AKP (Erdoğan) Peronist Hegemonya Kuruyor: Türkiye’nin Yeni “Tarihsel Blok”u

Yazan  02 Nisan 2014

 

Peronizm, Arjantin’de 1946-1955 arasında ve 1973-1974’te devlet başkanlığı görevinde bulunan Juan Peron’un popülist ve milliyetçi politikalarına verilen isimdir. Peron, izlediği popülist politikalarla hem kentlerdeki sanayi işçileri ve sendikaları hem de alt ve orta sınıflar ile sanayicilerin desteğini kazanmıştır. Bu ideolojiyi taçlandıran önemli unsurlardan biri de Juan Peron ile eşi Eva Peron’un kişiliklerinde cisimleşen lider kültüdür. 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri sonuçlarının belirginleşmeye başladığı saatlerde, Erdoğan’ın balkon konuşmasında eşi ve çocuklarıyla verdiği görüntü bana Juan Peron ve eşinin coşkun kitleler karşısındaki durumunu hatırlattı. AKP de Sünni muhafazakâr değerlerin norm olarak topluma dayatılması ve bu dayatmanın yasaklar ve hayat tarzlarına müdahalelerle desteklenmesi şeklinde seçmen tabanına sunduğu İslami muhafazakâr kimlikle ve dar gelirli muhafazakâr kesimlerin hayatında meydana getirdiği ve sosyal hizmetlerle de desteklediği göreceli refah artışı sayesinde Peronist bir hegemonya kurma yolunda kararlılıkla ilerliyor.

 

AKP’nin başarısının sırrına dair pek çok şey söylenebilir. Ancak konuya hangi noktadan bakılırsa bakılsın genel olarak Doğu toplumlarının ve dolayısıyla Türkiye’nin sahip olduğu “siyasal kültür”ün etkisi yadsınamaz. Demokrasi, her şeyden önce Batı toplumlarının siyasal yaşayışının bir ürünüdür. Doğu toplumlarında demokrasi uygulamalarının Batı standartlarına ulaşmada yaşadığı temel güçlük de işte tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Zira, “Doğu” ve “Batı” toplumlarında siyasal iktidar ilişkileri tarihi tecrübe ve siyasal kültür farklılıklarından kaynaklanan adeta iki ayrı dünya oluşturmaktadır. Batı toplumlarında siyasal iktidar ilişkileri parçalı iktidar yapıları arasında geliştirilmiştir. Yüzyıllar boyunca Batı’da siyasal iktidar ilişkileri monarklar, feodal güçler ve kilise arasında açık bir rekabet alanı oluşturmuştur. Bu rekabet, düşünce ve teorilerle de desteklenen zengin ve verimli bir siyaset dünyası yaratmıştır. Doğu toplumlarında ise siyasal iktidar, böylesine bir rekabetin konusu değildir. Hükümdarlar, rakip tanımadan, iktidarlarını kimseyle paylaşmadan yönetmişlerdir toplumlarını. Devlet kudretinin ve nizamının her vasıtayla pekiştirilmesi, merkeziyetçi bir yönetim kurulması, hiyerarşiye ve bürokratik usullere önem verilmesi, sosyal düzenin haklar ve sorumluluklar temelinde kurumsallaşması Doğu toplumlarındaki siyasal iktidar yapılarının en belirgin özellikleri olarak tarihsel süreç içerisindeki yerini almıştır. Türk siyaset geleneğini de oldukça uzun bir tarihsel süreç içinde yukarıda bahsedilen yapı üzerinde yükselip geliştiği için, son 150 yıldır Türkiye’de Batı toplumlarındaki siyasal iktidar ilişkilerine benzer bir siyasi yapıyı içselleştirme çabaları ve arayışları sınırlı kalmıştır/kalmaya devam etmektedir. Demokrasi ile Doğu toplumları arasındaki bu “doku uyuşmazlığı” özellikle siyasi muhalefet geleneğinde (parçalı iktidar ilişkilerine tahammül edememekten dolayı) çok daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Çünkü “muhalefet” olgusu, Türk siyaset geleneği içinde meşru kabul edilen bir olgu değildir. Keza, siyasal iktidarın, muhalefet tarafından gerçek manada kontrol edildiği ve dengelendiği bir geleneğin izine rastlamak da mümkün değildir.

İkinci bir husus olarak, seçimler öncesi 17 Aralık süreciyle başlayan “yolsuzluk” konusuyla ilgili olarak ortaya dökülenlerin AKP iktidarını kendi seçmen tabanında bir meşruiyet açığı içerisine düşürmemiş olmasının şaşırtıcılığı yine bu Doğu-Batı toplumlarının sahip oldukların “siyasal kültür”le açıklanabilir kanaatimce. Batı kültüründe bir kişi elindeki imkanları ve nüfuzu yakın çevresiyle paylaşırsa ve onlar için kullanırsa bu büyük bir skandal olur ve asla kabul edilemeyecek bir davranış olarak kabul edilir bu. Oysa Doğu kültüründe “ortak kazan, ortak sofra” anlayışı hakimdir ve iktidar da dahil olmak üzere her türlü imkan ve nüfuz yakın çevreyle paylaşılır, kullanılır.[1] Bunu yapmazsanız gücünüz elinizden alınır ve dışlanırsınız. 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri sonuçları üzerine düşünürken bu gerçeklikten hareket etmek gerekir kanaatimce. Erdoğan önderliğindeki AKP iktidarı, oluşturduğu “tarihsel blok” içinde kurduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri ilişkiler ağıyla çok katmanlı bir üretim, paylaşım ve nüfuz düzeneği yaratmış durumda ve seçmen tabanı adeta hücre tipi bir teşkilatlanma sistematiğiyle her defasında yeniden ve yeniden konsolide ediliyor parti tarafından bu üretim-dağıtım-nüfuz döngüsü içinde. En üst katmanda bu üretim, paylaşım ve nüfuz düzeneği çerçevesinde “yolsuzluk”lar ve “çıkarcılık”lar dahi olsa, bunun altında kalan bütün alt katmanlar da yine bu üretim, paylaşım ve nüfuz düzeneği çerçevesinde mevcut sistemden payını bir şekilde alıyor. Bunun adı da genel anlamıyla (göreceli de olsa) “siyasal ve ekonomik istikrar” oluyor.

Yukarıda da dikkat çektiğim gibi bugün itibariyle AKP iktidarı Türkiye’de yeni bir “tarihsel blok” oluşturmuş durumda. Yani, egemen yeni sınıfın yeni iktidarını sağlama almak maksadıyla ürettiği yeni moral değerlerin, yeni politik, askeri, ekonomik bağların, toplumu yeni yapıya angaje olmaya ikna edecek yeterliliği göstermesi için, hakim grubun, bazı diğer grupları eklemleyip bazı başka gruplara tavizler ve teşvikler vermesiyle inşa ettiği iktidar ittifakını AKP bugün itibariyle oluşturmuş durumda. Şurası bir gerçektir ki, her rejim bir tarihsel iktidar blokunun ifadesidir ve her tarihsel blok, bir sınıflar ittifakına, bir liderlik ilişkisine, bu blokun dışında ama onu destekleyen sınıfların tabakaların da varlığına gereksinim duyar. Bu blok, bloğu temsil eden rejime gösterilen rızayı olanaklı kılan bir söyleme dayanır. Aydınlar tarafından üretilen ve devletin ideolojik aygıtları tarafından her defasında yeniden üretilen bu söylem tüm topluma yayılır. Toplumun tabakalarının/sınıflarının buna göstereceği rıza şüphesiz rejimin istikrarını büyük ölçüde belirlemektedir. Böylelikle bir toplumdaki “tarihsel blok” kendine özgü tarihsel koşullar içinde her zaman bir hegemonya ilişkisi üzerine bina edilir ve sürekli genişleyip daralabilen bir müzakere, pazarlık, çatışma, istikrarsızlık döngüsü içinde var olur.

Türkiye’de AKP’ye kadar süregelen ve ordu, bürokrasi ve aydınlardan oluşan Kemalist “tarihsel blok”un temel hedefi Türk modernleşmesiydi. Kökleri 1908’e dayanan ve esas olarak 1923’te rüştünü ispat eden, etkinliği kayıtsız şartsız mutlak olan bu blokun temel felsefesi Türk modernleşmesinin ve tabi demokrasinin “merkez”e dayanarak gerçekleştirilmesi ve yürütülmesiydi. Diğer bir deyişle siyaset ve demokrasi “seçkinler”e bırakılmalıydı. Zira bu Kemalist “tarihsel blok”a göre “çevre”nin tercihleri genellikle yanlıştır ve Türkiye sürekli olarak kontrollü gitmesi gereken (“vesayet” diye de okuyabilirsiniz) bir toplumdur. Dolayısıyla demokrasinin uygulanmasında belli hassasiyetler (özellikle de paranoid bir şekilde var olan “din korkusu”) Kemalist “tarihsel blok”da her zaman etkili olmuştur.

30 Mart 2014 Yerel Seçimleri sonuçlarının da açıkça ispat ettiği gibi Türkiye’de artık yeni bir “tarihsel blok” oluşmuş ve rüştünü ispat etmiş durumdadır. Yani, Kemalist “tarihsel blok” artık “karşıt tarihsel blok” pozisyonuna gerilemiş durumdadır. Temel hedefini “ileri demokrasi” (ki bana göre “demokratik faşizm”) olarak ilan eden ve temel ideolojisi “Neo-Osmanlıcılık” ve “Neo-İslamcılık” olan bu yeni “tarihsel blok”un varlığının önkoşulu da sanıldığı gibi “sandık” değil, aksine siyasal iktidarın dini ve ahlaki temelli bir tür bilgi üretiminin yeniden üretiminin, bu üretimin araçlarının, sahibi ve denetleyicisi olabilmesidir (Örneğin, milli eğitim sistemde yapılan değişiklikle getirilen “4+4+4” sistemi). Bu önkoşul aynı zamanda bu yeni “tarihsel blok”un toplumsal “ekonomik artık”[ğ]a, kapitalist birikim süreçlerine, diğer üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirme süreçlerine ulaşmasının da en önemli aracıdır.

Yukarıda da işaret ettiğim gibi her rejim bir “tarihsel iktidar blok”unun ifadesidir ve AKP iktidarı kurmakta olduğu yeni rejimde, devletin disiplin ve cezalandırma araçlarının kontrolünü mutlak manada elinde tutarak tüm farklı söylemleri dışarı atmakta, “eski rejim”in devlet aygıtını ve kadrolarını tasfiye etmekte, hatta kendi iktidar bloku içinde de tasfiye yapmaktadır (Neo-liberallerin, solcuların ve “Cemaat”in artık dışlanması, ayıklanması hadiseleri). Dikkatinizi çekmek isterim ki bu, akıllara şaşkınlık verecek kadar yeni bir “değişim” ve “dönüşüm” sürecidir. Değişen/değiştirilen sadece “rejim” değildir, bu yeni düzene uygun yeni bireyin, yeni vatandaşın, yeni seçmenin, yeni nüfusun yeniden üretimini kapsayan büyük çaplı bir “değişim” ve “dönüşüm”dür. Bir tür “sosyal Darwinizm” de diyebileceğimiz bu yeni “değişim” ve “dönüşüm” sürecinde, aile yapısı ve özel hayattan cinsel tercihlere, giysilerden ve yenilen-içilen şeylere, ibadet yerleri ve ritüellerinden boş zamana kadar her şey ama her şey yeniden tasarlanmaktadır. Yani deyim yerindeyse AKP iktidarı önderliğindeki bu yeni “tarihsel blok” yeni bir rejimle birlikte biyo-politik, etno-politik bir rejim de ihdas etmeye çalışmaktadır. “Gezi Olayları”ndan bu yana da görüldüğü gibi bu yeni süreçte psikolojik ve fiziksel şiddet de AKP iktidarı ve ona destek verenler tarafından giderek daha açık, daha yoğun biçimlerde keyfi olarak kullanılarak adeta George Orwell’in “1984” romanındakine benzer bir şekilde post-modern totaliter bir rejim şekillendirilmektedir.

AKP iktidarının inşa etmekte olduğu bu yeni toplum ve devlet modelinin ipuçlarını aslında tam bir yıl önce AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, onur konuğu olarak katıldığı ve bir konuşma yaptığı 31 Mart 2013 günü İstanbul Suriçi Derneği tarafından Eresin Otel’de (Topkapı) düzenlenen “İstanbul Toplantıları” programında deklare etmişti:

“…Bu ülkede biz çok şey yaptık ama yaptıklarımızı bu devletin kurumsal hafızasına yazmadığımız sürece bertaraf edilmesi çok kolaydır. 10 yıllık süreç on yılların taşıdığı bir anlayışı bertaraf edebilme anlamında çok kısa bir süreçtir. Devletin kurumsal hafızasına düşülecek notlar açısından AK Parti daha çok daha uzun süre iktidarda olmak durumundadır. Bir parti olarak değil, bu milletin aydınlık yarınlarını inşa edebilmek adına böyle olmak durumundadır. …10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir tanımlama özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların

kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.”[2]

O zaman Türkiye’nin gelecek on yılı için geriye tek bir soru kalıyor: “Erdoğan’ın şahsında vücut bulan AKP iktidarı yarı-tanrı olur mu?” Bunun cevabını siz verin, tarih vermeden önce...

 


[1]Hasan Bülent Kahraman, “Gerisi Boş Laf…”, 28 Mart 2014, Sabah Gazetesi, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2014/03/28/gerisi-bos-laf

[2]“Babuşcu: Gelecek 10 Yıl, Liberaller Gibi Eski Paydaşlarımızın Arzuladığı Gibi Olmayacak”,

http://t24.com.tr/haber/babuscu-onumuzdeki-10-yil-liberaller-gibi-eski-paydaslarimizin-kabullenecegi

-gibi-olmayacak/226892

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display