini teşkil eder. Bunun istihsal ve muhafazası dahi milli istiklali temin etmekle kabil olur. Bu ise şerait-i atiye riayette meydana gelir kanaatindeyim.

  1. Milletimizin ruhuna nüfuz ve her türlü hissiyatımızı ifhama muktedir olacak lisan ve edebiyatımızı ıslah eylemek.
  2. Bütün efradı millete hukuk-ı tabiisinden bihakkın istifade edebilmesi için evvel be evvel istiklali şahsinin hudut ve mahiyetini ve işbu mukaddes hakkının sureti muhafazası ile bu uğurda lazım gelen fedakarlığı ve bir kelime ile ifade etmek için benliğini öğretmek.
  3. İhtiyacat-ı hayatiyesini asrın icabına tevfikan ve en suhuletli vasıtalarla teminin mütevakkıf olduğu hususatı bi'l amel gösterip bu surette ilim ve fenne aşık kılmak.
  4. Herkesin sa’yı nisbetinde umumi ve hususi menafiinin temin için intizam-ı içtimaiyi mütekeffil kavanin tedvin ve bunları husn-i tatbik eylemek.
  5. Müşterek his ve mutekabil menafi ve lisan ile taazzuv etmiş milletlerin işbu revabıtı ihlal edecek hariç kuvvetleri daha evvelden keşfedip vuku bulacak tecavüzatı defetmek çarelerini düşünüp meydana getirmekle milli hudutlar muhafaza edilir ve mezkur hudut dahilinde şerait i maruza dairesinde yaşamaya "istiklal-i milli" derler.
  6. Türk milleti istiklal-i millisine kavuşmak için mazisinden ibret alarak istikbalinin tarikini tayin eylesin yani düştüğü yerden kalksın vesselam. Ankara: 29 Kanunuevvel 37 Erzurum Mebusu Hüseyin Avni

SONUÇ

Osmanlı Devletinin gerileme döneminin sonlarına doğru Kavalalı belasından kurtulmak için İngilizlerle yapılan Tersane Anlaşması ile İngilizlerin ülke içinden elde edilen ve o zamana kadar ihracatı yasak olan hammaddelerin ihracatına imtiyaz almaları, İngiliz sanayi için alternatif tedarik imkânları sunarken, ülkedeki atölye düzeyindeki imalathanelerin çökmesine yol açmış bir müddet sonra benzer anlaşmaların Fransızlarla da imzalanması ile zenaat erbabında büyük bir hoşnutsuzluk ve devlet bürokrasisine karşı büyük bir öfke oluşmuştu. Bu öfke o zaman askeri sınıf ile işbirliği halinde ikinci meşrutiyet anayasasını doğurmuştur. Ancak 1838 düzeni aynı zamanda da Liberal ekonomik yapı dolayısıyla dünyaya eklemlenen bir tüccarlar sınıfı da doğurmuştur. 1876’da ilan edilen anayasa işte bu ekonomik düzenin kontrol altına alınarak merkezileştirilmesini talep eden grupların eseriydi. Diğer yandan da ortaya çıkan ve liberal ekonomiden yararlanan bir kesim de ortaya çıkmıştı. Bu durum daha sonra kurulacak tüm siyasal yapılanmaların ana eksenini oluşturmuştur. Anayasanın ilan edilmesi ile devlette çok şiddetli bir gelenekselleşme ve gücün mutlak hale gelmesine yol açacak gelişmeleri de başlatmıştır. Bu durum 1881 Duyun-u Umumiye idaresinin kurulmasına kadar tahammül edilir düzeyde kalırken, bu tarihten sonra yönetime katılma talepleri artmış ve hoşnutsuzluklar ülke dışında İttihat ve Terakki cemiyetinin doğmasına yol açmıştır. Bu gelişmelerin vardığı sonuç, 1908’de Anayasa’nın tekrar yürürlüğe konularak ikinci kez Meşrutiyet ilan edilmesidir. İkinci Meşrutiyet rejimi yaklaşık 10 yıllık bir süreyi kapsar. 10 yıllık sürenin 1913-1918 arası çeşitli yasaklarla birlikte parti diktatörlüğüne dönüşen İttihat ve Terakki Partisinin hakimiyeti ile geçilir. Bu dönem, aynı zamanda siyasi partiler ve cemiyetlerin adeta fışkırırcasına ortaya çıktıkları bir dönem de olmuştur. Cumhuriyete doğru gidilen sürecin ilk ayağını oluşturan Birinci Meclis döneminde fırkacılıktan ne kadar kaçınılmaya çabalanırsa çabalansın 1838 rejiminden itibaren üretilen iktidar ve muhalefet kültürü değişik kanallardan tüm çalışma zorluklarına rağmen Birinci Mecliste de kendisini göstermiştir. Yapılan çalışmada Liberal ve Merkezci fikirler etrafında kümelenen siyasal yapıların kültürlerini kesintisiz olarak bu zamana kadar aktardıkları anlatılmaya çalışılmıştır.

 

 

KAYNAKLAR  

  1. AHMAD, Feroz MODERN TÜRKİYE’NİN OLUŞUMU, İstanbul 2008
  2. ATATÜRK, Mustafa Kemal NUTUK Ankara 2006
  3. ATATÜRK’ÜN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ AÇIŞ KONUŞMALARI , TBMM KÜLTÜR VE SANAT YAYIN KURULU YAYIN No : 30 Ankara, 1987
  4. AYDEMİR, Şevket Süreyya TEK ADAM Cilt 2, İstanbul 1966
  5. BERKES, Niyazi TÜRKİYE’DE ÇAĞDAŞLAŞMA, Yayına hazırlayan Ahmet Kuyaş Şefik Matbaası  İstanbul, 2002
  6. DEMİREL, Ahmet BİRİNCİ MECLİSTE MUHALEFET-İKİNCİ GRUP, İletişim Yayınları Araştırma-İnceleme Dizisi 44 3. Baskı , İstanbul 2005
  7. EZHERLİ İhsan, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ (1920-1998) OSMANLI MECLİSİ MEBUSANI (1877-1920) TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayın No 54
  8. GÖZLER, Kemal Prof. Dr. Editör anayasa.gen.tr, www.anayasa.gen.tr/1876.htm Erişim Tarihi 29.3.2017
  9. GÜNEŞ İhsan, Birinci TBMM’NİN DÜŞÜNCE YAPISI, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1997
  10. İLK MECLİS ANKETİ, BİRİNCİ DÖNEM TBMM ÜYELERİNİN GELECEKTEN BEKLENTİLERİ TBMM KÜLTÜR, SANAT VE YAYlN KURULU YAYlNLARI No. 100 Nisan 2004
  11. KARA, İsmail TÜRKİYE’DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ Cilt 1-2 Metinler Kişiler İstanbul 2014
  12. KARLIKLI, Yücel TÜRK ANAYASA METİNLERİ, Der Yayınları No 332 İstanbul, 2002
  13. KUNTAY, Mithat Cemal ÜÇ İSTANBUL -ROMAN
  14. KUSHNER, David TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DOĞUŞU (1876-1908) İstanbul 1979
  15. KÜÇÜKÖMER İdris, DÜZENİN YABANCILAŞMASI Baskı İstanbul 1994
  16. LEWIS Bernard MODERN TÜRKİYE’NİN DOĞUŞU III. Edisyon, Çeviri Boğaç Babür TUNA, Arkadaş Yayınları 8. Baskı, Ankara 2015
  17. MARDİN Şerif, TÜRK MODERNLEŞMESİ, Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol İstanbul 2007
  18. ÖĞÜN, Süleyman Seyfi TÜRK POLİTİK KÜLTÜRÜ, İstanbul 2004
  19. SELEK, Sabahattin ANADOLU İHTİLALİ, İstanbul, 1973
  20. SUNATA, İ. Hakkı İSTANBUL’DA İŞGAL YILLARI İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul 2006
  21. SEVİĞ, Vasfi Raşit, 23 NİSAN 1919 DAN 24 NİSAN 1924 E KADAR ANAYASA HAREKETLERİ, İHFM sayı…
  22. ŞAHİNGÖZ, Mehmet Prof. Dr. BİRİNCİ BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILIŞI VE YAPISI HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME Ankara,1996
  23. TANÖR Bülent, OSMANLI TÜRK ANAYASAL GELİŞMELERİ YKY Yayınları, 17. Baskı İstanbul 2008
  24. TBMM ZABIT bıt CERİDELERİ  CİLT 1,
  25. TOPRAK, Zafer TÜRKİYE’DE MİLLİ İKTİSAT 1908-1918 Yurt Yayınları, Ankara 1982
  26. TUNAYA Tarık Zafer, İNSAN DERİSİYLE KAPLI ANAYASA, İstanbul 1979
  27. TUNAYA, Tarık Zafer TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER Cilt I- II- III İstanbul 1998
  28. TURGUT, Yılmaz Nükhet SİYASAL MUHALEFET, İmaj Yayınevi Ankara 2014
  29. YAMAN, Aslan BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE HÜKÜMET ŞEKLİNİN BELİRLENMESİNİ ETKİLEYEN TARİHİ VE DİNİ NEDENLER Yayınlanmamış Makale 2017

