AZ MİLLETİ ÇOK KILAN "23 NİSAN"
×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

AZ MİLLETİ ÇOK KILAN "23 NİSAN"

Yazan  24 Nisan 2009
ATILGAN ULUTAŞ - “Az milleti çok kıldım” Bilge Kağan

'23 Nisan' bayramının çocuklara armağan edilmesi, bu özel güne damgasını vuran T.B.M.M.'nin açılması hâdisesini arka plânda bıraktığı düşünülse de; aslında bu bayramın çocuklarla özdeş hâle getirilmesinin ileri görüşlü bir zemini vardır.

Türkiye, 1. Dünyâ Savaşı'nı tâkiben girdiği Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla tamamlasa da, memleketin uğraşması gereken birçok dâhilî mesele vardı. Ancak Türkiye, yaklaşık on yıldır aralıksız savaşan bir ülke olarak, genç ve özellikle de erkek nüfusunun büyük kısmını savaş alanlarında bırakmıştı. Anadolu'da sıklıkla baş gösteren salgınlar da Türk nüfusunun iyiden iyiye azalmasına sebep olmuştu. Türkiye'nin sahip olduğu insan sayısı, coğrafyasının büyüklüğü ile uyum göstermiyordu. Bu durum, âcil bir nüfus siyâsetini gerekli kılmıştı.

Osmanlı Türk Devleti'ni duraklama ve sonra gerileme dönemlerine iten sebeplerin bir kısmının başında da nüfus ve buna bağlı olan iskân siyâsetleri geliyordu. Çeşitli nedenlerden dolayı sekteye uğrayan Balkan fetihleri, devletin yeni tarım alanlarına kavuşmasını engelliyor ve bunun doğal bir sonucu olarak Anadolu'da biriken nüfus fazlalığı, ekonomik sorunları da beraberinde getiriyordu.[1] Yeni Türkiye'de ise, özellikle Vilson İlkeleri'nin öngördüğü şekilde bir Türk çoğunluğu yaratılmalı ve zaten kesin olan Anadolu'daki Türk hâkimiyeti, yeni delillerle perçinleşmeliydi. Ancak daha da önemlisi, Türk Milleti'ne yeni fertler kazandırılarak üzerinde yaşanılan toprakların kalkınmasına ve idâresine katkı sunacak yeni insanlar yetiştirilmeliydi. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında 'çocuk'a büyük önem verildi.

Bu yıllarda Türkiye Himâye – i Etfâl (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti, anne ve çocuğa yönelik neşriyatlarla, sağlıklı kuşaklar yetiştirme çabası içerisinde etkinlikler düzenliyordu. Bu etkinliklerden biri de, sağlıklı çocuklar yetiştirmeyi teşvik amaçlı düzenlenen 'Gürbüz Çocuk' yarışmalarıydı. Cemiyetin nizamnamesinin 5. maddesinde "Cemiyet, çocuk vefiyâtının önünü almak, fenâ terbiyelere mümaneat etmek ve Türkiye'de çok ve gürbüz çocuk yetişmesini temin etmek maksadiyle vâkıf olduğu ahvâlden ve tetkikâtı neticesinden hâsıl ettiği kanaatlarını hükümete arz eder. Hilâliahmer veya îcap eden cemiyetlerle de teşriki mesai eder"[2] diyerek sağlıklı çocuklar yetiştirme amacını ve bunun için izlenmesi gereken yolu açıklamıştır. İşte, 23 Nisan Millî Egemenlik gününün 1935 yılından itibaren aynı zamanda 'çocuk bayramı' olarak kutlanması, bu siyâsete daha genel, resmî ve yol gösterici bir hüviyet kazandırmak amacını taşıyordu.

