Bu sayfayı yazdır

82. Yılında Türk Yurdu Hatay: Suriyeli Göçmenler ve Terör Koridoru Tehdidi

Yazan  18 Aralık 2021

Yazan: Duhan Alptürk İNCE

Geçtiğimiz günlerde haber ajanslarına küstah bir açıklama haberi düştü. İç basında gereken ilgiyi ve önemi görmeyen bu açıklama, ülkemizin toprak bütünlüğüne karşı bir devlet tarafından doğrudan tehdit içermekteydi. Açıklama Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad rejiminde olan Suriye Halk Meclisi tarafından yapıldı. Skandal açıklamada, Hatay’ın bir Suriye toprağı olduğu belirtilmekte ve Türkiye açık şekilde tehdit edilmektedir. Açıklamanın devamında Hatay vilayetinin, ikinci dünya savaşı sırasında Fransız mandası tarafından Türkiye’ye müttefiklik için rüşvet olarak verildiği söylenmektedir. Açıklama küstahlık sınırını zorlayan “Hatay’ın Türkiye'nin eline kalmaması ve geri alınması için mümkün olan her şeyin yapılacağı” ifadesi ile sonlandırılmaktadır.

Suriye’nin resmi kanallarından yazılı şekilde yapılan bu küstah açıklamaya karşı Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı tarafından cevap verildi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç, yapılan bu açıklamaya şu şekilde cevap verdi; (mfa.gov.tr)

* Suriye halkını hiçbir şekilde temsil etmeyen, demokratik meşruiyetten yoksun Halk Meclisi'nin ülkemizin toprak bütünlüğünü hedef alan hadsiz ve hukuksuz açıklamasını şiddetle reddediyoruz.

* Bu tarz açıklamalar, kendi halkına yıllardır zulmeden, yüzbinlerce masumun ölümünden ve milyonlarcasının yerlerinden yurtlarından edilmesinden sorumlu bir rejimin içinden çıkamadığı hezeyanın bir başka tezahürüdür.

* Türkiye, geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de vatan topraklarına göz diken alçakça emellere ve milli çıkarlarına yönelik her türlü tehdide karşı gerekli karşılığı verme azim ve kararlılığına sahiptir.

Kısaca Hatay’ın tarihinden ve anavatana katılmasından bahsedelim.

Hatay vilayeti 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ile Fransa’ya bırakılmıştır. Ancak antlaşma içerisinde, bölgede yaşayan Türklere ve toprak mülkiyetinin büyük bölümünün Türklerin elinde bulunduğu bölgeye özel bir statü tanınmıştır. Bu ayrıcalık Ankara Yönetimi’nin Hatay için hep bir planı olduğunu göstermektedir. 1937 yılına gelindiğinde ise Avrupa devletleri arasında yaşanan gerilim, Türkiye’yi avantajlı konuma getirmiştir. Özellikle Almanya ile ticari ilişkilerin gelişmesi İngiltere ve Fransa’nın Hatay konusunda Türkiye’nin lehine kararlar almasına sebep olmuştur. Milletler Cemiyeti kararı ile bağımsızlığını kazanan Hatay, 29 Haziran 1939 yılında Türkiye’ye katılma kararı almıştır.

Hatay sahip olduğu stratejik konumu ile jeopolitik değerini tarihten günümüze korumaktadır. Hatay stratejik konumu ile Doğu Akdeniz’in güvenliği, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Ortadoğu gibi ülkemizin ulusal çıkarlarının korunması açısından hayati öneme sahiptir.

Sahip olduğu önemli konumu ile Hatay tarih boyunca birçok medeniyetin dikkatini çeken önemli bir bölgedir. Akdeniz’e stratejik bir kıyısı olan Hatay, İskenderun Limanı ile Doğu Akdeniz hakimiyeti için önemli bir merkezdir.

