Türk Dış Politikasının Akdeniz’de Batışının Hikayesi: AKP’nin Dış Politikadaki Pirus Zaferleri

Yazan  26 Haziran 2012
Türkiye, AKP iktidarıyla birlikte dış politikada prestij kaybı yaşamaya devam ediyor. Önce, bilerek ya da bilmeyerek, aldatarak ya da aldatılarak, söylemlerimizle eylemlerimiz arasındaki derin uçurumu hiç önemsemeyerek kendimizi bir zorluğa, bir çare

Türkiye, AKP iktidarıyla birlikte dış politikada prestij kaybı yaşamaya devam ediyor. Önce, bilerek ya da bilmeyerek, aldatarak ya da aldatılarak, söylemlerimizle eylemlerimiz arasındaki derin uçurumu hiç önemsemeyerek kendimizi bir zorluğa, bir çaresizliğe mahkum ediyoruz; iç kamuoyuna ve dünya kamuoyuna esiyoruz, gürlüyoruz; bir süre sonra da bu durumdan kendimizi kurtardığımızı zannedip zafer çığlıkları atıyoruz. AKP hükümetiyle birlikte, Türkiye'nin dış politikada artık yeni bir sendromu var: Pirus Sendromu.

Kavramın aslı askeri, siyasi ve diplomasi tarihinde sıklıkla kullanılan "Pirus Zaferi" (Pyrrhus Victory)'dir. Ağır kayıplar verilerek kazanılan, aslında kazananın da kaybetmeye mahkum olduğu galibiyetleri anlatmak için kullanılan bir kavram bu. "Pirus Zaferi"yle ilgili rivayet şöyledir: Makedonya İmparatoru Büyük İskender'in (M.Ö. 356-323) uzaktan akrabası olarak kabul edilen Yunan Epir Kralı Pirus (M.Ö. 318-272), M.Ö. 280'lerde güney İtalya'da bir Yunan kolonisi olan Tarentum'un, kendisinden devrin en güçlü ordusuna sahip olan Romalılara karşı yardım istemesi üzerine harekete geçer. Kral Pirus, yirmibeş bin kişilik ordusu ve 50 fille birlikte İtalya'yı fethe çıkar. Romalılarla beş yıl süren ve çok kanlı geçen savaşlara tutuşan Pirus, fillerin de desteğindeki ordusuyla Romalıları dize getirir. Getirir getirmesine ama, Pirus, savaşlarda o kadar çok askerini kaybetmiştir ki -neredeyse ordusunun tamamını heba etmiştir-, ordusu tamamen güçsüz kalmıştır ve bu savaş yöntemi Sicilya'lı Yunanlılar tarafından bile protesto edilmiştir. İddiaya göre Pirus, "Tanrım bana bir daha böyle bir zafer nasip etme!" diyecek kadar ironik bir durum yaşamıştır. O zamandan bu yana, sahte zaferleri, yenenin de aslında yenilmeye mahkum olduğu galibiyetleri anlatmak için "Pirus Zaferi" kavramı kullanılagelmiştir.

Şöyle bir hatırlayalım isterseniz 2002'den bu yana AKP iktidarıyla birlikte dış politikada aslında hezimete uğradığımız ancak kazandığımızı zannettiğimiz zaferleri, nam-ı diğer Pirus zaferlerini...

4 Temmuz 2003 Cuma günü saat 15:00 sıralarında, Kuzey Irak'ta Süleymaniye kentinde karargahı bulunan Türk Özel Kuvvetleri Komutanlığı'na, Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı 60 ila 90 arasında Amerikan askeri tarafından (yanlarında ayrıca Talabani'nin liderliğini yaptığı KYB'ye bağlı 150 peşmerge de var) yapılan bir baskın sonucu, 11 Türk askeri (1 yüzbaşı, 2 üsteğmen, 8 astsubay) tutuklanıp ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle önce Süleymaniye'deki Atadi Parkı'na, ardından da Kerkük'te cezaevi gibi kullanılan Amerikan üssüne götürülüp, 60 saate yakın bir süre alıkonulup sorguya çekildiğinde; bütün Türkiye, devletiyle ve halkıyla ayağı kalktı. Resmi çevrelerde 'Stratejik ortak" (şimdilerde de "model ortaklık") olarak nitelendirilen ABD'nin, her nasılsa, bu olayın kendi milli bayramı olan Bağımsızlık Günü'ne (Independence Day) denk gelmesi nedeniyle, Amerikan resmi makamlarına ulaşmanın uzun sürmesi, araya hafta sonunun da girmesi ve gözaltı süresinin uzamış olmasından hiç kimse bir sakınca duymadı. Atlantik'in ötesinden gelip denizden, karadan, havadan ve her türlü komünikasyon ve teknoloji desteğiyle Irak'ı vurabilen bir devletin başkanına ulaşmak meğer bu denli zormuş!?

Peki sonra ne oldu? 6 Temmuz 2003'te Türk askerleri serbest bırakıldı. Bu olayda 'ABD'ye nota verilip verilmediği" sorusu üzerine, Türkiye'de "devletadamı" sorumluluğunu taşıyanlar bu ciddiyeti göstermek için olsa gerek, "Bakın, nota dediğiniz konu müzik notası değildir. Bunların bir ağırlığı vardır. Aklınıza esince nota verilmez"[1] diyerek olayın nota verilecek ağırlıkta olmadığını teyit etmiştir!? ABD'nin özür dilemesi gerektiği konusunda da aynı zihniyet yine sergilenerek basına "Büyük devletler özür dilemez"[2] (!?) diye ilginç bir açıklama yapılmıştır. Türkiye'den beklediği sertlikte bir tepki bulamayan ABD de, Tümgeneral Petraeus'un Süleymaniye'ye bulunduğu bir ziyarette "askeri anlamda özür" dilemeyi uygun bulmuştur doğal olarak. Siyasilerce bu özür yeterli bulunsa da, Türk askeri kuvvetleri bunu yeterli bulmadığını belirtmiştir. Bunun üzerine, ABD'nin Avrupa'daki Kuvvet Komutanı Korgeneral Silverstre, Ankara'ya gelerek, "ABD Silahlı Kuvvetleri olarak sizden özür diliyorum. Ancak bizden şunu beklemeyin: ABD olarak illegal bir şey yaptık ve bu yüzden Türkiye'den özür diliyoruz diye bir açıklamada bulunamayız"[3] demiştir. Böylelikle Türkiye'deki siyasal iradenin olayın ta en başından beri takındığı kararlı (!?) ve sert tutum (!?) sayesinde 1. Pirus Zaferi bu siyasal iradeyi destekleyen kamuoyu tarafından kazanılmış oluyordu!?

Türkiye'nin 2. Pirus Zaferi, Mart-Nisan 2009'da, Danimarka Başbakanı Rasmussen NATO Genel Sekreterliği'ne adaylığı konusunda Türkiye'deki siyasal iradenin tutumu sayesinde yaşandı. 2006 yılında Danimarka'da yayınlanan bir gazetede Hz. Muhammed'i (s.a.v.) sarığı içinde bomba taşıyan biri olarak resmeden bir karikatüre karşı İslam dünyasındaki yoğun tepki karşısında, karikatürde ifade edilen durumun "ifade özgürlüğü" kapsamında olduğunu belirten Rasmussen, bu tutumuyla Türkiye'deki siyasal iradenin de tepkisini üzerine çekmiştir. Öyle ki, Türkiye'deki siyasal iradenin başı, Rasmussen'in adaylığına "şahsen" bile karşı olduğunu açıklama gereğini duymuştur. Fakat, her nasılsa, Türkiye'deki siyasal iradenin "görünürdeki itirazlarına ve karşıtlığına" rağmen, Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne seçilmesi veto edilmedi. "Görünürdeki itirazların" Rasmussen'in "kesin kabul"üne dönüşmesinin sebepleri de şöyle açıklandı: Rasmussen özür dileyecek, ROJ Tv'nin kapatılmasını sağlayacaktı. Birincisini belli-belirsiz yaptı, ikincisinde ise televizyonun hesaplarının incelenmesi ve Roj Tv'nin kapatılması için yeni bir yasa hazırlığı içerisinde olunduğunun dile getirilmesi dışında somut bir adım şimdiye kadar atılmamıştır. Böylelikle Türkiye'deki siyasal iradenin olayın ta en başından beri takındığı kararlı (!?) ve sert tutum (!?) sayesinde 2. Pirus Zaferi de bu siyasal iradeyi destekleyen kamuoyu tarafından kazanılmış oluyordu!?

31 Mayıs 2010'a geldiğimizde ise, Türk dış politikası tarihinde aslında büyük bir basiretsizlik, öngörüsüzlük ve ağır bir hezimet örneği olan 3. Pirus Zaferi'ni AKP iktidarı sayesinde yaşamış olduk. Bu zaferde (!?) sivil Türk vatandaşlarına karşı, başka bir devletçe uluslararası sularda silahlı saldırıda bulunuldu ve 9 kişi öldü ve birçoğu da yaralandı, örselendi, korku yaşadı. Uluslararası camia Türkiye'nin tepkisine hak verdi ve üzüntülerini bildirdi. Peki sonra? BM Güvenlik Konseyi "kınama" kararı almadığı halde, Türkiye'deki siyasal irade basın aracılığıyla Pirus Zaferi'nin ilk meyvesini halka açıkladı: BM tarihinde Güvenlik Konseyi ilk kez İsrail'i kınadı, hem de sert bir biçimde! Üstelik Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Psikolojik olarak bu saldırı Türkiye için 9/11 gibidir. Çünkü Türk vatandaşları teröristlerin değil, siyasi liderlerinin açık kararıyla bir maksatla bir devletin saldırısına uğramışlardır."[4] diyerek, söz konusu durumun bir savaş sebebi olduğunu farkında olmadan itiraf etmekte herhangi bir sakınca görmemiştir. Oysa ki, ortada BM'nin bir kınama kararı olmadığı gibi (sadece "olaydan üzüntü duyulduğu" karara yansımıştı), Türkiye'deki siyasal iradenin sonraki adımları da bu olayın "savaş sebebi" ya da "misliyle mukabele" olarak görülmediğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Diğer taraftan, Türk vatandaşlarının ülkeye getirilmesi de ABD'nin aracılığı ve İsrail'e baskısı neticesinde gerçekleşmiştir. Çünkü kendi gücümüz ve varlığımızla "ültimatom" vererek bunu yapamazdık!? Ancak yine de siyasal irade "Türkiye'nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir"[5] söylemini alkışlar arasında deklare ediyordu. Bu da 3. Pirus Zaferi'nin ilk meyvesi olarak algılandı kamuoyu tarafından. Bu arada TBMM'de bir "kınama bildirisi krizi" de yaşandı.[6] Zira, hükümetin olaya karşı tepkisini bir Pirus Zaferi olmaktan çıkarmak isteyen TBMM, hükümetin bu işin peşini siyasi, ekonomik ve askeri olarak bırakmamasını istiyordu. Olayın, zaman içinde uluslararası kamuoyunun baskısı olmadıkça başka meyve vermeyeceğini de bilen AKP Hükümeti, elbette ki bu konuda peşin sözler vermek istemiyordu. Ancak, dışarıda da yüzbinler ve ideolojik taban bu kınama kararını bekliyordu. Nasıl olsa hamasi söylemlerle iş yürüyordu, kim yazılana-çizilene bakardı! Böylelikle bu Pirus Zaferi'nde belki de tek anlamlı olan şey TBMM'nin iradesiyle, yani halkın iradesiyle ortaya çıkmış oldu. Bu olayda ulusal onuru kurtaran tek ve son şey de sadece bu kınama bildirisi oldu. Bunun ötesinde bir beklentiye girmenin saflık olacağı o günden belliydi. Çünkü, Türkiye'deki siyasal iradenin gücü, kararlılığı ve felsefesi bu vizyonu taşıyamayacak kadar ideolojik ve ütopikti. Nitekim, "Mavi Marmara Baskını ve Saldırısı"yla ilgili olarak BM nezdinde kurulan komisyonun hazırladığı ve açıklanan Palmer Raporu karşısında AKP iktidarının "söylem"lerinin "eylem"sel olarak ilişkileri ikinci katiplik düzeyine indirmekten öteye gitmediği, hatta Ortadoğu'yla ilgili gelişmelerde İsrail'e yarayacak adımlar atıldığı bile görüldü. (Olay sonrasında, AKP Hükümeti, Ağustos 2010'da İsrail'in OECD üyeliğini onaylarken, Şubat 2012 itibariyle de Füze Kalkanı Projesi'nin radarlarının Kürecik'e (Malatya) kurulmasının gerçekleşmesini sağlayarak, radar sisteminin tatbikatının ABD-İsrail tarafından yapılmasına ses çıkarmayarak bu sistemin öncelikle İsrail'i korumak amaçlı olduğunu zımnen de olsa teyit etmiştir.) Ancak iç kamuoyunun bu konudaki hassasiyetinden her vesileyle istifade eden iktidar, Sivas'ta "Madımak Otel"inde çıkartılan yangında ölen 35 şair, yazar ve sanatçının davasının zamanaşımına uğramasını "hayırlı olsun"[7] söylemiyle karşılarken; Mavi Marmara gemisinin Sarayburnu'nda demirleyerek her yıl anma etkinliği düzenlenmesinin mihmandarı olabilmektedir. Böylelikle Türkiye'deki siyasal iradenin olayın ta en başından beri takındığı kararlı (!?) ve sert tutum (!?) sayesinde 3. Pirus Zaferi de bu siyasal iradeyi destekleyen kamuoyu tarafından kazanılmış oluyordu!?

Tarihler 22 Haziran 2012'yi gösterdiğinde ise, Ortadoğu'daki yeni düzeninin öncüsü, sözcüsü ve hatta sahibi olduğunu iddia eden AKP Hükümeti[8], daha iki yıl öncesine kadar İsrail'i kıskandırırcasına ortak bakanlar kurulu toplantısı ve ortak askeri tatbikatlar yaptığı ancak şimdi neredeyse düşman ilan ettiği Suriye'nin, keşif uçuşu yapan bir Türk savaş uçağını düşürmesi karşısında yine yüksek perdeden söylemlerle harekete geçti. AKP Hükümeti'nin dış politikada benzeri durumlardaki önceki söylem ve eylemleri hatırlandığında bu olayın da yeni bir Pirus Zaferi olarak iç kamuoyunu yönlendirmekte kullanılacağına hiç şüphe yoktur. İster son bir yıldır iki ülkenin yaşamakta olduğu gerginliğin bir yansıması deyin, ister İsrail'in ya da Rusya'nın işi deyin, ister Ortadoğu'da "kabadayılık" taslamanın bir sonucu deyin, Türk dış politikası Ortadoğu'da yerle yeksan olmuştur bu olayla. İlerleyen zaman diliminde de göreceğimiz gibi, eğer bu olay Batılı devletlerin Suriye'ye bir NATO müdahalesini meşru kılmanın bir aracı olarak kullanılmayacaksa, AKP Hükümeti özür ve tazminat talebiyle bu konunun kapatılması dışında fazlaca bir şey yapmayacak/yapamayacak, ancak olayı iç kamuoyunu yönlendirmede kullanmada herhangi bir beis de görmeyecektir. Zira AKP Hükümeti, Türkiye gerçekte Ortadoğu'nun lideri değilken, gerek hamasi söylemleriyle, gerekse öyleymiş gibi konuşan ve yazanlar sayesinde Türkiye'de milliyetçi ve muhafazakâr kesimleri ikna ederek içerdeki iktidarını mutlaklaştırmaya yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Hakkını teslim etmek gerekirse, dış politikada aslında başarılı olamayan AKP Hükümeti, Goebbels-vari "propaganda" teknikleri ve "algı yönetimi"yle hem içeride hem de dışarıda "başarılı" olduğu izlenimini yaratmaya devam etmektedir. Ancak gerçek şudur ki, Türkiye, sorunlu olduğu devletler karşısında giderek caydırıcılığını ve prestijini yitirmektedir.

2023'ü dahi kendine iktidar hedefi olarak koyan AKP yönetiminin hatalarıyla ilgili yerde ve gökte söylenecek başka söz kaldı mı bilmiyorum ancak ben bunun yerine Epir Kralı Pirus'un sözlerini kendi adıma tekrar ederek yazımı bitirmek istiyorum:

"Tanrım, Türkiye'ye bir daha böyle bir zafer nasip etme!"

 

[1] "Erdoğan: Irak'ta Atılması Gereken Adım Neyse Atılır", 6 Temmuz 2003, Radikal,

[2] TBMM Genel Kurul Tutanağı, 22. Dönem, 2. Yasama Yılı, 92. Birleşim, 25 Mayıs 2004, s. 29,

[3] "Böyle Bir Kalleşliği Kimse Beklemiyordu", HaberTürk, 4 Temmuz 2009,

[4] "BM, İsrail'i Kınadı Soruşturma İstedi", Sabah, 2 Haziran 2010,

[5] "Erdoğan'dan Sert Açıklamalar", TRT, 1 Haziran 2010,

[6] "İsrail'i Kınama Toplantısında Kriz Çıktı", Hürriyet, 2 Haziran 2010,

[7] "Erdoğan: Zamanaşımı Hayırlı Olsun", Birgün, 13 Mart 2012,

[8] "Ortadoğu'da Barış Sürecinin Öncüsü de Sözcüsü de Biziz", Star, 27 Nisan 2012, http://www.stargazete.com/politika/ortadoguda-baris-surecinin-oncusu-de-sozcusu-de-biziz/haber-555139

Doç. Dr. Bülent Şener

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display