 

[1] KÜÇÜKÖMER İdris, DÜZENİN YABANCILAŞMASI  3. Baskı İstanbul 1994 s. 5

[2] TURGUT, Yılmaz Nükhet  SİYASAL MUHALEFET, İmaj Yayınevi Ankara 2014, s. 4

[3] MARDİN Şerif, TÜRK MODERNLEŞMESİ, Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol İstanbul 2007 s. 177

[4] BERKES, Niyazi TÜRKİYE’DE ÇAĞDAŞLAŞMA, Yayına hazırlayan  Ahmet Kuyaş Şefik Matbaası  İstanbul, 2002 s. 310

[5] BERKES Niyazi TÜRKİYE’DE ÇAĞDAŞLAŞMA, Yayına hazırlayan  Ahmet Kuyaş Şefik Matbaası  İstanbul  2002, Bölüm X Kanun-u Esasi, s. 309-336

[6] AHMAD, Feroz MODERN TÜRKİYE’NİN OLUŞUMU, İstanbul 2008 s. 41 

[7] AHMAD, age s. 42

[8] TUNAYA Tarık Zafer , İNSAN DERİSİYLE KAPLI ANAYASA, İstanbul 1979 s.12

[9]  Editör, GÖZLER, Kemal Prof. Dr. www.anayasa.gen.tr, www.anayasa.gen.tr/1876.htm Erişim Tarihi 29.3.2017

[10] LEWIS Bernard MODERN TÜRKİYE’NİN DOĞUŞU III. Edisyon, Çeviri Boğaç Babür TUNA, Arkadaş Yayınları 8. Baskı,  Ankara 2015 ss.236-322

[11] Batı ile temas halinde olan Osmanlı Aydınları Afrika’da, Hindistan’da, Çin’de olanları ve bu sömürgeciliğin Avrupa için ne anlama geldiğini bilerek sömürgeleşme sırasının Osmanlı Devletine geldiğinin ve bunu önlemek için bir an önce bir şeyler yapılması gerektiğinin farkındaydılar.  Devleti kurtarmanın bu kadar öncelenmesinin nedenini de sahip oldukları siyasal kültüre bağlamak mümkündür. 

[12] TUNAYA, Tarık Zafer  TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER Cilt 1 İstanbul 1998 s. 43

[13] KARA, İsmail TÜRKİYE’DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ Cilt 1 Metinler Kişiler İstanbul 2014 s. 39 vd.

[14] KUSHNER, David TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN DOĞUŞU (1876-1908)  İstanbul 1979 s. 127 vd.

[15] YAMAN, Aslan BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE HÜKÜMET ŞEKLİNİN BELİRLENMESİNİ ETKİLEYEN TARİHİ VE DİNİ NEDENLER yayınlanmamış makale 2017 s. 13

[16] EZHERLİ İhsan, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayın No 54 Türkiye Büyük Millet Meclisi (1920-1998) Osmanlı Meclisi Mebusanı (1877-1920) s. 40

[17] TUNAYA age. s. 44

[18] ÖĞÜN, Süleyman Seyfi TÜRK POLİTİK KÜLTÜRÜ, İstanbul 2004 s. 35

[19] ÖĞÜN age. s. 37

[20] TOPRAK, Zafer TÜRKİYE’DE MİLLİ İKTİSAT 1908-1918  Yurt Yayınları, Ankara 1982 s.1

[21] TUNAYA age s. 45

[22]  Osmanlının son dönemini anlatan Mithat Cemal KUNTAY’ın ÜÇ İSTANBUL adlı romanı İttihat ve Terakki’nin yaşadığı zorlukları dönemin gerçeklikleri dahilinde anlayabilmek için gerçekten okunmaya değer bir edebi eserdir.