Hatay 19. yüzyılın ortalarından itibaren gelişmiş ülkelerin dikkatini çekmiş ve 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi maddelerince, Fransa tarafından işgal edilmiştir. İşgal yıllarında Amerika Devlet Başkanı Wilson’un 14 İlke prensibi gereği Hatay’a gelen bir komisyon, Kilikya bölgesi olarak bilinen bölgede Arap veya Suriyeli olmadığını bu bölgenin sadece Türk olduğunu kaleme alan raporlar yazmışlardır. Aynı yıl Atatürk’te, Hatay’ın bir Türk toprağı olduğunu ve Mısak-ı Milli sınırlar içinde olduğunu vurgulamıştır. Ancak dönem şartları sebebiyle 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile büyük çoğunluğu Türk olan Hatay, Türkiye topraklarının dışında kalmıştır. 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Anlaşması ile Milletler Cemiyeti Suriye Bölgesi’nde Fransız mandasını kabul etmiştir. Ancak Atatürk bu bölgeye olan ilgisini her zaman belirtmiş ve bu konunun yakın takipçisi olmuştur. Dönemin getirdiği zor şartlar sebebiyle Hatay sorununun çözümü için iç ve dış sorunların çözümlenmesi beklenmiştir. Bu süreçte Fransız mandasını istemeyen Hatay Türkleri, Türkiye’ye göç etmek istemiş ancak Atatürk bu göç dalgasını engellemiştir. Çünkü bölgede Türk nüfus yoğunluğunun azalması, bölgenin Türk kimliğini kaybetmesine sebep olabilecektir.

Yeri gelmişken şu saptamayı da yapmadan geçmemek lazım. Ne yazık ki günümüz yöneticileri, IŞID ve PKK terör örgütleri ya da bu örgütlerin iplerini ellerinde bulunduran güçlerin; Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay ve Mersin illerimizin karşı tarafında yani sınırımızın güneyinde, Suriye’nin kuzeyinde bulunan Türkmen nüfusun bölgelerinden göçmelerine engel olamayarak bölgedeki Türk nüfus yoğunluğunun azalmasına sebep olmuşlardır. Bunu yapamadıkları gibi Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay ve Mersin illerimizde Suriye’den ülkemize göç eden milyonlarca göçmenin çoğunluğunun yerleşmesine de sessiz kalmışlardır. Bu durumun önümüzdeki yıllarda ülkemiz açısından örtülü faaliyetlerde kullanılacak bir silah olacağı, ülkemizi tehdit edeceği ve bölgesel sorunlar yaratacağı aşikardır. Günümüzün en etkili ve tehlikeli silahının göç olduğu unutulmamalıdır.

Ayrıca Atatürk bölgede yoğun bir isim kavgası vermiştir. Bu mücadele için bölgenin isminin İskenderun ve Antakya olarak değil Hatay olarak anılmasını ve bölge ile ilgili faaliyetlerde “Hatay” isminin kullanılmasını istemiştir. Bu sayede şehrin kimliğini korumak istemiştir.

 Avrupa’da artan gerginlik, Hatay konusunda Türkiye’nin elini güçlendirmiştir. Artan savaş baskısı Fransa’yı, Türkiye’ye karşı uyumlu davranmaya itmiştir. Atatürk’ün bu süreci iyi değerlendirmesi ve Avrupa’da yaşanan gerginliği iyi kullanması Hatay konusunda elimizi kuvvetlendirmiştir. Atatürk’ün sınıra askeri kuvvet göndermesi ve hasta olmasına rağmen yaptığı resmi geziler bu konudaki ciddiyetini tüm dünyaya göstermiştir.

Türkiye ilk olarak bölgede askeri güvenlik tedbirleri alma hakkı kazanmıştır. Böylelikle bölgede iki farklı devletin askeri varlığı yer almıştır. Bu karar ile beraber 5 Temmuz 1938’de Türk askeri artık Hatay’da daimi olarak yer almıştır. 2 Eylül 1938 yılında ise Hatay bağımsızlığını kazanmış ve Hatay Cumhuriyeti kurulmuştur. Yeni kurulan bu Türk Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı, Atatürk tarafından desteklenen Tayfur Sökmen olmuştur. Yeni kurulan cumhuriyet Türkiye ile yüksek iş birliği içinde girmiş ve Türkiye ile bir kısım iş birliği anlaşmaları yapmıştır. Türkiye ile arasındaki gümrüğü kaldırmış ve Türk parasını kabul etmiştir. Daha sonra çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hatay Cumhuriyeti kendi meclisinde aldığı karar ile 23 Temmuz 1939’da Türkiye topraklarına katılmıştır.

Milli stratejimiz de ve milli güvenliğimiz de Hatay devamlı önem kazanıyor.

