Bu sayfayı yazdır

Olmasaydın Olmazdık! Ölümünün 82.Yılında Mustafa Kemal Atatürk’ü Tanımak, Anlamak ve Sonsuza Kadar Yaşatmak

Yazan  09 Kasım 2020

Bugün 10 Kasım 2020, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN 82 yıl önce saat 09.05’te aramızdan ayrılışının yıldönümünde Türk Milleti olarak onu minnetle, rahmetle, özlemle, sevgi ve saygıyla anıyoruz.  

Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımak; 1881’de Selanik’te Ahmet Subaşı Mahallesi’nde, üç katlı orta halli pembe evde doğmuştur. Babası Ali Rıza Efendinin babası Hafız Ahmet Bey, Aydın-Söke’den göç edip Selanik’e yerleşmiştir. Annesi Zübeyde hanımın babası Feyzullah Hacı Sofular, Karaman-Konya’dan Makedonya’ya ve 1810’da Vodina-Sarıgöl’den Selânik yakınlarındaki Lankaza kasabasına göç etmiştir. Türkmen boylarından bir Türk ailesinin kızı olup, Kocacık Yörük-Türkmenlerindendir. Ali Rıza Efendi, gümrük idaresinde muhafaza memur iken 1871’de Zübeyde Hanım’la evlenmiş ve28 Kasım 1893’de vefat etmiştir. Kardeşleri; Fatma, Ömer, Ahmet ve Naciye küçük yaşta ölmüş, 18 Ocak 1956’e kadar yaşamış olan Makbule Atadan ailesini;“Babam, Ali Rıza Efendi yerli olarak Selaniklidir. Kendileri “Yörük” sülalesindendir.Annem her zaman “Yörük” olmak ile iftihar ederdi”. Sözleri ile anlatmıştır.

 

 

Mustafa Kemal Atatürk, Haziran 1887’de Hafız Mehmet Efendi mahalle mektebinde öğrenime başlamış ve babasının isteği ile ilkokulu Selanik’te Şemsi Efendi Mektebi’nde okumuştur. Babasının vefatı ile bir süre dayısı Hüseyin Ağanın çalıştığı Rapla Çiftliği'nde kalmıştır. Selânik'e dönmüş, okulunu bitirmiş ve 1893’de girdiği Selanik Askerî Rüştiye’de üstün zekâsıyla matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey,genç öğrencisinin yeteneklerinden oldukça etkilenmiştir. Onu benzersiz kılmak için adına “Bilgi ve erdem bakımından olgunluk ve eksiksizlik” anlamına gelen “Kemal” ismini eklemiştir.13 Mart 1895’de girdiği Manastır Askeri Lisesini, 1898’de sınıf 4’üncü olarak bitirip 13 Mart 1899’da, İstanbul-Pangaltı’da Harp Okulu’nda öğrenime başlamıştır. 10 Şubat 1902’de Teğmen rütbesiyle mezun olup, Harp Akademisi’ne girmiş ve 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuş ve 1905-1907’de ilk görev yeri Şam’da 5.Ordu emrine görevlendirilmiştir. 20 Haziran 1907’de Kıdemli Yüzbaşı olmuş ve 13 Ekim 1907’de Manastır’a 3.Ordu’ya atanmıştır. 19 Nisan 1909’da Hareket Ordusu’nda Kurmay Başkanı olarak görev yapmıştır. 1911’de İtalya-Trablusgarp savaşında gönderildiği Tobruk’ta,22 Aralık 1911'de savaşı kazanmış ve 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına görevlendirilmiştir. Balkan Savaşı’nda Binbaşı rütbesi ile Gelibolu ve Bolayır'da savaşa katılmış ve Dimetoka ve Edirne’yi Bulgaristan’dan geri alan Kolordu’da görev yapmıştır.

1913-1915’de Sofya’da Askeri Ateşe görevindeyken 1914’de Yarbaylığa yükselmiştir. 1915’te I. Dünya Savaşı’na 19.Tümen Komutanı olarak Tekirdağ'a görevlendirilmiş ve Çanakkale Savaşı’na katılmıştır. Çanakkale'de kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez" dedirtmiştir. 25 Nisan 1915’te, düşman kuvvetlerini Arıburnu-Conkbayırı’nda durdurmuştur. 1 Haziran 1915’te Albaylığa yükselmiş, Anafartalar Grubu Komutanı olarak 9-10 Ağustos’ta I. Anafartalar, 17 Ağustos'ta Kireçtepe ve 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferlerini kazanmıştır. Çanakkale Savaş’ında, “Anafartalar Kahramanı” olarak askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum" tarihe geçen emri ile cephenin kaderini değiştirmiştir.   

1916’da Edirne ve Diyarbakır’da Kolordu Komutanı olarak görev almış ve 1 Nisan 1916’da Tuğgeneralliğe yükselmiştir. Rus kuvvetleri ile girdiği savaşta 7-8 Ağustos 1916’da Bitlis ve Muş’u geri almıştır. Şam ve Halep’teki kısa süreli görev yapmış ve 1917’de İstanbul’a dönmüştür. 5 Temmuz 1917'de 7.Ordu Komutanı olarak Halep’te göreve başlamış ve cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşı yapmıştır. 17 Ekim başında görevinden istifa etmiş ve 7 Kasım 1917’de Genel Karargâhta görevlendirilmiştir. 15 Ağustos 1918’de 7.Ordu Komutanı Halep’e gelmiş ve31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirilmiştir. 13 Kasım 1918’de İstanbul’a dönüp Milli Savunma Bakanlığı’nda göreve başlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’nun dört bir yanında işgaller başladığı süreçte,9.Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmıştır. 22 Haziran 1919'da Amasya Genelgesiyle Türk milletine, “Vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu, Milletin İstiklalini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan etmiştir. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919’de Erzurum ve 4-11 Eylül 1919’da Sivas Kongresi'nde, vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağlamıştır.Kongrelerde, “Düşman işgaline karşı milletin vatanı savunacağı, bu amaçla geçici bir hükümetin kurulacağı ve bir millî meclisin toplanacağı, manda ve himayenin kabul edilmeyeceği” kararları alınmış ve tüm dünyaya açıklanmıştır.27 Aralık 1919'da rütbeleri ve unvanları elinden alınmış olarak Ankara'ya gelmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)23 Nisan 1920’de açılmış, Meclis ve Hükümet Başkanı seçilmiş ve tarihî görevine başlamıştır.Meclis başkanı olarak dünyanın en acımasız emperyalist işgaline karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşını yönetmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda önemli adımlar atmıştır. 23 Ağustos-13 Eylül 1921’de, Sakarya Meydan Savaşı’nın zaferle sonuçlanması ile TBMM tarafından “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verilmiştir. Türk Ordusu, vatanı düşman işgalinden kurtarmak için 26 Ağustos 1922’de “Büyük Taarruz” başlatmış, 30 Ağustos 1922’de Yunan Ordusu’nu bozguna uğratarak 9 Eylül 1922’de İzmir kurtarılmıştır. 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanması ile işgalci emperyalist devletler işgal ettikleri Türk topraklarından çekilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanması ile 13 Ekim 1923'te Ankara Başkent olmuş, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilmiş ve ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ve “Yurtta barış,Cihanda barış” temelleri üzerinde çağdaş bir toplumun inşası, adım adım yükselmeye başlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, özel hayatında sadelik içinde yaşamış ve 29 Ocak 1923’de evlendiği Latife Hanımla ile 5 Ağustos 1925’te evliliği bitmiştir.24.11.1934’de kanunla “ATATÜRK” soyadı verilmiş ve soyadının başkaları tarafından kullanılması yasaklanmıştır. Afet İnan, Sabiha Gökçen, Fikrîye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edinmiş ve Abdürrahim ve İhsan’ı himayesine almıştır. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok sevmiştir. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi olmuştur. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif almıştır. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet etmiş ve ülkenin sorunlarını tartışmıştır. Temiz ve düzenli giyinmeye özen göstermiş, doğayı çok sevmiş, Atatürk Orman Çiftliği'ni yaratmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğuna giden süreçte, hayat hikâyesinin dönülmez yolculuğu hastalık ile başlamıştır. Trablusgarp’ta göz ve böbrek hastalıkları yaşamıştır. Hastalık süreci ilk olarak akciğer iltihabı ile 1916’da başlamış ve 1918’de böbrek rahatsızlığı baş göstermiştir.30 Haziran 1918-28 Temmuz 1918’de böbrek rahatsızlığı nedeniyle Karlsbad'a giderek tedavi olmuştur.Hastalığının başlarında uzun bir süre teşhis konulamamış, teşhis konuluncaya kadar doktorların ve yanındaki kişilerin kafalarında şüpheler yaşanması nedeniyle sadece kaşıntıya karşı savaş verilerek adeta zaman kaybedilmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında beş altı saatte bir sıcak banyo ile rahat edebilecek kadar rahatsızlık yaşamıştır. Havza’da bir süre kaplıcalarda böbrek sancıları için tedavi olmuştur.Kasım 1924’de kalp krizi teşhisi konan bir göğüs ağrısı yaşamış ve 22-23 Mayıs 1927’de bir enfarktüs krizi geçirmiştir. Hastalığın başlangıcı 1936 Kasım ayında zatürre ile ortaya çıkmış ve Dr. Asım Arar;“Atatürk’ün ölümüne neden olan karaciğer hastalığının başlangıcının 1936 yılı sonları olduğunu” belirtmiştir. 1937 yılının sonlarına doğru sağlığı iyice bozulmaya başlamış ve öldürücü hastalığın ilk belirtisi; halsizlik, isteksizlik,çeşitli yerlerinde kaşıntılar ve sık sık burun kanamaları ile belirmiştir.Hastalığın teşhisi ancak 1938 başında konmuş, ağırlık devresi Mart ayında başlayarak son nefesine kadar sürmüştür. Atatürk, 20 Ocak 1938’de, Yalova’ya yeni açılan Termal Otelinin ilk konuğu olarak gelmiş ve bir tedavi kürü görmüştür. Rahatsızlığına ilk teşhisi koyan kaplıcanın yöneticisi Prof. Dr. Nihat Reşat Belger; “Atatürk’ü ilk kez 22 Haziran 1937’de Yalova’da muayene ettim. O tarihte kendisinde siroz hastalığına ait hiçbir bulgu göremedim. Fakat bu tarihten 8 ay sonra yine Yalova’da yaptığım muayenede karaciğerdeki rahatsızlığın bulgusunu tespit ettim”. Tıp, zalim teşhisini koymuş ve döküntünün karaciğerindeki rahatsızlığın “Siroz” olduğunu açıklamıştır. Reşat Belger, ilk izlenimi Ruşen Eşref Günaydın’a; ”Atatürk geceyi Teram Otel’deki apartmanında geçirdi. Ertesi sabah oteldeki kendine özel olarak yaptırılan banyo dairesine girdi ve beni çağırdı. Şikâyetlerini bildirdi. Kaşıntıya çare bulmasını istiyordu. Dedim ki: müsaade buyurursanız önce zat-ı devletinizi bir muayene edeyim, kaşıntının sebeplerini tespite çalışayım”.Atatürk;”Doktor, kaşıntıyı buldunuz mu? Nedir?” diye sordu. Bende; “Evet efendim. Bu teşhisimin isabetinde şüphenin gölgesi bile yoktur. Karaciğeriniz sertleşmiş ve biraz büyümüştür. İşte kaşıntının tek nedeni bu karaciğer rahatsızlığıdır”. dedim. Bu güne kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından hiç söz edilmemiş olması büyük şok yaratmıştır. Özel doktoru Neşet Ömer İrdelp yaptığı muayenede teşhis hakkında; “Atatürk’ü istediğiniz gibi tedavi ediniz kardeşim”. sözü ile Reşat Belger’in teşhis ve tedavisini onaylamıştır.