[23] MARDİN, age s.178.

[24] SUNATA, İ. Hakkı İSTANBUL’DA İŞGAL YILLARI İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul 2006 s.42

[25] SUNATA age s. 44

[26] TUNAYA age.168

[27] EZHERLİ age. s. 11

[28] ATATÜRK, Mustafa Kemal NUTUK Ankara 2006  s.287-289

[29] TANÖR Bülent, OSMANLI TÜRK ANAYASAL GELİŞMELERİ YKY Yayınları, İstanbul  2008 s.231

[30]  Büyük Millet Meclisine katılan milletvekillerinin sayısı hakkında çelişkili rakamlar verilmektedir. Mesela;

 Yılmaz ALTUĞ 383, Ahmet MUMCU 390, Frederick  FREY 437, Mazhar Müfit KANSU 399, Ali Fuat

 CEBESOY 442, Mahmut GOLOĞLU 390 sayısını vermektedir. İhsan GÜNEŞ, Birinci Türkiye Büyük

 Millet Meclisi’nin Düşünsel Yapısı, (1920-1923), Eskişehir, 1985, s.59-60

[31]  ŞAHİNGÖZ, Mehmet Prof. Dr.  BİRİNCİ BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILIŞI VE YAPISI HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME Ankara,1996 sayfa 1-2

[32] ŞAHİNGÖZ  a.g.e s.4

[33] Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisini Açış Konuşmaları, TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu Yayını No : 30 Ankara, 1987 Sayfa 4-50

[34] Atatürk’ün...a.g.e 59-50

[35] TANÖR, a.g.e s.241,242

[36]  TANÖR a.g.e 243

[37] TANÖR, a.g.e s. 234

[38] KARLIKLI, Yücel TÜRK ANAYASA METİNLERİ, Der Yayınları No 332 İstanbul, 2002

[39] SEVİĞ, Vasfi Raşit, 23 NİSAN 1919 DAN  24 NİSAN 1924 E KADAR ANAYASA HAREKETLERİ, İHFM sayı…

[40] KARLIKLI, a.g.e s.1 .

[41] NUTUK, Ankara 2006 s. 539-542.

[42] AYDEMİR, Şevket Süreyya TEK ADAM  Cilt 2, İstanbul 1966, s. 366

[43] GÜNEŞ İhsan, Birinci TBMM’NİN DÜŞÜNCE YAPISI, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1997 s. 77 vd

[44] GÜNEŞ age s. 148

[45] TBMM Zabıt  Ceridesi,  Cilt 1, s. 341.

[46] ŞAHİNGÖZ, age. s. 7

[47] TBMM Zabıt Ceridesi Cilt 1 Sayfa 56

[48] TBMM Zabıt Ceridesi Cilt 1 Sayfa 57

[49] Gazi M. Kemal, NUTUK, Yakamoz Kitap 6. Baskı Eylül 2016 sf. 269 vd

[50] Nutuk ss. 269-280

[51] ŞAHİNGÖZ  a.g.e. s. 9, aynı şekilde Nutuk, Ankara 2006 s. 404 vd.

[52]  NUTUK, a.g.e s.404

[53] SELEK, Sabahattin  Anadolu İhtilali, İstanbul, 1973, s. 591

[54] DEMİREL, Ahmet BİRİNCİ MECLİSTE MUHALEFET-İKİNCİ GRUP, İletişim Yayınları Araştırma-İnceleme Dizisi 44 3. Baskı , İstanbul 2005 ss.10-11

[55] DEMİREL age s. 14

[56] İLK MECLİS ANKETİ, BİRİNCİ DÖNEM TBMM ÜYELERİNİN GELECEKTEN BEKLENTİLERİ TBMM KÜLTÜR, SANAT VE YAYlN KURULU YAYlNLARI No. 100  Nisan 2004

[57] İLK MECLİS… age. s.12

[58] İLK MECLİS… age. s.

[59] İLK MECLİS…age. s.

[60] İLK MECLİS… s.

Dr. Aslan Yaman

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display