Dil, Kültür, Millet

Yazan  05 Mayıs 2007
Dilciler dilin tanımını yaparken üç özelliğini mutlaka öne çıkarırlar.

Bunlardan birincisi, "insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir araç" oluşu; ikincisi "seslerden örülmüş sosyal bir kurum" niteliğine sahip olması; üçüncüsü ise, "fertler ve nesiller arasında kültür taşıyıcılığı yapması"dır. Dil , bu özellikleriyle insanların anlaşmasına, sosyalleşmesine ve nihayet –toplumu oluşturan bireyler ve zümreler arasında ortak kültür değerlerinin tanınmasını, yaşatılmasını, kabulünü, yaygınlaşmasını ve paylaşılmasını sağlayarak- milletleşmesine hizmet eder. Dilin bu işlevini yerine getirebilmesinin ön şartı, dili kullanan toplum içinde kavramların tanımlanmasında ve algılanmasındaki müşterekliktir.Yani "Millet" denildiği zaman kafalarda oluşan tanım ve algılama Üniversite kürsüsündeki hocadan dağdaki çobana, meclisteki siyasetçiden arastadaki esnafa kadar bütün kişi ve zümrelerde ortaklaşıyor, kabulleniliyor ve farklılaşmıyorsa orada bir anlaşma, sosyalleşme ve milletleşme var demektir.

Türk toplumunda son dönemde yaşanan tartışmalar göz önüne alındığızaman ortak bir dil kullanıldığından şüpheye düşmemek mümkün değildir. Özellikle Millet, kültür gibi devletin ve toplumun birliğini, sistemin işlerliğini sağlaması gereken temel kavramların tanımlanmasında ve algılanmasındaki farklılaşmalar siyasal sistemin çökmesine neden olmuş, devletin temel kurumları ve bu kurumların başındaki yetkililer karşılıklı bir mücadele yürütür konuma gelmişlerdir.Bu noktada kimin haklı, kimin haksız olduğu tartışmasına girmeden bu kavramların genel geçer tanımlarını yaparak, ama yaşanmışlardan ve beyanlardan örnekler vererek nihai yargıyı toplum vicdanına tevdi etmekte yarar vardır.

Kültür, "Bir toplumu yaşayış, kabulleniş ve algılayışlar bakımından bütünleştirerek başka toplumlardan farklı kılan ve millet olmasını sağlayan değerler ve uygulamalar bütünüdür". Bu tanım çerçevesinde bakıldığı zaman kültür kavramının milletin temel taşı olduğu görülür. Ve yine bu tanım çerçevesinde bakıldığı zaman inanış biçimiyle, dünya görüşüyle, yazılı ve yazısız normlarıyla, sanatıyla, hatta giyim-kuşamı ve mutfağıyla her milletin bir başka milletten farklı olduğu anlaşılır.Özetle kültür millidir, millete aittir.

Bu tespitler ışığında, zaman zaman dillendirilen "Türk Milletinin ve Türk kültürünün bir mozaik olduğu" iddiası bilinçli bir provakasyon veya ihanet değilse cehaletin göstergesidir. Milletin ve milli kültürün olduğu yerde mozayıktan söz edilemez. Bir ülkede gerçekten mozayık kültür var ise o zaman da bir milletten söz etmek yanlış olur. Ülkemizde Adana, Urfa ya da Çorum'da dilde (telaffuzda), giyimde ve mutfakta görülen ve esasa yönelik olmayan farklılaşmaların adı da mozayık değil, alt kültür olarak nitelendirilir.. Alt kültürler birleşerek milli kültürü oluşturur.

Türkiye'de, ortak dil ve kültüre sahip olan, ülkenin bağımsızlığını, devletin kuruluşunu sağlayan, gerçekleştiren bir millet vardır, bu milletin adına "Türk Milleti" denilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66. maddesine göre "Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür", dolayısıyla milletimizin mensubudur. Arap ya da Gürcü gibi farklı soylardan gelinmiş olması, Anayasa hükmü çerçevesinde, "Ben Türk'üm" denilmesine engel değildir. Türk Milleti, "Bunu benden duyunuz evet ben ki Arnavudum/ Başka bir şey diyemem işte perişan yurdum" diyen Türk milli şairi Mehmet Akif ile gurur duymaktadır. Esasen merhum Akif'in "Özü doğru, sözü doğru adam ol, ırkına çek", "ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal" mısralarında kasdettiği "ırk" da Türk soyudur. Ayrıca azınlık ırkçısı bölücülerin ya da Fener Rum Patriğinin "ben Türküm" diyememesi ve "Türkiyelılık" kimliğiyle yetinmeleri Türk Milleti'nin var olduğu gerçeğini değiştirmez.

Türkiye'de, başta idari, vicdani ve ahlaki sorumluluğu bulunan idarecilerle milletimizin diğer mensupları hayatımızdaki temel kavramları doğru algıladıkları, yaşadıkları ve yaşattıkları; dili ve dildeki kavramları iyi ve doğru kullandıkları zaman iç barış, huzur ve gelişme yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır.

Dursun DAĞAŞAN

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display