 

 

Başbakan Celal Bayar, Atatürk’ün hastalığından 28 Şubat 1938’de Ankara’daki Balkan Konferansı’nda öğrenmiş ve Almanya ve Fransa’dan iki ünlü uzman doktor çağırmak için izin istemiştir. Atatürk; “Ortalıkta Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz. Bu noktayı değerlendirmek lazımdır” şiddetli ısrara rağmen Avrupalı doktor kontrolünü kabul etmemiştir. Ancak6 Mart 1938’de doktorların yaptıkları görüş alışverişi sonucunda durumunun kritik olduğunu belirtmişlerdir. Atatürk, ağır hastadır, ölümde karşı direnmektedir, ama hastalık ilerlemektedir. Celal Bayar; 15 Mart 1938’de; “Yabancı doktorların gelmesini rica ettiğim zaman reddetmiş ve böyle bir çağrının Hatay davası üzerine etki edeceğini ileri sürmüştünüz. Bizim için en büyük dava, sizin sağlığınızdır. Türk milletinin sağlığınızdan öte bir kaygısı olmadığını arz etmek vazifemdir. Lütfen izin verin de bir yabancı uzman getirelim”. Yabancı uzmanların gelip kontrol ve tedavi şeklini gözden geçirmesinde ısrar etmiştir.Atatürk; “Çocuk. Ne yapacaksan çabuk yap, anlıyorum, ben hastayım”. Bakanlar Kurulu kararı ile Fransız Prof. Dr. Fissenger gelmiş ve 28 Mart’ta Çankaya’da muayene etmiş; “Hastasınız. Ben sizi iyi edeceğim. Siz büyük bir kumandan olabilirsiniz, büyük zaferler kazanmış olabilirsiniz. Fakat bu işin kumandanı benim. Yardımınızı istiyorum, bana yardım edeceksiniz”.30 Mart 1938’de, sağlığı ile yayınlanan ilk tebliğ de Fissenger’in; bir grip geçirdiği ve sağlığında endişe verici bir durum olmadığı, kendisine 1.5 ay istirahat tavsiyesinin yeterli görmüş, ancak tavsiyelere uyarsa 7-8 yıl daha yaşayabileceğini belirtmiştir. Atatürk, birkaç gün sonra hasta değilmiş gibi hareket etmeye başlamış ve Ankara’da 19 Mayıs törenlerine katılmıştır. Yine, “Hatay meselesi benim şahsi davamdır”. “Alacağız” diye 21 Temmuz 1936’da söz verdiğ i“Hatay Meselesini” çözmek için 20-24 Mayıs 1938’de, Fransızlara baskı yapmak amacıyla ölümüne davet çıkarttığı Mersin ve Adana'ya gezisine çıkmıştır. Kızgın güneş altında saatlerce askerî birlikleri teftiş edip tatbikat yaptırmış, çok yorgun düşmüş veiki üç kez burun kanaması geçirmiştir. Ülkü edindiği millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saymıştır. Ölümüne girdiği muharebeleri kazanmıştır, ancak bu sefer ölüme karşı meydan savaşına girmiştir. Ne yazık ki bu savaşı kaybedecektir. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep olmuş ve 26 Mayıs'ta Ankara'ya bitkin ve yorgun dönmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk, 26 Mayıs 1938’de bir daha dönmemek üzere tedavi ve istirahat için İstanbul’a gelmiş ve 27 Mayıs’ta Dolmabahçe’ye yerleşmiştir. 29 Mayıs’ta Dr. Neşet Ömer İrdelp, karnında su toplanmaya başladığını belirtmiştir. Doktorlar deniz havasının iyi geleceği önerisi ile 1 Haziran’da Savarona Yatı'na gitmiş, ancak bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etmiştir. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüşmüş ve Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etmiştir. Hastalığın ikinci ve deva bulmaz ıstırap dolu safhası başlamıştır. 8 Haziran’da Prof. Dr. Fissenger,S avarona’da yaptığı muayenede; “Hasta sessiz ve asude bir hayat geçirecek, zihni ve bedeni her türlü yorgunluktan kaçınacaktır”. Önerisinde bulunmuştur. 14 Haziran’da Atatürk, Cenevre’deki Afet’e yazdığı mektupta; Hastalığının tedavi edilmemesinin doktorların suçu olduğundan yakınmıştır.16 Temmuz’da Prof. Dr. Fiessenger; “Tıbbın yardımı ile Atatürk nihayet bir iki yıl daha yaşayabilir. Fakat şimdi yatağa gittiğinizde bağırsak veya beyin kanamasından onu ölmüş bulabilirsiniz. Tedbirlerinizi buna göre alın”.durumunu çok daha ağırlaşmış bulmuştur. Falih Rıfkı Atay; “Atatürk, rahatsızlığını kimseye hissettirmemeye çalışmış ve öleceğini anlamışa benziyordu. Atatürk’ün ölüm felsefesi sade idi; “Ölümü istemek bir cesaret değildir ama ölümden korkmak ahmaklıktır”. sözü ile cesaretini belirtmiştir. 24 Temmuz’da Savarona'dan hastalığının üçüncü ve son safhası başlayınca doktorları Dolmabahçe Sarayı'na nakledilmesine karar vermiştir. Berlin Dahiliye kliniği direktörü Prof. Dr. Von Bergmann ve Viyana Tıp Fakültesinden Prof. Dr. Eppinger, 31 Temmuz-6 Ağustos 1938’de yaptıkları konsültasyonlar sonucunda karın boşluğundan su alınmasına karar vermişlerdir. Su alınmasını kabul etmiş, ama riskli olduğunu anlayınca hastalığının ciddiyetini kavrayarak 15 Eylül 1938'de vasiyetini yazmıştır. Vasiyetinde; servetinin büyük bir kısmını Halk Fıkrasına, çiftliklerini millete hazineye, bir kısım taşınmazlarını Ankara ve Bursa Belediyesine bağışlamıştır. Mirasından kız kardeşi Makbule’nin aylık giderlerinin karşılanmasını ve Çankaya’dan ev alınmasını, 5 manevi kız evlatlarının aylık giderlerini karşılanmasına ve Sabiha Gökçen’e ev alınmasını,İsmet İnönü’nün çocuklarının eğitimlerinin aylık giderlerinin karşılanmasını sağlayacak gerekli tutar ayrıldıktan sonra geriye kalan miktarı Türk Dil ve Tarih Kurumlarına bağışlamıştır.

Atatürk’ün hastalığının karınca ısırması olduğunu iddia eden doktorlar olmuş, ancak Prof. Dr. Gülendame Saygı; siroza sebep olan “Şistozoma” türü parazitleri, Ortadoğu’daki sıcak topraklarında görev yaptığı sırada, büyük olasılıkla Kahire’de kapmış olabileceğini düşünmüştür. Onun kimi zaman at sırtında, hatta bazen yaya olarak yaptığı uzun yolculukların birinde, örneğin Kahire’ye giderken yıkandığı sudan, o coğrafyada çok yaygın olan parazitlerin bulaşmış olduğunu, hastalığının sebebi, “Sirozunun nedeni alkol değil, işte bu parazitlerdi. İfade etmiştir. Üçüncü defa gelen Prof. Dr. Fissenger;“Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir.Benim, Fas, Tunusve Cezayir’den gelen birçok Müslüman hastalarım var ki, ömürlerinde ağızlarına herhangi ispirtolu bir içki koymamışlardır.Bence bunlar arasında özellikle dengesiz beslenme tarzı ve devamlı kabızlık gibi sebepler başlı başına yer tutmaktadırlar.”Dr. Saygı’nın tespitini destekleyen bir kanıt olmuştur.

21’nci asrın en büyük lideri, milli kahramanı, bir büyük deha, milletinin ve insanlığın elinden gitmeye başlamış, artık her gün adım adım ölüme yaklaşmıştır.Bu hastalık dönemine “Hatay Meselesi” ona büyük acı ve ıstırap vermiştir. Hastalığı, Mart 1938’den 10 Kasım’a sekiz ay sürmüş, her geçen gün daha da ilerlemiş, üst üste karnında su toplandığı için 13 Ekim’de karnından su alınmıştır. Hastalığı nedeni ile ilk defa 17 Ekim 1938’de komaya girmiş, 18 Ekim’e kadar devam etmiş ve 19 Ekim’de komadan çıkmıştır. Artık her şey bitmiş gibidir. Bütün ümitler kesilmiştir. Bütün arzusu, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Ankara’ya giderek Cumhuriyetin 15. Yıldönümü törenlerinde bulunmak, ordusu ve milleti ile son defa görüşmek olmuştur. Ancaksağlığı kötüleşip,Ankara’ya gitmekten ümidini kesince;“Bu zayıf halimle Ankara’ya gitmekte bir fayda görmüyorum. Gidersem hiç kimsenin yardımı olmadan hiç olmazsa otomobile kadar yürüyebilmeli, arkadaşlarımla selamlaşabilmeliyim, bunu yapamayacak olduktan sonra değmez. Ankara’ya gitmeyeceğim”. Başbakan Celal Bayar’a; “Büyük komutaya, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan böyle de, bütün işlerinizde başarılar dilerim. Arkadaşlarıma benim selam ve muhabbetlerimi söylemeyi unutma”. Diyerek,29 Ekim 1938’de Türk Ordusu’na yayımladığı mesaj,Celâl Bayar tarafından okunmuş; “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu, Türk vatanının ve Türk’lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve âmâde olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır”. Sözü ile Türk Ordusu'nun önemini ve ona olan güvenini belirtmiştir.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gecesi, vapurla Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımına yaklaşan askeri okul öğrencileri, askeri bandonun çaldığı marşlar eşliğinde hep bir ağızdan, “Dağ başını duman almış, Gümüş dere durmaz akar”marşını söyleyerek “Atatürk’ü, Atamızı görmek istiyoruz”. sesleri göklere yükselmiştir. Hepsinin başı ve gözleri pencerelerde, bütün kalpleri çarptığı Atatürk, koluna girilerek yatağından kaldırılıp, pencere kenarında oturtturarak öğrencileri selamlamış ve mırıldanarak kendilerine eşlik etmiştir.“Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle” söyleyerek gözyaşları ile ölüm döşeğine dönmüştür.  Türk gençliği Atası ile vedalaşmış ve helalleşmiştir. 8 Kasım 1938’de ikinci ve son kez ağır komaya girmiş ve 9 Kasım’da devam etmiştir.Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliği, saat 10.00, 20.00 ve 24.00’te yayımladığı tebliğlerde durumun kötüye gittiğini beyan etmiştir. Daha önce 3 gün süren komaya girip, kurtulduğunda Doktoru; “Size edebi bir şey söylemiyorum, yirminci asır tıbbının kudretini bilen bir insan olarak söylüyorum, ölüm ondan korktu” demesine rağmen son komadan uyanamamıştır.

Atatürk; 10 Kasım 1938 saat 9.05'te sert bir asker bakışı ile başucundaki hekime doğru dönmüş, gözlerini açmış, o güzel mavi gözleri son olarak başında bekleyen Hasan Rıza Soyak, Kılıç Ali ile Salih Bozok, İsmail Hakkı Tekçe ve yaverine yöneltmiş,son nefesini vermiştir. Dolmabahçe Sarayı'nda dünyayı etkileyen, büyüleyen gözler artık sonsuza kadar kapanmıştır. Dr. Mim Kemal Öke açık gözlerini kapatmış, Dr. Kamil Berk,Gazi Mustafa Kemal (G.M.K) markalı beyaz ipek mendille çenesini bağlamıştır.Hastalığının tedavisi için görevlendirilen ve vefatında yanında bulunan Türk doktorlarından oluşan ekip; “Reisicumhur Atatürk’ün umumî hâllerindeki ve hamet dün gece saat 24’te neşir edilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat dokuzu beş geçe büyük şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.”Raporu ile vefatı ilan etmiştir. 10 Kasım’da; ”Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk Milleti Ulu Şefini, insanlık büyük evladını kaybetti” hükümet bildirisi ile Türk milleti, kendisine yirmi yıla yakın rehberlik etmiş büyük liderinin vefatını öğrenmiştir.

 

 

Milletinin kendisine bu kadar gönül bağladığı ve ölümüne bu kadar içten ağladığı bir halk kahramanı tarih içinde olmamıştır. Ölümü, Türkiye’de ve Dünya’da büyük bir olay olmuş, söylemlerde; çağımız bir büyük devlet adamı yetiştirmiş ve onun ölümü ile dünya, büyük bir evladını kaybettiği belirtilmiştir.12 Kasım’da bedeni tahnit edildikten sonra Dolmabahçe Sarayı’nın kapıları halka açılarak 7 gün boyunca halk katafalkın önünden akıp geçmiştir. 16 Kasım’da, Türk bayrağına sarılmış ve başında silâh arkadaşlarının nöbet tuttuğu mukaddes na’şı özel bir katafalk üstüne ve Dolmabahçe Sarayı’nın büyük kabul salonuna konmuştur. Türk halkı,3 gün 3 gece önünden gözyaşları ile geçen bir insan seli, ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etmiştir. Na’şının Ankara’ya nakil işlemi için 19 Kasım saat 08.10’da İslam bilgini Ord. Prof. Dr. erafettin Yaltkaya tarafından Müslüman usulünce vücudu yıkanmış, cenaze namazı kılınmış ve büyük bir törenle katafalkı top arabasına taşınmıştır. 13.40’da Yavuz Zırhlısıyla İzmit’e ve saat 20.30’da özel trenle Ankara’ya gönderilmiştir. 20 Kasım 1938’de saat 10.00’da na’şı Ankara garında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, TBMM Başkanı Abdülhalik Renda, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, bakanlar, milletvekilleri, ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından törenle karşılanmıştır. Başbakan Celal Bayar, tabutun arkasındaki vagonda Hasan Rıza Soyak ve eski arkadaşları ile beraber gelmiştir. Na’şı, TBMM önünde halkın ziyareti için hazırlanan katafalka konmuştur. Komutanlar ve silâh arkadaşları tarafından tutulan saygı nöbeti, 20 Kasım 1938 saat 10.30-21 Kasım 1938 saat 09.00’a kadar devam etmiştir. 21 Kasım’da, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir askeri tören yapılmıştır. Törende, Çanakkale'de ve diğer cephelerde ona karşı savaşmış İngiliz, Fransız ve yabancı generaller Türk askerleri ile birlikte yürümüşlerdir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü; “Eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardır”.Sözü ile Türk Milleti, ulusal kahramanına veda etmiştir. Na’şı, büyük insana lâyık Rasat Tepe’de“Anıtkabir” inşa edilinceye kadar geçici istirahatahı olan Ankara Etnografya Müzesi'nde hazırlanan kabre konmuştur. 10 Kasım 1953'te görkemli bir törenle “Anıtkabir’e”defnedilmiş ve son yolculuk bitmiştir.Şeref holünde tek parça mermerden yapılan mozolenin altında sekizgen odanın içinde hazırlanan mezarda,44 tonluk bir anıt taşın altında yurdun her Vilayetinden ve Kıbrıs’tan getirilen topraklar ile hazırlanan “Vatan toprağı” büyük ATA’sını kucaklamış, ebedî istirahatahına defnedilmiş ve ölümsüz vücudu vatandaşlarına emanet edilmiştir.

 

 

Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamak; “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir. İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, et ve kemik, fert olan, fani olan Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal onu ben kelimesi ile ifade edemem; o, ben değil, bizdir. Yani sizler, çalışan köylü, uyanık, münevver, milliyetperver vatandaşlar. İşte o Mustafa Kemal ölmez.O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”Önce asker olarak ulusuna önderlik etmiş,  Avrupa’nın “Hasta Adamını” yatağından kaldırıp ona yeni bir hayat ve canlılık veren parlak ve ilham verici bir lider olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu kalıntısı üzerine kurulan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması ile sömürgecilik şartlarını yırtmış, Batı’nın egemenlik ve baskısından kurtulan ilk millet olmuştur.Ülkeyi kalkındırmak, halkının hayat düzeyini yükseltmek ve "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla Siyasi, Hukuk, Eğitim, Kültür, Ekonomi ve Toplumsal alanda Türk Milleti tarihinin en karanlık anında yarattığı devrimler ile halka yeni bir hayat ve umut getirmiştir. Teokratik ortaçağ devlet geleneklerini silip süpürerek kadını, insanı, vicdanı ve düşünceyi hür, özgür ve bağımsız kılmıştır. Ümmetçiliğin yerini Milliyetçilik almıştır. Ziraat ve ticaret kaynakları millete mal edilmişve yerli endüstri doğmuştur. Milli bankalar kurulmuş, yabancı ve imtiyazlı şirketler millileştirilmiştir. Yazı ve dil değiştirilerek Arap kültürü köleliğinden kurtulmuştur.Mazlum devletlerinin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine milletlerarası bir kurtuluş kahramanı şerefini kazandırmıştır.

Ulusal bağımsızlığımızın mimarı, Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 82.Yılında, kaybetmenin hüznünü yaşarken, kendisine olan inancımızı tazeliyor, devrimlerine olan bağlılığımızı bir kez daha yineliyoruz.O, yalnızca Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’nı başarı ile yöneten bir yetenekli komutan değil, aynı zamanda gerçekleştirdiği devrimler ile 21.Yüzyılındünya ve aydınlanma çağının lideri olmuştur. 57 yıl süren yaşamında; yurttaşının ve yurdunun özgürlüğü, milletinin ve vatanının bağımsızlığı ve mutluluğu için yılmadan çalışmış, girdiği her mücadeleden zaferle çıkmıştır. Emperyalist dış güçlere ve işbirlikçisi yönetime karşı tüm güçlükleri, olanaksızlıkları,isyan ve ihanetleri göğüsleyerek ölüm-kalım savaşı olan Milli Mücadele’yi, Kuvay-i Milliye ruhu ve ateşiyle kazanmıştır. 623 yıllık imparatorluğun padişah-halife saltanatının kalıntılarını temizlemiş, kul-köle olan insanı ulusun öğesi olan yurttaş düzeyine yükseltmiş, ümmet yığınından ulus düzenine geçen ve demokrasiyi amaçlayan tam bağımsız, modern, çağdaş ve uygar “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni” kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve devrimlerin sahibi olan Mustafa Kemal ATATÜRK, Olmasaydın Olmazdık.“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız!” Seni hatırlıyoruz ve çok seviyoruz. Yüzyıla damga vuran senin gibi bir insan, komutan, lider ve devlet adamı çıktığı için gurur duyuyoruz. “İzinden yürüyoruz ve yürüyeceğiz”. İsterse Geçinmek İçin Bir Dilim Kuru Ekmek Geçmesin Elimize, Dünya Düşse Peşimize, Yer Sarsılsa Yerinden, Ne Sen’den Geçeriz Ne Senin Eserinden. Adını Türk Tarihine Altın Harflerle Yazdıran Büyük Lider Fikirlerin İle Sonsuza Kadar Türk Milleti’nin Kalbinde Yaşayacaksın ve Yaşatılacaksın. Ruhun Şad olsun.

KAYNAKÇA;

ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, 2008, İstanbul.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, C-I, III, (1919-1922), Remzi Kitapevi, 1987.

KOCATÜRK, Utkan, “Ulu Önder Atatürk'ün Hastalığı, Son Günleri ve Ölümü. (10 Kasım 1938)”, Doğumundan Ölümüne Kadar ATATÜRK Günlüğü”, ATATÜRK Araştırma Merkezi, Sayı 2, Cilt: I, Mart 1985, 2007, Ankara.

LEWİS,Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu, 2007, Ankara.

MANGO,Andrem, ATATÜRK Modern Türkiye’nin Kurucusu, Remzi Kitapevi, 2004. İstanbul.

MÜTERCİMLER,Erol,Fikrimiz Rehberi, Gazi Mustafa Kemal, Alfa Yayınları, 2008, İstanbul.

 

 

 

Dr. Cengiz Tatar

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı