Almanya Bizi Dinlemiş, Çok Mu?

Yazan  01 Eylül 2014

       Ülkenin sınırları yolgeçen hanı olmuş, yabancı ajanlar sınırdaki yoğun trafikte yolunu kaybetmese haber bile olmayacaklar. Güney sınırlarımız boyunca yuvalanmış terör örgütlerini, onlara gönderdiğimiz silahları, sınır boyunca NGO diye her yana yayılmış ajan yuvalarını bir kenara bırakalım. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 40 yıldır gezinen 3.000 civarında ajandan bir tanesini yakalayamamışız. 60 yıldır CIA, MİT içinde ama yakalanan sadece bir kişi, o da teşkilat içi hesaplaşma nedeni ile. MİT, CIA’in her şeyini kopyalıyor ama kontr-espiyonaj bölümü çalışmıyor. ABD’nin buyurduğu görevleri yapmaktan, CIA’e takviye olmaktan bunlara zaman kalmıyor. Ne zaman ülkemiz ile ilgili bir casusluk olayı haber olsa, ya da örneğin geçen yıl İngiltere’nin ekonomi bakanımızı dinlemesi gibi bir ifşaat ortaya çıksa, yapanlar değil biz de bir mahcubiyet, biraz da “demek ki beni dinlemeye layık görmüşler” gibi önemsenme gururu ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Türkiye’nin siyasetinden ordusuna, istihbaratından eğitimine, sendikalarından üniversitelerine her kurumu Batılılar tarafından dönüştürülüyor, tık yok.MİT, Soğuk Savaş boyunca tek işi olduğu halde bir tane bile Ruslara ajanlık yapan Türk bulamazken, Wikileaks belgelerinde ABD’ye danışmanlık yapanlar, rapor verenler çarşaf çarşaf yayınlanıyor, ABD tarafından Türkiye için geleceğin liderleri seçiliyor, ses yok. On yıllardır PKK’yı besleyenler, şimdilerde Federal Türkiye için ellerini avuşturuyor, yanı başımızda yeni Kürt devletleri kuruluyor, biz ise demokrasi masalı ile gönüllü işbirliği yapıyoruz. Bütün bunlar olurken “Almanya bizi dinlemiş” diye bir haber çıktı. Dışişleri Bakanlığı, kamuoyuna göstermelik bir iki girişim ile örtbas etmeye çalıştı. Ancak, Almanya –Biz dinleriz, dedi ve geri adım atmadı. "Cemaat bizi dinledi" diye yaygara koparanlar, Almanya dinleyince suspus oldular. Yoksa Almanya'nın elinde AKP Hükümeti'nin korktuğu bilgiler mi var? Bu makalede, Almanya’nın dinleme faaliyetlerinin arka planını ama öncesinde bu ülke ile ilişkilerimizi ve istihbarat geçmişimizi ele alacağız.

            Almanya – Türkiye İlişkileri

Almanya, birliğini geç kurup sömürgecilik mücadelesine geriden başlamış olduğundan; pek çok sömürge bölgesini diğer büyük devletlere kaptırmıştı. Toprakları üzerinde henüz paylaşım mücadelesi devam eden Osmanlı Devleti'ni bakir bir ekonomik yayılma alanı ve askeri bir kullanım unsuru olarak gördüğü için de, giderek Türkiye'ye yakınlaşıyordu. 1878 Berlin Kongresi’nden sonra İngiltere, Boğazlardan ziyade Ortadoğu’da ortaya çıkan petrole daha fazla önem vererek Almanya’nın yerine buralara sahip olmayı hedeflemişti. 1880’lerde Rusya ve İngiltere'ye karşı güçlü bir müttefik arayan Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın siyasal, ekonomik ve askeri etki alanına girmişti. Alman yatırımcılığının denetiminde gelişen Avrupa demiryolu ağı, Alman silahlarının gecikmeden ve fazla miktarda İstanbul'a gelebilmesinin maddi temelini oluşturmuştu. Ocak 1890 ayı içinde denize indirilen beş Os­manlı savaş gemisi Alman Krupp toplarıyla donatılmıştı. II. Wilhelm'in amacı; Almanya'nın Yakındoğu'daki etkinliğini Avrupalı rakipleri aleyhine genişletmek ve Osmanlı'yı Alman emperyalizminin yarı sömürgelerinden biri durumuna dönüştürme sürecini hızlandırmaktı[1]. Alman genelkurmayı, Alman kapitalizminin Irak ve Hindistan'a giden karayolunun Balkan yarımadasıyla Türkiye topraklarından geçtiğini düşünüyordu. Osmanlı ülkesinin zenginlik kaynakları, Türk yurdu parçalandığında kendi hisselerini almak isteyen dost-müttefik-silah arkadaşı görünümündeki Alman emperyalizmi tarafından gizliden gizliye sömürüldü.

