< < İNSANLIĞIN TEFESSÜHÜ MÜ?
 Bu sayfayı yazdır

İNSANLIĞIN TEFESSÜHÜ MÜ?

Yazan  26 Nisan 2020

Hırsı, çıkarları, kötülükleri, katliamları, seviyesizlikleri, kokuşmuşluğu, pisliği, çürümüşlüğü ve cahilliğiyle müptezelleşmiş 21.yüzyıl insanı bir müddet sonra ben ne yaptım diyebilecek midir?

Hem de Mars’ta yeni bir dünya kurmak üzereyken… Köşelerinde yazı yazan bazı kişiler insanlığın yoldan çıktığını ifade ederek, Allah tarafından cezalandırılması olarak telakki ettiği bu salgın acaba böyle mi değerlendirilmelidir? Bu konuda köşe yazılarında yer alan bazı ifadeler aynen şöyledir: ’’…korona virüs bir çeşit uyarı, Rabbimizin bize bir kızgınlığının ifadesi, isyan ve günahlarımıza karşı vermiş olduğu bir cezadır. İlahi bir ikazdır.’’ Başka bir görüş ise şöyledir: ’’…salgın hastalıklar Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir azaptır.’’ Bu yorum ise daha dikkat çekicidir: ’’… Allah’ın görünmez bir ordusu olan Corona virüs sürüsü de Emr-i İlahi ile hareket eder.’’

13,7 milyar yıl önce oluşan uzay ve zaman ile 4,6 milyar yıl önce meydana gelmiş olan dünyadaki tüm olaylarının sebep ve sonuç ilişkileri acaba nasıl değerlendirilmelidir? Eski Ahit’in Tekvin Kitabı’nda anlatılan Sodom ve Gomore  (MÖ.2000) halkının kibirli halleri, hiçbir şeyi umursamamaları, insanlık dışı kötü ve hatta iğrenç şeyler yapmaları, dünya nimetlerinden başka hiçbir şey düşünmemelerine kızan Rab, kendine karşı işlenen bu günahlardan dolayı bu şehirleri gökyüzünden yağdırdığı ateşle yok etmiştir. Acaba günümüzde Rab’ba, Tanrı’ya, Allah’a olan sevgi ve saygının kaybolmasının bir neticesi midir bu salgın? Havraların, kiliselerin, camilerin ve hatta yaklaşık dört bin yıllık Kâbe’nin kapatıldığı bir dünyada insanlık çareyi nerede arayacaktır? Unutulmaması gereken Tanrı’nın temiz ellerin ve kalplerin duasını beklemekte olduğudur. Bilimden uzak ve mutlak bir teslimiyetle olayları irdeleyen ve değerlendiren teolojik görüşler insanlığın önündeki buhranlı günleri aşma konusunda hizmet verebilecekler midir? MS 165-180 yılından günümüze dek salgınlardan hayatını kaybedenlerin sayısı yaklaşık beş yüz milyon civarındadır. İnsanlık bilimin önemini kavradığı andan itibaren bu salgınlarla mücadeleye başlamış ve bulduğu aşı ve ilaçlarla salgınları yenmiştir.

Günümüzde Covid 19 salgınıyla ilgili olarak insan yine bilimsel çalışmalara başlamış ve en kısa zamanda da bilim bu virüsü yenecek noktaya gelecektir. Çin’de bir kişinin yediği yarasadan yayıldığı iddiası henüz netlik kazanmamıştır. Ne var ki, bu arada çeşitli senaryolar üretilip ortaya atılmakta ve insanlık bu dedikodularla oyalanmaktadır. Virüsün yayılması sırasında bilim ve teknikte şahikalara ulaşmış ABD, Çin, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Brezilya, Kanada, Rusya adeta şaşırıp kalmışlardır. Niçin? Dünyaya her türlü kötülüğü yapan bu ülkelerle ve benzeri diğer ülkeler ki bazıları Mars’a gitmek ve oraya yerleşmek hesabı içinde bulunurken dünyayı ihmal ettiklerinin acaba farkında mı değillerdi? Özellikle sağlık ve tabiatı yok etme konusundaki ihmalleri ve de tüketim çılgınlığını teşvik etmeleri nasıl açıklanabilir? 21.5 trilyon dolar ile dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD adeta yerlerde sürünmekte, ikinci sırada yer alan Çin gizliliğini korumakta, Avrupa perişan bir durumda ve gelecekte n’olacağını konuşmaya başladıkları bir fasit daire içine girmiş olmaları oldukça ürkütücüdür. 750-800 milyar dolar GSYH ile dünyanın 17-20. sırasında yer alan Türkiye bu ülkelerin bazılarına yardım yapmaktadır? Güzel bir söz vardır tam bu çelişkiyi dile getiren ’’ Kendisi himmete muhtaç dede, nerede kaldı gayriye himmet ede’’…

Bu salgından sonra yeni bir dünya düzeninin kurulacağı ve bu düzenin bir ucunda ABD, İngiltere, AB diğer ucunda Çin ve Rusya ve de Uzakdoğu ülkeleri ile Hindistan ve bir tarafta da Arap ülkeleriyle Afrika yer alacak gibi görülüyor. Dünyayı delip geçen bu salgının Türkiye’yi de derinden etkilememesi düşünülemez. Ama Türkiye özellikle hekimleri ve sağlık çalışanlarının olağanüstü çabasıyla bu sıkıntıyı atlatabilecektir. Salgın sonrası Türkiye, Türk Cumhuriyetleri ile el ele verip dünyada örnek teşkil edecek bir sistemi kurabilir. Bunun için önemli olan artık çok güçlü bir devlet olmayı düşünmektir. Zira bu salgından sonra aşağıdakilerle yukarıdakilerin kucaklaştığı, savaşların bittiği, tabiatın kirletilmediği, insanların yakınlaştığı, hayvanların korunduğu, ideoloji ve dinlerin savaş sahnesinden çekildiği, ırkçılığın sona erdiği, kültürlerin birbirini yok etmeye çalışmadığı bir dünya düzeni mi kurulacaktır? Salgın insanlığa insan olduğunu mu hatırlatacaktır? Hayal… Dünyayı, ülkeleri idare edenlerin beyinlerini önlerine koyup düşünmeye başlamadıkları takdirde, filmlerde gösterilen virüs salgınlarındaki felaket senaryolarının gerçekleşmesine bir adım kaldığını artık bütün insanlık görmektedir. Kapitalizmin tel tel döküldüğü, sosyalizm içine kapandığı, dinlerin çaresizlik içinde olduğu bir dönemde dünyanın şimdi küreselliğe ihtiyacı vardır. Ülkeler hem kendi içlerinde hem de küresel manada birlik olmaları mecburiyetin ötesine geçmiştir. Zira yok olacak olan içlerinde kendilerinin de bulunduğu insanlıktır. Silahlar, sömürdükleri ve halktan kaçırdıkları zenginlikler, tabiat ve dinler onları kurtaramayacaktır.

Gelelim ülkemizin salgın ile mücadelesine. Açıkça söylenmesi gereken en önemli husus Türk hekimlerinin hayatlarını ortaya koyarak yapmış oldukları çalışma, çaba ve özveridir. Onların bu çabasını yönetim de alkışlamanın ötesinde desteklerse daha kısa zamanda iyi neticeler alınabilir. Hiçbir siyasi mülahaza dikkate alınmadan yapılacak işlemler ve eylemler ülkeyi düzlüğe çıkarabilir. Hekimlerin şevklerini kıracak tutum ve davranışlar siyasilerden, aydınlardan, gazetecilerden ve bürokratlardan geldiği takdirde ülke sudan çıkmış balığa döner. Tıp bir bilimdir, araştıır, düşünür, tatbik eder ve neticeye ulaşır. Birilerinin gereksiz yorumları toplumu cidden germekte ve sıkıntıya düşürmektedir. Bu ülkede hayatında deprem duymamış insanlar deprem uzmanı, tıp fakültesinin önünden geçmemişler de uzman hekim olabilirler değil mi? Sonuçlar bize Türkiye’nin salgınla ilgili olarak hekim ve sağlık çalışanları bakımından meseleyi sonuç alınabilecek çok ciddi bir noktaya getirmiştir. Burada çözülmesi gereken en önemli meselenin sağlık çalışanlarının ciddi şekilde korunmaları ile ilgili yasanın çıkarılması kalmıştır…

750-800 milyar dolar GSYH ile ekonomik olarak 17-20. sırada yer alan Türkiye’nin kendinden kat ve kat büyük ülkelere tıbbi yardım göndermesinin insani bir yaklaşım olduğu kabul edilebilir bir neticedir. Ama bu yaklaşımın normal zamanlarda olması daha doğru değil midir? Salgınla mücadelede her hafta alınan tedbirler hep bir hafta önce alınsaydı daha iyi olurdu tenkitleri ile karşılaşıyoruz. İşte bu noktada siyasi aklınızı kullanmayınız ve TÜRK HEKİMLERİNE GÜVENİNİZ… Hekimlere güven veriniz, sağlık çalışanlarını koruyunuz, vatandaşın ekonomik sıkıntısını gideriniz ve lütfen SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI İLAN EDİNİZ. Hiç olmazsa 10-15 günlük bir yasak virüsle mücadelede mesafe kat edilmesini sağlar.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de bir ekonomik sıkıntı ile karşı karşıya kalacağı ayan beyan ortadadır. Türk halkı bu noktada tüketim çılgınlığına son verirse, parasını ekonomik kullanırsa, yazlıklarına hücum etmezse, kısacası dağdaki çoban gibi yaşama cesaretini gösterirse yani ayağını yorganına göre uzatırsa çok kısa zamanda düzlüğe çıkabilir. Ancak bu noktada devletin ve devleti idare edenlerin de halkı düşünerek yaşamaları gerekmektedir. İsraftan kaçınarak ve Türk halkını düşünerek yaşamak vazgeçilmez ilke olmalıdır. Salgın başladığı andan itibaren toplumun %80’ninin ekonomik sorunlarla boğuştuğu bilinen bir gerçektir. Ne demek ekonomik sorun? Günlük ya da aylık yaşayan insanların para bulamaması ve de tüketim maddelerinin fiyatlarının artması ile birlikte ihtiyaçlarını karşılayamama endişesidir, yani aç kalma korkusudur. Bu ülkenin %20’sinin ülke gelirinin %47,6’sını alan çok zengin kesim olduğu bilinmektedir. En fakir %20’lik kesim gelirin %6,1’ine, ikinci %20’lik kesim gelirin %10,6’sına, üçüncü %20’lik kesim gelirin %14,8’ine ve dördüncü %20’lik kesim de %20,9’una sahiptir. Halkın %16,7’sinin orta halli ve fakir ve de %69,2’sinin borçlu olduğu bilindiğine göre yönetenlerin bu gerçeklerden yola çıkarak somut kararlar alarak ve de bürokrasi hazretlerini ortadan kaldırarak halkına yardım elini uzatması mutlaka sağlanmalıdır. Siyasette yapacağız, edeceğiz, talimat vereceğiz, he şeyi düzelteceğiz, yardımları yerine en kısa zamanda ulaştıracağız demenin zamanı değildir. Zaman kadife eldiven içinde demir yumruk olma zamanıdır…

Eve kapanmış, geliri olmayan, az olan veya maaşa bağlı olarak yaşayan insanların paralarının olması korunup kollanmaları için neler yapılmalıdır? Devletin bu konuda ciddi seçenekler üzerinde durduğu ekonomistlerden bilgi aldıkları mutlaktır. Ama biz de naçizane görüşlerimizi aktarmaya çalışalım. Hiçbir şeyin normal olmadığı dönemlerde ülkelerin uyguladıkları ekonomik modellerde de normallik aranmamalıdır. Yani bugün uygulanmakta olan para ve maliye politikaları halkın çıkarları gözetilerek sıkı uygulamalar terk edilmeli, devlet bütçesi yeniden gözden geçirilmeli ve sıkıntıya düşmüş olan milyonlarca vatandaş için bir süreliğine tüm kaynaklar halk için seferber edilmelidir. Bilindiği üzere ekonomideki bilimsel tüm ifadelerin çıktığı caddenin adı güçlü devlet, bu devlete uzanan sokaklar ise kalkınma, büyüme, gelir adaletidir. Peki, halk olmazsa bu cadde ve sokaklar olabilir mi? Bu yüzden bu kritik günlerde üretim yavaşlayacak, tüketim azalacak, sağlık sorunları karmaşık hale gelecek, ulaşım alt üst olacak, halkın gıda sağlama yolları tıkanacak, ihracat ve ithalat düşmeye başlayacak, döviz fiyatları yükselecek, yatırımlar duracaktır. Bunların bir ekonomik felaket olduğunu artık herkes çok iyi bilmektedir. Bunlara karşı tedbir alacak olan güç ise halkın oylarıyla iktidara gelenlerdir. İşte bu noktada en önemli konu bizim gibi kökten üretmeyen ithalata bağımlı olan ülkelerin en kısa zamanda para bulmalarıdır. Türkiye gibi güçlü bir ülke bu parayı nasıl bulabilir? Ekonomistlere göre 1.Kimseye muhtaç olmamak için para basılması, 2.FED’e Türk Lirası verip dolar alınması, 3.Bilindiği üzere IMF bozulan ekonomileri düzeltmek maksadıyla ülkelere programlar uygular. Ancak böyle kritik günler için altından kalkılması zor programlar yerine daha iyi şartlar sunduğu ekonomistler tarafından ifade edildiği için IMF’ye gidilmesi. Takdir yönetenlerindir. Para bulma konusunda diğer bir yolda son dönemlerdeki yeni zenginlerin ellerini cüzdanlarına götürmeleridir. Bir emirle 8-10 milyar dolar halka iletilmek üzere ortaya dökülebilir değil mi? Basına yansıyan rakamlara göre salgının çıktığı günden bu yana yaklaşık 150.000 iş yerinin kapandığı, tahminen 5 milyon kişinin işsiz kaldığı (eve para götüremeyen insan sayısı) ifade edilmektedir. Bu rakamlar fakirliğin katlanarak arttığını göstermektedir. İnsanlara günlük 40 TL vererek hiçbir yaraya merhem olunamaz. Bu devleti ve yönetenlerin zaaf içinde olduğunu göstermez mi? Bu iktisadi sıkıntının sosyal patlamaya yol açmaması için çalışanların salgın öncesi hayatlarını devam ettirebilmeleri için devletin son kuruşuna kadar elini açması gerekmektedir. Bugüne kadar anormal durumları aşmış bir Türkiye önce sağlığını sağlama almalı, hekimlerine güvenmeli, sonra sıkıntıya dûçar olmuş vatandaşının önündeki tüm engelleri kaldırmalıdır. Hizmet sektörünün çökmesi demek toplumun allak bullak olması demektir. Bütün bu anlatılanlar şüphesiz dikkate alınıyordur. Ama zamanın da geçtiği unutulmamalıdır. Sosyal devlet halkını koruyan devlettir. Bu sebepledir ki, para basılıyor ise daha çok basılmalı, ülkenin kasasında mutlaka döviz bulunmalı, sanayi sektörü üretime devam etmeli, işten çıkarılanların tümünün işyerlerine dönmeleri sağlanmalı, 2020 bütçesindeki tüm kalemlerden %10-15 oranında kısıntı yapılmalı, inşaat yatırımları durdurulmalı, müteahhit ödemeleri ertelenmeli, halktan toplanmakta olan yardımın yanı sıra yurt dışı bankalarda varsa milyarlarca dolar dövizi olanların bu dövizlerini ülkeye getirmeleri velhasıl ülkenin ayağa kalkması için gereken tüm tedbirlerin korkmadan, yarınlarda ekonomiyi nasıl düzeltiriz düşüncesinin etkisinde kalmadan beli kırılan halkın imdadına yetişmek bu yönetimin bugün için asli görevidir. Bu kötü günler atlatılırsa halk yarınlarda yanınızda olabilir. Allah muhafaza büyüleyici, etkileyici etki, yani karizma bir çizilirse…

Halkı düşünen bir iktidarın bu karmakarışık ortamda ekonomik ve sosyal konularda alması gereken tedbirler o kadar belirgin ki, günlük sosyal ve siyasi çelişkili kararlarla halk çileden çıkarılmamalı, güven ortamı en kısa zamanda tesis edilmelidir. Bunun içinde 1.Maddi yönden halkın tamamını kapsayacak acil bir sosyal ve ekonomik program hayata geçirilmelidir. Yani her kişiye, haneye para, gıda yardımı yapılması için merkezi hükümet ve belediyeler harekete geçirilmelidir. Özellikle belediyelerin amiyane tabirle ümüğü sıkılmamalıdır. Zira siyasi tercihin halka ait olduğuna inanan bir siyasi anlayışın hâkim olduğu demokrasiyle idare ediliyoruz. Bugün için ülkenin ihtiyacı olan 50 milyar dolar acilen bulunmalı ve halk da önüne görmelidir. 2.Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de salgın sonrası ekonominin %30-35 oranında küçüleceği ifade edilmektedir. Bu sıkıntılı günlerde krizle bir şekilde baş edilebilir ama bu ortamda devleti yönetebilmek için ciddiyet, kararlılık memleket ve devlet sevgisi, sevdası ve otorite gerekir. 3.Bankaların yardımlar konusunda iyi sınav veremediğinin ifade edilmesi yerine, halka hizmet hakka hizmettir diyerek özel bankalar hizaya getirilemez mi? İhtiyacı olan memur, işçi, emekli, köylü, esnaf, işverene can suyunu verecek olan devlet gerektiğinde zecri tedbirleri yürürlüğe koymalıdır. 4.ABD’nin DSÖ’ ne yardımları durduğu bir dönemde Allah aşkına etimize budumuza bakmadan bir yerlere yardım yapmanın önüne geçilmelidir. Halen kolonya, maske dağıtımı bizlere ulaşmadı? Ne yapmalıyız? 5. Devleti yönetenler, şu bitmeyen 1-2 haftalık dönem ifadelerine son vermek ve halkın da sağlığını düşünerek lütfen 10-15 günlük bir sokağa çıkma yasağını devreye alınız. Ne kaybedilir ki? Devleti sıkılaştırıp, yönetim kademelerine ciddi olmaları hatırlatılıp, gözlerini kırpmadan çalışmaları söylenerek halkın hayat bağlılığı sağlanmalıdır. Halk devletin zaafını gördüğü an bocalar değil mi? Ne güzel sözdür,’’ dere geçerken at değiştirilmez’’…

Netice itibariyle; bundan sonra eğitim, sağlık, gıda ve savunma alanında devletin ağırlığının hissedildiği ciddi bir yeniden yapılanmanın, ayrıca ithalata bağımlı olmayan bir iktisadi yeni anlayışın hâkim kılınması ufukta gözükmektedir. Her kesimi çalışmaya sevk eden neticede tüm ülkenin yani halkın da zenginleşmesini hedefe koyan bir iktisadi değişime gidilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. İnşaatlar, köprüler, yollar, hastaneler, gazeteler halkın gözü önünde olduğu takdirde salgın sonrası devlet çok kısa zamanda ayağa kalkacaktır.

Diğer taraftan sermayenin sermayesini daha çok artırmasının önüne geçmek ve tüketim çılgınlığına son vermek, silahsızlanmayı teşvik etmek, fakir ülkeleri sömürmemek, milyonlarca Müslümanı öldürmemek ve onların haklarını çalmamak için, kaynakların tüm dünya için kullanılması ve de tabiatı kirletmemek konusunda bundan sonra daha yaşanabilir bir dünya için ne yapılacaktır? Küreselleşme devam mı edecektir? Yeni ekonomik sistemler mi geliştirilecektir? Kapitalizm, sosyalizm ve milliyetçilik bir değişim gösterecek midir? Gelecek için ülkelerin siyaset anlayışı ve kalkınma konusundaki planlama anlayışları değişecek midir? Ekonomide özek sektörün yeri değişecek midir? Devlet yine ceberut devlet kimliğine mi bürünecektir? Halk sağlığı ve çevrenin korunması konularında küresel manada beraberlikler gerçekleşecek midir? Bu ve benzeri çok soruyla dünya yönetiminin nereye gidileceği sorgulanabilir. Yeni bir dünya düzeni dendiğinde tefessüh etmiş bugünkü düzen yerine şöyle bir düzenin geleceği düşünülüyorsa tüm insanlık yanılıyor demektir. Yukarıdakilerle aşağıdakilerin beraber yaşadığı, insanların birbirlerini sömürmediği, savaşların bittiği, din savaşlarının ve sömürülerinin olmadığı, hukukun üstünlüğünün yaşandığı ve hayatın her anının adalet olduğu, Neron, Calligula, Lenin, Stalin, Brejnev, Mao, Hitler, Mussolini, Khmer Rouge, İdi Âmin, Saddam gibi siyasi figürlerin yetişmediği, ABD ve Rusya’nın ideallerinden vazgeçtiği kolay yaşanabilir bir dünyanın kurulacağı hayaliyle insanlığın avutulmaması gerekir…

Vatandaş aç, sıkıntılı, güven aşınması son kertede, normal dönemde bile asgari ücretle zor geçinen şimdilerde işsiz kalmış vatandaşın gönlünün hoş tutulması (aferin, haydi arslanlar diyerek değil) cebinin doldurulması, halkın yanında yer alan işçi çıkartmayan bilakis onları koruyan iş adamlarına destek verilmesi, sağlık malzemelerinin süratle ve doğru olarak dağıtılması, sağlık çalışanlarının devletin kanatlarının altına alınması, velhasıl devleti yöneten ve akıl verenlerin bulmak zorunda oldukları tek şey PARA’ dır. Geçen binlerce yılın insana hayatın değerini öğretmediği açıkça görülmektedir. Sn. Cumhurbaşkanı çok yakın çalıştığınız danışmanlarınızın yanı sıra mecliste veya dışında yakın çalıştığınız danışmanlarınız var. Bir de bizim gibi çok uzaktan sizlere danışmanlık yapan vatandaşlar var. İşte uzaktaki bir vatandaş olarak söylemek isterim ki birçok mesele halledilmeye çalışılıyor, ama bakın uçak biletlerinde KDV’nin %1’e indirilmesi, konutlarda kredilendirme oranının yükseltilmesi, TOBB Başkanı ile girilen diyalog, yurt dışı sağlık yardımları, diyanetin kendi içine kapanması, Kızılay’ın sessizliği, belediyelerin kampanyalardan men edilmesi, hele aş evlerinin kapatılması, bağışa halkın büyük bir iştiyakla katılmaması, sokağa çıkma yasağındaki çelişkili durum, köşelerinde yönetime yardımcı olduklarını söyleyenlerin vatandaşa hakaretleri ve son istifa olmadı…

Bundan sonra yurt dışına tedaviye gidenlerin 82 yıl önce söylenmiş bir sözü hatırlayarak kendilerini TÜRK HEKİMLERİNE EMANET ETMELERİ dileğiyle…

                                                                                                       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı