2015'e Girerken Uluslararası Güvenlik Ortamı

Yazan  07 Ocak 2015

            Giriş

            Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıl olan 1914’ün 100. yılını geride bıraktık. 2014 yılı aynı zamanda “Soğuk Savaş Sonrası” dönemin sonunu, büyük güçler mücadelesinin başladığı yeni dönemin ilk yılını temsil ediyor. Ukrayna’daki gelişmeler, Çin’e karşı uzun dönemli hazırlık yapan ABD’nin tekrar Rusya’yı da hedef listesine koymasına, buna karşılık Rusya’nın da güvenlik konseptini NATO’yu açıkça hedef alacak şekilde tekrar değiştirmesine neden oldu. Avrupa’da bir konvansiyonel savaş ihtimalinin hala çok düşük olduğu konuşuluyor ama 1914’ün yılbaşında da, iki dünya savaşı arası dönemde de aynı şekilde düşünülüyordu. 2014’te yaşananları kısaca özetleyelim.

 a) 2013 yılı sonunda hakkında çok az şey bilinen IŞİD, 2014 yılı ortalarında birden Ortadoğu’nun en güçlü askeri grubu oldu. IŞİD, Suriye ve Irak’ta devlet ve halifelik ilan etti. ABD, yarattığı “canavar kuklası” IŞİD’e karşı hava harekâtı başlatırken, büyük oyun; 1916’da Sykes-Picot anlaşması ile suni devletlere göre çizilen Ortadoğu haritasının değişmesidir.

b) ABD, Ukrayna’da bilindik yumuşak güç oyunları ile kendi adamlarını iktidara getirmeye çalışırken, işi ağzına yüzüne bulaştırdı. Rusya; Kırım’ı işgal etti ve Doğu Ukrayna’yı da tehdit ediyor. ABD, şimdilerde petrol fiyatları ile oynayarak ve rubleye saldırarak, Rusya’yı ekonomik olarak çökertmeye çalışıyor.

c) Mart ayında Afrika’da Liberya, Guyana ve Sierra Leone’de Ebola virüsü ortaya çıktı ve 6.000’den fazla kişi öldü[1]. ABD ve Avrupa’da ise seyahatle gelen birkaç Ebola vakası görüldü. Washington, Amerikan topraklarında kullanılması yasak olan Ebola tarama cihazı ile Afrika’ya yardım ediyor ama nedense bu işi askerler yapıyor.

d) İran ile nükleer programı üzerine görüşmeler, birkaç kez yeni süre verildikten sonra durdu. Batı, şimdilerde İran’ın ne kadar uranyum zenginleştirmesine izin verileceğini ve kabul etmezse uygulanacak yaptırımları tartışıyor.

e) Mayıs ayında Hindistan’da seçimleri tarihi bir zaferle kazanan Narendra Mondi, ülkesini yatırımcılar için daha cazip kılacağını açıkladı. Ezeli düşmanları Pakistan ve Çin arasına sıkışmış olan Hindistan, Soğuk Barış’a savunma harcamalarını artırarak devam ediyor.

 f) Avrupa ülkeleri son beş yılda üçüncü kez gerileme dönemine girdi. İtalya krizde, Fransa ve Almanya ise kıyısındadır. Yunan krizi şokundan sonra Almanya, Rusya ile ortak yanlarını daha fazla değerlendirmek için yeni arayışlara girdi.

g) İsrail’in Gazze ve BatıŞeria ablukası yeni çatışmalarla devam ederken; ABD, BM’deki oylamada Filistin’in BM üyeliğine Güvenlik Konseyi’ndeki Afrikalı üyelere rüşvet vererek engel oldu[2].

 h) Hong-Kong’da Pekin yönetimi 2017’de yapılacak Hong Kong baş yöneticiliği seçimlerine ancak kendi onayladığı adayların katılabileceğini söyleyince “Occupy Central” isimli sokak eylemleri başladı.

 j) İngiltere bu yaz bölünmenin kıyısından döndü ve İskoç bağımsızlık referandumu sonucunda 307 yıllık birlik devam kararı almış oldu.

 i) Yaz aylarında varili 100 dolardan fazla olan petrolün fiyatı yıl sonunda 60 dolara düşünce; İran, Nijerya ve Venezüella gibi üretici ülkeler zarar gördü.

j) Ukrayna üzerinde düşen 370 Uçuş No.lu Malezya uçağından 9 ay sonra Kuala Lumpur-Pekin arasında uçan diğer bir Malezya uçağı 239 yolcusu ile kayboldu.

k) Siber saldırı ve suçlardan yıl boyunca pek çok banka ve şirket etkilendi. Son olarak ABD, Kuzey Kore’nin saldırısına maruz kaldığını açıkladı.Saldırı iddiasını kabul etmeyen Kuzey Kore, ABD’nin tehdidi üzerine bilgisayar sistemlerini kapattı.

l) NSA’nin Amerikan vatandaşları da dahil pek çok dinleme faaliyeti özellikle Edward Snowden adlı Amerikan istihbaratçısının yapmış olduğu açıklamalar üzerine ifşa oldu. CIA’nın işkence yöntemleri Senato soruşturmalarına yol açtı, Amazon sitesinin CIA’ya bulut teknolojisi hazırladığı ortaya çıktı.

m) Brezilya, Venezüella, Şili, Uruguya, Ekvator ve Bolivya’da merkez sol partiler, neo-liberallere karşı seçimleri kazandılar. Kolombiya’da başkanlığa sağcı aday karşısında Santos seçildi.

n) Dünyanın en çok suç işlenen bölgesi olan Latin Amerika’da Eylül ayında Meksika-Iguala’da hükümeti protesto eden 43 öğrenci kısa sürede kayboldu. Öğrencilerin organize bir suç örgütü tarafından katledildiği sanılıyor[3].

p) ABD’nin Küba ile diyaoga başlaması, bu ülke üzerinde 50 yıldır uyguladığı ablukanın kalkması, ekonomi ve turizmin canlanması umudu doğurdu.

            Soğuk Savaş sonrası, 11 Eylül 2001’e gelene kadar olan dönemde; Avrupa’da Almanya’da birleşirken, Varşova Paktı’ndan kopanlar ve Baltık ülkeleri NATO ve AB’ye üye oldu. Soğuk Savaş’ın bitimi ile birlikte Batılı büyük güçler  ‘güvenlik’ endeksli politikalar yerine ‘çıkar’ endeksli proaktif stratejiler izlemeye başladılar. 11 Eylül saldırıları ile birlikte Bush yönetimi sadece radikal İslamcı teröristleri hedef almadı, Irak’tan başlayarak tüm Ortadoğu’ya demokrasiyi getireceğini düşündü. Bu aslında ABD’nin Ortadoğu’da kurmak istediği yeni düzeninin kılıfı idi ve Irak, komşu ülkelerde istenen harita değişikliklerini yapmak için işgal edilecek en uygun ülke seçilmişti. Baba Bush; BM’nin çatısı altında yeni bir dünya düzeni hayali kurmuş, Clinton; küreselleşmeyi kullanarak liberal dünya düzeni kurmayı hedeflemiş, Oğul Bush terörle küresel savaş postu altında felaket kapitalizmine hizmet etmişti. Obama ise İsrail-Filistin sorunundan küresel iklim değişikliğine, Asya ve Pasifik’te yeni ticaret anlaşmalarından Rusya ile silahların kontrolü görüşmelerine pek çok konu içinde dağıldı ve ılımlı İslamcılar ile birlikte Ortadoğu’yu terör bataklığına dönüştürdü.NATO bir savunma örgütü iken, emperyalist ülkelerin amaçlarına hizmet eden operasyonel saldırı kutusu haline geldi. Bugün Avrupa’da hiçbir NATO üyesi ülkeye yönelik askeri tehdit söz konusu değil, aynı şekilde Asya’dan Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika’ya kadar hiçbir ülke Amerikan çıkarlarına doğrudan bir tehdit oluşturmuyor. Ama dünyanın her yerinde ABD, kimlik sorunlarına endeksli toplum mühendisliği ve terörle savaş kisvesi altında yeni güvenlik sorunları ortaya çıkarıyor, bırakıp gittiği ülkelerde işler eskileri daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Sorun ABD’nin büyük stratejisinde ve meşruiyeti olmayan bu stratejinin kör tarafları ve askeri uygulamalarındadır.Uluslararası güvenlik ortamının gelinen resmini ve değişimleri ele almadan önce, dünyada yüz yıldır olup-bitenleri anlamak için ABD’nin büyük stratejisi ile işe başlayalım.

            Amerika’nın büyük stratejisi

            ABD’nin büyük stratejisi 1914’den beri aynıdır; güvenlik bölgelerinde (Avrupa, Ortadoğu, Asya-Pasifik vb.) güç dengesinin kendi kendini muhafaza etmesini beklemek, dengeyi muhafaza etmek için gerekirse yardım etmek, son seçenek olarak ittifak/ortaklık/savunma anlaşması dâhilinde askeri müdahalede bulunmak. ABD’nin yüzyıldır devam eden stratejisi sayesinde her zaman dünyanın çeşitli güvenlik bölgelerinde amacına yerecek kadar asgari askeri varlık bulundurdu. Birinci Dünya Savaşı’na çok geç girdi, İkinci Dünya Savaşı’nda düşük masraflı çevre operasyonları yaptı. Aralık 1941’de savaşa dâhil olmalarına rağmen mümkün olan en sona kadar Almanya’nın erimesini beklediler. Sovyetleri rahatlatmak, Alman zayiatını artırmak için İngiltere ile birlikte Türkiye’yi savaş sokmaya çalıştılar. Önce Almanya’nın gücünün dış çevresinde marjinal işlere giriştiler; Kuzey Afrika, Sicilya ve İtalya’nın geri kalanını işgal ettiler. Kesin sonuçlu savaş, Sovyetlerin Almanları yendiği ve oldukça zayıflattığı Haziran 1944’e kadar bekledi. Sovyetler ise Soğuk Savaş döneminde kendilerine stratejik derinlik sağlamak için derinliğine tampon bölgeler oluşturdular. İç halkada Baltık ülkeleri, Belarus ve Ukrayna ile bir halka kurdular. Sonraki ikinci halkada Polonya, Çekoslovakya, Macaristan Romanya ve Bulgaristan vardı. Kuzey Almanya Ovası için de Almanya’nın merkezine kadar uzanan Doğu Almanya yaratıldı. ABD’nin cevabı ise Ruslara karşı koymak değil, Batı Almanya’ya kuvvet yerleştirmek ve güçlü bir ittifak (NATO) kurmak oldu. ABD, NATO ile bir savaş halinde kuvvet gönderme garantisi veriyor, olası Sovyet taarruzunu durdurmak için nükleer silah hazırlıyordu. Ama Soğuk Savaş boyunca Çekoslovakya, Macaristan ya da bugün Ukrayna’da ABD desteği sembolik olmanın ötesine geçmemiştir. ABD, denge bozulduğunda daha fazla birlik gönderecek, en kötü durumda savaşa katılacaktı ama bunun nasıl olacağı açık değildi. ABD, takviye gönderme ve nükleer silah kullanma seçeneğini açık bırakmıştı. Sovyetler asla saldırmadı çünkü hem ihtiyaç duymadılar hem de böyle bir seçenek çok riskli idi.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Avrupa’da Almanya’nın statüsü üzerine yapıldı. Soğuk Savaş’ta ise hedef Sovyetleri caydırmaktı. Bugün ne Almanya tehdit ne de Doğu’dan gelen bir tehdit var.Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tampon ülkeleri kaybeden Rusların stratejik konumu 17. yüzyıldan beri en kötü duruma düşmüştü. Dış halkadan sonra, iç halkada Baltık ülkeleri de NATO üyesi oldu ve ittifak St. Petersburg’a 150 km. kadar yaklaştı. Ukrayna’nın da NATO üyesi olması ile güneyden de 400 km. kadar ittifak yaklaşmış olacaktı. Bu yüzden NATO’nun Ukrayna’ya kaptırılmaması Rusya için hayati bir konudur. ABD eski stratejisine devam ediyor ve tampon ülkelerin durumunu sadece izliyor. ABD çıkarları için alarm zilini çalmadığı sürece acil durum yoktur ve Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya, Ukrayna, Türkiye gibi tampon ülkeler hiçbir zaman acil durum kategorisine girmezler. Tampon ülkelerin silah ve müttefike ihtiyacı vardır ve ABD, hep bu hassasiyeti kullanagelmiştir[4].ABD, İngiltere’den miras aldığı strateji gereği her zaman müttefiklere ihtiyaç duydu ve onları bölgesel düşmanlarına karşı kullanmak için takviye etti. Bu müttefiklere ancak kendi kendilerini savunabilecek kadar yardım etti[5]. Bu ülkeler hegemonya potansiyeli olan ülkelerin çevresinden seçildi. Tampon ülkeler için rasyonel strateji kendi gücüne dayanmak ve eğer yapabiliyorsa savunma yükünü diğerlerine yüklemektir.     Medyaya yapılan açıklamaların aksine, ABD, Ruslar kadar Avrupalı güçlerin de zayıf olmasını ister.  Böylece hegemonik bir güç tehdidi doğmayacaktır. Avrupa’daki güç dengesi kontrolden çıkacak seviyeye gelmedikçe ABD hep durumu izleyecektir. Tırmanma sürecinde ABD, ittifakın önemine vurgu yapacak, resmi ziyaretlerde bulunacak, sembolik güç gösterisi yapacak, birbiri ile işbirliği yapmayacak ve aldığı silahları kullanacak kuvvet yapısı olmayan ülkelere silah satacaktır. NATO’nun diğer başat ülkeleri ile kendi gündemleri peşinde ittifakı başka mecralara sürüklemeye çalışacak ya da masrafa girmemek için ipe un sereceklerdir.

            ABD, 21. yüzyıla uluslararası güç dengesi piramidinin en üstünde, tek süper güç ve küresel hegemonyanın lideri olarak girmektedir. ABD’nin önderliği, küresel gücün siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri olmak üzere dört alanında en üstün durumda olmasından kaynaklanmaktadır. ABD’nin askeri gücünün temel çerçevesini Soğuk Savaş döneminde kurulan siyasi ve askeri bölgesel ittifaklar ile resmi güç projeksiyonu oluşturmaktadır. Soğuk Savaş sonrası ABD’nin yeni vizyon arayışları içinde sırası ile George H.W. Bush’un “Yeni Dünya Düzeni”, Clinton’ın “Küreselleşme” ve oğul Bush’un “Terörizme Savaş” anlayışının yerini 2008 seçimleri ile birlikte Obama’nın “Yeni İdealizm” vizyonu aldı.

        Obama ile ABD, işi ucuza getirmek için ortaklara dayanma, müttefiklerle paylaşma gibi unsurlar yanında daha çok yumuşak güce dayanmak için diplomatlar, NGO’lar, sivil toplum ve özel sektör arasında yeni bir kurgu arayışı öne çıkmakta idi. Bu kurgu daha çok yumuşak güçle yani istihbarat toplumunun desteğinde, Dışişleri Bakanlığı Kamuoyu Diplomasisi Başkanlığı’nın öncülüğünde; NED (Ulusal Demokrasi Vakfı), USAID, çokuluslu şirketler, medya, üniversiteler, think-tank merkezleri, vakıflar ve dernekler ile birlikte yürütülmektedir. Free Europe ve VOA gibi radyolar, USIA ve eğitim ve kültür değişim programları, çok dilli web sayfaları, sosyal medya, diğer interaktif ve teknolojik vasıtalar bu işlerin yedeğindedir. ABD’nin uluslararası sorunların çözümündeki rolü 11 Eylül sonrasında “liderlik” rolünden ''dünya polisi'' rolüne doğru kaymıştır. ABD’yi ilgilendiren tehditlerin her ikisi de konvansiyonel silah sahası menzilinin üstünde ve altında kalmaktadır; bir yanda kitle imha silahları, diğer yanda terörizm. ABD’nin caydırıcılık politikası her iki tehdidi de önlemeye yöneliktir. Ancak Irak ve Afganistan da yaşanan başarısızlıklar yanında küresel güç dengesindeki rakiplerinin artan güç kapasiteleri ABD’nin askeri yeterliliğini de gittikçe sorgulanır hale getirmektedir.Washington, hala Rusya’ya 1990’ların başarısız devleti olarak bakmaktan vazgeçmiş değil, ne Rusya ne de Avrupa Birliği’nin krizi çok umurunda değildi. Çünkü enerjisinin çoğunu alan Afganistan ile meşguldü. 1 Ocak 2015 itibarı ile Afganistan’dan çekilen ABD’yi yeni dönemde zor günler bekliyor.

            Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile askeri alanda özellikle nükleer bir çatışmanın yol açabileceği felaketler, ideolojik kapsamlı kurtuluş savaşlarının yarattığı kötü imaj Batılıları daha pratik çözümler bulmaya itmişti. ABD’de 1983 yılında Ronald Reagan’ın başkanlığı döneminde kurulan ‘Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)’, ‘demokrasi geliştirme (democracy promotion)’ görüntüsü altında ülkelerin içine çeşitli sivil toplum örgütleri ile sızma ve iç dinamiklerle oynayarak, ülkelerin rejimlerini değiştirme yönünde önemli bir dönüm noktası oldu. Ekonomik alandaki dönüşümler ise ‘serbest pazar (free market)’ gibi bir liberal söylem altında Batı sermayesinin seçilen ülkelere girmesi; sadece ülke kaynaklarının ele geçirilmesini değil, yardım karşılığı dayatılan özelleştirmeler yolu ile iç ekonomik yapının kontrol altına alınmasını sağladı. Ekonomik kurgu, her ne kadar 1970’lerden itibaren IMF-Dünya Bankası-Dünya Ticaret Örgütü içinde bir görev bölümü ile oluşturulmuş olsa da, ilk uygulamaları 1950’lerde başlamıştı. Öte yandan II. Dünya Savaşı sonrasında, Komünizmle ideolojik mücadele kapsamında ‘Amerika’nın Sesi Radyosu (VOA)’ gibi stratejik iletişim araçları ve kitlesel medyanın üçüncü dünya ülkelerinde Batılılar tarafından propaganda amaçlı kullanımı siyasi ve ekonomik dönüşümün propaganda boyutunu oluşturdu. Böylece siyasi, ekonomik ve kültürel alandaki bu kurgular genelde ABD’nin önderlik ettiği Batının, özelde ise CIA’ya yüklenen işlerin daha açık bir şekilde icra edilmesi imkânını sağlamıştı. Bütün bu arayışlar Batılıların 1990’lı yıllarda “yumuşak güç”, daha sonra 2000’li yıllarda da “akıllı güç” dediği uygulamalarına temel teşkil etti.

            Uluslararası Güvenlik Ortamında Değişim Trendleri

            Değişim dönemlerinde insanlar dünyada işlerin nasıl yürüdüğü ve gelecek ile ilgili daha bilinçli olmak isterler. Tarih boyunca büyük güçler, kendi yarattıkları düzenin savunucusu ve düzenden faydalanan aktör olarak diğer yükselen güçlerin önünü kesmek, hatta aldatmak ve düşüncelerini etkilemek yolunu seçmişlerdir. Soğuk Savaş sonrası böyle bir dönemdi, Francis Fukuyama, SamuelHuntington ve John Mearsheimer gibi üç entelektüel dünyanın gidişatı ile ilgili görüşleri ilgi çekmişti.  Üç yazar da dünyanın gerçek sorunları yerine ABD hegemonyasının meşruiyetini sürdürmek için yeni dünya modelleri ortaya koymuştu. Bu üç model içindeFukuyama, liberalizmin zaferine ve Batının birleşmesine, Batı modelinin dünyayı şekil vermesine odaklanmıştı. Uygarlıklar arası rekabetin anahtar devletlerin ilişkilerinde büyük ölçüde etkili olduğunu düşünen Huntington, içeride evrensellik dışarıda çok kültürlülük istiyordu.Mearsheimer ise ticaret, refah ve hukuk yerine daha çok kuvvet kullanarak barış sağlanabileceğini düşünüyordu.Bu tartışmalara yeni katılan ABD Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ise, Dünya Düzeni (World Order[6]) isimli yeni kitabında, modern devlet sisteminin gelişimi ile ilgili düşüncelerini açıklarken, Westfalia döneminde olduğu gibi güç dengesinin istikrarının hala çok önemli olduğuna vurgu yapıyor. Kissinger’a göre, Westfalia sistemi modern şartlara adapte edilmelidir[7]. Yeni bir dünya düzeni kurgulanırken güç ve idealizm arasında da denge olmalıdır. Bu aslında realizme dönüştür.ABD’nin aradığı realizm ve idealizm dengesi aslında BM Şartnamesi’nde vardır ama ne bu şartnameye saygı duymaktadır ne de BM GK yapısı adildir. ABD, barış ve güvenliğin BM garantisi altında olduğu, ülkelerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı duyulduğu bir dünyada yaşamayı öğrenmelidir.

Uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evredeyiz. Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı dönemi anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememek ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dâhil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini büyük ölçüde yitireceklerdir. ABD tarafından temel kuralları belirlenen bir düzene doğru yavaş yavaş evrilmektedir. Ulus-devletler, kültürel ve tarihi farklılıkları ne olursa olsun demokrasi, kalkınma ve serbest pazar ekonomisi, çağdaşlaşma ve özgürleştirme gibi kavramlar arkasında örtülü yöntemler ile sözde “Batılı toplumlar gibi gelişerek” evrensellik düzeyini yakalayacakları bir geleceğe yönlendirilmektedir. ‘Küreselleşme’, ‘bilgi toplumu’, ‘değişimi yakalamak’, ‘devletçi-laik-milliyetçi reflekslere takılıp kalmamak’ gibi sözde modern söylemlerle ulusal egemenlikler erozyona uğratılmakta, ulusal güvenlik parametreleri yok edilmektedir. Avrupa Birliği tarafından, ülkemize dayatılmaya çalışılan demokrasi ve özgürlükler yaftası altındaki post-modern değerler teorik olarak kaos içinde bir dünyayı temsil eden bizler için uydurulmuş elbisedir. Soğuk Savaş’ın devlet odaklı çatışma türlerinin yerine ulus-devleti hedef alan yeni çatışma türlerini kullanmakta ve bu alanda işbirliği yapmaktadırlar. Bu yönde geçmişin ideoloji ve toprak anlaşmazlıkları yerine artık ‘kimlik’ esasına dayalı yeni iç istikrarsızlık sorunları kurgulanarak, yaratılan ‘güvensizlikleştirme (desecuritisation)” alanlarına “güvenlik sağlama (securitisation)” aktörü olarak nüfuz edilmesi temel alınmaktadır. Bu nedenle, içinde bulunduğumuz güvenlik ortamı küresel bir düzensizlik ve istikrarsızlık içinde oldukça karışık bir durumdadır. Eğer ABD başarılı olursa yeni dünya düzeni “dünya devleti” olarak tanımlanacak ya da çok kutupluluk veya kutupsuzluk ile birlikte adil evrensel kurumların üstünlüğü kazanırsa buna “iyi yönetişim (goodgovernance)” denilecektir.

            21. yüzyıla girerken dünya politikalarındaki hızlı değişimler bugüne kadar yerleşmiş dengeleri altüst etti. Sınırların değiştiği, düzenleyici ve denetleyici güçlerin belirsizleştiği, çeşitli grupların geleneksel ulus-devlet yapısını zorladığı, bölgesel istikrarsızlık ve çatışmaların hâkim olduğu bir güvenlik ortamı meydana geldi. Küreselleşme ile ekonomi ve güvenlik kavramları birbirinden ayrılmayacak şekle büründü, geleceğin rekabet konularının daha çok kaynaklar üzerine olacağı açıktır.Geleceğin uluslararası güvenlik ortamının değişim trendlerini jeopolitik gereksinimler, güvenlik ve güç ilişkileri alanında yaşanan değişimler, doğal kaynaklar, teknoloji, enerji ve doğal felaketler gibi ana trendleri gözden geçirerek belirleyebiliriz. Bir özet yapacak olursak geleceğin güvenlik ortamının şu trendlerdeki gelişmeler ile şekilleneceğini söyleyebiliriz;

- Güç trendleri; ABD’nin gücü azalma eğilimindedir, muhtemelen 2030 yılında Çin ve Hindistan, ABD’yi geçmiş olacaktır. ABD hegemonyasının yerini çok kutuplu bir düzen mi alacaktır? Rusya’nın demografik sorunları, toparlanışını engelleyecek midir? Avrupa, birleşik bir devlet mi olacak, bölünüp yeni bir Alman İmparatorluğu mu ortaya çıkacak? Brezilya, Hindistan, İran gibi yükselen güçler küresel güç dengesine dâhil olacak mı?

- Uluslararası düzen; Küreselleşme devam edecek mi? Ulus-devlet, temel birim olmaya devam edecek mi? Yeni bir ideoloji ortaya çıkacak mı? İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin kurumları olan BM, NATO, IMF, Dünya Bankası’nın yerine yenileri gelecek mi? Hindistan, Brezilya, Almanya ve Japonya gibi ülkeler de,Güvenlik Konseyi’nde daimi bir koltuk isterken, BM’de daha adil bir sistem kurulabilir mi?

- Jeopolitik eğilimler; Dünyadaki ticaretin %70’i Güney Asya sahillerinde yapılıyor ve böylece kenar kuşak teorisine dönüyoruz. Bu yüzden ABD, Asya-Pasifik’i eksen (pivot) bölge olarak ilan etti. Geleceğin büyük savaşı da burada saklıdır. Birbirine rakip iki güç arasında hızla büyüyen bir rekabet varsa savaş kaçınılmaz. Bu rekabet tarihte küresel olarak 15 defa yaşanmış ve 11’i büyük bir savaşla bitmiştir[8]. ABD, Asya-Pasifik’te 70 yıldır korumaya çalıştığı Amerikan barışının (Pax-Americana), Çin’in tek taraflı girişimleri ile tehdit edildiğini düşünmektedir.

- Global demografi;Dünya nüfusunun %40’ı günde iki dolardan daha az para ile geçiniyor[9]. Dünyanın yaklaşık üçte biri (2 milyar kişi) hala elektrik kullanamıyor. Dünyadaki ölümlerin %99.2’si savaşlar değil, hastalıklar nedeni iledir, onu kazalar izlemektedir. 2050 yılında dünya nüfusu 9 milyar olacak yani bugüne göre %50 artacaktır[10].Yaşlanan nüfus ve şehirlere göçler yeni zorluklar ortaya çıkaracaktır. 30 milyon nüfuslu onlarca şehire sahip olacağız.

