PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin bölünüşünü ilan eden kanun

Yazan  29 Haziran 2014

Türkiye 2013 yılı başından itibaren sözde çözüm süreci olarak adlandırılan bir süreç yaşıyor. Türk milleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidar partisinin milletvekilleri ve hatta hükümet üyelerinin bile içeriğini bilmediği çözüm sürecini yasal güvence altına alacak kanun tasarısı 26 Haziran 2014 tarihli Başbakanlık yazısıyla TBMM'ye sevk edildi.

Kanun Tasarısı Üzerine Genel Değerlendirme

Süreçten sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay konuyla ilgili yaptığı açıklamada "artan kamuoyu desteğiyle birlikte sürecin olgunlaştığı safhada bulunuyoruz ve nihai çözüme doğru, kararlı şekilde ilerliyoruz. Bu çerçeve yasa tasarısı tam da bu sırada bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı" diyerek yasa tasarısını niye şimdi hazırladıklarını açıklıyor. Türkiye daha çözüm sürecinin içeriğini bilmezken, kamuoyuna ilk sunulduğunda üç aşamadan (PKK'lıların çekilmesi, silahlara veda, entegrasyon) oluşacağı belirtilen sürecin daha birinci aşamasının tamamlanıp tamamlanmadığı konusunda hükümet, Kandil, İmralı'dan farklı açıklamalar gelirken, sonraki aşamalar önemli değil mühim olan kan akmaması denilerek eleştiriler geçiştirilirken, Başbakan Yardımcısı Atalay'ın açıklamasından anlaşılıyor ki hükümete göre çözüm sürecinde sona gelinmiş. Yasa tasarısının içeriğine bakmadan bile hükümetin açıklamaları ve gerçekteki gelişmeler arasında tam bir çelişki ve tutarsızlık olduğunu görüyoruz. Bu durum tasarının zamanlaması, gerekçeleri, içeriği, samimiyeti hakkındaki şüpheleri artırmaktadır.

Başbakan Yardımcısı Atalay'ın bu tasarıyla ilgili muhtelif zamanlarda yaptığı her açıklamada 19 Mayıs'ta yaptıkları toplantıya sürekli referans vermesi, 19 Mayıs'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına giden yoldaki başlangıç noktası olduğunu hatırlanırsa, son dönemdeki moda tabiriyle "manidar"dır.

Bu yasayla ilgili en başta söylenecek husus, hükümetin kendi inisiyatifiyle anayasa ve yasalara aykırı olarak yanlış denklem ve şartlarla başlattığı bir süreci şimdi devlete mal etmeye, bir gün yasal bir yaptırıma maruz kalınması halinde sorumluluklarını ve muhtemel cezai yaptırımlarını devletin kurumlarına yansıtmayı hedeflediğidir.

Diğer taraftan, sözde çözüm sürecinin başlamasından itibaren Öcalan ve Kandil sürecin TBMM'den geçirilmesi yani yasal güvenceye alınması gerektiğinde ısrar ediyorlardı.  Bu kanun tasarısı hükümetin derin değerlendirmelerinin sonucunda değil, PKK'nın dayatmalarıyla gündeme gelmişti, yani PKK'nın istediği ve hazırladığı bir yasadır. Bunu sağlamak için de Öcalan hükümeti sürekli olarak "bu yaptığımız kanunen suç, hepimiz yargılanacağız" diye adeta korkutuyordu. Zaten ömür boyu hapis cezası almış bir kişi başka bir ceza alsa ne olacaktı ki; ama amaç her zaman olduğu gibi tehdit ve şantaj politikasıyla hükümeti taleplerini kabule zorlamaktı. Ayrıca çözüm süreci altında hükümeti müzakere masasına oturtmuş olan PKK terör örgütü, Türk devletine karşı mücadelesinde ulaşabildiği en yüksek pozisyondayken bunu TBMM'den geçirtebilirse bundan sonra hükümet de değişse, süreç yarıda da kalsa yeni sürece ya da yeni mücadelesine bu pozisyondan (müzakere masasına oturmuş eşit iki taraftan biri) başlamayı garanti altına almış olacaktır.  Bu durum önümüzdeki dönemlerdeki uluslar arası girişimlerde ya da PKK'nın tek taraflı kararlar (müzakerede anlaşamadık biz ayrılıyoruz, kendi bölgemizde kendi yönetimimizi kuracağız gibi) almasında terör örgütüne hayati inisiyatifler verecektir.

Daha haberin duyulduğu ilk andan itibaren kamuoyunda bu yasa tasarısının Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olduğuna ilişkin oluşan genel kanıdır ve gerçekte de öyledir. Basına yansıdığı üzere 2006'dan bu yana hükümetin PKK ile yürüttüğü gizli görüşmeler o tarihten itibaren seçimler öncesinde hep PKK'nın eylemsizlik uygulamasıyla sonuçlanmış, hükümet bunu propaganda amaçlı kullanmış, seçimlerde başarılı çıkınca PKK'nın talepleri birer ikişer demokratikleşme paketleri adı altında uygulamaya sokulmuştu.  Şimdi de benzer ilişki ağı tekrar hayat buluyor. Ama bu sefer hem hükümet hem de PKK, her iki taraf açısından altın vuruş zamanı. PKK Türkiye'de iktidarın muhtemel el değiştirmesinden önce müzakere yapabildiği AKP iktidarı döneminde nihai hedefine (Öcalan'ın özgür kalması, güneydoğuda bağımsız/özerk Kürt yönetimi) ulaşmayı arzu ediyor. AKP hükümeti de Kürt orijinli seçmenin de desteğiyle kendi adayının Cumhurbaşkanı olmasını istiyor. Dolayısıyla her iki tarafta son kozlarını oynuyor. İşte Öcalan'ın taleplerinin hemen uygulamaya sokulması teknik olarak mümkün olmayacağından en azından bu taleplerin sağlanacağının yasal garantiye alınması, bu konuda hükümetin elinin kolunun bağlanmasını en iyi seçenek olarak görülmüştür. Bu yasa tasarısı işte bunu gerçekleştirmektedir. Yani hükümet kendi çıkaracağı yasayla aslında kendini hapisteki bir terör örgütü liderine mahkum etmektedir.

Yasa Tasarısının İçeriği Üzerine Değerlendirme

Yasa tasarısı 5 maddeden oluşmuştur. Şimdi sırasıyla bunları ele alalım. Ama önce şu ilginç saptamayı yapalım. Yasa tasarısının hiçbir yerinde PKK terör örgütünün adı geçmemektedir. Sadece madde 2.(1)(c)'de "silah bırakan örgüt mensupları..."   ifadesi geçmektedir. Metinde örgütle terör kelimeleri yan yana getirilmemiş, PKK'nın adı anılmamış sanki muhatap olunacak yapı terörle ilişkili değildir algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Birinci maddede amaç ve kapsamı açıklanırken terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin usul ve esasları belirlemek olarak ifade edilmiş. Evet, anladık çözüm süreci terörü sona erdirmek ve toplumsal bütünleşme için uygulanacak; ama çözüm süreci ifadesinin altında, içinde ne olduğu yasa tasarısı metninde geçmediği gibi çözüm sürecinin ne olduğunu açıklayacak bir referans da verilmemiş (olmayan bir şeyi ya da sadece Öcalan'ın bildiği bir şeyi yazmak da kolay değil tabii). Yani içi boş istediği şekilde doldurulacak, Öcalan/PKK'dan talepler geldikçe yazılacak bir tanım ve süreç. İşte böyle içi boş hayali bir konuda hükümete ve uygulayıcılara anayasaya aykırı şekilde sınırsız yetki ve dokunulmazlık hakkı verilmesi isteniyor.

İkinci maddede uygulama, izleme ve koordinasyon başlığı altında hükümetin çözüm sürecinde yürüteceği çalışmalar sıralanmış. Normal şartlarda bu maddede belirtilen çalışmalar için hükümetin ayrı bir yetki almasına gerek yok ancak hükümet terör örgütüyle yürütülen ancak kendi kontrolünde olmayan sözde çözüm süreci kapsamında anayasaya ve yasalara aykırı biçimde uygulamalar yapıldığını, tavizler verilebileceğini, bizzat terör suçunun içinde olanlarla işbirliği-müzakere yapıldığını, devlete karşı suç işlemiş kişilere yetki ve pozisyonlar verilebileceğini öngördüğünden (zaten 2013 başından bu yana fiilen yapılıyor) olacak ki bunlardan kaynaklanabilecek yasal yaptırımlardan kurtulmak için yasal ve meşru olmayan yetki ve dokunulmazlık istiyor.  Düşünebiliyor musunuz, son 30 yılda 40.000 kişini hayatına neden olmuş terör örgütünün hapisteki lideri ve Kandil'deki diğer teröristler, şimdi kendi yarattığı sorunun çözümünde sözde iyi niyetli muhataplar olarak TC devletiyle eşit statüde masaya oturabilecek, devlet imkanlarıyla görüşmelere getirilip götürülecekler, korunacaklar, hiçbir şey yapmamışlar gibi el üstünde tutulacak, devletin yönetim ve karar mekanizmalarına girecekler, Türk milleti adına karar verecekler. Hayatın doğal akışına aykırı bu uygulamanın halk tarafından itirazsız kabul edilmesi isteniyor, bunun benimsenmeyeceği bilindiğinden şimdi anayasa ve yasalara aykırı meşru olmayan yasayla zorla uygulanmak isteniyor.

İkinci maddede ifade edilen "silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır" ifadesiyle PKK'lı teröristlere sorgusuz sualsiz, yaptırımsız, 40.000 kişinin hayatının kaybetmesine neden olan suçlar için herhangi bir ceza öngörmeyen bir nevi af uygulamasının hayata geçirileceği kabul ediliyor. Bir nevi af diyorum çünkü PKK af istemiyor (çünkü onlar haklı bir mücadele yaptıklarını af edilecek pişman olunacak bir şey yapmadıklarını iddia ediyorlar, bunu da hükümete kabul ettirmiş gözüküyorlar ilk işaretini de Habur olayında vermişlerdi), onun için zaten bu maddede af kelimesi kullanılmamış. Bu maddeye göre olacak olan şudur; Öcalan/PKK taleplerinin tamamen karşılandığını ve uygulamaya sokulduğunu, anayasa ve yasaların değiştirildiğini görünce biz silah bıraktık deyip hiçbir şey olmamış gibi içimize karışacaklar, yaptıklarıyla övünecekler, siyaset yapacaklar.  Yani inisiyatif onlardadır, sürecinin yürüyüp yürümediğine, bitip bitmediğine, tamamlanıp tamamlanmadığına, silahı bırakıp bırakmadıklarına, ne zaman döneceklerine onlar karar vereceklerdir.

Üçüncü maddede yetki ve sekretarya başlığı altında "çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir" ifadesiyle hükümete sınırsız yetki veriliyor. İkinci maddede belirttiğimiz gibi içi boş, sanal bir çözüm süreci ifadesini bu maddedeki "gerekli kararları almaya yetkilidir" ifadesiyle birlikte düşündüğümüzde hükümet yaptığı her şeyi, aldığı kararları (askerin operasyon yapmasının engellenmesi, askerin bölgeden çekilmesi, Kuzey Kürdistan adının resmileşmesi, PKK asayişlerinin bölgede kontrolü ele almasını, bölgede fiili özerklik uygulamasına göz yumulması ve fırsat buldukça yasal düzenlemelerin yapılması, Öcalan'ın karşı tarafın tek yetkilisi olarak doğrudan basına ve halkla irtibat kurabilmesi, Öcalan'ın önce ev hapsine sonra tamamen özgürlüğüne kavuşturulması, Kandil'in doğrudan hükümetle ve Öcalan'la görüşmesinin sağlanması vs) çözüm süreci içine sokabilir.

 "Gerekli" kelimesi o kadar geniştir ki hele bir de yaptıklarınızdan dolayı cezai sorumluluğunuzun olmayacağını (dördüncü madde) bilirseniz kararlarınızın ve yaptıklarınızın anayasal ve yasal olmasına bakmazsınız. Dördüncü maddede kararlar ve yerine getirilmesi başlığı altında "verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz" ifadesiyle hükümete ve hükümetin kararlarını uygulayanlara tam dokunulmazlık sağlamaktadır.

Hem üçüncü hem de dördüncü maddede verilen sınırsız yetki ve dokunulmazlık/sorumsuzluk TC anayasasının ruhuna ve maddelerine (Başlangıç Kısmı,38.madde, 91.madde) aykırıdır. Çünkü hiç kimse anayasadan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz, işlenen suçlar suçun işlendiği tarihteki yasaya göre cezalandırılır. Bu yasa tasarısının beşinci maddesine göre yasa yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerlidir. Ama hükümet basına da yansıdığı gibi 2006'dan itibaren gizlice, 2009'dan itibaren açılım politikaları kapsamında, 2013 başından itibaren de açıkça sözde çözüm süreci kapsamında PKK terör örgütüyle görüşmektedir, PKK'nın dayatmalarını hayata geçirmektedir. Bunlar mevcut Anayasa ve yasalara göre suçtur ve şimdi çıkarılacak bir kanunla o suçların yok sayılması anayasa ve yasalara göre mümkün değildir. Yasa bu haliyle hükümetin yasal açıdan sorgulanmasını engelleyemeyecek, sadece Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt orijinli seçmenlerden oy alınmasını sağlayabilecektir (bu yasa çıktıktan sonra gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürtlerin AKP adayına oy vereceği nasıl garanti edilecek (belki gizli bir anlaşma imzalanmıştır) soru işareti olarak kalmaktadır). Ama yasa bu haliyle PKK'nın zaferini, kazanımlarını güvence altına alacak dolayısıyla da pratikte sadece ona yarayacaktır.

Genel Gerekçe Metni Üzerine Değerlendirme

Genel gerekçe metni çözüm sürecini öven, hamisi ifadeler içeren, gerçekleri yansıtmayan (toplumda ayrışma-bölünme artmasına aidiyetin arttığından bahsediyor, terör örgütünün süreç boyunca saldırı, adam kaçırma, tehdit, şantaj ve köy korucularını şehit etme olaylarına rağmen 19 aydır hiçbir terör olayının olmadığı ifade ediliyor) ifadelerle doludur.

Bu yasa tasarısının Öcalan'ın dayatması olduğunu, PKK'nın talebi olduğunu gösteren en önemli kanıt da bu gerekçe metninde yer alan ve Öcalan'ın söylediği "çözüm süreci çok boyutlu ve değişik aşamalar içeren dinamik bir süreçtir" ifadesinin tam olarak metne dahil edilmesidir. Çünkü hükümet bu söze dayanarak yeni durumlarda yeni adımlar atmak gerekir bu yasa da şu aşamada gereklidir savıyla bu yasayı gündeme getirmişlerdir.

Ama gerekçe metninde yer alan "bir hukuk devletinde çözüm süreci çerçevesinde görevin ifası niteliği taşıyan faaliyetler nedeniyle kişilerin hukuki, cezai ve idari yönlerden sorumlu tutulma tehdidi altında kalmaları da kabul edilemez"  ifadesi tam bir hukuk garabetidir. Hiç bir suç cezasız kalamaz. Hem hukuk devletinden bahsedeceksiniz, hem de kurum ve kişilere karar ve uygulamalarından kaynaklanan hata ve suçlara karşı hiçbir hukuki ve cezai sorumluluk verilmeyeceğini aynı cümlede yazabileceksiniz.

Yine aynı metinde "dünyadaki benzer süreçler incelendiğinde sorunun niteliğinden ve ülkelerin kendi özgün şartlarından kaynaklanan farklı fiili ve yasal uygulamaların söz konusu olduğu dikkat çekmektedir" ifadesi aslında bugüne kadar söylenenlerin ve yapıların yanlış olduğunun ifadesidir. Çünkü PKK ile görüşülmesini, müzakere edilmesini savununlar, destekleyenler hep İRA, ETA, Mandela örneğini vermişler, bizim de onların metodunu izlememiz gerektiğini dayatmışlar ve sonunda uygulatmışlarıdır. Şimdi gerekçe metninde sanki hükümet farklı bir yöntem izliyormuş, bu yasa onu sağlayacaktır demek abesle iştigaldir.

Yasa Tasarısına Tepkiler

Hükümet çok iyi bir şey yaptığını düşünmektedir. Tek muhatapları Öcalan ise bunu tarihi bir gelişme olarak nitelemiş ve kendisinin tarih yazdığını ima etmiş, her zaman olduğu gibi en büyük payeyi kendine vermiştir. Öcalan ve hükümet baştan bu yana CHP'yi bu sürece angaje etmeye çalışmıştı. CHP verdiği tepkiyle bu sürece artık dahil olmuştur. Aslında CHP'de bu konuda tek belirleyici olan milletvekili Sezgin Tanrıkulu ilk açıklamalarında neredeyse AKP milletvekillerinden bile daha fazla tasarıya destek (hukuki, ,idari, adli, cezai sorumsuzluk verilmesi uygun değildir görüşüyle) vermiştir. CHP genel başkanı da aynı görüşü dillendirmiştir. TBMM'de bu husus biraz yumuşatılıp örneğin hukuki-idari-adli soruşturma açmaya izin yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir ve CHP'nin yasaya oy vermesi sağlanabilir. Böylece hükümet Türkiye'nin bekasını tehdit eden sürecin uygulanması konusunda siyaseten daha güçlü hale gelebilir. Evet bu madde önemlidir; ama tasarının ikinci maddesinin hükümete sınırsız yetki veren hükümlerinin anayasaya aykırılığı ortadan kaldırmıyor.

Sonuç Olarak;

Hükümet altını, içini dolduramadığı çözüm sürecini yasal zemine oturtmak maksadıyla bir yasa tasarısını TBMM'ye sevk etmiştir. Bu yasa tasarısındaki iki maddeyle hükümet sınırsız yetki ve dokunulmazlık istemektedir. Ucu açık ifadeler içeren, yetki ve sorumsuzluk açısından sınır tanımayan, uygulama ve kullanma açısından zaman sınırlaması koymayan bu tasarı anayasa ve yasalara aykırıdır.

Hükümet çözüm sürecinin ne olduğunu açıklayamamaktadır. Çünkü Türkiye'nin bekasını tehdit eden hususlar içeren, ne zaman ve nasıl ilerleyeceğini sadece Öcalan'ın bildiği sözde çözüm sürecini Türk milletine açıklamak ve ikna etmek kolay değildir. Çünkü süreç hükümetin ya da zaman zaman Öcalan'ın kamuoyuna açıkladığı içerikte değil kamuoyuna sızdırılan Oslo ve İmralı görüşme tutanaklarındaki esaslar ve mutabakatlara göre yürümektir. İşte bu yasa tasarısı bu sızdırılan tutanaklarda bahsedilenleri yasal güvenceye alacak bir metindir.

Bu yasa tasarısının mantığı yeni MİT kanunundan farklı değildir. MİT kanunu MİT personeline sınırsız yetki ve sorumsuzluk, dokunulmazlık verirken, yeni tasarı hükümet üyelerini ve çözüm sürecinde görev alanlara ve tabii ki MİT personeline ikinci kat yetki, sorumsuzluk, dokunulmazlık sağlayacaktır. Tabi hükümete "gerekli" gördüğü kararları alma ve uygulama yetkisi vermekte, bunların anayasa ve yasalara aykırılığı durumunda suçlanma kaygısı olmayacak. Belki uzun vadede bunlardan da önemlisi bu yasa tasarısı bu haliyle geçerse PKK tarihinin en düzey kazanımlar seviyesine ulaşmış olacak, bir devletle müzakere yapan eşit taraf statüsü kazanacak, herhangi bir şekilde bu süreç aksar, yarım kalırsa bu statüden yeni mücadelesine başlayacak, daha alt seviyeye geri dönüşü olmayacaktır.

Çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte hükümetin askerin operasyon yetkisini almasıyla en zor durumdayken bile alanda askere karşı üstün pozisyona geçen, askeri bertaraf eden PKK bu yasayla siyasi alanda da zaferini ilan etmiş olacaktır. Sızdırılan zabıtlarda Öcalan'ın dediği  "bu süreç sonunda hepimiz özgür olacağız" sözü gerçekleşmiş olacak, çünkü bu yasa Öcalan'ın özgürlük kapısını açmaktadır. Ayrıca bugün fiilen PKK'lı teröristlere terk edilmiş bölgede Kuzey Kürdistan adıyla ayrı bir bölge olduğu kabul edilmiş olacaktır. Bütün bu gelişmelerden sonra Türkiye'nin bölündüğü gerçeği de ortaya çıkmış olacaktır.  

19 Mayıs 1919 Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık yolculuğunun başladığı gündür. Türk milleti açısından anlamlı bir gündür. Ümit ederim başka bir 19 Mayıs günü hükümetin ilk toplantısını yaptığı toplantıyla gündeme gelen bu yasa tasarısının yasalaşıp Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmesinin önünü açması gerçekleşmez.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display