Hatay konumu sebebiyle Ortadoğu bölgesinde güç dengelerinin belirlenmesinde stratejik bir öneme sahiptir. Kuzey Afrika’nın, Doğu Akdeniz’in, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Ortadoğu’nun kontrol altına alınması ve yeniden dizayn edilmesini içeren Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için Hatay’ın yeniden uydu bir yapıya dönüşmesi önemli bir adımdır. Çünkü Hatay tarihi İpek Yolu’nun ve Çin tarafından başlatılan yeni İpek Yolu projesi için önemli bir kontrol noktasıdır. Ayrıca Doğu Akdeniz’e kıyısı olan bir liman şehri olması, Doğu Akdeniz’in ve batmayan uçak gemisi diye adlandırılan KKTC’nin güvenliği için de Hatay’ı önemli bir konum haline getirmektedir. Özellikle son yıllarda Doğu Akdeniz’in önemli bir enerji yatağı haline gelmesi, keşfedilen hidrokarbon ve doğalgaz yatakları büyük güçlerin iştahını kabartmıştır. Bu sebeple Doğu Akdeniz’de ve KKTC’de yeni plan ve stratejiler kurulmuştur. Doğu Akdeniz’in güvenliğinin ve kontrolünün sağlanması deniz sınırlarımızın güvenliği için elzemdir. Bu konuda da KKTC ve Hatay kilit bir rol oynamaktadır. Çünkü ikisine sahip olan hem Doğu Akdeniz’in hakimiyetine hem de güvenliğine sahip olacaktır.

Türklerin yüzlerce yıldır yurdu olan Hatay’ı tehdit eden önemli bir gelişme ise; Arap Baharı olarak adlandırılan ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika’nın halk ayaklanmaları aracılığıyla yeniden şekillendirilmesi ile sonuçlanan süreçtir. Bu süreç ülkemizin güney sınırında yılardır süre gelen bir savaşın başlamasına sebep olmuştur. 15 Mart 2011 yılında sokak protestoları ile başlayan süreç Nisan ayında tüm ülkeye yayılarak bir iç savaş haline gelmiştir. Suriye iç savaşı Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin devamı niteliğindedir. İlk olarak 17 Aralık 2010’da Tunuslu seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi’nin ülkeyi 23 yıldır yöneten Zeynel Abidin bin Ali’yi protesto etmek için kendisini yakması ile başlayan Arap Baharı sonraki yıllarda tüm Arap coğrafyasında etkisini göstermiştir. Arapların demokrasi arayışı olarak adlandırılan ve diktatörlere karşı bir uyanış olarak tasvirlenen süreç milyonlarca insanın ölmesi ve birçok ülkenin harap olmasıyla sonuçlanmıştır. Süreç ve etkileri halen devam etmektedir. Tunus, Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya, Sudan, Umman, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Cibuti, Fas, Irak, Bahreyn, İran, Libya, Kuveyt ve Batı Sahra bu süreçten önemli ölçüde etkilenen ülkelerdir. Şüphesiz ki Türkiye bu süreçten doğrudan isyan veya protestolar ile etkilenememiş olsa da bölgesel gelişmeler yüzünden önemli ölçüde olumsuz etkilenmiştir. Türkiye hem bölgede yaşanan olumsuz gelişmelerde dolayı 4 milyon insanın oluşturduğu göç dalgasından etkilenmiş hem de güney sınırında oluşan bir terör koridoru ile baş başa kalmıştır. Bu rakam resmi kayıtlarda 4 milyon göçmen olarak geçmektedir. Ancak kayıt dışı göçmenlerle beraber birçok kaynakta 6 milyona yakın göçmen varlığından söz edilmektedir.

Ülkemizin güneydoğu komşusu olan Suriye’nin iç savaş sebebiyle devlet yapısını kaybetmesi ve ülke genelinde kontrolün bazı grupların eline geçmesi ülkemiz açısından önemli bir tehdittir. PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt yönetimi kurmak istemektedir. Bu yapı, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile birleştiğinde; ülkemizin Suriye ile olan 911 kilometrelik sınırın büyük kısmının ve Irak ile olan 378 kilometrelik sınırın tamamının PKK’nın kontrolüne geçmiş olacaktır. Oluşan bu kukla yapının ülkemizi tehdit edeceği, bölgesel terör eylemlerini destekleyeceğini ayrıca sözde kurulmaya çalışılan bu kukla devletin kurulmasını isteyen güçlerin asıl hedeflerinin İsrail’in güvenliği ve Akdeniz’e bir terör koridoru açmak olduğunu görmek hiçte zor değildir.

