Gayrinizami Harbin Doğası ve Karakteri Üzerine Düşünceler

Yazan  12 Ocak 2016

Harbin doğası ile karakteri, bu konuyla yakinen ilgilenen entelektüellerin bile sıklıkla karıştırdıkları bir konudur. Harbin karakterinden bahsedilirken doğasıyla ilgili, doğası söz konusu olduğunda ise karakter özelliklerinin dile getirilmesi galatımeşhurdur. Mücadelede karşılaşılması muhtemel bütün stratejik sorunların en önemlisi ve önceliklisi bu konuyu anlamaktır. Çünkü stratejik planlamanın temelinin atıldığı yer burasıdır. Bu konuyla ilgili harp tarihindeki nizami, gayrinizami veya bugünlerin moda tabiriyle ifade edilen melez ( hibrid ) mücadele yöntemleri incelendiğinde ‘ harbin doğası ve karakterini ’ anlamanın ne kadar önemli, vazgeçilmez ve başarı/başarısızlık için odak noktası olduğu apaçık bir şekilde görülmektedir.

Harplerin yöntemi, seviyesi ve biçimi ne olursa olsun ‘ doğasının sabit, karakterinin ise değişken ’ olduğudur. Bu önermenin gayrinizami harbi de kapsadığını ve kendisine özgü bir doğasının olmadığını akıllıca görmek gerekir. Ancak değişken olan karakterini anlamak da, o kadar kolay değildir. İşin kolayına kaçarak, stratejik sorunların en çetrefillisine basit çözümler bulmaya çalışanların ise, genellikle yanıldıkları da bilinen bir husustur.

Harbin Değişmeyen Doğası

İnsanın doğasından kaynaklanan özelliklerin kümülatif değeri harbin doğasını oluşturmaktadır. İnsan doğası ile ilgili görüşler ve bunlara yönelik eleştiriler çok yönlüdür. Amaç, bunları irdelemek değildir. Vurgulanmak istenen, insanda varoluştan gelen özelliklerle sonradan kültür vasıtasıyla yüklenenlerin oluşturduğu yapının, hem savaşın doğasını hem de milletlerin kendilerine özgü mücadele yöntemlerini büyük ölçüde etkilediği gerçeğidir.

Savaşın doğası ve karakteri üzerinde düşünenlerin veya alternatif görüşler oluşturmaya çalışanların, öncelikle strateji dünyasının önde gelen üç klasiğini incelemeleri mutlak bir zarurettir. Bunlar hiç şüphesiz ki, Thukydides’in ‘ Peloponnessos Savaşları ’, Sun Tzu’nun ‘ Savaş Sanatı ’, Clausewitz’in ‘ Savaş Üzerine ’ adlı başyapıtlardır. Ancak, savaşın doğasını ve bünyesindeki karşılıklı etkileri ayrı bir başlık halinde, başarılı bir şekilde inceleyen ve bugün de büyük ölçüde kabul gören Clausewitz’dir. Modern stratejinin babası sayılan Prusyalının, bu konudaki teorilerinin fikri tohumlarının yeşerdiği toprağın Sun Tzu ve Thukydides’den beslendiğini görmek ve anlamak gerekir. Birkaç önemli nokta vurgulanarak, konu açıklanabilir:

► “ Üç karşılıklı etkide [1] : Mücadele eden güçlerin aşırı derecede kuvvet kullandığı, nihai amacın düşmanı silahtan arındırmak olduğu ve bu iki konunun doğal neticesinde kuvvetlerin aşırı gayretine dikkat çekerek analiz eder.

“ Harbin üç temel eğilimi ”[2] nde ise, savaşın ileri düzeylerde anlaşılmasının ne kadar zor ve karmaşık olduğunun farkına vararak, bu durumu üç temel eğilime indirgeyerek açıklamaya çalışır. “ Harp, her somut durumda tabiatını biraz değiştirdiği için sadece gerçek bir bukalemun değildir; aynı zamanda genel görünüşe göre de belirgin eğilimleri bulunan üç yanlı şaşırtıcı bir olaydır: Bir yanda tabiatının özünü teşkil eden şiddet, doğal ve kör bir içgüdü sayılması gereken kin ve nefret; öte yanda harbi, bağımsız bir ruhsal faaliyet hâline getiren ihtimal hesapları ve tesadüfler; son olarak da harbi tamamen akla bağlayan politik araç niteliği. ” [3] Bu üç eğilim son derece önemlidir ve her biri genel olarak toplumdaki üç görüşten biriyle uyum sağlar.[4]Bu üç yandan birincisi daha çok ulusu, ikincisi daha çok komutanı ve ordusunu, üçüncüsü ise daha çok hükûmeti ilgilendirir. Harpte kışkırtılıp alevlendirilecek olan ihtirasların halkta zaten mevcut olması gerekir. Tesadüfi olasılıklarda cesaret ve yeteneğin oynayacağı rolün büyüklüğü, küçüklüğü komutanın ve ordunun ayırıcı özelliklerine bağlıdır; fakat politik amaçlar sadece hükûmeti ilgilendirir. ”[5]

“ Korku, onur ve çıkar ”[6] üçayağı üzerinde, Thukydides’in tespit ve değerlendirmeleri, mücadelenin doğasını anlamada bireysel boyuttan topluma, devletten ittifaklara kadar yeni pencereler ve ufuklar açacak entelektüel bir hazinedir.

Tüm bu ifadeler, farklı yorum ve kıymetlendirmelere muhtaç olmakla birlikte, bugünkü harplerin doğası ve karakterini anlamada önemli bir projeksiyon tutmaya ve ciltler dolusu esere ilham vermeye devam etmektedir. Burada üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken ana eksen; harbin seviyesi, yöntemi ve nesli ne olursa olsun, mücadele eden güçlerin doğasından kaynaklanan, özellikle de korkudan neşet eden bir aşırı kuvvet kullanma eğilimi mevcuttur. Yine benzer saiklerle, mücadele büyük ölçüde çıkara dayalı olarak yürütülür, diğer nedenler sadece sudan bahanelerdir. Mücadele, onu yürüten insanların ruh ve duygu kuvvetinin özelliklerinden ayrı düşünülemez ve değerlendirilemez. Harp ve barış ayrımı gözetmeksizin, insanların kin ve nefrete dayalı her türlü aşırılıklarında doğalarından kaynaklanan özellikler ve içinde bulundukları toplumun kültürel yapısı son derece belirleyicidir. Son olarak da, mücadelede ulus-ordu-hükûmet üçgeninde sağlıklı ve uyumlu bir denge kurulmadıkça başarıya ulaşılamayacağı, verimliliğin sağlanamayacağı ve kuvvetlerin aşırı gayreti neticesinde kısırdöngüye mahkûm olunacağı rahatlıkla ifade edilebilir.

Gayrinizami Harbin Doğası Farklı mı?

Gayrinizami harbin kendine özgü bir doğası yoktur.[7] Şimdiye kadar izah edilmeğe çalışılan genel harbin doğasına tabidir ve ondan da bir farklılığı yoktur. Gayrinizami harbi nizamisinden farklılaştıran karakterindeki yapıdır. Gayrinizami harbin politik ağırlığının yüksekliği, harp ve barış arasındaki çizgilerin keskin olmaması, halkın desteğine olan vazgeçilmez ihtiyaç ve teknolojiye olan yaşamsal bağımlılık gibi hususlar tamamen karakter özellikleri bağlamında değerlendirilmelidir. Gayrinizami harbin klasik mecrasından çıkarılarak, terörizmin bir yöntem olarak dolaylı/dolaysız kabul gördüğü farklı bir anlayışa evrilmesini de aynı bakış açısı ile okumak gerekir.

