Bu sayfayı yazdır

Anlayış Farkı ve Tehlikeli Gidişat

Yazan  23 Kasım 2021

Dün Joe Biden FED(Federal Rezerve Bank) yani Amerikan Merkez Bankası başkanı Jerome Powell’i göreve yeniden atadı.

Trump gibi partizanca bir değişikliğe gitmedi. Powell aslında politika önlemlerinde yeterince hızlı hareket etmediği için, yenilikçi demokratların eleştiri hedefinde olsa bile, Biden,  ülke ekonomisinde kurumsal istikrarın önemine parmak basarak bu atamayı yaptı. Tabii Amerikan başkanlık sisteminde karar başkanın iki dudağı arasında olmadığı için Powell’in yeniden ataması bir kez daha Senato denetimine tabii olacak. Bu denetim hususuna da lütfen tekrar dikkat etmenizi rica ederim.

Makro Ekonomik İstikrarın Korunmasında Merkez Bankasının Rolü

Merkez Bankalarının özerk, ehil ve yetkin ellerde olması, her ülkede makroekonomik istikrarın en büyük güvencesi. Makroekonomik istikrar denince de mutlaka fiyat istikrarı ve makul bir istihdam dengesi akla gelmeli. Cari denge değil. Merkez bankaları zaten istikrarı koruyacak para politikaları ile ulusal paranın dış değerine de dolaylı istikrar kazandırır. Yoksa ülke rezervlerini uhdelerinde bulundursalar bile cari denge tartışmaları, hiçbir zaman Merkez Bankalarının doğrudan ilgi alanı veya hedefi olmaz.Olmamalıdır da. Nitekim ABD dolarının değeri FED sorumluluğu olmadığı gibi, ulusal paranın dış değeri hiçbir Merkez bankasının da sorumluluğu değildir. Onu bir anlamda korumak için siyasi otoritenin itibar ve güveni sağlam tutması. Halka yanlış ve saptırılmış bilgi vermemesi gerekir. Ayrıca istikrar politikalarını sürdürür veya değiştirirken başkan ve kurullara siyasi müdahale, FED başkan yardımcılarının bile Başkan tarafından atandığı ABD de asla düşünülemez. Çünkü FED’in efsanevi başkanlarından Paul Volcker’ın vaktiyle söylediği gibi, “ülke başkanları dört yılda bir gelir ve gider. Ama ekonominin istikrarı için FED başkanları kalır”. Aynı şeyi Merkez Bankası, tüzel ve özerk kişiliği ile bu kişiliğin simgesi başkanları için düşünmek gerekir. Tersine hareket en azı ile partizan müdahale, en ağırı ile “gaflet ve dalalet” veya hatta hıyanet olarak kabul edilir. 

“Görünen Köye Kılavuz” Gerekmiyor      

Şimdi uzun yıllardır beklenen oldu, durgunluk endişesi ile diken üstünde yaşayan Batı Avrupa ve ABD de fiyat artışları kıpırdamaya, hatta onların ölçüsünde enflasyonist sinyal vermeye başladı. İstihdam ise istenildiği mecrada seyretmekte. Buna karşılık Japonya’dainatçı ve kararlı durgunluk sürüyor. Japonya’da Ekim ayında üretici fiyatları yüzde 7.9 artsa bile genel fiyat artışının hala yüzde 0.2 düzeyinde kalmış olması, yeterince artmayan yurtiçi tüketici talebine bağlanıyor. Buna karşılık çekirdek enflasyonun Ekim ayı itibarı ile ABD de yüzde 4.6, Birleşik krallıkta yüzde 3.4 ve Almanya’da yüzde 2.9 e yükselmiş olması[1]sonucunda nihayet otuz yıl sonra yeniden enflasyon eşiğine gelindi. Buna başta enerji ithalatı olmak üzere genel olarak ithal maliyetlerindeki artış, Covid 19 nedeni ile arz zincirlerinde ortaya çıkan sorunlar nedeni ile özellikle bilgisayar chip üretimindeki tıkanıklık gösterilmekte.  Bu durumda beklenen enflasyonist eşiğe gelen ülkelerde sıkı para politikasına dönülmesi yani faizlerin yükseltilmesi, bunun için tahvil alımı yerine tahvil satışına gidilmesi akla gelen ilk önlem. İşte şimdi artık FED ’in 2022 nin ortalarından itibaren faiz artışlarına gideceğine kesin gözle bakılıyor.  Buna karşılıkenflasyon oranları düşük Japonya, ulusal talep ve harcamayı canlandırmak için Japon Merkez Bankasının(Bank of Japan) kendi icadı olan miktar kolaylaştırma(quantitative easing) veya tahvil alımlarına devam edecek. Yaklaşım açık ve kesin enflasyonist eğilim varsa faizleri yükseltmek önemli bir stratejik karar.