Almanların ünlü sosyalistlerinden Rosa Luxemburg, "Osmanlı Devleti ve Alman Emperyalizmi" adlı kitabında şöyle yazıyordu:“Almanya, Türkiye'nin bütünlüğünü korumak çabasındaydı; fakat bu gayretin gerçek amacı Türkiye'nin taksimini erteleyerek, sonradan daha iyi şartlar altında kendi lehine intikal ettirmekti. Önceleri Çarlık Rusya'sı da Türkiye'nin tamamını istiyordu. Fakat Alman etkisi Türkiye'de yerleşince, her iki emperyalizmin çıkarları da çatışmış oldu[2].” İngiliz İmparatorluğu ile Avrupa kıtasının yükselen sanayisi Almanya arasında büyüyen rekabet, 1914’de büyük savaşın patlamasına zemin hazırladı[3]. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında sıcak ilişkiye sahip olan iki devlet, savaşı kaybetmelerinden sonra bütün ilişkilerini bir süre askıya almak zorunda kaldı. 1923-1938 yılları arasında yani Atatürk döneminde Türk-Alman ilişkileri, Türkiye'nin menfaatleriyle örtüştüğü hallerde ve uyuştuğu sürece işbirliği anlayışı içinde devam etmiştir. 1933-1938 döneminde Türk ekonomisinde belirgin bir bağımlılık yaratan Almanya, savaş döneminde bu durumdan yararlanma niyetinde idi. Ekonomik gücünü kullanarak Türkiye'yi kendi yanında savaşa sokmak istiyordu. Ancak Türkiye, yeni bir savaş macerasına atılmak istemiyordu ve Almanya'nın niyetleri boşa çıkarıldı[4]. 1933’den sonra Hitler Almanyasını terk eden Yahudi, solcu, liberal Alman akademisyen ve mühendisler Türkiye'ye davet edilmiş, bu aydınların üniversitelerin yeniden örgütlenmesinde, sanayi tesisleri ve şirketlerin kurulmasında değerli katkıları olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı esnasında da Alman stratejisi, petrolün bulunduğu Ortadoğu ve Hazar Havzası’nı kendine yaşam alanı seçmişti. Soğuk Savaş döneminde Federal Almanya ile ticari, ekonomik ve kültürel ilişkilerimiz yoğun olarak devam etti. Genç Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya arasındaki ilişkileri canlandıran dönüm noktası 1961’de imzalanan İşgücü Göçü anlaşmasıdır. Almanya’nın işgücü açığı 1973’e kadar Türkiye’den gelen işçilerle kapatıldı. Bugün Almanya’da yaşayan ve sayıları 5 milyonu bulan vatandaşlarımız, her yıl bu ülkeden gelen üç milyon turist ve yaklaşık 37 milyar Dolar’a ulaşan yıllık ticaret hacmimiz ile Almanya en yoğun ilişki içinde bulunduğumuz ülkelerden biridir. 4000'den fazla Alman firması Türkiye'de faaliyet göstermektedir. Turizmin yanı sıra Türkiye’nin güzelliklerine hayran kalan özellikle emekli Almanlar yılın büyük bölümünü güney sahillerinde satın aldıkları yazlıklarında geçiriyor. Her sene sayıları biraz daha artan bu kitlenin nüfusu 70 bin civarındadır. Türk-Alman ilişkilerinde öne çıkan belirleyici iki faktör; Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Almanya’nın lider ülke olarak edindiği tutum ve bu ülkedeki vatandaşlarımızın durumunun iyileştirilmesi ile ilgili gelişmelerdir. Angela Merkel, Türkiye’ye sert bakışını sürdürüyor. “Türkiye bizim artık stratejik ortağımızdır” diyerek, AB tarafından Ukrayna ve Rusya gibi AB’ye hiçbir şekilde üye olmayacak ülkeler için kullanılan bir tanımlama kullandı. Türkiye-Almanya arasındaki sorunların her geçen gün arttığını görüyoruz. Takriben 1 milyonu Alman vatandaşlığına geçen Türk kökenli göçmenlerin sorunlarına sürekli bir yenisi eklenmektedir[5].

            Almanya İstihbaratı ve Türkiye Üzerindeki İstihbarat Faaliyetleri

Bugünkü MİT'in ilk temeli İstiklal Savaşı sırasında atılmıştı. O tarihte kurulan Mustafa Muğlalı komutasındaki Askeri Polis Teşkilatı, istihbarat ve karşı koyma görevleri ile de vazifeli idi. Teşkilatı Mahsusa, bütün imkânsızlıklarına rağmen İstiklal Savaşı sırasında Anadolu’da büyük hizmetler vermiş, savaşın sonunda bu görev Genelkurmay Haber Alma Şubesi’ne devredilmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1926'nın başlarında, Atatürk, Genelkurmay’da yapılan bir toplantıda ‘Bu böyle olmaz, muasır devletlerde olduğu gibi biz de modern bir istihbarat teşekkülü kurmak mecburiyetindeyiz’ emrini verdi. Alman Genelkurmay Başkanlığı Askeri İstihbarat Hizmetinin Başkanlığını yapan ve bu teşkilatı yeniden organize eden General Oberst Walter Nikolai Türkiye'ye davet edildi. Nikolai, 1926 yılından başlayarak İstanbul Yıldız'daki Harp Akademisi’nde sivil ve asker şahısları eğitti. Daha sonra bu şahısları beraberinde Almanya'ya götürerek pratik eğitim yapmalarını sağladı[6]. 1927’de Alman generalinin eğitimi ile işe başlayan MAH(Milli Amale[7] Hizmeti), Türkiye'nin NATO'ya katılmasından sonra 1955 yılından itibaren Amerikan eğitimine ve dolayısıyla Amerikan sistemine döndü. Hitler döneminde Alman istihbaratı; Türkiye’de müttefiklere ülkelere karşı casusluk faaliyetleri yanında eğitim (öğrenci devşirme), basın-yayını içinde konum edinme ve başta Ruslara karşı Türkçülük faaliyetlerini desteklemek üzere yoğun propaganda faaliyetlerinde bulundu. Türkiye içinde Nazi Partisi taraftarları oluştu ve onların kalıntıları bugün hala bazı ekonomi kuruluşlarımız içinde de vardır. II. Dünya Savaşı esnasında Alman istihbaratında çalışan ve savaşın sonunda Alman istihbaratını kuran General Gehlen’in de ABD’ye götürülerek bugünkü CIA’nın kurulmasında önemli katkıları olduğu hatırlanmalıdır[8].

ABD ve İngiltere gibi Almanya’da da iç ve dış istihbarat birimleri, ortak çalışmalar ve koordineler dışında birbirinden ayrılmıştır. Dış istihbarattan BND, iç istihbarattan Anayasayı Koruma Dairesi, askeri istihbarattan da MAD sorumludur. Almanya’da dış istihbarat faaliyetlerini yürüten Federal İstihbarat Servisi (Bundesnachrichtendienst, BND), doğrudan Federal Başbakanlık/Şansölyelik Ofisi’ne bağlı çalışmaktadır ve bu ofisin denetimine tabiidir. İç istihbarat servisi görevini yürüten Anayasayı Koruma Federal Ofisi (Bundesamt für Verfassungsschutz, BfV) faaliyetleri ise Federal İçişleri Bakanlığı denetiminde sürdürülmektedir[9]. MİT’in yurtiçi çalışmaları bile “Devlet sırrı” diye denetlenemezken, Almanların içerdeki Anayasayı Koruma Dairesi gibi, dış istihbarattan sorumlu BND de denetime tabidir. Başbakanlık Müsteşarı; BND, Anayasayı Koruma Örgütü ve MAD arasındaki ilişkileri koordine etmektedir. BND’nin görevleri şöyledir[10]: (a) Hükümetin güvenlik ve dış politika kararlarına dış ülkelerden temin edilecek bilgilerle destek vermek, (b) Silahlı Kuvvetlerin yurtdışı harekâtına bilgi desteği vermek, (c) Dışişleri Bakanlığıyla kriz karargâhında birlikte çalışmak (Yurtdışında Alman vatandaşlarının kaçırılması halinde), (d) Dünya çapında insani konularda aracılık, (e)  Bakanlıklar/birimleri ile belirli sorunlarda çözüm yolları üzerinde çalışmak. Uluslararası terörizm, rejim değişikliği tehdidi veya kaynaklara karşı yapılan girişimler, öncelikli istihbarat hedeflerini kapsamaktadır. Bu arada Türkiye’nin de bulunduğu Yakın ve Orta Doğu, Kuzey Afrika, Batı ve Merkezi Asya da istihbarat için önemli bölgelerdir. BND’nin, içinde Türkiye’nin de olduğu  müttefik ülkelerle birlikte tüm dünyada 80 bürosu vardır.

1976 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Almanya Başbakanı Helmut Schmidt, ülkenin harap halini görünce dönüşünde uçakta yanındakilere “Türkiye paralarını nereye harcıyor?” diye sorar. Schmidt’in talimatı ile Türkiye gayri resmi olarak dinlenmeye başlanır. 1985yılında, Almanya,Türkiye’den üst düzeyde bir ricada bulunur.Böylece Türkiye, Ankara ’da BND’ninOrtadoğu’yu takip edeceği 32 kişilik bir teşkilat kurmasına izin verir. Alman istihbaratının hedefinde Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak vardır.Ancak, daha sonrabu teşkilatın Ortadoğu ile değil bizle ilgilendiği belli oldu. Almanya yapılan kolaylığın karşılığında boşuna gizli gizli yapmayın diye, Almanya’da Türk başkonsolosluğu içinde 80 kişilik bir kadro içinde MİT elemanlarının çalışmasına izin verilir. Ancak, küçük bir sorun hep devam eder; yollanan MİT elemanları lisan bilmiyordur[11].Alman istihbaratı sonraki yıllarda Türkiye içinde oldukça güçlü bir konum edindi. Öyle ki daha önce BND Başkanlığı yapan Klaus Kinkel’in 1990’lardaki Başbakan Yardımcılığı döneminde, MİT içine sızmış önemli bir Alman kliğinden bahsediliyordu. Bu kliğin Almanya’da başıboş bırakılan MİT mensuplarından Almanya’nın devşirdikleri ile oluştuğunu anlamak sanırım güç değildir. Türkiye’de kontr-espiyonaj zafiyeti hep ola geldiğinden ne Alman Büyükelçiliğindeki 32 ajan ne de bugün bile Almanlara çalışan ya da haber yollayan bilim adamı, gazeteci kılığındaki kişiler takip edilebildi. 1990’larda çok aktif olan Alman vakıflarından bugün Türkiye’de dört adet vardır. Bütçeleri 600 bin-1 milyon Euro arasında değiştiğinden bugün çok büyük projelere girmeleri mümkün değildir. Bu vakıflar içinde Yeşiller Partisi’nin Henrich Böhl Vakfı, Güneydoğu Anadolu ve Kürtlere yönelik projeler için para harcamaya devam ediyor.

1984 yılında Türkiye’den verilen bir ihale sonrası Fransa, Kürtlerden desteğini çekti. Bundan sonrası bu destek Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’ın eşinin Kürt sevgilisi ya da bir takım istihbarat operasyonları içinde sınırlı kaldı. Kürtler, o dönemde kendilerine yuvalanacak yeni ülke olarak Almanya’yı seçtiler. Almanya, bunlara sahip çıktı.1987’de Türkiye’nin AB’ye başvurusu, Almanya’nın Türkiye aleyhine çalışma ve PKK’yı destekleme politikasını tetikledi[12]. 1990’lı yıllarda AB üyesi ülkelerin PKK’ya yönelik siyasi ve ekonomik desteği görünür hale geldi. Ele geçen teröristler içinde Alman asıllı mühendisler, şehir planlamacıları ele geçmeye başladı. Almanlar, terörle mücadelede TSK.nın kullandığı Alman menşeli silah ve aracı sorun haline getirmeye başladılar. PKK’yı terör örgütü listesine aldılar ama faaliyetlerini engellemek için göstermelik birkaç sorgulama dışında hiçbir şey yapmadılar. 2003 sonrasında PKK, Irak’a yerleşen ABD’nin dolaylı-dolaysız denetiminde bir terör sürecinin içindedir[13]. Ancak, Almanya’nın Ortadoğu’ya yakın ilgisi ve PKK ile ilişkileri hep devam ede geldi. BND’ye dayandırılarak verilen rakamlara göre Almanya’da 600 binin üzerinde Kürt bulunuyor. PKK Terör Örgütü’nün aktif kullanabildiği eleman sayısı ise 10 binin üzerindedir. Esasen 2000 yıllar ile birlikte Almanya’nın ayırdığı bütçe azaldığından, Türkiye’de içindeki istihbarat faaliyetleri de azalmıştır. 1990’larda Türkiye içinde etkin olan Alman istihbaratı ve vakıfları Anadolu’da Alman kültürel etkinliğinin hâkim olduğu bir coğrafya yaratmak istemişti. Bu yüzden hala Türkiye’deki etnik durum üzerine sık sık araştırmalar yaptırılır.Almanlar, etnik olarak çok karışık buldukları Türkiye’yi kontrol ederek, kendi güvenliği için tedbir alacaklarını düşünüyor. Tarihi olarak İran tipi İslam’ı sever, Türkiye’nin Sünni İslam’ını tehlikeli bulurlar.

                18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucunda öldürülen Doç.Dr. Necip Hablemitoğlu, tamamlayamadığı Köstebek isimli araştırma kitabında, Gülen hareketinin örgütlenmesini açıklamakta ve hareket mensuplarının yabancı devletler adına gönüllü casusluk yaptıklarını iddia etmekteydi[14]. Hablemitoğlu’nun Bergama ve Alman Vakıfları üzerine araştırmaları nedeniyle, Alman GSG 9 timleri tarafından öldürüldüğü iddia edilmiştir[15]. Hablemitoğlu’nun öldürülmesinin arkasında Almanya’nın olduğu doğru olmakla birlikte, suikast işi GSG-9’un çalışma sistemine uygun değildir. Muhtemelen bu suikastı tetikçi kiralayarak yaptırdılar. Ölmeden önceki son araştırması, Alman vakıflarının Türkiye'deki faaliyetleri üzerineydi. Hablemitoğlu, üzerinde çalıştığı Alman vakıfları dosyasında ulaştığı yeni ve çok önemli bilgileri 8 gün sonra, 26 Aralık 2002’de Ankara 1. No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülmeye başlanacak 15 sanıklı 'Alman Vakıfları' davasında açıklayacaktı. Araştırmalarıyla, Alman vakıflarının Türkiye’de yasal olmayan çalışmalar yaptığı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları körüklediği ve altın madeni karşıtlarını örgütlediği yönünde çok önemli bilgilere ulaştığı ileri sürülmekteydi. Hablemitoğlu’nun araştırmalarına göre; “Özellikle Tarih Vakfı’nın projelerine verilen desteğin yanı sıra, Türkiye’de kimlik ve normların değişimi konusu, özellikle Körber Vakfı’nın ilgi alanına girmektedir. Körber Vakfı, Türk-Alman ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda, Türkiye’de lise düzeyinden itibaren Alman sempatizanı bir nesil yaratmak gibi geniş vizyonlu bir misyona da sahiptir[16].”

            Almanya-ABD İlişkileri’nden Ders Çıkarmalıyız

ABD ile Almanya arasındaki ilişkiler genel kapsamı itibarı ile ortak çıkarlara yönelik, kurumsal ve arka planda birbiri üzerinde avantaj sağlamaya yöneliktir. Nisan 1917’de ABD, Almanya’ya savaş ilan ettiğinden beri ilişkilerde çok kötü dönemler yaşandı ama günümüzde casusluk ve espiyonaj faaliyetleri nedeni ile durum daha iyi değildir. Almanlar, ortak değerler ve karşılık güvenin son ABD ihaneti ile masal olduğuna iyice inandılar. 1945’den beri Almanlar, ABD’nin temel argümanı olan ‘sivil özgürlükler’ için birlikte politikalar oluştururken, bu kavramın gerçek anlamını şimdi daha iyi anladılar. 1945 yılında ABD, Almanya’yı yeniden kurarken ve Avrupa’ya entegre ederken “özgürlük” kavramını kullanmıştı. Almanlara, Liberal bir Anayasa altında adil ve serbest seçimlerin istikrar ve caydırıcılık getireceği söylenmişti. Böylece Almanya’nın silahlı yönü yok edilerek, milliyetçi rekabet içinde olmak yerine sivil bir ekonomik güce dönüştürüldü. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte Amerikalı ve Avrupalılar yeni bir güç geliştirmeye başladılar; “dönüştürücü güç”. 1972 yılında oluşturulan ABD’nin Alman Marshall Fonu, Avrupa genelindeki örtülü işler, kişiler ve kurumlar üzerinde etkili olmak için çerçeve sağladı. Bu fonun Berlin, Paris, Brüksel, Belgrat, Ankara, Budapeşte, Varşova, Bratislava, Turin ve Stockholm’de şubeleri vardı. Sovyetlerin yıkılması üzerine 1992 yılında Garmish-Patterkirchen’de (Almanya) kurulan George Marshall think-tank merkezi, Orta ve Doğu Avrupa rejimlerinin dönüştürülmesi için danışma örgütü ve yardım sağlayıcı rollerinde bulunmakla birlikte, Alman-ABD ortak istihbarat işlevleri görmektedir. Avrupa Birliği, kendi kurallarını ve mekanizmalarını ABD ile işbirliği içinde görünmez bir el gibi kullanmaktadır[17]. Avrupa Birliği, böylece İspanya, Yunanistan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni dönüştürdü, Türkiye için de benzer süreç devam etmektedir. Bu güç askeri bütçe ya da akıllı füze teknolojisi ile değil anlaşmalar, anayasalar ve kanunlarla çalışmaktadır.

Liberal emperyalizm, binlerce insanı savaşmak yerine düzen sağlamak için sınırlı süre uzaklara göndermeyi yani sivil güç kullanmayı gerektirir. ABD’nin demokrasi yayma mekanizmasının başı olan NED’in işbirliği yaptığı onlarca Avrupalı ve Asyalı kuruluş ve vakıfları arasında Almanya’da Parti Enstitüleri başta gelmektedir[18]. Zaten demokrasi geliştirme işinde bazı Alman parti vakıfları hariç ABD yalnızdı[19]. İki ülke hiçbir zaman dost olmadı; 60 yıldır dostluk, güven ve sevgi ifadeleri sadece merasim konuşmalarının malzemesi oluyordu. Almanya, ABD ile birlikte Avrupa ve komşu yerlerde liberal müdahaleciliğin parçası oldu. Sonbahar 2013’de Merkel, ABD’nin 2002’den beri Almanya’yı dinlediğini öğrenince Amerikalılar ile ilişkileri yeniden sorgulama zamanı geldi. Dinleme haberleri üzerine Alman Parlamentosu İstihbarat Komitesi, CIA Direktörü Brennan’a bilgi vermek için çağrı yaptı. NSA’nın Almanya’da en az 150 dinleme tesisi var[20]. ABD istihbaratı sadece dinlemekle kalmıyor, istihbarat operasyonları yapıyor, gizli belgeler ele geçiriyor. Snowden’in sızdırdığı belgeler Almanya’nın ABD espiyonajının ana hedefi olduğunu gösterdi. Der Spiegel’e göre Almanya’daki ajan ağının merkezi Berlin’deki ABD Büyükelçiliği idi. Obama önce dinlemeyi keseceğine söz verdi ve bazı kuruluşlara emir verse de bu yasak onların altında çalışanları kapsamadı[21]. İki ülke görüşmeleri kesildi ve Almanya, karşılıklı casusluk yapmama anlaşması teklif etti. Almanya’nın diğer isteği ABD, İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada arasındaki malum beşli göze (Echelon) katılmaktır. Yani Almanya’nın derdi sadece kendisine karşı casusluğu önlemek değil, Anglo eksenli casusluk ağına katılmaktır. Almanya’nın şu ana kadar tepkisi CIA’nın Berlin İstasyon Şefinin kovulması ile sınırlı tutuldu.

İddialara göre dinlemelerin arkasındaki gerekçe Almanya’nın ABD’den daha bağımsız politika izleme merakıdır. Bazı Amerikalılara göre Almanya bu durumdan çok şikâyet etmemelidir, çünkü ABD’nin içinde Iowa’da yaşayanların yoğun bir şekilde NSA ve diğer istihbarat servisleri tarafından izlenmesi daha vahimdir. BND’nin uzun yıllardır NSA ile aynı yatakta yattığı da unutulmamalıdır. Almanya, topraklarındaki 25.000 Amerikan askeri ile hala işgal altında bir ülkedir. Almanya ve Fransa’nın ABD’nin savunma politikalarına askeri ve siyasi desteği keseli uzun zaman oldu. Kosova’dan günümüze “sivilleri korumak” yeni kurt kapanının adı oldu[22]. Ancak, Libya’da NATO’nun güçlü ülkelerinin önemli bir kısmı harekâta katılmadı ya da İspanya ve Türkiye gibi ülkeler savaş uçağı vermedi. Almanya, uçuşa yasak bölge uygulamasında yer almayı reddetti. Almanlar, dünyanın hala NATO’suz ve Amerikan garantisi olmadan yapamayacağını düşünüyor ve bu yüzden ittifaka olan inancını yineliyorlar. Ukrayna krizi nedeni ile Rusya tehdidi daha belirgin hale gelirken, Almanlar, sadakat olmasa da Amerikalıların en azından değişmesini istiyorlar. Akıllarında İsveç, Fransa ve İngiltere ile bir koalisyon var ama Amerikasız bir Avrupa güvenlik mimarisinin çalışmayacağını düşünüyorlar. Amerikan elçiliklerini kapatıp, ajan ağını yok etmeyi, ülkedeki Amerikan askerlerini geri gönderip yeni bir başlangıç yapmayı göze almak yerine Merkel, boşanmaktan korkan aldatılmış eşler gibi gözlerini kapatmayı tercih ediyor. Almanya’nın hesabı AB ile ABD arasında 2015 yılında yürürlüğe girmesi beklenen Gümrük Birliği Anlaşması’dır. Böylece dünya ticaretinin %75’i önlerine açılacaktır.

            Almanya’nın Türkiye’yi Dinlemesi

Almanya, Erdoğan’ın sadece Ortadoğu’da değil Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve Bosna-Hersek gibi Balkan ülkelerinde Yeni Osmanlı hayalini yaratma gayretlerinden rahatsız. Erdoğan’ın son yıllarda dini, sosyal, siyasi ve iş etki alanını saldırgan bir biçimde genişletmesini durdurmak için siyasi ve finansal girişimlerde bulunmaya başladı[23]. Almanlar, Balkanlarda özellikle kara para aklama ve organize suçlar konusunda endişeli ve Arnavutluk üzerinde etki sağlama konusunda ABD ile de rekabet halindedir. Ahmet Çalık’ın %100 oranında hisselerine sahip olduğu, Arnavutluk ve Kosova’da şubeleri olan BKT (Banka Kombëtare Tregtare) Bankası’nın büyük miktarlarda kara para aklama işlerinde kullanıldığı düşünülmektedir[24]. Batılı istihbarat servisleri, Kosova, Bosna, Makedonya, Arnavutluk ve Sancak’ı Ortadoğu ülkeleri tarafından fonlayan radikal İslamcı ağını uzun zamandır takip etmekteler. Gezi Olayları’ndan sonra İngiltere, ABD veya Alman medyasında Türkiye ve hükümet aleyhinde sert yazılar artarak çıkmaya başladı. Örneğin Almanya Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel, Başbakan Erdoğan’ın Almanya ziyaretinden birkaç gün önce internet takip ve diğer bazı ileri teknoloji ürünlerinin “baskıcı ülkeler”e ihracını yasaklayacaklarını açıkladı ve bahsettiği “baskıcı ülkeler” arasına Türkiye’yi de kattı. Alman dinlemesi ile ilgili haberlerin basına sızdırılması ve zamanlamasında Snowden belgelerinde ismi geçen, çift taraflı ajan Marcus Wolf önemli rol oynadı. Böylece, Almanya’nın ABD’yi dost bir ülke dinlenemez diye sıkıştırmasına, “Siz sanki dinlemiyor musunuz” diye karşılık verildi.

Der Spiegel dergisi, Merkel hükümetinin talimatıyla BND'nin 2009 yılından bu yana NATO müttefiki Türkiye'ye yönelik istihbarat ve dinleme faaliyetlerinde yürüttüğünü açıkladı. Dergi, hükümetin dış istihbarat teşkilatı BND'ye 2009 yılında verdiği talimatta, 80 ülke hakkında istihbarat toplanmasını talep ettiğini yazmıştı. Almanya'nın istihbarat önceliklerinin tanımlandığı çok gizli belgede 30 ülkenin, istihbarat faaliyetlerinin yoğunlaştırılacağı "ana ülkeler" olarak belirlendiği, bu 30 ülke arasında NATO müttefikleri Türkiye ve Arnavutluk'un da bulunduğu bildirilmişti[25]. Almanya’da 2009 yılına kadar “NATO ülkelerini dinlememe kuralı vardı. Türkiye için bu kuralı değiştirmek, Bakanlar Kurulu kararı ile listeye alındı. Almanya’nın Türkiye’yi dinlemesinin dört nedeni var;

- Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği Sünni İslamcı politika ve başta IŞİD olmak üzere terör örgütlerine silah ve diğer lojistik destekte bulunması.

- Türkiye’nin son 10 yıldır yolsuzluk ve kara para trafiğine iyice batmış olması ve bunun yurt dışı bağlantılarının Almanya’yı rahatsız etmesi.

- İsviçre’den gelen CD’lerde yer alan bilgiler.

- Türkiye’ye olan geleneksel güvensizlik ve Almanya’daki Türk ve Kürtlerin iç güvenliklerine tehdit teşkil etme olasılığı.

Kimi Türk hükümet adamlarının İsviçre’deki banka hesaplarına ilişkin bilgiler Almanların elindedir. Türkiye’de günümüze kadar 3 bin kişiyi dinledikleri görülüyor. Türkiye’nin bunun üzerine gitmemesinin esas sebebi de bu dinlemelerde bizi direkt ilgilendiren konuların olması. Onun için Türkiye bunlar ortaya çıkmasın diye üzerine gitmiyor.Bundan dört yıl önce Merkel, 60 bin kadar Alman’ın vergi ödememek için İsviçre bankalarına para kaçırdığını tespit ettiklerini açıklamıştı. Almanya, bu kişileri tespit etmek içinİsviçre bankalarından 12 adet CD satın aldı. İşte bu CD’lerin birinin içerisinde bazı Türk büyüklerinin,eski bir Cumhurbaşkanı ve mühim kişilerin hesapları da ortaya çıktı[26].Yani Almanyanın elinde iki koz var. Bir İsviçre bankalarına para kaçıran Türk büyükleri, ikincisi Türkiye’deki bu belirli telefon görüşmeleri.Almanya’da haftalık haber dergisi Focus, Ankara’nın ko­nu­yu bü­yüt­mediğini söylerken, Al­man ba­sı­nı da Türk yö­ne­ti­ci­le­rin Al­man is­tih­ba­ra­tı­nın el­de etmiş olmasımuh­te­mel bil­gi­ler­den çe­ki­ndiğini savundu.Başlangıçta devlet başkanı ve dış işleri seviyesinde verilen tepkiler, daha sonra teknik seviyeye düşürüldü. Almanlar, konuyu “Bu teknik olay, Hakan Fidan gelsin, Almanya neden dinlediğinin gerekçesini öğrensin” seviyesine düşürdüler. Almanya Başbakanı Merkel, Alman istihbaratının Türkiye'ye yönelik dinleme faaliyetlerinde bulunduğu haberlerine ilişkin soru üzerine "Dostlar arasında dinleme kabul edilemez sözüm, ABD'nin faaliyetleri bağlamında söylenmiş bir sözdü[27]" dedi. Yani Almanya’ya göreABD, Fransa, İngiltere müttefikve ciddi dost ülkelerdir. Bunların dışında Almanya’nın dinleme özgürlüğüvardır ve Türkiye dost ülkeler içinde değildir. Bu itiraf, yukarıda açıkladığımız Türk-Alman ilişkilerinin genel gelişimi ile tamamen uyumludur.

BND’nin Türkiye’yi dinleme nedenleri arasında; insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve terör gösterildi ve "AB adayı Türkiye’den bize neler gelebileceğini mutlaka bilmek zorundayız" ifadesi kullanıldı. Dinleme olayı ortaya çıkınca, önce AKP’nin bir bakanı Der Spiegel’i suçladı, sonra AKP’nin havuz medyası bu kez de Merkel’i “Paralel” yaptı. Neden böyle yaptı? Son dinleme olaylarının arkasında Deniz Feneri yolsuzluğu soruşturması ile ilgili gelişmeler var. Deniz Feneri, Almanya’daki Milli Görüş teşkilatının kurduğu bir yardım derneğidir. Almanya’da kurban kesme hakkı verilmediği için, bu dernek Afrika ülkelerinde dağıtılmak üzere Türklerden para toplamaktadır. Yaklaşık 200 bin kişiden 100-140 Euro para toplandığı hesap edilirse rakam büyüktür. Ancak, bu paraların Kanal 7 ve RTÜK içinde kendine yer bulmuş ve Alman mahkemeleri tarafından mahkûm edilmiş malum kişilerce Başbakan Tayyip Erdoğan’a teslim edildiği ortaya çıktı. Dava süreci Almanya’da devam etmekle birlikte, Türkiye üstünü örttü. 2009 yılında Almanya’da soruşturmayı yapan 9 polisin, 3’ü Türk ve bunlardan 2’si cemaatçidir. Soruşturma kapsamında Türkiye’den gönderilmekte olan belgeler arasında Başbakan Tayyip Erdoğan ile ilgili bazı resimler de vardı. Cemaat, bir rapor hazırlıyor ve bu resimlerin soruşturmaya eklenmesini istiyor ama her nasılsa birileri bu duruma el koyarak, resimleri Erdoğan’a veriyor. Ancak, resimler olmasa da hükümetin üst düzeyi ile ilgili çok önemli bilgi ve belgeler Almanya’ya gidiyor. Ardından Almanya Anayasayı Koruma Başkanlığı, suç Almanya orijinli olduğu için, bir dinleme kararı çıkarıyor. Dinlemeler sonra genişletiliyor ve uydu dinlemesi ile Ortadoğu’daki gelişmeler de takip edilmeye başlanıyor. Edinilen önemli bilgilerin zamanı gelince hükümete karşı kullanılacağı bekleniyor.

            Sonuç

Almanlar, kendisinden başka bir ülkenin taşeronu olmuş Türkiye’yi hiçbir zaman dost görmediler. Hoş, dost olduğumuz zamanlarda da ilişkiler onların emperyalist amaçları çerçevesinde gelişti. Yani ABD olmuş, Almanya olmuş, pek farkları yok. Hele ki ABD-Almanya ilişkilerine baktığımız da iki ülke çıkarlarının nasıl büyük bir rekabet içinde olduklarını ama buna karşılık uzun vadeli çıkarları için en kötü durumu bile sindirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Almanların Balkanlara, Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya yönelik uzun vadeli hedefleri var. BND Başkanı Gerhard Schindler, özellikle Ortadoğu konusunda çok tecrübeli olduğu için bu göreve seçildi. Alman planları içinde Türkiye, her zaman ABD’nin kanişi olarak görüldü, o yüzden bize karşı geçmişte İran ile denge kurmaya çalıştı. Çıkarılması gereken ilk ders; hırsızlara, kara para aklayanlara, telefon dinlemeleri ve komplolara karşı duyarlığını yitiren Türk halkı ve MİT’in bir an önce casuslukla mücadele ve kontr-espiyonaj hakkında aklını başına toplamasıdır. İkinci ders, başta MİT ve askerler olmak üzere Türkiye’deki güvenlik kurumlarının siber güvenlik konularında bir an önce acil tedbirler alması, hem savunma hem de saldırgan amaçlı olarak bu yetenekleri bir an önce edinme ihtiyacımızdır. Geri kalmış ülkeler teknoloji edinemedikleri için bol bol usul değiştirir, eskiden yaptıklarını tekrar ederler. Bugün MİT’in reform dediği de budur. Olmayan bir siber güvenlik kabiliyeti öne sürülerek, hükümetin kirli işlerinin örtülmesi için dinlemeler konusunda tekel kurulmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan yeniden yapılanma diye, MİT dışından atanan ve işin ehli olmayan ancak hükümetin ideolojisine uygun kişiler bölge ve daire başkanı yapılarak, teşkilat az sayıdaki değerli elemanını da kaybetme aşamasına gelmiştir. Tüm gizli görüşmeleri dinlenen, gizli belgesi kalmayan, güney sınırları belirsiz hale gelen, her karışı ajan kaynayan, hırsızlıkların ve yolsuzlukların örtüldüğü bir ülkede “Almanlar bizi dinlemiş, çok mu?” diye bir ironi ile bitirelim.

 


[1]Peter Hopkirk, "On Secret Service East Of Constantinople", Publisher John Murray, (2006), p.40.

[2]Rosa Luxemburg, "Osmanlı Devleti ve Alman Emperyalizmi", Aydınlık: Sosyalist Dergi, Aralık 1968 - Sayı 2,s.12-16.

[3]Raymond Aron: Peace and War: A Theory of International Relations, Transaction Publishers, (June 5, 2003), s.45.

[4]Ramazan Çalık: Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354633

[5]Faruk Şen: Türk - Alman İlişkileri Yarı Dolu Bardak Gibi, Milliyet, (01 Şubat 2014).

[6] Mehmet Eymür: MAH’tan MİT’e geçiş ve Zayıflayan Karşı Koyma, (Der.) Sait Yılmaz, İstihbarat Dünyası, Kripto Yayınları, (2014). (Yayım aşamasında).

[7] Amal: Emel’in çoğulu, emeller, ülküler.

[8]Genelkurmay Başkanlığı’nca yayınlanan “Gehlen’in Anıları” isimli kitap bu alanda çalışan herkes için temel bir başvuru kaynağı olmaya devam etmektedir.

[9]http://www.verfassungsschutz.de/en/about-the-bfv/supervision-and-control (Erişim; 18.05.2014).

[10]Celalettin Yavuz: Keşke MİT de Almanya'yı Dinleyebilecek Kadar Olsaydı! Etik Haber, (21 Ağustos 2014).

[11] Faruk Şen: Almanya’nın Elinde Çok Önemli Kozlar Var, Bugün TV, (26 Ağustos 2014).

[12]Ümit Özdağ: Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, (Ankara, 2010), s.73-77.

[13]Ümit Özdağ: PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter?, Kripto Yayınları, (Ankara, 2008), s.40-41.

[14]Necip Hablemitoğlu: Köstebek, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, (İstanbul, 2003).

[15]Şenol Gezer: Hablemitoğlu’nun Katili Almanlar mı? Haber 7, (27 Haziran 2006).  http://www.haber7.com/haber/20060627/Hablemitoglunun-katili-Almanlar-mi.php

[16]Necip Hablemitoğlu: Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası, Otopsi Yayınları, (Ankara, 2001), s.44

[17]Mark Leonard: Europe: the New Superpower, Center For European Forum, (01 February 2005), http://www.cer.org.uk/topics/transatlantic-relations?page=8

[18]Michael McFaul: Democracy Poromotion As A World Value,  The Washington Quarterly, Winter 2004-2005, p.156.

[19]Thomas Carothers: Democracy Promotion: Comparing the Challenges and Opportunities of 1989 and 2011, USAID DRG 2.0 Conference, (June 20, 2011).

[20]Jacob Heilbrunn: Downfall: Obama's Reckless German Spy Scandal, (July 11, 2014).

[21]David C. Hendrickson: Germany and America: Headed, National Interest, (July 15, 2014).

[22]Steven Erlanger: What the War in Libya Tells Europe, Strategic Europe, Carnegie Endowment, (Sept 21, 2011).

[23]Merkel’s Germany preparing to kick out Erdogan’s Turkey from EU’s fragile Western Balkans, (21/08/2014). http://www.dtt-net.com/en/index.php?page=view-article&article=6774&utm_source= feedblitz&utm_medium=FeedBlitzEmail&utm_content=23327&utm_campaign=0

[24]Turkey’s bank in Kosovo owned by close associate of Reccep Erdogan suspected of money laundering, 21/08/2014. http://dtt-net.com/en/index.php?page=view-article&article=6773

[25]http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27067570.asp

[26]Faruk Şen: Almanya’nın Elinde Çok Önemli Kozlar Var, Bugün TV, (26 Ağustos 2014).

[27]A.A.: Merkel, Türkiye'yi dinleme ve PKK'ya silah yardımı iddiaları hakkında konuştu, (24 Ağustos 2014).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display