Bunun yanı sıra, tüm inkılâp dönemlerinde 'çocuk'a ayrı bir önem atfedildiği de görülmüştür. Bunun en büyük nedeni, yürürlüğe konulan inkılâpların halk nazarında tam olarak yerleşebilmesi için belirli bir süreye ihtiyaç duyulması ve geçen bu süre içerisinde bu inkılâpların daha iyi anlaşılması ve tatbik edilmesinin, gelecek nesillerin bunlara sahip çıkmalarına bağlı olmasıdır. Çünkü inkılâpların uygulamaya konulduğu dönemde yaşayan halk, bunların esas amaçlarını anlamakta zorluk çekebilir ve inkılâpların özünü tam olarak idrak edemeseler de, bunları yürürlüğe koyan 'Tek Adam' ve onun kadrosuna duydukları güvenden ötürü inkılâpları benimsemiş görünebilir. Ancak bu durum, çeşitli ruhî etkilerle ters istikâmet alabilecek bir durumdur. Oysa inkılâp havasını doğuştan itibaren içine çekmiş yeni nesiller, bu inkılâpların özünü daha iyi kavrayabilirler ve onların geleceğini güvence altına alırlar.

Önder Atatürk'ün Türk Milleti'ne sunduğu ve iki dünyâ savaşı arasında kalan tehlikeli sürede acele biçimde yerleşmesi lâzım gelen inkılâplar da, bâzı münevverlerin anlayışını ve genel olarak da halkın güvenini kendisine dayanak yapmıştır. Kökleşmiş alışkanlıkların verdiği kimi ruhî tepkiler zaman zaman vücut bulmuştur; ancak unutulmamalıdır ki, tek bir ferdin aklı, tüm toplumdan her zaman daha ileridedir. Toplum, tek tek fertlerin akıllarını daha geriden takip eder. Belki bu sebepledir ki, dünyâ düşünce târihi, aynı zamanda âlim fertlerin târihidir. Zîrâ inkılâp dönemleri de, acele etmesi hayâtî öneme sahip bir toplumun, ferdî akıla ulaşması için ivme kazandığı dönemlerdir. Atatürk, Türkler'in çoğunluğunun aklında bulunan; ancak tam olarak târif edemedikleri yenileşme ışıklarını, bir büyüteç vazifesi görerek tek bir noktaya odaklamıştır. Bu süreçte halkın büyük güvenini ve inancını sağlamıştır. Ancak pusuda bekleyen kimi tehlikelerin varlık gösterememesi için, inkılâpların inançtan ziyâde idrak edilmeye ihtiyaçları vardır.

İşte tam da bu noktada, Atatürk'ün en fazla önem verdiği millî egemenlik kavramı, halkın zihninde ve gönlünde tam olarak yerleşmeliydi. Bu kavram, ancak millî egemenliğin ne anlama geldiğini daha akıllıca değerlendirebilecek sonraki nesillerle mümkün olabilirdi. Atatürk'ün en yakınında bulunan kimi târihî şahsiyetlerin, Atatürk'ün vefâtından sonra, onun yapmaya çalıştıklarını tam olarak anlamadıklarını açığa çıkaran uygulamaları, bunun bir kanıtı sayılabilirdi. Bu insanların çoğu Atatürk'e inanmışlar, ancak onu hiçbir zaman tam olarak anlayamamışlardır. Bunu iyi bilen Atatürk, bu sebepten dolayı bütün ümidini gençliğe bağlamış ve cumhuriyetin yaşatılması görevini gençliğe vermiştir. Çünkü gelecek nesillerdir ki, ülkelerinin üzerinde kurulduğu temelleri, hissiyattan çok fikriyata ağırlık vererek koruyacaklardır.

Doğum sancılarından kurtulmuş, geriye dönüş tehlikelerini atlatmış bir düzen arzusu ve Kültigin Âbideleri'nin baş kısmında yer alan, Bilge Kağan'ın az milleti çok kıldım[3] düsturuyla çocuklara armağan edilen millî egemenlik kavramının, bu şekilde taze kandan mahrum kalmaması sağlanmak istenmiştir.



[1] Oral Sander, Siyâsî Târih – İlkçağlardan 1918'e, İmge Kitabevi, Eylül 2008, Ankara.

[2]T.C. Başbakanlık Sosyâl Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu İnternet Sitesi. Erişim: http://www.shcek.gov.tr/Kurumsal_Bilgi/Tarihce/Gurbuz_Cocuk.asp

[3] Erol Güngör, Târihte Türkler, Ötüken Neşriyet, 2005, İstanbul.