Oluşturulmak istenen bu yapı için Hatay kritik bir öneme sahiptir. Çünkü Hatay oluşturulmak istenen terör koridorunun Doğu Akdeniz’e açılan kapısı olacaktır. Oluşturulacak bu terör koridoru ile hem Türkiye sınırlarında ciddi bir terör baskısı yaratılacak hem de Doğu Akdeniz ve KKTC’nin güvenliği tehlikeye girecektir. Türkiye’nin bu bölgelerdeki etkisini azaltacaktır. Hatay’ın önemini böyle ele alınca PKK’nın neden yıllardır Hatay’da varlık göstermeye çalıştığını, neden Amanos Dağları’nda yapılanmaya önem verdiğini ve neden Hatay’ın terör saldırıları veya yangınlarla uğraşmak zorunda kaldığını daha net görebiliyoruz. Bu sebepledir ki Hatay’da yaşanan her şeye farklı bir gözle bakmak gerekmektedir. 29 Ağustos 2018 tarihinde dönemin Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim; “İskenderun Suriye'nin sancağıdır ve onu bir gün er ya da geç zorla da olsa alacağız” diyerek Hatay hakkında planların uzun yıllara yayıldığını ve hep içlerinde bir yerde olduğunu net şekilde ortaya koymaktadır. Ne o dönem yapılan bu küstah açıklamaya ne de bu dönem yapılan yeni küstah açıklamaya, bölgede etkili güç olan Rusya ve ABD’den tatminkar bir açıklama gelmemiştir. Bu konuda Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunan veya bu konuda destek veren net açıklamalar yapılmamıştır.

ABD tarafında kurulmak istenen, PYD kontrolündeki terör devletinin asıl amacı Akdeniz bölgesinden, Afganistan’dan ve Irak’tan gelecek olan enerji koridorunun kontrol edilmesidir. ABD, kendi kontrolünde bir uydu devlet ile bu enerjinin taşınmasını ve dağıtımını sağlamak istemektedir. Bu sebeple Hatay, enerji yollarını kontrol etmek ve dünyaya dağıtımını sağlamak için önemli bir kavşaktır. Doğu Akdeniz’e açılmayan bir terör devleti küresel güçler için işlevsiz bir hal alacaktır. Bu sebeple Hatay üzerinde planlar devamlı olarak kurulmakta ve hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.

Peki Hatay ne durumda?

Stratejik önemi bu kadar yüksek olan bu ilimiz, son yıllarda oluşturulan yanlış politikalar yüzünden büyük göç dalgalarına maruz kalmıştır. Önemli ölçüde göçmen barındıran şehir, sosyal yaşamın zorlaşmasına ve kültürel erezyona uğramaktadır. Suriye iç savaşında kaçan göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Hatay’da göçmen sayısı 400 bini geçmiş durumdadır. (Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş; ildeki göçmen varlığının resmi kayıtlara göre 500 binden fazla olduğunu, kayıt dışı sayılarının ise 600 bine yakın olduğunu belirtmektedir.) Şehirde her dört kişiden biri göçmen haline gelmiştir. Bu durum hem sosyo-ekonomik yapıyı bozmakta hem de şehrimizin kültürünü olumsuz etkilemektedir. Nüfus yoğunluğunun aniden ve plansız artışı, vergi mükellefi vatandaşlarımızın aldığı hizmetleri zorlaştırmaktadır.

Göçmenlerin oluşturduğu sosyo-ekonomik zaralar ve kültürel deformasyonlardan daha önemli bir tehdit ise Hatay’da hızla artan azınlık nüfusudur. Özellikle terör koridorunun önemli hedeflerinden olan Hatay’ın bu denli karma bir yapıya dönüştürülmesi ve kontrolsüz şekilde göç dalgalarına maruz bırakılması milli güvenliğimiz açısından önemli tehditler oluşturmaktadır. Hızlı şekilde dernekleşen ve sosyal faaliyetler yaparak birlik oluşturulan Suriyelilerin gelecekte sorun teşkil edip etmeyeceği bilinememektedir. Mevcut durumda Suriyeliler tarafında yüzden fazla dernek kurulmuş ve bu dernekler aracılığıyla sosyal faaliyetler gerçekleştirilmektedir. Suriyeliler, toplumumuz içinde uyum sağlayarak hayatlarına devam etmek yerine, kendi kültürlerini ve kendi yaşam şekillerini idame ettirmektedirler. Suriyelilerin bu şekilde dernekleşmesi hem hakim Türk kimliğimizi hem de ulusal güvenliğimizi tehdit etmektedir. Ülkenin hakim kültürünü korumak için gelen bu göçmenlerin bu şekilde siyasi yapılanmalarının önlenmesi gerekmektedir. Ne yazık ki Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay ve Mersin gibi göçmenlerin yoğun yaşadığı şehirlerimizde önemli düzeyde kültürel deformasyon yaşanmaktadır. Bu şehirlerde Suriyeliler hızla dernekleşmesi, ekonomik alanda yer almaları, işyerleri açmaları, kendi aralarında birlik beraberlik içinde bir gettolaşma meydana getirmektedir. Bunun sonucunda da kendi ülkelerinde yaşadıkları gibi kendi örf ve adetleri, kendi alışkanlıkları ve kendi kültürleri ile devam etmektedirler. Suriyelilerin kendi ülkelerinde oldukları gibi ülkemizde yaşamaları ülkemiz için önemli güvenlik sorunlarına ve kültürel deformasyona sebep olacaktır. Suriyelilerin kendi aralarında dernekleşmesi ve farklı yapılar kurarak bir araya gelmesi durumunda; bunların üzerinde etkili bir denetim ve kontrol sistemi kurulmaması halinde kötü niyetli yapıların, radikal terör örgütlerinin ve gizli servislerin örtülü faaliyetlerinde kullanacakları bir yapıya dönüşebilir.  Örnek verecek olursak; İstanbul merkezli kurulan X isimli bir dernek; Suriyeli gençler için bir izcilik kampı kurarak Suriyelileri bir araya getirmektedir. Amaçları gençlerin birbirini tanıması ve disiplinli bir hayata alıştırılmasıdır. Ancak bu tip dernekler denetim ve kontrol dışında tutulursa radikal terör örgütlerinin kontrolünde ülkemiz aleyhine kullanılabilecek bir yapıya dönüşebilir.

Sonuç

Anadolu’nun güneye açılan kapısı olan Hatay, konumu itibari ile Türkiye’nin milli güvenliği için hayati öneme sahiptir. Doğu Akdeniz’in ve KKTC’nin güvenliği konusunda Hatay kilit rol oynamaktadır. Özellikle son yıllarda önem kazanan enerji yatakları ve enerji yolları ülkemiz üzerinde planlar kurulmasına sebep olmaktadır. Ortadoğu ve Hazar havzasından elde edilen enerjinin İskenderun Limanı ile Doğu Akdeniz üzerinden dünyaya taşınması büyük güçler için hayati bir öneme sahiptir. Bu sebeple Hatay birçok küresel gücün iştahını kabartmaktadır. Kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Hatay’ın stratejik önemini yüz yıl önce fark etmiş ve çok büyük bir diplomatik başarı ile Hatay’ı anayurda dahil etmiştir. Milli güvenliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün korunması için Hatay önemli bir konudur. Afrin’e kadar gelmiş bulunan terör tehdidinin bir sonraki adımı şüphesiz Hatay olacaktır. Sahada askeri operasyonlarla önü kesilen terör koridorunun içeride de siyasi ve kültürel olarak yolu kesilmelidir.

Hatay gibi stratejik önemi milli güvenliğimiz açısından hayati olan bir şehrin nüfusunun Suriyeli göçmenler lehine yükselmemesi için acilen gerekli tedbirler alınmalıdır. Şehir göçmen yoğunluğundan kurtarılmalı ve sahip olduğu Türk kimliği korunmalıdır.

 

 

Kaynakça

  • Dışişleri Bakanlığı resmi web sitesi: https://www.mfa.gov.tr/sc_-46_-sam-rejiminin-sozde-halk-meclisinin-bir-aciklamasi-hk-sc.tr.mfa
  • Göç İdaresi Başkanlığı resmi web sitesi: https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638
  • Kaya, F. (2021). Türkiye Diplomasisinde Hatay’ın Önemi. Avrasya Dosyası, 12 (1), 95-112. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/avrasyadosyasi/issue/63128/929038