Bu sayfayı yazdır

DENİZLERİMİZE NE KADAR HÂKİMİZ?

Yazan  25 Mart 2019

Türkiye 2018 yılı dış ticaretinin % 89’nu deniz yoluyla, ihracatının %39,2’sini, ithalatının %28,8’ini Akdeniz, ihracatının %20’sini ve ithalatının %18’inin Adalar Denizi (Ege Denizi) yoluyla  gerçekleştirdiği, 1980 yılında 22,9 milyon ton olan deniz dış ticaret yükünün 2016’da 311,6 milyon tona yükseldiği, yılda yaklaşık 40.000 geminin İstanbul Boğazı’ndan geçtiği, Akdeniz’de her gün 4.000 adet geminin dolaştığı ve deniz ticaretinin %30’unun bu denizden yapıldığı denizlerimizle acaba ne kadar ilgiliyiz?

Bu denizlerin jeolojik, tarihi, iktisadi, hukuki durumlarıyla ilgili olarak Türk toplumu ne kadar ilgilidir, bilgilidir? Bırakın toplumu Türkiye’ye yön veren siyasetçilerin ilgi ve bilgisi nedir? Değerli bilim insanlarının yazdıkları, çizdikleri acaba ne kadar takip edilmektedir? Milli değerlerin hafife alındığı bir ortamda milli uyanış, silkiniş nasıl gerçekleşecektir? Su uyur düşman uyumaz atasözü ne kadar çok şey anlatıyor değil mi?

ADALAR DENÄ°ZÄ°

Adalar Denizi’nde sağ tarafta bulunan bir haritanın önünüze konmasını ister misiniz? Bu harita Adalar Denizi’ni bir Yunan Gölü haline getirir mi? Siyasi ve askeri açıdan Türkiye’yi çok rahatsız eder mi? TSK Adalar Denizi’nde tatbikat yapabilir mi? Türk ticaret gemileri dünyaya açılabilirler mi? Yunanistan bir adım öteye gidip sahil şehirlerimizi de ister mi?Ne yazık ki, bu harita hukuken olmasa bile bugün için fiili bir durum olarak karşımızda durmaktadır.

(Harita-1)