Enflasyonist Koşullarda Para Politikası

Yılın ikinci çeyreği için açıklanan verilere göre enflasyon rekortmeni Arjantin( yüzde 52.1).Hemen arkasında Türkiye( 19.9) ve Brezilya (10.7) var. Bu durumda bu üç ülkenin 2021 yılı ikinci çeyrek veya yılsonu itibarı ile açıklanacak ekonomik büyümelerinde enflasyonun başat bir rolü olduğunu kabul etmek zorundayız. Tabii Türkiye ekonomisinin ikinci çeyrek için açıklanan yüzde 21.7 lik nominal büyümesi ve hatta yılsonu tahmini olarak açıklanan yüzde 8 büyüme beklentisi, siyasiler için böbürlenme nedeni. Ama bu ancak bilmeyene veya bu işten hiç anlamaya karşı yapılabilir. Çünkü bu enflasyonla şişmiş, şişirilmiş bir büyümedir. Üstelik hissedilen enflasyon yüzde 19.9 un çok üzerinde olduğuna göre,  büyüme rakamının enflasyonist büyüme olmadığını söylemek akılla alay etmektir. Ayrıca bu yaldızlı enflasyonist büyüme,  büyük ölçüde yurtiçi ve yurtdışı talep artışından değil,  artan girdi maliyetleri nedeniyle ortaya çıkan maliyet enflasyonundan kaynaklanmaktadır. Dünyada kabul edilmiş ölçülerin en az 5 katı olan enflasyon karşında özerk iradesi ile karar alabilen bir TCMB çoktan faiz yükselmesine gitmeliydi. Baskı altında aldığı faiz kararları Türkiye’yi adım adım ekonomik bir kaosa sürüklemekte, kronik enflasyonlara, spekülatif amaçlı dövize hücum nedeni ile ulusal paradan kaçmaya ve dolayısı ile durgunluğa hızla kapı açmaktadır. Merkez Bankasının eli serbest kalmalı ki abes hedefler peşinde zaman harcamasın ve ülke geleceğini ipotek altına almasın.

Şüyuu Vukuundan Beter Söylenti ve Ötesi

Acaba kaçınılmaz olan durgunluğu biraz olsun önler mi diye çıkarılan “mal kalmayacak, kıtlıklar, yokluklar başlayacak. Evinize dayanıklı ürün doldurun” tevatürü, keyfi fiyat artışlarını ve stokçuluğu cesaretlendirecek olduğu için çok tehlikeli. “Enflasyon zengini” olmak için sıra bekleyenler olduğunu acaba TCMB veya TCMB ye talkın verenler göremiyor mu? Hakikaten TCMB 2001 de yenilenen yasa gereği bağlandığı“fiyat istikrarını sağlamak hedefini” ne zaman ve ne uğruna terk etti? “En son borç veren” (lender of the last resort” kurum olma özelliğini mazur gösteren Covid 19 salgınını bahane ederek neden hemen “ilk borç veren” (lender of the first resort) olmayı fırsat görüp, belki 128 milyar Dolar’ı da aşan rezervi ve nerelere verdi?  Zaten tasarruf eğilimi düşük bu ülkede(son rakam yüzde 24 olsa bile rakamların inandırıcılığı mı kaldı?) sıradan vatandaşın ulusal para ile yaptığı tasarrufu ne hakla kuşa çevirdi? Bu tarihi sorumluluğu Başkanı ve Para Kurulu üyeleri ile TCMB sırtında nasıl taşıyacak? Onlara bu emri veren yüce merci bunun büyükvebali ve “günahı”  altında nasıl ezilmeyecek?

Bütün bunlara ilaveten bari değer yitiren ulusal para bir işe yarasa! Üretimdeki ithal girdi payının büyüklüğü, ulusal para aşındıkça maliyetlerin artmasına neden olmakta, ithal girdi kullanmak zorunda olan üretici bundan doğrudan etkilenmekte. Bu nedenle ne yazık ki TL nin değer kaybı ihracata da pek faydası beklenmemeli. Hele ABD de FED AB de Avrupa Merkez Bankası(ECB) faiz yükseltmeye 2022 den itibaren başlarsa, sermayenin de Türkiye yerine güvenli piyasaları tercih edeceğine kesin göz ile bakılmalı. Gayrimenkul almaya gelen Katar parasını yabancı sermayeye saymak yerine, elde avuçta, arazi, saray, şirket ve fabrikalar gibi ulusal değerleri sata sata çarçur edilen rezervi yerine koyma reel savurganlığından vazgeçilmeli. 2002-2009 arasında kendi elinizle düzelttiğiniz Türkiye ekonomisini, perişan etmek de bir siyasi tercih mi? Yoksa vermeye çalıştığınız mesaj “evini başına yıkar da giderim” mi? Yapmayın yazıktır bu vatana ve artık vatanda umut kalmadığını düşünen gençlere. Yoksa bu gidişat çok tehlikeli çok.

 

 

[1] Bknz The Economist 19.11.2021) “The Land of Falling Prices: The case of Japan’s curiously quiescent inflation rate”

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar