MİLLİYETÇİ YENİDEN YAPILANMADA 29 MART SONRASI
×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116



MİLLİYETÇİ YENİDEN YAPILANMADA 29 MART SONRASI

Yazan  06 Nisan 2009
KADİR CEYHAN, AHMET AKÇINAR - Günümüz siyasi anlayışı, yerel yönetimlerin olmadığı bir kamu yönetimi düşüncesini öngörmemektedir.

Gerçekten de neredeyse gündelik hayatın koşullarına yakından baktığımızda, yerel yönetimlerin işlevsel dinamizminin kamu politikalarını mümkün hale getirdiğini görüyoruz. Çünkü yerel yönetimlerin temel mantığı yoğun bir biçimde hizmet söylem birliğini zorunlu kılar. Böylece siyasal oluşumların kendilerini sağlıklı bir meşruiyet zemininde hizmet-adalet ekseninde yapılandırmasını sağlar. Anayasamızın 127. maddesinde belirtildiği gibi mahalli idareler halkın mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere seçimle işbaşına gelen kamu tüzel kişileridir. Bu madde siyasal mantığın siyasi, kamusal ve milli öğelerinin siyaset, idare ve halk üçgenine oturmasını sağlar. Bu noktada Türk milliyetçileri yerel yönetimleri bir fırsat olarak görmelidir. Yerel yönetimler dünya görüşünün gelişmesi, milletin nabzının yakinen tutulması ve Türk milliyetçiliği söyleminin kavramsal ve kuramsal özünün rayına oturtulması için gereklidir. Bu yazımızda 29 Mart yerel seçim sonuçlarının kısa bir analizini, bölgesel söylemlerin konumu ve önümüzdeki beş yıl içerisindeki icraatlarının olası seyrinin Belediye Kanuna dayanarak tartışılmasını ve Türk milliyetçilerine düşebilecek görevleri irdelemeyi amaçlıyoruz.

29 Mart seçim sonuçlarının, Türk milliyetçileri nezdinde, özellikle güneydoğu ve doğu Anadolu bölgeleri bağlamında, soru işaretleri yarattığını görmekteyiz. Bu endişe etnikliğin bölgesel dışlanmışlığı temelinde siyaset yapan DTP'nin bölgede görece yüksek oy almasından kaynaklanmaktadır. Acaba DTP'nin aldığı oy oranları Türk milliyetçilerinin keskinleşen nihai sonuçlar çıkarılmasına neden olmalı mıdır yoksa bölgenin ifade ettikleri DTP'nin konumuyla mı sınırlıdır?

Son 15–20 yılda gerçekleşen seçim sonuçları incelendiğinde, farklı isimlerle günümüze DTP olarak gelmiş siyasi oluşumun Türkiye genelindeki oy potansiyelinin %4-%6 aralığında seyrettiği görülmektedir. Son seçimde de bu oluşum genelde %5.68 oy ve 1 Büyükşehir, 7 il ve 50 ilçe belediyesini almıştır. Geçen seçimlere göre DTP 4 il ve 18 ilçe fazla belediye kazanmıştır. Bu demektir ki, son 15 yıllık eğilim kendini tekrar etmiştir. Lakin bu durum mevcut verilerin sıradanlaştırılması olarak anlaşılmamalıdır. Aksine iki milyondan fazla seçmenin bu siyasi oluşuma destek vermesinin altındaki sebeplere daha dikkatli bakılması noktasında ikazdır. Türkiye'deki siyasi ekonomik gündemin çok değişik eksenlerde ortaya çıkmasına rağmen, bölgenin bahse konu siyasi anlayışının aldığı oy oranının sabit kalışında bu siyasi oluşumun merkez sağın ve/veya siyasal İslam'ın (bilhassa çevre merkeze taşındığı sürece) karşısına konumlanıyor olmasının da ağırlıklı bir payı vardır. Dolayısıyla, bölgenin geleceğinde vahim bir yabancılaşmadan ziyade ülke siyaseti çerçevesinde değerlendirilebilecek 'dahil edilmiş' (inclusion) bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Bu ifade, bölgenin siyasal durumunu cephe (frontier) anlamında dondurmamak gerektiğini vurgulamak içindir. Son tahlilde denilebilir ki, marjinalleştirilmiş bir DTP determinizmi üzerinden bölgeyi okuma yanlışından uzak durmak gerekir.

Yerel seçimlerin doğasına baktığımız zaman genel seçimlerden farklı olarak parti yerine adayların öne çıktığı ve yerel gündemin göz önüne alındığı bir atmosferin gözlemlenebileceği söylenebilir. Bu seçimleri incelediğimiz zaman Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde olduğu gibi bölgede de benzer dinamiklerin hareket halinde ve etkin olduğunu görebiliyoruz. Örneğin, Diyarbakır'daki seçimlerde Osman Baydemir-Kutbettin Arzu çekişmesinde seçmen davranışını etkileyen aday profili hususundaki nesnel saiklerinin de seçmen düşüncesini şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Bu durumu Türk siyasal sistemindeki anahtar kavramlardan biri haline gelen 'hemşericilik' kavramının içinde değerlendirilmesi meselesi olarak görebiliriz.

Bilhassa 90'lı yıllarda ve günümüzde ortaya çıkan bir gerçek de bölge diye tanımladığımız alanın (territory) sosyo-ekonomik kompozisyon açısından homojen bir kararlılık içerisinde olmadığını da dikkate almak gerekir. Bu bölge içerisinde tanımlandığı halde Şanlıurfa, Gaziantep ve Diyarbakır'ın (ki bu üç şehir temel eğilimleri yansıtması açısından önemlidir) karşılaştırmalı durumlarını ele aldığımızda Şanlıurfa'nın merkezci eğilimini, Gaziantep'in Türkiye'nin ekonomik dönüşümünde bölge açısından bir model olarak etkin katılımını ve Diyarbakır'daki güç hassasiyetlerini göz önünde bulunduran ve istikrar açısından AKP ve DTP ekseninde dengeyi gözeten kesimin 'ayarlayıcı' pozisyonunu göz ardı etmemek gerekir. Bu seçimlerin Tunceli ayağında ise seçim öncesi yoğun bir rekabetin yaşandığı malumdur. Bu rekabetin ana argümanını hükümetin Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunu kullanarak bölgede dağıttığı yardımların muhalefet tarafından seçim yatırımı olarak adlandırılması fakat özellikle de DTP tarafından bölge halkının 'onur'unu sadaka kültürü ile 'satın alınması' propagandası oluşturmuştur. Lakin bu ajitasyona dayalı dilin 29 Mart yerel seçimlerinde pek de dikkate alınmadığını ve belirleyici olmadığını görürüz. Nitekim il genel meclisi sonuçlarına baktığımızda istikrar nokta-i nazarından olsa gerek bir AKP eğilimi göze çarpmaktadır. Bu da bölgenin ülke siyasetine anlaşılabilir bir biçimde entegre olma eğilimini ifade eder.

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, gelecek beş yılda bir siyasal sirkülasyonun mobilizasyon odaklı sathının yorumuna bir giriş elde ettiğimiz düşünülürse, bunun karşılığında 30 mart sabahını da kapsayan kurumsal ve tüzel bir devamlılığın da belirdiğini görürüz. Bu devamlılık yerel yönetimlerin kendinde, merkezi idarenin yapılanmasında ve bununla eş anlı bir biçimde Türk milliyetçiliğinde de ortaya çıkmak durumundadır. Bu durum Türk milliyetçiliğinin canlı bir girişim olması için elzemdir. Neticede Türkiye'nin bütün belediyeleri olduğu gibi bölgenin belediyeleri de bu devamlılık ve kanunilik esası içerisinde Belediye Kanunu'nun tanımı, sınırları ve korunumu dahilindedir. Dolayısıyla hukukilik esasında bir yaklaşımın geliştirilmesi faydalı olabilecektir.

Ülkemizde, kamu yönetimi reform sürecinde mahalli nitelikteki ihtiyaçların daha etkin, verimli ve ekonomik olması amacıyla çıkarılan il özel idaresi, belediye ve Büyükşehir belediye kanunlarıyla yerel yönetimlerin yetkileri ve görevleri arttırılmıştır. Bu en belirgin olarak mülki idare amirlerinin yani merkezi otoritenin belediye kanunundaki konumundan anlaşılmaktadır. Mülki idare amirlerinin yetkileri geçmişe nazaran azaltılmış, yerini vesayet yani hukukilik denetimine bırakmıştır. Örneğin, belediye meclis kararlarının yürürlüğe girmesi için mahallin en büyük mülki amirine gönderilmesi gerekir fakat onayına gerek kalmamıştır. Bunun yanında, belediye kanununun 13. maddesinde düzenlenen hemşehri hukuku ve 76. maddesinde düzenlenen kent konseyi sayesinde katılımcı yerel kamusal canlanmanın sağlanmasına çalışılmıştır. Buna göre, denilebilir ki belediye meclisinin kazandığı stratejik önem kent konseyi bazında sağlanacak disiplinli bir katılımla ilişkilendirilebilirse Türk milliyetçiliğinin etki alanının genişlemesi bakımından mesafe kat etme söz konusu olabilir. Aynı durum belediyenin denetimi hususunda da geçerlidir. Zira yeni belediye kanunuyla belediyelerin denetimi azaltılmış ve hukuka uygunluk denetimiyle sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla, etkin merkez-yerel çalışması kapsamında Türk milliyetçiliğine denetim alanında da önemli yapısal görevler düşmektedir.