Bazı konular vardır ki, okuduğunuzda ya da o konu hakkında birkaç satır yazmak istediğinizde içinizden bir şeylerin koptuğunu, sarsıldığınızı hissedersiniz. İşte kadim topraklar ve denizlerimiz için durum aynen böyledir. Atalarımızın bize miras olarak bıraktığı bu vatan parçaları şimdilerde bırakın bize ait olmayı, komşularımızın da ötesinde uluslararası aktörlerin cirit attığı bir hale gelmiş bulunmaktadır. İstanbul’un fethi ile birlikte Adalar Denizi’nde başlayan Türk Harekâtı, Kanuni zamanında devam ediyor, Rodos’un alınmasıyla da Adalar Denizi Türk hâkimiyetine giriyor, İnebahtı’da sakalı kesilen Osmanlı Kıbrıs’ta haçlıların kolunu kesiyordu. Rodos, Preveze, Cerbe, Girit deniz savaşları sonrası Akdeniz bir Türk Gölü haline geliyorve Çanakkale ise geçilmez ifadesiyle Türk’lerin dünya tarihindeki yerlerinin sarsılmaz olduğu vurgulanıyordu. Gücünü her geçen gün kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması için her türlü desiseyi yapan batı (bugün de aynen devam etmektedir) 1912’de Uşi Antlaşmasıyla Rodos ve 12 Adayı İtalyan’lara teslim ediyor,1914’de 12 Ada İtalyan’lara, İmroz, Bozcaada hariç tüm adalar Yunanistan’a bırakılıyordu. Dört yüzyıldan fazla bir süre Türk hâkimiyetinde kalan bu adalar böylece kaybediliyordu.1923 Lozan Antlaşması’nın 12. Maddesi gereğince de adalar tamamen Yunanistan’a ve İtalyan’lara terk ediliyordu.‘’Lozan Antlaşması Madde 12. İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya'nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.’’10 Şubat 1947’de ise 12 Adalar silahsızlanma şartıyla Yunanistan’a bırakılıyordu.12.maddede dikkat edilmesi gereken en önemli nokta 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nda Girit Adası’nın dörtte birinin Yunanistan’a bırakıldığı yazıldığı ifade edilmektedir. Peki, bu hüküm niçin uygulanmamıştır? Böylece Adalar Denizi’ndeki mesele batının istediği şekilde bir çözüme kavuşuyordu.Bu kısa tarihi değerlendirme hislerimizin bizi isyana sürüklediği hakikatini gözler önüne sermektedir.Peki, şimdilerde yani son 15-20 yılda neler yapılmaktadır?2004 yılında beri içlerinde Bulamaç, Eşek, Koyun, Keçi, Hurşit, Nergisçik, Ardacık, Marathi Adaları’nın bulunduğu 18 ada ve 1 kayalığın Yunan askerleri tarafından işgal edildiği yıllardır yazılıp çizilmektedir. Bu doğru ise meseleyi ’’keçilerin otladığı kaya parçaları için savaş mı çıkaralım’’ diyerek savuşturmak, unutmak ve geçiştirmek mümkün müdür? Bu adaların üzerinde keçiler otluyorsa Yunan askerleri keçi otlatmak için mi işgal etti bu adaları? Mete Han’ın çorak bir toprak parçası için gösterdiği tepki unutulmamalıdır. Bu düşüncede olanlar için Adalar Denizi ve Akdeniz’deki irili ufaklı 150 ada, adacık ve kayalığı terk etmemizin hiçbir sakıncası görülmemektedir. Bu anlayışın ihanetine, çirkinliğine, sakilliğine bakınız, 400 yıldan fazla Türk hâkimiyetinde kalmış kadim topraklar ve denizler için söyledikleri bu tip insanların nerelerde nasıl yetiştiği sorusunu aklımıza getirmektedir.Bu adaların yavaş yavaş işgal edilmesinin tek sebebi vardır. Karasularını kolayca 12 mile çıkartabilmek. Bu takdirde Yunanistan Adalar Denizi’nde %71, Türkiye %8,8’lik bir alana sahip olacaktır. Niçin Yunanistan %71’lik bir alana sahip olsun? Bugün bile %7,5’lik (214.000 km2’nin 14.332 km2’si)  bir alana sıkışmış Türkiye için bu ne kadar küçük düşürücü bir durumdur…

214.000 km2 büyüklüğünde irili ufaklı 3000 ada ve adacığın bulunduğu Yunanistan’ın kendisine ait olduğunu söylediği Adalar Denizi’nin bilimsel konumu nedir? Kısaca buna değinelim: ’’Jeolojik olarak üçüncü zamanın Miyosen devrinde Adalar Denizi’nin bulunduğu yer Anadolu’nun devamı olan bir kara parçasıydı. Daha sonraki zaman dilimlerinde Anadolu’nun uzantısı olan bu kara parçasının faylarla parçalanması kırılması ve çökmesi sonucu önce bir göl sonra, Karadeniz ve Akdeniz’in hücumuna uğrayarak bu günkü konumu kazandığı bilinen bilimsel bir gerçektir. Litolojik, stratigrafik, paleontolojik ve tektonik özellikler açısından adaların tamamı ve Yunanistan’ın bir bölümü Anadolu kıtasıyla aynı jeolojik yapıyı göstermektedir. Günümüzde Adalar Denizi üzerinde bulunan bütün adalar Anadolu’nun Adalar Denizi’ne doğru olan kıta sahanlığı üzerinde yer almaktadır. Bilimsel tanımlardan yola çıkıldığında Adalar Denizi’nin büyük bir bölümü Türkiye’nin kıta sahalığı içinde yer almaktadır. Diğer taraftan Yunanistan, Adalar Denizi ve Batı Anadolu Bölgesi Batı Anadolu’yu oluşturmaktadır. Bu bölgeler halen etkinliğini sürdürmekte olan K-G yönlü bir gerilme tektoniği etkisinde bulunmaktadır. Ayrıca KD-GB yönlü bir sıkışma tektoniği de bölgeyi etkilemektedir.’’ Bu jeolojik bilgi ve belgelerin dışında Yunanistan ve adaların sosyal hayatı, kültürel dokusu, günlük hayatta kullandıkları kelimeler, bitki örtüsüyle tamamen Anadolu’nun bir parçası olduğu da gün gibi aşikârdır.

Adalar Denizi’nin önemini vurgulamadan önce 1941 yılından beri Ege olarak kullanılan bu adın artık terk edilmesini gündeme getirmenin de faydalı olacağını düşünmekteyim. Hikâyeye göre, ’’Atina kralı Aegeus, oğlunu Girit Kralını öldürmek için sefere gönderir. Oğluna galip gelirsen dönüş yolunda geminin direğine beyaz bayrak as der. Oğlu savaşı kazanır ancak yanlışlıkla direğe siyah bayrak çeker. Babası uzaktan siyah bayrağı görünce üzüntüsünden kendini Atina Körfezi’ne atar ve boğulur. İşte bundan dolayı kralın intihar ettiği Atina Körfezi ve çevresine Aegeus Pelagos denilmiştir.’’ Türk’ler, 11.yüzyılın başlarında (Çaka Beyliği)  Batı Anadolu’ya geldiklerinde bu denizin üzerindeki adaların çokluğundan dolayı bu denize Adalar Denizi demişlerdir. Piri Reis’in 1519’da yazdığıKitab-ı Bahriye adlı eserde ’’Adalar arası denen yere Erso Pelago derler. Bu adaları münasip bir şekilde anlattık’’ demektedir.1570 yılında Fransa’da yayınlanan bir haritada bu denizin adı ’’Archipelago-Adalar’’ olarak belirtilmiştir. Kâtip Çelebi’nin Tuhfetü’iKibarı’nda bu deniz Adalar Denizi olarak isimlendirilir. ’’… 1533 yılında hem Kuzey Afrika hem de Ege adalarını kapsayan Cezayir Beylerbeyliği kuruldu. Hayrettin Paşa’nın ölümü sonrasında Kuzey Afrika’ya Cezayir-i Garp, Akdeniz adalarına Cezayir-i Bahr-i Sefid denmeye başlandı. Y.Özger/TDAV/S.193/2011’’Bu deniz,1923 Lozan Antlaşması’nın 12. Maddesinde ’’…Doğu Akdeniz adaları’’ olarak ifade edilmektedir. Ancak 6-21 Haziran 1941 tarihinde yapılan Coğrafya Kongresi’nden itibaren Adalar Denizi’nin adı Ege olarak değiştirilmiştir. Sadece bununla kalsa koca Batı Anadolu Bölgesi’nin adı bile Ege Bölgesi olmuştur. Bu nasıl bir teslimiyettir? Zaman geçirmeden Türk Devleti gerekeni yapmalıdır değil mi? Onlar mitoslarla bizler efsanelerle yaşıyoruz…

Netice itibariyle Adalar Denizi’nde bir tek kaya parçasının terki gündeme geldiğinde şu hususlara çok dikkat edilmesi gerekmektedir. ’’1.Bilimsel olarak ispat edilmiştir ki, Adalar Denizi’ndeki adalar, adacıklar ve kayalıkların kendilerine ait asla ve asla birer kıta sahanlıkları olamaz, 2. Kıta sahanlığındaki Münhasır Ekonomik Bölgedeki (MEB) kaynaklar sahildar ülkenin kaynaklarıdır, 3. Kara suları sınırları, ülkeler arasında kara parçası sınırı olarak kabul edilemez. Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarma ve buna bağlı olarak da Uçuş Haberleşme Bölgesi’ni (FIR) daraltma çabaları uluslararası kaidelere aykırı bir davranıştır. Türkiye’nin askeri tatbikatlarını, deniz ticaretini, balıkçılık faaliyetlerini, petrol ve doğalgaz aramalarını, bilimsel ve teknik çalışmalarını engelleyecek bir karar kabul edilemez. Yunanistan’ın böylesine saldırgan bir tutum takınması ve AB’nin meseleyi bir oldubittiye getirmesinin altındaki tek sebep, Adalar Denizi üzerindeki adalar, adacıklar ve kayalıkların Türkiye Anakarası’na ait olduğunun bilinmesi gerçeğidir. Kısacası Adalar Denizi’ndeki Adalar Anadolu’nun devamıdır. ’’Adalar Denizi konusunda Türk Devleti’ni yönetenlere sorulması gereken ilk soru şudur: Adalar Denizi’nde Türk Milleti’ne ait 18 ada ve 1 kayalık Yunan askerleri tarafından işgal edilmiş midir? İşgal edilmişse ne zaman ve nasıl geri alınacaktır?İkinci soru: Yunanistan birkaç ada daha işgal ettikten sonra karasularını Girit ve Mora’dan itibaren 12 mile çıkartırsa TC ne yapacaktır?