Harbin Değişen Karakteri ve Gayrinizami Harp

Tarihin kaydettiği savaşların her birisi birbirinden hem muhteva hem de mahiyeti itibarıyla farklıdır. Hiçbir harp bir öncekine tıpatıp benzemez, karakterlerinde nüanslar mutlaka olmuştur, bundan sonrada olmaya devam edecektir. Bu mücadele açısından ontolojik bir tezdir. Var olan her şey hem karakterinde hem de doğasında temellenmiştir. Ama buradaki en etkileyici faaliyet nihayetinde epistemolojiktir, çünkü ontolojik tez bilimin başarılarından destek almalıdır.[8] Ancak bunun insan zihnindeki yeri oldukça zayıftır. Dolayısıyla bunun öngörüyü ve iradeyi etkileme gücü de sınırlı kalmaktadır. Harp tarihinde çağlar boyu süregelen bu yetersizlik ve başarısızlık, medeniyet farkı gözetmeksizin, felaketlerin temel nedenlerinden birisi, belki de en önemlisi olmaya devam etmektedir. İnsanların, özellikle de stratejik karar makamında olan liderlerin durup dururken at gözlüklerinden kurtulup da öngörü, akıl ve bilimin ışığında harekete geçmeleri elbette beklenemez. Bu bir kültür ve devletlerin teşkilatlanma sorunudur. Köklü kültür ve onun bir fonksiyonu olan kurumların temel amacı, mücadelenin ihtiyaç duyduğu bahse konu eksikliği gidermek ve yeterli ön alıcı tedbirleri zamanında almak olmalıdır. Bu stratejik adımı atamayan hükûmet ve/veya ilgili teşkilatlar/karargâhlar, ya bir önceki harbin karakterine göre ya da bir sonraki harbin karakterini doğru okuyamamaktan kaynaklı yetersiz güç geliştirmişler ve de sevk etmişlerdir.

Güçten murat edilen sadece askerî olan değil, millî güç unsurlarının tamamı ve sinerji oluşturacak olan orkestrasyonudur. Bu açık önerme zafer veya hezimet kapılarının anahtarıdır. Teorinin temelleri buradan yükselir. Sağlam ve güçlü temellere dayanmayan ve harbin karakterindeki sürekli değişime ayak uyduramayan teşkilatlarla siyasi hedeflere ulaşmak mümkün değildir. Harbin karakteri ile uyumlu güç geliştirme basit bir olay gibi görülmemelidir. Bu meselede öncelikle sorunları kavrayış ve çözüm yollarının analizi vardır ki meşakkatli ve netameli bir sürecin maharetle idaresini gerektirir. Yakın ve uzak tarihte, bu anlamda atılan yanlış adımların sonradan alınan önlemlerle düzeltilemediği ve büyük kayıplarla neticelendiği hususundaki örnekler ne yazık ki oldukça çoktur.

Şimdiye kadar harbin karakteriyle ilgili yapılan tespitler gayrinizami harp için de geçerlidir. Bu makalenin sınırlı hacmi içerisinde gayrinizami harbin tarihsel gelişimi incelenmeyecektir. Nizami harp var olduğundan beri gayrinizamisi de onunla beraber karakter değiştirme sürecini yaşamıştır. Ancak pek tabidir ki, muhteva ve mahiyet birbirinden oldukça farklıdır. Harpleri, temel niteliklerindeki farklılıklara göre tasnif ederek, nesiller bağlamında değerlendiren bakış açısıyla gayrinizami savaşa bakmak mümkündür:

Birinci nesil savaş, Birinci Dünya Savaşı öncesi savaş türünü ortaya koyar. Bu nesil savaşın ana niteliği hiza ve istikamet temelli, tek namlulu yivsiz silahın teknolojide etkin olduğu, piyade ağırlıklı ve nizami bir savaş türüdür. Bu neslin gayrinizamisi, nizami savaşa tabi ve de onun kontrolünde küçük bir savaştır. Büyük nizami birliklerin imha stratejisini destekleyen sınırlı bir yıpratma stratejisiyle klasik mecrasında hareket eder.

İkinci nesil savaş, tarihsel temsil odağı itibarıyla Birinci Dünya Savaşı’dır. Ayırt edici niteliği ise ateşin ve ateş destek sistemlerinin yoğun olarak kullanılmasıdır. Bu neslin gayrinizamisinde ise, kitle halinde karşılık verme siyaset ve stratejisinin benimsenmesi nedeniyle gerilla ve yıkıcı savaş hareketlerinin gelişme oranı kuvvetlenmiş olmakla beraber gene de klasik mecrasında akmaya devam eder.[9] Mecrasından çıktığı istisnai bir yer vardır ki o da Birinci Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin Türkiye’ye karşı yürüttükleri seferin bir parçası olarak Arapların Türklere karşı ayaklanması sırasında Lawrence’ın önderliğindeki etkili ve sonuçları Türk milleti için felaket olarak nitelenebilen girişimlerdir.[10] Ne yazık ki, Lawrence gerilla harbinin ilk modern nazariyecisi[11] ve de önemli bir pratisyenidir.

Üçüncü nesil savaş, tarihsel temsil odağı itibarıyla İkinci Dünya Savaşı’dır. Hızın ateş gücünün önüne geçtiği, düşmana yaklaşarak onu yok etmek yerine onu atlama ve mücadele güçlerini çökertme taktiklerinin öne çıktığı bir savaştır. Bu neslin gayrinizamisinde ise, Avrupa’nın hemen hemen işgal gören her memleketinde uygulanarak evrensel bir mahiyet kazanma, boyutların her alanda genişleyerek nizami harplerin sonucunu belirleme vardır.[12] Liddell Hart, Lawrence’nin Churchill üzerinde yapmış olduğu derin etkinin bir sonucu olarak, II’nci Dünya Savaşı’ndaki gerilla harbinin, Churchill’in savaş politikasının bir parçası olduğu kanaatindedir.[13] Virgin Ney’in yorumu daha çarpıcıdır: “ İkinci Dünya Savaşı esnasında Batı Cephesi’nde gerilla savaşı, nizami harple eşit derecede önemli rol oynadı. Bununla beraber gerilla savaşının nizami harple birlikte tam gücünden istifade edilmesini engelleyen bir anlayışsızlık ve takdir etmeme durumu mevcuttu, Rusların aksine Batılı kuvvetler gerilla savaşını stratejilerine dâhil etmenin değerini kavrayamadılar. ”

Dördüncü nesil savaş, temel özelliği soğuk savaş döneminde kullanılmaya başlanması ve özde süper güçlerin kendi iktidar alanlarını korumak adına örgütlenmiş olmalarıdır. Bu nesil savaşın belirgin karakteristiği soğuk savaş sonrası klasik ve konvansiyonel mücadele anlayışının rafa kaldırılmasıdır. Bu yönüyle ne siyaset ve savaş, ne sivil ve asker, ne savaş alanı ve güvenlik alanı, ne de savaş ve barış arasındaki sınır çizgisi net bir çizgidir. Söz konusu durumlar arasında net sınırlar değil, geçişken alanlar vardır. Artık neyin savaş neyin siyaset, kimin sivil kimin asker, nerenin savaş nerenin güvenlik alanı, hangi durumun savaş hangi durumun barış olduğu hakkında katı görüşler vazedilemez.[14] Bu neslin gayrinizamisi yoktur, çünkü kendisi gayrinizamidir ve de Mao’nun temel stratejisi üzerine inşa edilmiştir. Bu dönemde, klasik gerilla harbi büyük ölçüde mecrasını terk ederek adeta baş edilemez taşkın sellere dönüşmüştür. Şimdiye kadar nesiller bağlamında büyük/konvansiyonel harbe tabi küçük bir harp iken, soğuk savaş döneminden sonra karakterinde anlamlı bir değişim ve dönüşüme giderek büyük harbin yerini almıştır. Artık konvansiyonel harpler gayrinizami harp ve onun etkili bir enstrümanı olan gerilla harplerinin tesir ve kontrolündedir. Gerilla harpleri de, güçsüzlerin güçlüye karşı mücadelesinde başvurulan temel bir yöntem olmaktan çıkarak, farklı bir alana evrilmiştir. Özellikle, Birinci Körfez Harekâtı’ndan ( 1991 ) beridir, gerilla harpleri ve onun farklı metotları güçlülerin de öncelikle müracaat ettikleri bir araç haline gelmiştir. Aynı zamanda, mücadelede rol üstlenen hem devletler hem de devlet dışı aktörler terörizmi de gerilla harbinin bir yöntemi olarak kullanmaya başlamışlardır.

Lawrence’den Öcalan’a Terörize Edilmiş Gerilla Harbi ve Türkiye

Gerilla harbinin ilk modern nazariyecisi olan Lawrence, bu harbin temel stratejik prensiplerine, hem teoride hem de pratikte taarruzi bir anlam ve ruh yüklemiştir. Lawrence’in Orta Doğu ve Orta Asya’daki faaliyetleri gerilla harbinin değişen karakteri kapsamında maalesef değerlendirilememiştir. Türk düşünce ve strateji dünyası, kendi hayatına kasteden bu olaylar manzumesini magazinleştirmeye bile yeterli alakayı gösterememiştir. Oysaki hem teoride hem de pratikte alınması gereken ibretlik derslerle dolu ve Türkler için son derece maliyetli bu değişim döneminden ( 20’nci yüzyılın ilk çeyreği ) istifade edilememiştir. Eğer ki edilmiş olsaydı, aynı yüzyılın ikinci yarısından itibaren başına musallat edilen terörize edilmiş gerilla harbini anlamakta bu kadar geç kalmaz idi. Hiç şüphesiz ki PKK bir terör örgütüdür ve de küresel gerilla harbini yürütenlerin bir aracıdır. Kurulduğu günden beri, yürüttüğü terör eylemlerinin gerisindeki gücü bu bağlamda okumak gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nda seferin bir parçası olarak Lawrence ile yürürlüğe konulanlar, bugün elebaşı Öcalan ve onun siyasi türevleri vasıtasıyla gündemdedir.

Bugün küresel gerilla harbinin en etkili, kolay ve ekonomik enstrümanı terör ve terörizmdir. Terörizm, gerilla birlikleri oluşturamayacak kadar küçük ve zayıfların işi olmaktan çıkmıştır. Klasik gerilla harbinin, terörizmi öncelikli bir metot olarak kabul etmesi sonucunda farklı bir yöne kayarak, postmodern bir hüviyete kavuşması olarak görmek ve anlamak gerekir. Yıllarca PKK terör örgütünün eylemlerini üç-beş çapulcunun işi olarak gören ve basite indirgeyen zihniyetin sığlığı ve zayıflığı entelektüel fakirlikten kaynaklanmaktadır. Terör ve terörizmin doğası ve karakterindeki değişimi anlayamayanlar veya anlamak istemeyenler, dönemsel olaylar ve tedbirlerle sorunları çözebileceklerini zannetmişlerdir. Çünkü işin kolayına kaçmayı en kestirme yol alarak görmüşlerdir. Ancak bu yolun bir çıkmaz sokak olduğu, geç de olsa görülmüş olmalıdır. 2009’dan beri, çeşitli sıfat ve adlarla tanımlanan ve yürütülen “ çözüm süreci ” nın gene fiyaskoyla sonuçlanmasının ana nedeni; ne PKK’nın verdiği sözleri tutmaması ne herhangi bir üst akıl ne de bir başka şeydir. Temel problem, mücadelenin doğasını ve karakterini anlamamaktan kaynaklanan günlük politikalarla mütemadiyen kalıcı ve parlak sonuçlar gözleme kolaycılığıdır. Bu sorun ne yazık ki bugün de devam etmektedir.

Bu süreç başladığında, 2009’da yayımlanan “ 21.Yüzyıl’da Savaş ” adlı çalışmada; gayrinizami unsurların kırsala ve şehre yönelik karakteristiği incelenerek, önümüzdeki dönemde her iki yapının etkileşiminin şehirler yönünde önem kazanacağı ifade edilmeğe çalışılmıştır.[15] Özellikle, 21 Mart 2013’den beri çözüm süreci kılıfı altında terör örgütünün şehirlerde örgütlenmesini KCK yapılanmasıyla güçlendirerek, eylemlerini bu alana taşımaları son derece vahim bir durumdur. Eğer ki 2009 ve öncesinde yapılan çalışmalarla mutasavver mücadelenin karakteristiği bu anlamda doğru okunabilseydi, PKK terör örgütünün bu alana açılma dinamiği öngörülebilirdi. Bu tehlike görülemedi ve terör örgütünün şehirlerde eylem ve egemenlik alanı açılması girişimine karşı tedbirler zamanında ve yerinde alınamadı. Terör örgütünün bu yapılanması tamamen etkisiz hale getirilse bile bunu bir kazanç olarak görmemek gerekir. Çünkü mücadele farklı bir karaktere bürünerek Türkiye için yeni başlamıştır, kısa vadede çözümlenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Uzun vadeli ve çok meşakkatli bir yol ayrımında olunduğunu görmek ve anlamak gerekir.

Son Sözler

Mücadele teorisinin istinat noktası harbin doğası ve karakteridir. Onunla çelişkiye düşmeyecek ve onun ruhuna uygun kurallar koyma meselesi öncelikle politikanın sorumluluğundadır. Sonraki adımda, başta askerî güç olmak üzere millî güç unsurlarının topyekûn seferberliği ve akıllıca kullanılması esastır. Bu stratejik hamleyi yapmadan kazanmış olsanız bile, yenilgi virüsünün bünyede var olduğunu, çoğalmalarını sağlayacak ve canlı hücreleri enfekte edebilecek uygun ortamın kendiniz tarafından hazır edildiğini unutmamak gerekir. Millî bünyeyi enfeksiyonlara karşı korumanın en etkili yolu, üzerinde ulusal fikir birliği oluşmuş bir stratejinin yörüngesinde, yeni nesil harplere önceden hazırlık yapmaktır.       

 


[1]Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, Cilt I, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1984, s. 21-4.

[2] age., Cilt I, S. 37.

[3] age.

[4] Michael I. Handel, Savaşın Ustaları: Klasik Stratejiler, çev. Berna Kara, Doruk Yayınları, İstanbul, 2004, s.136.

[5] Carl von Clausewitz, Cilt I, s. 37.

[6] Thukydides, Peloponnessos Savaşları, çev. Furkan Akderin, Belge Yayınları, İstanbul, 2010.

[7] Colin S. Gray, Irregular Warfare, One Nature, Many Characters, Strategic Studıes Quarterly, Winter 2007, s. 39. ( http://www.au.af.mil/au/ssq/2007/Winter/Winter07.pdf, Erişim Tarihi: 26 Aralık 2015 )

[8] Charles Taylor, Seküler Çağ, çev. Dost Körpe, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s. 338-9, 673.

[9] B. H. Liddell Hart, Strateji-Dolaylı Tutum, çev. Cemal Erginsoy, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s. 281-8.

[10] T. E. Lawrence, Bilgeliğin Yedi Sütunu, çev. Bilal Çölgeçen, Chiviyazıları, İstanbul, I, II ve III’ünçü cilt.

[11] Charles W. Thayer, Guerilla, New York, Harper and Row, 1963, s. 13.

[12] Ergüder Toptaş, Gerilla-Kontrgerilla Savaşı, Kripto Yayınları, Ankara, 2015. S. 208.

[13] B. H. Liddell Hart, s. 281-2.

[14]Ergüder Toptaş, 21. Yüz Yılda Savaş-Yeni Bir Mücadele Felsefesine Doğru Harp ve Stratejiyi Yeniden Düşünmek, Kripto Yayınları, Ankara, 2009, s. 96-107.

[15] age., s. 209.

 Ergüder Toptaş

1960 yılında Sarıkamış’ta doğmuştur. 1977 yılında Işıklar Askerî Lisesinden, 1981 yılında Kara Harp Okulundan mezun olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birlik ve kurumlarında görev yapmıştır. 1988-1990 yılları arasında Kara Harp Akademisi, 1997 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi, 2006 yılında ise Millî Güvenlik Akademisi eğitim ve öğretimini takip etmiştir. (E)Tümgeneral Toptaş’ın strateji, jeopolitik, harp ve mücadele konularında yayınlanmış üç kitabı ile birçok makalesi bulunmaktadır.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display