Ekonomik anlamda baktığımız zaman, özellikle bütçenin oluşturulması hususunda belediyenin güçlü konumunu görürüz. Bütçe şehirlerin ekonomi-politik katkıları ve biçimlenmeleri hususunda oldukça etkindir ve bu ekonomi-politik ağın istikametinin finansmanının planlanması durumundadır. Unutmayalım ki 1965'de Demirel, İnönü'nün azınlık hükümetini bütçe görüşmeleri esnasında yıpratmış ve düşürmüştür. Bugün de baktığımızda, etkin bir muhalefet için bütçe önemli bir rol oynayabilir. Şehrin kentleşme, kentlileşme ve buna bağlı olarak sürdürülebilir kalkınma sağlanması için belediye kanununda geçen dar gelirliler için mesken yapmak, satmak ve kiraya vermek, ucuz arazi üretimi ve yatırım teşvikleri gibi yetkilerin eleştirel ve yapıcı tarzda ele alınması ile sağlanabilir.

Türk milliyetçiliğinin kent düşüncesini üretmesinde etkili olabilecek bir diğer konu belediye kanununun 74. maddesinde düzenlenen yurt dışı ilişkileridir. Bu maddeye göre, belediyeler uluslar arası organizasyonlara kurucu üye veya üye olabilir, yabancı mahalli idarelerle ortak faaliyet ve hizmet projeleri gerçekleştirebilir veya kardeş kent ilişkisi kurabilir. Türk dünyasıyla yakın bölgesel havza ilişkileri kurması beklenen bölgenin bu faaliyetleri içerisinde Türk birliğini gözetecek biçimde kurucu olarak yer alması gerekmektedir.

Sonuç olarak, Türk milliyetçiliğinin bölgede kendini yeniden üretmesi için bir ağ yönetimine ihtiyaç duyulacaktır. Bölgenin nabzını tutabilmek ve tam bir rabıta sağlamak için bir veri tabanı, bir bilgi bankası oluşturulmalıdır. Ankara ve bölge arasındaki sinir uçlarının yapılandırılması ve eşgüdüm sağlanabilmesi bu veri tabanındaki işlenmemiş ve tekçil yığın verinin işlenmiş bütün ve 'bir' bilgiye dönüştürülmesi sürecinde önem arz etmektedir. Bu koordinasyonun içerimlerini Ankara'nın, bölgenin siyasi güncel temposuna rasyonel üretici bir muhakeme ile ayak uydurması olarak belirlemek gerekir. Aksi takdirde, rasyonel legal bürokratik hantallık Türk milliyetçilerinin bu girişimini sarmalamış olacaktır.

Yukarıdaki yorumlar çerçevesinde, bu talep-denetim döngüsü süreklilik ve uzmanlaşma yönünde gelişecek tarzda olmalıdır ve bu işlevsel iş bölümünü gerekli kılmaktadır. O halde, açıktır ki bu bir 'Teşkilat' olmalıdır. Çünkü ülkücü disiplinin kendini en iyi ifade ettiği oluşum bu yöndedir. Sivil toplum örgütlerinin vatandaş tepkisi duruşu özelliği nedeniyle yaşadığı zafiyetin ve dağınıklığın giderilmesi ancak gönül disiplini esasına dayanan ve gerçek sonuçlar üretme arzusuyla hareket eden teşkilatlanma mantığıyla sağlanabilir.

Unutulmamalıdır ki, imparatorluğun zor zamanlarında Mithat Paşa'nın Bağdat ve Tuna vilayetlerindeki başarısı ve Findley'in deyimiyle II. Abdülhamid dönemi idari reform anlayışı ile Osmanlı vilayetlerinin yeniden fethi ve geçtiğimiz seçimde Mansur Yavaş'ın başarısı örneklerinde olduğu gibi bir sonucu elde etmek Türk milliyetçiliğine şaşırtıcı gelmemelidir.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display