Sn. C. A. Dilek’in 20 Mart tarihli makalesinde yazdıklarına kulak vermenin doğru olacağı kanaatindeyim. Şu ikazı yapıyor Sn. Dilek: ’’…Kuşatmayla birlikte hedef Türkiye'nin Akdeniz ve Ege'de uluslararası suları kullanmasını, denizlerdeki hak ve menfaatlerinden vazgeçmesini, Kıbrıs'tan tamamen çıkarılmasını sağlamak… Doğu Akdeniz ve Ege'de Türkiye'yi kuşatmayı sürdüren Yunanistan Balkanlara da el atmış durumda. Balkanlar Türkiye'nin ilgi ve etki sahasıdır. Hedef Balkanlar'daki Türk etkisinin ortadan kaldırılması, Avrupa ile Türkiye'nin arasına Yunan engeli konulması.Yunanistan bunları yaparken uluslararası hukuku, anlaşmaları ve AB-NATO gibi teşkilatları istismar edip kullanıyor… Yunanistan Türk izlerini silecek, Türk etkisini ortadan kaldıracak şekilde Balkanlar'da da yayılıyor. Türkiye'yi çevreleyen kuşak Süveyş'ten Doğu Akdeniz'den Makedonya'ya Balkanlar'a uzanıyor. Türkiye halen müzakere ve istikşafi görüşmelerle oyalanıyor. Oyalama yani statükonun devamı ise Yunan-Rum lehine’’

DOÄžU AKDENÄ°Z

Batıdan doğuya 3755 km uzunluğunda, kuzeyden güneye 741 km genişliğinde ve 2.500.000 km2 yüz ölçümüne sahip Tetis Okyanusu’nun son kalıntısı olan Akdeniz’in jeolojik hikâyesi çok kısa olarak şu şekilde anlatılabilir. Tetis Okyanusu’nun kalıntısı olan Akdeniz en eski denizdir. Akdeniz’in doğusunda bulunan Levant havzası da Tetis’in eski bir kıta yamacıdır.‘’Oligosen hareketleriyle karalaşmış olan Anadolu'nun Paleotektonik dönemi, yani Anadolu'yu oluşturan formasyonların deniz içinde oluşumu, Neojen’de sona ermiş; Alpin sıradağların kuzeyinde bir içdeniz olan Paratetis oluşmuş; güneyinde ise Tetis-Akdeniz'e dönüşmüştür. Prof. Dr. O.Erol/1989’’Netice olarak, bölgenin tektonik özellikleri Afrika ve Avrasya kıtalarının çarpışması sonrası ortaya çıkmıştır.

Fenike’lilerin, Kartaca’lıların, Yunan’lıların, Roma’lıların, Saint Jean Şövalyelerinin hâkim oldukları Akdeniz 15. asırda Osmanlı’lar tarafındanTürk Gölü haline getiriliyor, Osmanlı’ların bu üstünlüğü deniz ticareti konusunda da önemli bir kazanç oluyordu. Akdeniz’deki ticari hayat doğu kültürünün, bilimsel çalışmalarının, dini bilgilerinin, sosyal hayatının kısacası doğu medeniyetinin batıya akmasını sağlamıştır. Yüzyıllar boyunca dünyaya bir şeyler taşıyan Akdeniz günümüzde de Doğu Akdeniz’deki kaynaklarıyla dünyanın gündemine oturmuştur.Hidrokarbon rezervleri bakımından zengin potansiyele sahip Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ve güneyi, Eratosthenes yükseltisi, Levant, Nil Deltası ve batıya doğru Herodot bölgeleri GKRY, Lübnan, İsrail ve Mısır tarafından paylaşılamadığı için emperyal güçlerin bu bölgeye girmeleri sonucu bölge adeta bir savaşın eşiğine gelmiştir. Durum vahimdir ve çok tehlikelidir. Türkiye’nin bu kaynaklarda jeolojik, coğrafi, hukuki ve tarihsel hakları olduğu halde malum güçler Türkiye’yi bu kaynaklardan uzak tutmak istemektedirler.

(Harita-2)

 

İlk çağlardan itibaren deniz ticaretinin merkezi konumunda olan Doğu Akdeniz, 2008 yılından beri de hidrokarbon kaynaklarının paylaşım merkezi haline gelmiştir. Bu kaynakların batıya aktarılması ABD-AB-Yunanistan ileTürkiye-Rusya-İran arasında nasıl bir gerginliğe yol açabilir? Böylesi bir gerginlikte Türkiye saf dışı edilebilir mi?

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Askeri yığınaklar, yeni üsler kurulması, asker ve teçhizat yüklemesi, savaş gemileri, uçaklar bu kadar askeri araç ve gereç acaba sadece bölgedeki hidrokarbon rezervlerini ele geçirmek için midir? Bunun yansıra Türkiye’yi Adalar Denizi’nde olduğu gibi küçük bir bölgeye sıkıştırmak mıdır? Bilindiği gibi İngiltere’nin GKRY’ de Agrotur ve Dikelya, Rusya’nın Suriye’de Lazkiye ve Tartus’ta hava ve deniz üsleri bulunmaktadır. Bu bölgede 2018 sonu itibariyle bulunan askeri güçler 3.dünya savaşı çıkarabilecek özelliklere sahiptir. Bölgede ABD 1 uçak gemisi, 6 savaş gemisi ve 2 denizaltı, Rusya 9 savaş gemisi ve 2 denizaltı, İngiltere 1 denizaltı, Fransa 1 savaş gemisi bulundurmaktadır (savaş gemilerinin sayısı daha fazla olabilir). Bu kuvvetlerin ateş gücü harekete geçtiğinde herhalde Ankara’da hiç kimsenin gözüne uyku girmez.

Bu alanlarda 1999 yılında ilk defa Leviathan’da keşfedilen doğalgaz sahası sonrası Afrodit, Zohr ve diğer keşifler bölgedeki ülkelerin dışında tüm dünyanın dikkatini bu bölgeye çekmiştir. Peki, bölgedeki rezervlerin büyüklüğü nedir? Tüm havzada gerekli jeolojik, jeofizik çalışmalar ile sondaj faaliyetleri tamamlanmamış olmasına rağmen değişik kuruluşların farklı rezerv bildirimleri mevcuttur. Şu andaki bilgilere göre, İsrail’in Leviathan havzasında 650 milyar m3, Tamar’da 200 milyar m3, Mısır Zohr’da 850 milyar m3,Kıbrıs kıta sahanlığında Afrodit’te 200 milyar m3 ve Suriye karasularında 700 milyar m3 doğalgaz rezervi bulunmaktadır. Ancak USGS’in tahminlerine göre Levant Havzası’nda 1.7 milyar varil petrol, 3.5 trilyon m3 doğalgaz, Kıbrıs ve çevresinde 8 milyar varil petrol, Nil Deltası’nda 1.8 milyar varil petrol ile 6.3 trilyon m3 doğalgaz ile 6 milyar m3 sıvı doğalgaz ve Herodot’ta 3.5 trilyon m3 doğalgaz bulunduğu yani toplamda yaklaşık 20 trilyon m3 doğalgaz ve 11.5-55 milyar varil arasında petrol bulunmaktadır.Ne var ki, yapılacak çalışmalarla bu rezervlerin katlanabileceği ihtimali de yüksektir.Bugün için AB’nin yıllık petrol tüketimi 731 milyon ton, gaz tüketimi toplam 532 milyar m3 civarındadır. AB’nin petrol tüketimi yıllık %2, gaz tüketimi ise %5,5 oranında artış göstermektedir. AB ülkelerinin petrolde %35, doğalgazda %38 oranında Rusya’ya bağımlı olması AB’nin tüm ümitlerini Doğu Akdeniz’de bulunacak hidrokarbon rezervlerine çevirmiştir. Bu noktada sorulması gereken soru da şudur: AB Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’nin mi yoksa Yunanistan’ın mı yanında yer alır? Bir taraftan Ortadoğu ve Arap Dünyası’nın hidrokarbon imkânları, diğer taraftan Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki rezervler başta ABD ve İngiltere olmak üzere AB ülkelerinin hayallerinden hiç eksik olmamaktadır. ABD, AB hangi konuda Türkiye’nin yanında yer almıştır ki bu konuda alsın? Ancak meselelerin Türkiye olmadan nasıl çözüleceğini de kara kara düşünmektedirler.

Şimdi gelelim Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi tehdit eden olaylara:Türkiye, Kıta Sahanlığı ve MEB konularında nedense yetki alanlarını deniz hukuku kurallarına göre belirlememektedir. 2011 yılında Doğu Akdeniz'de KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzalayan Türkiye,cereyan eden olaylardan sonra, Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz'de Kıta Sahanlığı ve MEB ilan etmedi. Niçin? GKRY hiçbir kural tanımadan tek yanlı olarak MEB’sini ilan etmiş ve burada ABD, İngiltere, Yunanistan, Fransa ve İsrail’in fiilen; Mısır, Ürdün ve İtalya’nın da  gözlemci olarak katıldığı’’Nemesis-2018) bir tatbikat yapılmıştır. Bu Türkiye’ye kafa tutmak değilse nedir? Bilinmesi gereken önemli hususlardan biri Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sahip olduğu alan yaklaşık 240.000 km2’dir. Bulunan rezervlerin Türkiye’nin MEB’sinde kaldığı unutulmamalıdır. Bu sebeple Türkiye bir an evvel Doğu Akdeniz’de MEB’sini ilan etmelidir. Bir sabah kalktığımızda Doğu Akdeniz’in masa başında GKRY, Yunan, İsrail işbirliği ve ABD, İngiltere desteği ile kaybedildiğini görebiliriz.

GKRY kesimi bir enerji merkezi haline mi getirilmek istenmektedir? Zira GKRY, Yunanistan, Mısır ve ABD yetkilileri Türkiye ve KKTC’ni dışlayarak toplantılar yaparak enerji şirketlerine ve Türkiye’ye gözdağı vermektedirler. Türkiye bu ve buna benzer birçok sebepten ötürü behemehâl Adalar Deniz ve Doğu Akdeniz’de gücünü göstermek mecburiyetindedir. Suriye ve Irak’ta gerekenlerin yapılması şarttır. Ancak bizi bu pkk/pyd/ypg Irak ve Suriye ile oyalamak istedikleri de açıkça görünmektedir.Ne var ki, ABD ayrılıkçı Kürt terör örgütlerine destek verdiği sürece, Türkiye’nin bu örgütlerle mücadelesi devam edecektir. ABD bu terör örgütlerine destek vererek Irak-Suriye’nin kuzeyinde kendine bağlı bir Kürt terör bölgesi ya da devletini kurmak istediğini tüm dünya bilmektedir.Özellikle ABD’nin çirkin oyunları artık düşmanlığa dönüşmüş durumdadır. Yunanistan yaşadığı ekonomik krize rağmen ABD’den 70 adet OH-58D Kiowa Warrier silahlı keşif helikopteri almıştır. Bunlar silah müzesinde sergilenmeyeceğine göre… Doğu Akdeniz’deki çıkarlar Yunanistan, GKRY, İtalya, İsrail, Mısır, ABD ve İngiltere arasındaki işbirliğini öyle bir noktaya getirmiştir ki, Türkiye ve KKTC Doğu Akdeniz’de adeta yok sayılmaktadır. KKTC-GKRY arasındaki egemenlik hakları, Suriye karasularının belirsizliği, Gazze’nin geleceği, Girit ve çevresinde Türkiye’nin hakları konusunda Türkiye yokmuş gibi davranmaları Türkiye’nin izlediği pasif politikanın neticesi midir? Yoksa Türkiye’yi dikkate almamak mıdır? Diğer taraftan Türkiye bu hidrokarbon rezervlerinin taşınması konusunu çok iyi değerlendirmelidir. GKRY sınırlarından Yunanistan’a bir boru hattının yapılması (East-Med Projesi) ile Türkiye üzerinden taşınması arasında maliyet bakımından 1/4 oranında bir fark olduğu ifade edilmektedir. Yaklaşık 2,500 km uzunluğunda ve denizin de tahmini olarak 3 km. altından geçecek bir boru hattının maliyeti, yapımı, taşınması ve denetiminin sıkıntılı olduğu açıktır. Ayrıca LNG tesislerin kurulmasını da unutmamak gerekir. Ne var ki, bu noktada GKRY, Kıbrıs meselesini öne sürmekte Kıbrıs’ta anlaşma sağlanırsa o takdirde bu konu görüşülebilir demektedir. Peki, istenilen nedir? KKTC’ne ait %35’lik kısmın neredeyse %16’sını istemektedirler (Maraş’ın %80’nini, Karpaz Yarımadası, Güzelyurt, Salamis, Türkmen Köy, Serhat Köy, Akçay, Bostancı ve diğer 14 yer). Türkiye’nin buna rıza göstermesi mümkün olmadığına göre Türkiye en kısa zamanda hamlesini yapmak durumundadır.

Netice itibariyle:

Doğu Akdeniz’de yapılacak çalışmalar sonrası bugün için tahmin edilen rezervler ortaya çıkarıldığı (veya daha fazlası) takdirde yani, yaklaşık 20 trilyon m3 doğalgaz (570 Tcf, dünya rezervinin yaklaşık %10’u)ve tahminen 55 milyar varil petrolün (8 milyar ton, dünya rezervinin %3,5’i) paylaşımı konusunda bütün çabalar Türkiye’yi mümkün olduğu kadar bu kaynaklardan uzak tutmaktır.Şayet Türkiye bu kaynaklardan faydalanmak istiyorsa Kıbrıs konusunda Yunan ve Rum tarafının isteklerini ve de Ortadoğu coğrafyasında ABD’nin söylediklerini yapmaya mecburdur diplomasisi yürütülmeye çalışılmaktadır.Bu kabul edilemez bir durumdur.Bu durumda Türkiye ne yapacaktır?

1. Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki adaları, adacıkları, kayalıkları kaybedip küçücük bir alana hapsedilirsek ve de Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından pay alamazsak işte o zaman görün BEKA sorununu… Diğer taraftan Ege Denizi’ne Adalar Denizi, Ege Bölgesi’ne de Batı Anadolu Bölgesi denilmesi acaba düşünülmekte midir?

2. Adalar Denizi’nde Yunanistan karasularını 12 mile çıkarırsa bu savaş nedeni (casusu belli) olarak kabul edilecek midir? 8 Haziran 1995 tarihli TBMM kararı uygulanacak mıdır? Bu konuda halkın sık sık bilgilendirilmesi doğru olmaz mı?

3. Adalar Denizi’nde işgal edilen adalarda Yunan askerleri keçi otlatmadığına göre bu adalar ile Girit’teki haklarımız yani adanın 3/4 ve çevresindeki 14 ada geri alınacak mıdır?Yunanistan İsrail işbirliği ile Girit Adası’na kurulacak ’’Long Horizon’’ radar sisteminin Türkiye’nin Adalar denizi ve Akdeniz’deki hareketlerini kontrol etmeyi amaçladığına göre, uzun yıllardır ihmal edilmiş Girit’in hatırlanmasında fayda yok mudur? Girit’in tamamı acaba hangi anlaşmayla Yunanistan’a verilmiştir? Bilen var mıdır?

4. Türkiye Doğu Akdeniz’de MEB’sini ilan edecek midir? ABD, Yunanistan, İsrail, GKRY’ nin Türkiye’yi dışlayan birlikteliğine Türkiye olmadan Doğu Akdeniz’de hiçbir şey yapılamayacağının bildirilmesi ancak MEB’in ilanıyla olur. Ayrıca Türkiye Lübnan ve Mısır ile daha sıcak ilişkiler kurmayı denemek mecburiyetindedir.

5. Türkiye, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ve çevresinde hidro karbonlu sahalarda sondaj çalışmalarına ne zaman başlayacaktır? Bir askeri fabrikanın işletme hakkını devrettiğimiz Katar’a ait Katar Petrolleri’nin Exxon-Mobil ile anlaşarak GKRY’ nin istediği 10. Parseldeki sondaj faaliyetlerinden Türkiye rahatsız olmuş mudur? Olmuşsa işletme devrini geri alabilir mi? Dost (!) bildiğimiz Katar’ın yaptığı diplomatik bir skandal olarak değerlendirilebilir mi? Katar diplomatik bir tokatı hak etmiş midir? Katar böyle bir ortaklığı niçin Türkiye ile yapmaz?

6. Bugün için havzada belirlenmiş 2.600 milyar m3 doğalgaz olduğuna göre (bu rezerv AB ülkelerinin 5 yıllık ihtiyacını karşılamaktadır) rezervlerin katbekat yüksek gösterilmesi sebebiyle İsrail ve Yunanistan’ın politik ve teknik yalanları deşifre edilecek midir? İleride bu rezervler artabilir. Ancak bu iki düşman şimdiden hukuki ve teknik konularla dünya kamuoyu önünde Türkiye’yi baskı altına almaya çalışmaktadır. Türkiye buna müsaade etmemelidir.

7. Rezervlerin artmasıyla batıya taşınılması düşünülen bu hidrokarbon rezervlerinin bir enerji merkezi haline gelmiş Türkiye üzerinden taşınması konusunda GKRY, Yunanistan, İngiltere, ABD ve AB’nin isteği, Kıbrıs’ın adeta GKRY’ne bırakılması yönündedir. Konu bu kadar açıkken Türkiye hiçbir ülkenin değil de kendi planını ileri sürerek bütün planlara karşı çıkmayı hedeflemekte midir? Adalar Denizi’nde kaybedilen 18 ada ve 1 kayalık ile Girit ve çevresindeki 14 adanın yanı sıra Kıbrıs’ta da topraklarımızın % 16’sı terk edilebilir mi? Türkiye’nin bilimsel, teknik, hukuki ve tarihi manada Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’de hakları bulunduğu içindir ki, Mavi Vatan’ın küçülmesine müsaade edilmemelidir.

8. İnsanların denize açılmalarından beri deniz ticaretinin merkezi konumunda olan Doğu Akdeniz şimdilerde hidrokarbon kaynaklarının savaş merkezi haline gelmiştir. Zira bölgede 3. Dünya savaşını çıkaracak kadar askeri güç bulunmaktadır. Bu kaynakların çıkarılması ve batıya aktarılması ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ile Rusya, İran arasında bir çatışmaya sebep olabilir mi? Bu durumda Türkiye hangi cenahta yer alacaktır?

9. Türkiye dış politikada ABD, İngiltere ve Türkiye’nin haklarında gözü olan AB ülkelerinin zaman zaman sırtımızı sıvazlayan politikalarına hiç kanmadan, aldanmadan Suriye ve Irak politikalarını yeniden gözden geçirmeli, İsrail ile ne olduğu bir türlü anlaşılamayan politika belirgin hale getirilmeli, Arap ülkelerinin güvensizliği Türkiye için bir tehdit olduğuna göre bu ülkelerle ilişkilerde oldukça mesafeli olunmalı, İran ile mezhep farklılığından doğan gerginlikler dış politikada dikkate alınmamalı, Yunanistan ile olan kadim düşmanlık konusunda da daha atak bir politika izlenmelidir. Böylesine bir politika dünyada barış ilkesine aykırı bir anlayış mıdır? Haklarını koruyan Türkiye için bu politikanın ne gibi zararları olabilir?

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Batılı ülkelerin gayesi, Adalar Denizi’nde, Sakarya’nın ve Büyük Taarruz’un intikamını almak, Doğu Akdeniz’de de keşfedilecek hidrokarbon rezervlerinin,Türkiye’ye istediklerini kabul ettirerek batıya taşınmalarını sağlamak ve Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Afrika ve Uzakdoğu’nun ticaretini ellerinden kaçırmamaktır.

                                                                                                  

 

 

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı

Â