Bu sayfayı yazdır

Süleyman Şah'ın Kemikleri Sızladı

Yazan  22 Şubat 2015

Türkiye 11 ay sonra IŞİD'in Talimatının uyguladı. Tam 11 ay önce 22 Mart 2014 tarihinde IŞİD sözcüsü Youtube üzerinden yayınladığı mesajda şöyle demişti: "Süleyman Şah Türbesindeki Türk askerlerine orayı boşaltması için 3 gün süre veriyoruz. Üç gün içinde türbeyi boşaltıp Türk bayrağını indirmedikleri takdirde türbeyi yerle bir edeceğiz.."

Ve nihayet Türkiye, dün gece 2 tank taburu ve 3 mekanize piyade taburu ve istihkam unsurlarında oluşan bir görev kuvveti sınırımızdan yaklaşık 30 km. içeride Suriye'nin Karakozak Köyü yakınındaki Süleyman Şah Türbesini boşaltı. Hatta sadece boşaltmadı, yıktı. Bu operasyonun ne kadar başarılı olduğu anlatılıyor şimdi medyada.

 

Oysa, baraj yapımı nedeniyle yeri değiştirilmiş olsa da Ankara Antlaşması ve Lozan Antlaşması ile Türkiye'ye bırakılmış bir vatan toprağıdır Süleyman Şah Türbesi. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'ın iki muhafızı ile birlikte at üzerinde Fırat Nehri'ni geçerken suya kapılıp öldüğü ve naaşların Halep'in Caber Kalesi'ne gömüldüğü söylenir.  

"...Geldikleri yola gitmediler. Vilayet-i Halep'e geldiler. Caber Kalesi'nin önüne vardılar. Ve Fırat Irmağı önlerine geldi, geçmek istediler. ... Süleyman Şah, dahi atın suya depti, önü yar imiş, at sürçtü. Süleyman Şah suya düştü. Ecel mukaddermiş. Allah'ın rahmetine kavuştu. Sudan çıkardılar, Caber Kalesi'nin önüne defnettiler."  (Aşıkpaşazade ).

Osmanlı öncesi dönemde, Caber Kalesi’ndeki eski türbenin bulunduğu ilk yapının inşasına Halep Emiri Zengi Atabek döneminde başlanmış ve oğlu Nureddin tarafından tamamlanmıştır. Selahaddin Eyyubi döneminde, türbe koruma altına alınmış ancak 1260 yılında Moğollar tarafından yıkılmıştır. Osmanlı döneminde ise, Yavuz Sultan Selim, mezarın bulunduğu alanı ve türbeyi restorasyondan geçirmiştir. 1700 yılında da Rakka Valisi Kadı Hüseyin Paşa, Süleyman Şah’ın mezarına bir türbe inşa etmiştir.

Türbe, Ankara ve Lozan antlaşmalarıyla Türkiye toprağı olarak kabul edildi ve Türkiye'ye bayrak çekme ve muhafız bulundurma hakkı tanındı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu esnasında bile bu toprağı terk etmedi, pazarlık konusu yapmadı. Daha sonra 1968 yılında Suriye, bölgede Tabka Barajı’nın inşa edileceğini gerekçe göstererek Türbe'nin yerinin değiştirilmesini istedi. Türkiye, misilleme olarak Keban Barajının kapaklarını kapattı, uzun bir gerginlikten sonra 1973 yılında Türbeyi dün terk ettiğimiz Halep Karakozak Köyüne taşıdı. Türbe'nin eski yerinde bugün hâlâ bir duba durmaktadır.  

Türkiye, Suriye'nin 1995 senesinde, Teşrin Barajı’nı inşası nedeniyle sular yükselecek Türbeyi yeniden taşıyın talebine, Türbenin tahkim edilmesiyle karşılık verdi. O yıldan bu yıla da Türbe'de her gün barajdaki su seviyesi ölçülür ve aylık raporlar halinde Gnkur. Bşk.lığına rapor edilirdi. Türbe ve Saygı Karakolu 1 astsubay, 20-25 askerle korunur idi. Her ay bir ikmal konvoyu gider, ikmali yapar ve terhisi yaklaşan askerleri değiştirirdi. Geçen sene IŞİD tehdidi sonrasında vatani görevini yapan askerler çekildi, yerine Özel Kuvvetler K.lığına bağlı bir birlik yerleştirildi. İkmal yapılamaz oldu.

  

Kısacası, Türkiye, bugüne dek Süleyman Şah Türbesi konusunda çok hassas bir politika izlemiştir. Dün yapılan operasyonla Türbe bizzat kendi elimizle yıkılmış, yerine Birecik İlçesi Eşmeler Köyünün hemen karşısında, Suriye Eşmesi'nde yani sınırdan taş atsan ulaşacak mesafede bir tarla 3 sıra tel üstüvane ile çevrilerek sözümona Türk toprağı muhafaza edilmiş, bayrak indirilmemiştir. 3 askerle bir uzman çavuşun bayrak direğini üstünde bayrak olduğu şekliyle dikmesi de çok hazin bir görüntü olmuştur. Harekât esnasında şehit düşen askerimizin ruhu şad olsun.

         

Oysa, Türkiye, bir tarafı zaten nehir ve baraj dolayısıyla doğal olarak korunaklı olan Süleyman Şah türbesinde giden 30 km.lik yolu işgal edebilir ve toprağını koruyabilirdi. Bunu bile yapamamış olup da  Türbeyi yıkıp sınırda bir tarlaya bayrak çekmek ancak  kendisini Osmanlı'nın devamı kabul eden AKP Hükümeti ve TSK'nın bugünkü komuta kademesine nasip olabilecek bir başarı(?) hikâyesidir. Allah Türk Milletine bir daha böyle başarılar nasip etmesin.

Mustafa Güler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Uzmanı