Bu sayfayı yazdır

Köylünün Fakirleşmesindeki Stratejik Kaygılar: "Kılıç ve Saban"

Yazan  22 Ekim 2019

Toprak, nasıl ki uğrunda ölen varsa vatansa;

vatan da toprağın her karışında çalışan üreten

işleyen sahiplenen varsa vatan olmaya

devam edecektir.

Birinci Dünya Savaşı sonunda işgal edilmiş, yanmış yıkılmış aç sefil bir ülkeyi zaferle taçlandırıp yeniden ayağa kaldırarak kısa zamanda kendine yeten; uygar saygın milletler seviyesine getiren Mustafa Kemal’in -hayatı boyunca- özellikle dört unsura çok önem verdiğini görüyoruz. Askerlik (Ordu), Öğretmenlik (Eğitim), Çiftçilik (Tarım ve hayvancılık), Sanayi… Bu dört unsur günümüzde de değerini aynen korumaktadır.

Dünyanın en stratejik noktasında ve bir zamanlar her çeşit ürünün yetiştiği bereketli topraklara sahip ülkemizde üretken çiftçi/köylü nüfusun zaman içinde ekip biçmekten hayvan yetiştirmekten vazgeçmesi, hem başlı başına bir sorun hem de yeni toplumsal sorunların nedenidir. Çiftçinin/köylünün toprağı işlemekten vazgeçmesi, ekonomik değer kaybı ötesinde iki büyük sonuç daha  doğurur:  Birincisi bu nüfusun kasabalara kentlere dolması; ikincisi ise stratejik önem taşıyan sonucu olarak ifade edebileceğimiz, ekilmeyen işlenmeyen toprakların köylerin boşalması… Doğa boşluk tanımaz terk edilen evleri bile kısa zamanda zararlı böcekler istila eder ortalık bakımsızlaşır. O ev, zamanla harabeye döner. Hatta yıkılır gider. Terk edilen bir bahçeyi çok kısa zamanda dikenler zararlı otlar kemirgenler istila eder. Bu basit örneklerden yola çıkarsak, ekilmeyen, işlenmeyen vatan topraklarını neyin ve kimlerin dolduracağı meçhuldür. Bu bilinmezlik kaygı vericidir.

Konuyu biraz daha açacak olursak on yıllardır içinden geçmekte olduğumuz sürecin sonunda bugün   toprağından vazgeçen nüfusun çoğunluğu kasaba ve kentlere göç ederek kentlerde işsiz yığınlar çarpık yapılaşmalar oluşturmuş bu durum kentleri adeta psikolojik sosyal ve ekonomik sorunlar yumağına çevirmiş ve çevirmektedir. Öte yandan terk edilen köyler meralar tarlalar adeta sahipsiz kalmıştır. Oysa toprak, nasıl ki uğrunda ölen varsa vatansa; vatan da toprağın her karışında çalışan üreten işleyen sahiplenen varsa vatan olmaya devam edecektir. Bu nedenle çiftçimizin/köylümüzün yeniden toprağı işlemesi, bunun bir tarım seferberliğine dönüştürülmesi, ülkemizin tarımsal açıdan hızla kalkınması, hem ekonomik açıdan hem sosyal açıdan hem de güvenliğimiz açısından stratejik önem taşımaktadır.

Kuşkusuz çiftçiliğin stratejik önemini ilk dile getiren Mustafa Kemal olmuştur. Bu nedenle çiftçiliğin/tarımın yaşamakta olduğu sorunları çözebilmek için yine en başa dönüp Mustafa Kemal gibi düşünmeliyiz.

22 ocak 1923 tarihinde Bursa’da Şark Sineması’nda halkla konuşan Mustafa Kemal şöyle der: “Milletimizi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla iftihar ediyorum. Yapacağım. Yapacağız. Yapabiliriz. Dediğim zaman onların gerçekten yapılabileceğine emindim.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri/Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları 2. Kısım, sa:79)

“Yapacağım. Yapacağız. Yapabiliriz”… bu söz, bütün doktrin ve ideolojilerin üstünde insani bir öz güvenin; azim ve iradenin iyimserliğin ifadesidir. Mustafa Kemal, karakterinden gelen bu özelliğini önce savaşta yanındaki komutan subay ve askerlerine; daha sonra da çeşitli kent ve kasabaları dolaşarak, bazen gençleri bazen kadınları bazen öğretmenleri, esnafı çiftçiyi din adamlarını toplayarak bizzat konuşarak anlatarak millete mal etmeyi başarmıştır.

15 Ocak 1923de Eskişehir'de halkla konuşan Mustafa Kemal, “Milletimiz fakir düşmüştür. Memleketimiz harap olmuştur.... Dünyanın öbür ucundan mesela Amerika’dan gelen unları yemeğe mecbur oluyoruz.” (a.g.e. sa: 50)
Diyerek söze başlarken bu fakirliğin ve perişanlığın ancak kendimize yeten bir ekonomiyle giderilebileceğinin bilincindedir.

25/26 ocak 1923… Mustafa Kemal, Alaşehir’de halkla konuşur. Sözlerini şöyle tamamlar. “Arkadaşlar! Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, iktisat ve ilim ve irfan zaferleri olacaktır. (a.g.e. sa: 71)

17 şubat 1923'de İzmir’de İktisat Kongresi toplanır. Mustafa Kemal kongrede uzunca bir açılış konuşması yapar ve iktisadın bir ülke için ne kadar önemli olduğunu vurgular. Bu kongrede söylediği şu sözler özellikle tarihe geçmiştir: “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar iktisadi zaferler ile taçlandırılmazsa elde edilen zaferler kalıcı olamaz az zamanda söner.” (a.g.e. sa: 107) Yine bu kongrede tarımın öneminin altını çizer. “Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu itibarla halkımızın çoğunluğu çiftçidir, çobandır. Bu nedenle en büyük kuvveti, kudreti bu sahada gösterebiliriz ve bu sahada önemli yarışma alanlarına atılabiliriz.” Mustafa Kemal bunları belirttikten sonra zanaatkarlık ve ticaretin, milli servetin önemini açıklar. Hepsini birbirini tamamlayan bir bütün olarak değerlendirir. (a.g.e. sa: 111)

16 mart 1923... Mustafa Kemal, Adana çiftçileriyle birliktedir. “Arkadaşlar, dünyada fütuhatın iki vasıtası vardır. Biri kılıç, diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı faydalı buluyorum. Zaferinin vasıtası yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet bir gün girdiği yerden kovulur, itibarını kaybeder, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişaniyeti o kadar büyük ve üzücü olur ki kendi memleketinde bile mahkum ve esir bir halde kalabilir. Onun için gerçek fütuhat yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında yerleşik kılma, millete istikrar vermenin vasıtası sabandır. Saban, kılıç gibi değildir. O, kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde sabanını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın gerçek sahibi olur. Kılıç ve saban bu iki fatihten birincisi ikincisine daima yenildi. Tarihin bütün olgu ve olayları, hayatın bütün incelemeleri bunu teyit ediyor. Milletimiz çok büyük elemler, yenilgiler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel hikmeti şundadır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık.” Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam eder: “Milletleri kurtaran kalkınmayı en çok çiftçilerimizden sağlayabiliriz. Çünkü çiftçi ve çoban bu millet için esas unsurdur. Diğer unsurlar bu esas unsur için gerekli ve yararlıdır. Hiç kuşku duymadan bilmeliyiz ki bu esas unsur olmazsa diğer unsurlar da yoktur.” (a.g.e. sa: 116, 117)

18 mart 1923… Mustafa Kemal, bu kez Tarsus’ta çiftçilerle birliktedir. Yine çiftçiliğin ve askerliğin önemini vurgular. Ve sözlerine şöyle devam eder: “Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik; çünkü topraklarımız çoktur, iyi asker yetiştirdik: Çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazladır. O toprakları sürenler, o toprakları koruyan hep sizlersiniz. Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız. Lakin bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti, keyfi için değil; yalnız ve yalnız topraklarımızı muhafaza etmek içindir.” Mustafa Kemal çiftçiliğin önemini vurgularken aynı zamanda yorgun çiftçileri azim ve çalışkanlığa özendirmektedir. “Çiftçilerimizin gayretiyle memleketimizin bereketli tarlaları birer bayındırlık kaynağı olacaktır. Kuşkusuz bu bayındırlığı dünyadaki düşmanlara karşı savunmak için kıymetli bir ordumuz da bulunacaktır. Muhterem çiftçiler, hep yalnız sizden ve askerden söz ettiğim için diğer unsurlara o kadar önem vermediğim anlamını çıkarmayınız. Sırtınıza giydiğiniz elbise, ayağınıza geçirdiğiniz kunduradan en ufak şeylere kadar zenaat sahiplerine muhtaçsınız. Bütün bu ihtiyacınızı temin için paranızı düşmanlara vermemek lazımdır.” Mustafa Kemal bu noktada çiftçilerin sadece kendi ihtiyacımızı karşılamak için çalışmamalarını ihtiyacımız fazlasını yabancılara satıp paraya dönüştürebileceğimizi, bunun için iyi tüccarlara gerek olduğunu da belirterek ekonomik çarkın işleyişini dile getirir. Bu noktada çiftçileri ayrıca uyarır. Ve altı çizilecek ve sık sık hatırlanması gereken şu sözleri söyler: “Hepiniz pek güzel anlamışsınızdır ki bizi bu gayeye (ekonomik hedef) varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi müstemleke haline koymak için gelişmemizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı daha yok edici bir sınıf daha vardır; o da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren, memleketi seven, hakikati gören kimselerden böyle düşman çıkmaz. İçimizde böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller ya memleketi sevmeyen fenalar, ya hakikati görmeyen körlerdir. Biz cahil dediğimiz vakit mutlaka okulda okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğim ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de bilhassa sizlerin içinizde görüldüğü gibi, hakikati gören hakiki alimler çıkar.” (a.g.e. sa: 131)

Mustafa Kemal, bu tarihi konuşmasının sonunda özellikle şu noktaya bir kez daha dikkat çeker ki bu ifadesi her zaman her konuda akılda tutulmalıdır:
“Paramızı, hayatımızı dış düşmanların egemenliğinden kurtarmak, bu memleketin düşmanlara esir olmasına izin vermemek ne kadar gerekliyse aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklıkla iç düşmanlara içerideki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve hareketlerini gözden kaçırmamak mecburiyetindeyiz. Biz ancak bu gayretle bu hassasiyetle çalışarak başarılı olacağız. Bütün dünya Türkiye’nin varlığı ve itibarına gıpta edecek ve milletimize layık olduğu hak ettiği yüksek mevkii ayıracaktır. Böyle bir millete ait olduğum için çok bahtiyarım.” (a.g.e. sa: 131, 132)

Mustafa Kemal'in "kılıç" ve "saban" derken kastettiği yalnızca “kılıç” ve "saban" değildir elbet. Biri askerliğin diğeri çiftçiliğin simgesidir. Kılıç, askerlik disiplin ve bilincini, askeri araç gereci, gerektiğinde savaşmayı, ülkenin güvenliğinin teminini her türlü silahı ifade ederken; saban, çiftçiyi/köylüyü, toprağı, çiftçinin bilek gücünü ve toprağı sürmek ürünü kaldırmak için kullandığı bütün alet ve araç gereci ifade ediyor.

Mustafa Kemal’in henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken birkaç ay içinde memleketi dolaşarak yaptığı bu konuşmalar bu konuda örnek alınası içeriktedir. İzleyen dönemde ve Cumhuriyet’in özellikle ilk on yılında milletler arası toplumda Türkiye itibarlı kendine yeten bir duruma gelmiştir. Bu muhteşem sıçrama zaman içinde yerini, değişen siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda yavaşlamaya duraklamaya hatta gerilemeye bırakmıştır. Özellikle uluslararası sermaye çevrelerinin ve bunların ekonomik tetikçilerinin de gayretleriyle günümüz Türkiyesi'nde tarımsal faaliyetler ve tarımsal üretim, toprağımızın sahip olduğu potansiyelin çok altına düşmüştür, ayrıca günümüzde birçok temel nitelikteki tarım ve hayvancılık ürünü ithal edilmektedir. Yüz ölçümü Türkiye'nin neredeyse bir kenti büyüklüğündeki bazı ülkelerin tarımsal üretim ve ihracatı göz önüne alınacak olursa en değerli kaynaklarımızın adeta heba olduğu açık bir gerçektir.

Çiftçilerimizi ilgilendiren konuları genel bir çerçeveden  değerlendirecek olursak, yaşanan süreç içinde hepimizin bizzat veya basın organlarından izleyerek tanık olduğumuz gibi  önce Devlet Su İşleri'nin uzun yıllar boyunca türlü emeklerle inşa ettiği sulama kanalları yıkılmaya başladı, çiftçilere yol gösteren üretim çiftlikleri zootekni araştırma enstitüleri  azaldı. Ziraat Odalarının etkinliği zayıfladı ve birer siyaset yuvası haline dönüştü. Yerli tohum ıslahı çalışmaları terk edildi, yabancı tohumların bir kısmı toprağımıza uygun ürün vermedi, döllenmelerle ürünlerimizin kalitesini bozdu ve tarım ilaçları bilinçsizce kullanıldı, bu da toprağın verimini azalttı. Çiftçileri desteklemek amacıyla kurulmuş olan Ziraat Bankası çiftçiden elini çekti. Girdi fiyatları arttı. Çiftçiler köylüler fakirleşti, çiftçilik itibarını kaybetti.

Akla hemen şu sorular geliyor : Hangi bölgede hangi tarlada hangi mevsim hangi ürünleri yetiştirilmeli ki üreticiler ve tüketiciler kazançlı çıksın? Tarım bakanlığı ile Ziraat Odaları her yıl böyle plan ve program yapıp çiftçileri yönlendiriyor mu? Sorunlarıyla ilgileniyor mu? Tarımsal kooperatifler teşvik ediliyor mu? Üreticiden tüketiciye ürün akışı için çalışmalar yapılıyor mu? Acilen gerekli önlemler alınmadığı takdirde 90 yıl önce eriştiğimiz kendini doyuran bir ülke durumundan karnını doyurmak için yabancılara muhtaç bir ülke durumuna düşebiliriz.  Üstelik Mustafa Kemal başlangıçta alıntıladığım konuşmalarında bizleri böylesine uyarmışken.

Peki bu durumdan nasıl çıkacağız? Akılla bilimle araştırarak planlayarak programlayarak… Gelişmiş tarımsal modelleri inceleyip örnek alarak… Buradan hareketle en kısa zamanda yeni bir tarım politikası belirlemeli ve tarım seferberliği başlatmalıyız. Bu seferberlikte amaç,  çiftçi ve köylünün toprağına dönmesi,  modern tarım araçlarına kavuşması, bilgilenmesi, ürününü değerlendirebilmesi olmalı. Yaşadıkları ortamı iyileştirerek, Ziraat Odalarını canlandırarak, yeniden köylerde köylü çocuklarının gidebileceği okulları açarak, Ziraat Bankasını kuruluş amacına döndürüp çiftçilerle buluşturarak, küçük ölçekli tarımsal işletmelerden büyük ölçekteki işletmelere kadar çiftçiliği hayvancılığı teşvik ederek, uzun vadeli düşük faizli krediler vererek, kooperatifçiliği yeniden özendirerek çiftçi ve köylümüzün daha iyi şartlarda hayatını devam ettirmesi ve topraklarımızın da hayata dönmesi sağlanabilir.

100 yıl öncesi yakalanan hedeflere günümüzde ulaşılmaması için hiçbir engel yok. Mustafa Kemal gibi düşünmek yeterli… Her birimiz her gün şu sözü tekrarlayarak güne başlarsak; azim ve iradenin iyimserliğiyle çalışırsak neden olmasın:  “Yapacağım. Yapacağız. Yapabiliriz”

 

Okuyucuya not:

  1. Alıntı yaptığım söylev ve demeçlerdeki bir kısım ifadeler, günümüz konuşulan Türkçesi’ne tarafımca çevrilmiştir.
  2. Başlık ve görsel : Ahmet Oytun
  3. 1940lı yıllarda Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenen güftesi Behçet Kemal Çağlar’a ait Köy Enstitüsü Marşı olarak da bilinen Ziraat Marşı bir zamanlar çiftçimize ve köylümüze gösterilen itibarın dile gelmiş bir ifadesidir. Bu yazı vesilesiyle hatırlatmak isterim.
    https://www.youtube.com/watch?v=2dcbdsKHl_g

Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (1906-1938), Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 3. Baskı, 1981

Şule Çakır Türel

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Uzman