MUSTAFA KEMAL VE MİLLİYETÇİLİK
×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

MUSTAFA KEMAL VE MİLLİYETÇİLİK

Yazan  20 Nisan 2009
SELÇUK OKTAY - Cumhuriyetin kuruluşunda ve sonraki yıllarda Mustafa Kemal’in uygulamalarında itici güç olan milliyetçilik anlayışını doğru bir zeminde kavrayabilmek, öncelikle Mustafa Kemal’i düşünceleriyle,

eylemleriyle 20. yüzyıl başındaki Türkiye resmine oturtmayı ve Osmanlı son dönemindeki milliyetçilik akımlarını, kimlik bunalımlarını ve İslam kimliğinden Türk kimliğine geçiş sürecini doğru değerlendirmeyi gerektirmektedir. Çok geniş bir coğrafi alana yayılan ve demografik olarak yüksek düzeyde etnik bir renkliliği yansıtan Osmanlı toplum yapılanmasında, Müslümanlık anlayışına dayandırılan kimlik, tek bir milletin hususiyetlerini yansıtmak yerine, Osmanlı toplumunu oluşturan diğer kesimlerle ortak olan değerler üzerine inşa edilmiştir. İmparatorluk içerisinde ortaya çıkan milliyetçilik hareketleri ve modernleşme çabalarının getirdiği atmosfer, din olgusunun kimlik algılamalarındaki işlevselliğini geçersiz kılmış ve asırlardır İslam esasına dayanarak varlığını sürdüren bir geleneğin yıkılma sürecini hızlandırmıştır. (Yalçın, 2003)

Türk devrimine giden yolda Atatürk'ün düşünce sistemini ve bu düşünce sisteminde milliyetçiliğin yerini anlamaya çalışırken 1900'lerin başında, imparatorlukların yıkıldığı, ulus devletlerin kurulduğu yeni yapılanmada üç kıtadan geri çekilme sürecini yaşamış, kazanımlarını yitirmiş, çökmenin eşiğine gelmiş bir Osmanlının yıkıntılarından bir direnişi örgütlemenin, millet bilincine dayanan bir ulus devlete giden yolu açmanın zorlukları göz ardı edilmemelidir. Mustafa Kemal, dönemin önde gelen düşünürleri olan Gökalp'in, Akçura'nın, Gaspıralı'nın sunmuş olduğu teorik çerçeveyi, politik bir projeye dönüştürerek Kurtuluş savaşı sonrası cumhuriyetin kuruluşunu gerçekleştirmiş (Özdağ, 2004) , bu sürecin esas dinamiği olan Türk milliyetçiliğinin harmanladığı düşünce sistemini de devletin ideolojisi haline getirmiştir. Bu noktada milliyetçilik anlayışı, geleneksel Türk toplumunun ümmet olarak yaşama inancını reddederek çağdaşlaşmanın en önemli unsurları olan "ulus ve yurttaş" olarak yaşama gereğini benimsemiştir. 1923 devrimiyle birlikte Mustafa Kemal, imparatorluğun dinsel yapısının, ümmetçiliğin ve bunları yansıtan düşünce yapısının yerine, milletin varlığını, ulusal egemenlik bilincini koymuş, çağdaş, laik, demokratik bir topluma dönüşmenin zeminini hazırlamıştır. (Kili, 2000)

Mustafa Kemal, Türkiye'nin özgün koşullarının bilincine vararak oluşturmaya çalıştığı devrimci ideolojinin dogmalaşma olasılığının önüne geçmeye çalışmış, hızlı bir değişim süreci hedefiyle ideolojik kalıplaşmanın birbiriyle çelişeceği vurgusuyla, sürekli devrimcilik anlayışının öncülüğünü üstlenmiştir. Kışlalı bu noktada, Kemalizm'in bir ideolojisinin olduğunu, ama bir öğretisinin; yani doktrininin olmadığını belirtmektedir.(Kışlalı, 2000) Aydınlanmacı, realist, rasyonalist, cumhuriyetçi olduğu kadar esnek ve çoğulcu da olan bu ideolojik hareket, insan haklarına dayalı, demokratik ve seküler dünya görüşünün umdeleriyle bağdaşan tüm politik görüşlere açık olmakla nitelendirilebilir (Hekimoğlu, 2007).

Milliyetçilik, tam bağımsız ve antiemperyalist içeriği ile İstiklal savaşı ve sonraki süreçte Türk devriminin önde gelen ilkelerinden biri olmuştur. Atatürk'ün ortaya koyduğu özgün, bilimsel ve çağının ve bugünün en modern milliyetçilik anlayışlarından birini yansıtan bu ilke, 1923 devriminin her alanında etkinliğini hissettirmiştir. Milliyetçilik ilkesi bir yandan tam bağımsızlık ve çağdaşlaşma hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik bir ideolojik unsurken, uluslararası arenada çağdaş uluslar topluluğunun eşit haklara sahip bir üyesi olma hedefi güdülmüş, bu çerçevede siyasi bağımsızlık yanında ekonomik bağımsızlık da bu sürecin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüştür (Kışlalı, 2000).

Mustafa Kemal'in temsil ettiği milliyetçiliğin üzerinde durulması gereken temel motifleri nelerdir? İlk olarak belirtilmesi gereken husus, cumhuriyeti kuran iradenin bir milli devlet inşasına yöneldiği ve gelecek inşa merkezli olduğudur. Bu yeniden inşa sürecinde ortaya konacak olan Türk kimliği anlayışı kültürel aidiyete, yurttaşlık mensubiyetine dayandırılarak, ırk kavramı üzerinden değil; din, dil, tarih gibi müşterekler temelinde kültür üzerinden tanımlanırken, "millet" saf bir ırktan oluşan bir topluluk olarak değil, tarihi geleneklerin ve köklü bir kültürün mensubu olan büyük bir cemiyet olarak kabul edilmiştir. (Yalçın, 2003, s.32 - 36) Yurttaşlarının Türklüğünü Türk milletinin ulusal ülkü ve amaçlarına bağlılığıyla, Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunmasıyla ve Türk toplumunun çağdaşlaşma çabasını benimsemesiyle ölçer. (Kili, 2000) Bu yönüyle bakıldığında Kemalist düşüncenin şekillenmesinde etkin bir rolü olan Türk milliyetçiliği bütünleyici, düzenleyici, uzlaştırıcı bir karakter taşımaktadır. Irkçılığa dayanan bölücü, dışlayıcı yaklaşımları reddeden, Gökalp – Akçura – Atatürk çizgisinden beslenen Türk milliyetçiliği ilk yıllarında kamu güvenliğinin sağlanması adına homojen bir toplum yapısını benimserken otoriter bir duruş sergilese de, kurumsallaşma çabasına girmediği sürece toplumsal farklılıkları inkâr etmemiş, bastırma yoluna gitmemiş, bunları kültürel zenginliğin birer unsuru olarak görme eğilimi taşımış ve etnisite vurgusuna dayanan toplumsal mağduriyetlerin ortaya çıkmasına neden olacak negatif ayrımcılık uygulamalarından kaçınmıştır. "Ne mutlu Türküm diyene" zemininde, ortak bir tarih şuuru temelinde, kültür dairesini esas alan bir devlet yaklaşımı geliştirilmiştir.

Atatürk sonrası cumhuriyet tarihinde Kemalist düşünce sisteminin ve 1923 devriminin hedefi kitlelere Batılılaşma olarak sunulurken ve bugün de AB' ye entegrasyon politikaları bu iddia üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılırken, ilkel bir batılılaşma bizzat Mustafa Kemal'in kendisi tarafından reddedilmiş, kökünü milli değerlerden alan bir modernleşme süreci hedeflenmiş, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi yapılar bu sürecin bilimsel zeminini hazırlayacak kurumlar olarak tasarlanmıştır.(Özdağ,2004) Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nun çalışmaları milliyetçilik prensibini birleştirici ve bütünleştirici bir çizgiye oturturken, dil alanındaki faaliyetler milliyetçiliğin ötesinde, bir bütün olarak Kemalist ideolojinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.(Alkan, Ergil, 1980, s.136-139) İstiklal harbini ve 1923 devrimini, İngiliz başbakanı Gladstone'nun ifadesiyle Türkleri Orta Asya'ya sürmeyi hedefleyen Batı emperyalizmine ve onun kiralık ordularına karşı gerçekleştirdiğinin farkında olan Mustafa Kemal, yeni bir uygarlık modelini Batı ile işbirliğinde ya da onun değerlerini benimsemekte görmemiş, özgünlüğün bilincine vararak bizzat kendi tarihimizden, kendi köklerimizden beslenen, insan unsurunun rehabilitasyonuna dayanan bir uygarlık modeli arayışının içerisinde olmuştur.

Milliyetçiliğe dayanan bir eylem, toplumu üretim biçimleri bakımından bir üst aşamaya taşımaya yönelikse ve o toplumu dünya ölçeğinde diğer milletlerle eşit bir konuma getirmeye çabalıyorsa ve toplumsal etkileşim çerçevesinde ayrılıkçı değil de, bütünleştirici bir hüviyete sahipse ilerici bir eylem olarak tanımlanabilir. Bu kabullerden hareketle Kongar, 20. yüzyıl başında Anadolu coğrafyasına damgasını vuran Türk devrimini ve bu devrimde temel unsur olan milliyetçiliği, milliyetçi bir ideolojinin ilerici bir işlevle eyleme dönüştürülmüş biçimi olarak kabul etmektedir. (Kongar, 1981, s. 409-410)

Türkiye örneğinde, bir devrim ideolojisi çerçevesinde milliyetçilik, milletin tüm bireyleriyle amaçta, ülküde, kaderde, dilde ve kültürde milli kimlik bilincine varması, ülke ve ulus birliği, devletin ve milletin geleceği adına birlikteliği sağlayabilme, yönetim, kültür, ekonomi gibi alanlarda tam bağımsızlık hedefine, çağdaşlaşma düşüncesine katkıda bulunma şeklinde belirmiştir. Irkçılığı ve etnik – dinsel ayrımcılıkları reddeden, kültür birliğine, ülkü ortaklığına vurgu yapan, Türklüğü bir üst kimlik olarak tasvir eden, akılcılığı ve bilimselliği ön planda tutan, barışçı, diğer toplumların bağımsızlıklarına saygı duyan, irredentist olmayan bir anlayıştır. Diğer devletlerin varlığına karşı barışçıl yaklaşımıyla, bu tür bir milliyetçiliğin dünyaya yayılmasının da öncüsüdür.

Milliyetçilik prensibinin üzerinde önemle durduğu, fakat birçoklarının göz ardı ettiği meselelerden biri de dış Türklerdir. Türk milliyetçiliği dış Türklere karşı kayıtsız değildir. Mustafa Kemal Anadolu dışında kalan Türklerin kültürel yapılarının korunarak geleceğe taşınmasını ve bu unsurların bulundukları yerlerde rahat bir yaşam sürdürmelerine önem vermiş, bu yönde politikaların önemini vurgulamıştır. Mustafa Kemal'in "Güvenlik Kuşağı" stratejisi çerçevesinde gerçekleştirdiği yapılanmalar ve anlaşmaların bir boyutu da çevre ülkelerde yaşayan Türk azınlığın durumuna olan ilgidir. Atatürk Türkiye'sinde farklı tarihlerde Sovyetlerden kaçarak Türkiye'ye sığınan aydınlar ve liderler de ilgiyle karşılanmış, önemli görevler üstlenmişlerdir. (Hablemitoğlu, 1996)

Peki 2009 Türkiye'sinden cumhuriyet tarihine bakıldığında Atatürk dönemi milliyetçiliği ile özellikle 1938 sonrasındaki milliyetçilik yaklaşımlarının birbiriyle örtüştüğünü söyleyebilir miyiz? Ne devlet katında temsil edilen milliyetçiliğin, ne de siyasal düzlemde bugün hakim olan milliyetçilik algılamalarının Mustafa Kemal'i ve onun değerlerini yansıttığını ifade edemeyiz. Atatürk 'ün ortaya koymuş olduğu milliyetçilik anlayışı, Attila İlhan'ın söylemiyle, Gazi'nin ismi etrafında siyasi bir kirliliğe dönüştürülmüş, Mustafa Kemal'in taşıdığı devrimci ruh tasfiye edilerek milliyetçiliğin içi boşaltılmıştır. 20. yüzyılın başında Anadolu coğrafyasına damgasını vuran Türk devrimini ve milliyetçiliğini topluma Batılılaşma olarak lanse eden zihniyet, koşulsuz bir teslimiyete giden süreci de beraberinde getirmiş, Atatürk'ün batıya meydan okuyan düşünce sistemi kitlelere unutturulmuştur. Bugün cumhuriyet kazanımları bir bir tahrip edilirken, Anadolu'da Türk kimliği ve milliyetçiliği tahrif edilmekte, Atatürk'ün Türk dünyası ölçeğinde yorumladığı milliyetçilik anlayışı bu niteliğinden uzaklaşmaktadır.. Onun zihniyeti tasfiye edilmeye çalışıldığı içindir ki bugün dış Türkler bir ilgi alanı olarak değil, bir yük olarak algılanmaktadır.

_____________________________________________________________________________

KAYNAKÇA

Alkan, T. ve Ergil, D. (1980). Siyaset Psikolojisi (s. 136-139). Turhan Kitapevi. Ankara

Hablemitoğlu, N. Kemal'in Öğretmenleri

Hekimoğlu, M. M. (2007). Kemalist İdeoloji ve Müstakbel Anayasa. Radikal Gazetesi. Erişim

Erişim Adresi : http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7316

Kışlalı, A. T. (2000). Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği (s. 62, 63). İmge Kitapevi. Ankara

Kili, S. (2000). Atatürk Devrimi. Türkiye İş Bankası Kültür yayınları (s. 230). 7. Basım. Ankara

Kongar, E. (1981). Atatürk ve Devrim Kuramları (s. 409-410). Türkiye İş Bankası. Ankara

Özdağ, Ü. (2004). Yeniden Türk Milliyetçiliği. (s. 10).Yedinci Bin Yıl Yayınları. 2.Baskı. Ankara

Yalçın, S. (2007). Seksen Yıllık Cumhuriyet'in Kimlik Meselesi. , 2023 dergisi (s.32-36)