- Enerji; 21. Yüzyılda da savaşların nedeni başta enerji olmak üzere doğal kaynaklar olacaktır. Dünyadaki enerji kaynakları azalırken, büyük güçler daha fazla enerji kaynağı kadar, bunları satmak ya da edinmek için enerji güzergâhları üzerinde de artan bir şekilde mücadeleye devam edeceklerdir. Alaska’da doğal gaz bulan ve kaya gazı üretmeye çalışan ABD, şimdilerde Afrika’da yeni bulunan petrol ve doğal gaza gözlerini diktiği için terör örgütleri ile güvenlik oyunu oynuyor. Aynı oyun Ortadoğu’da mezhep savaşı ile yeni haritalar üzerinden enerji koridorları oluşturulmasını hedefliyor. Rusya ve Almanya’nın Orta/Doğu Avrupa ve enerji politikaları konusunda pazarlığı devam etmektedir.

- Teknoloji; İnsanın ortalama yaşam süresi 110 yıla çıkacak, hücre büyülüğündeki bilgisayarlar insan vücuduna yerleştirilebilecektir.Gelecek yüzyılda komünikasyon, biyoteknik, robotik ve yeni endüstri devrimi alanlarında eniyi hazırlığı yapan toplumlarayakta kalacaktır[11]. Nesneler akıllı olacak, düşünüp tasarlayıp kendi aralarında karar verebilecektir. Klon görüntü adı verilen sanal araçlar, insanlar ile arkadaşlık yapabilecek, beyinlerimize bağlı bilgisayarlar vasıtası ile makineleri yönetebilecektir. Bunlara uzayda yeni bir dünya bulunması, uzaya gidişin pratik hale gelmesi; yeni ve bol bir enerji kaynağının bulunması; ışınlama gibi insan hayatını tümden değiştirecek yeni buluşları ekleyebiliriz.

- Yeni güvenlik sorunları; Ulreuslararası terörden siber güvenliğe, küresel ısınma ve ozon delinmesi başta olmak üze çevre sorunlarından devlet dışı aktörlerin yarattığı risklere kadar pek çok yeni risk geleceğin dünyasını değiştirebilir. Uzaydan gelecek ve dünyadan büyük bir parça koparacak bir asteroit, tüm dünyaya yayılacak bulaşıcı ve hızla öldürücü bir virüs, Kaliforniya’da beklenen 10.2 ölçeğindeki deprem ve devam edecek zincirleme depremler, yeni bir diktatörün veya dinin ortaya çıkışı ile küresel düzeye bir ideolojik/uygarlıklar savaşının başlaması gibi pek çok beklenmeyen gelişme de dünya tarihini değiştirebilir.

Asya ve ABD

Gelecekte ABD, Avrasya’da büyük güç savaşları veya sistematik çatışmalar yaşayacaktır. Asya’da Çin ve Japonya, ulusal prestij konusu olan birkaç ada için savaşın eşiğinde bekliyor. Japonya deniz kuvvetlerini geliştirirken Çin ile sabır yarışına giriyor. Sadece Japonya değil, Filipinler, Güney Kore ve Tayvan Amerika’nın koruması altında nükleer Çin’e karşı tetikte bekliyor. Kuzey Kore, yaptığı nükleer testlerin Japonya ve ABD’yi hedef aldığını gizlemiyor.Irak ve Afganistan’da yorulan, borç batağına düşen ve müttefiklerinin güçsüz ve yoksul bulan,  zorunluluktan baş eğdiğine olduğuna inanan ABD, Asya’daki kurtlar sofrasında nasıl bir strateji izleyeceğini tespit etmeye çalışıyor.[12]

Avrupa ve Almanya

Avrupa’da Amerikan etkisi azaldı. Avrupa Birliği’nde iç sorunlar devam ederken, Almanya konumunu yeniden hesaplıyor. Halen Avrupa’nın hâkim gücü kuzeyde Almanya iken, güneyde hala bir Avrupa gücü yok. Almanya, Avrupa Birliği’ni kendi refahının ve Avrupa’da milliyetçiliği yok etme stratejisinin vasıtası haline getirmişti ama 2008’deki Yunan ekonomik krizi onu şok etti. Almanya, şimdi her şeyi yeniden düşünme sürecinde ve Rusya ile yeni bir ortaklık doğabilir. İki ülke birbirini ekonomik olarak tamamlayabilir; Rusya, hammadde ihraç ediyor, Almanya ise teknoloji ve ikisi de ABD’ye aldırmıyor. ABD için Almanya ve Fransa ile yürümek hem imkânsız hem de faydasız çünkü iki ülke de farklı çıkarlara ve coğrafyalara odaklıdır. Almanya ile yolların ayrılması ise Polonya, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’nin yer aldığı orta kuşakta bir ittifak ile Rusya’yı karşılama fikrini doğuruyor. Bu ülkeler NATO üyesi olmakla birlikte artık ittifaka delicesine âşık değiller.

Ve  Rusya

Rusya, bundan 10 yıl öncesine göre oldukça daha güçlüdür.Ukrayna’daki gelişmeler ile birlikte ABD ve Rusya Federasyonu’nun askeri olarak karşı karşıya gelme ihtimali belirdi. Ancak iki ülke için savaş zamanı değil.Çünkü ABD için ortada savaşa değer çıkarlar yok ve iki ülkede böyle bir savaşa hazır değil. Ancak Ukrayna, büyük güçler arasında bir savaşın olanak dışı olmadığını gösterdi[13]. Ukrayna, ABD’ye süratle gelişen durumlar için kuvvet takviyesi ihtiyacını hatırlattı. Tıpkı eskisi gibi yeni müttefikler bulunmalı ve bunlar kendini savunacak kadar takviye edilmelidir.

Sonuç

Soğuk Savaş’ın bitiminden çeyrek yüzyıl sonra geldiğimiz güvenlik ortamında: ABD ve AB, Kırım’ı ele geçiren Rusya’ya karşı Ukrayna meselesi nedeni ile cephe aldılar; Doğu Asya’da ABD’nin Çin ve Japonya ile rekabeti artarak devam ediyor; Batılıların Ortadoğu’da tetiklediği mezhep savaşı yeni iç savaşlar ve harita değişiklikleri getirecek. ABD’nin hedef tahtasının başında şimdilik Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore var. Öte yandan ABD’nin Avrupa ile olan ilişkileri Soğuk Savaş dönemine göre oldukça kırılgandır. Avrupalı müttefiklerinin güvenlik ve savunma alanında ABD’ye yaslanma alışkanlığı devam ettiği için ne NATO ne de AB savunma yapısı verimli değildir. AB ülkelerinin çoğu Soğuk Savaş’tan kalma, çöp ordulara sahiptir. Öte yandan Rusya, Sovyetler Birliği’ni aynen kurmak değilse de eski etki sahasına sahip olmak istiyor. Çin, küresel işlerde ABD’nin arkasında ikincil rolü kabullenmiyor, Asya’da ABD etkisini azaltmayı ve kendi barışını kurmayı hedefliyor. İran ise Ortadoğu’da Sünni emelleri engelleyip, Tahran merkezli bir düzen hayal ediyor. Ortadoğu’da ABD’nin planı 1916’daki Sykes-Picot’un kurduğu düzeni değiştirmek, o dönemde petrole dayalı olarak kurulan Suudi Arabistan, Irak, Lübnan ve Suriye gibi suni devletlerin yerine yeni bir düzen ve devletler kurmak. Euro krizini çözemeyen AB ise şimdilik kendi iç sorunlarına odaklandı ve uzun süre büyük stratejiler peşinde olacağı beklemiyor. Bunun yerine İngiltere, Fransa ve Almanya’nın birliği kullanarak özel planlarını gerçekleştirme hedefleri var.Ukrayna olaylarından beri düşünce merkezleri ABD ve Rusya arasındaki ikinci Soğuk Savaş hakkında çalışıyor. Birinci Soğuk Savaş’ta ABD ve Sovyetler bazı kurallar belirlemiş ve böylece büyük bir savaştan kaçınmışlardı. Şimdi kuralsız bir döneme giriliyor. Nükleer başlıkları siber silahlar, hassas mühimmat ve drone’lar kumar masasında ve iki ülkede yeni yöntemler kullanabilir.

            Jeopolitik koşullar da iki kutuplu düzene göre çok değişti ve iki taraf ta yeni müttefikler bulabilir. ABD’nin tarihi olarak Rusya’yı çevreleme ve karşılama stratejisi Çin gibi yeni bir müttefiki yanına çekebilir ya da bazı Avrupa ülkeleri ve Türkiye’yi kaybedebilir. Stratejik odağını Asya-Pasifik eksenine kaydırmaya çalışan ABD, daha çok deniz ve hava kuvvetlerine ağırlık verirken, diğer bölgelerde güç dengelerini tutmak için bölgesel ortaklar seçiyor. Büyük bir dönüşüm sürecinden geçen Türkiye için, son yıllarda yükselen güç pompalaması yapılıyor. ABD’nin Ortadoğu, Güneydoğu Avrupa ve Kafkasya stratejileri için vazgeçilmez olan Türkiye’yi ABD ittifak sistemi içinde tutarak, Rusya ve İran’ın karşısına dikecek bir güç dengesi görevi biçilmektir. ABD, Ortadoğu’da savaşları harita değişikliklerine sürüklerken, Türkiye’ye yeni güç dengelerinde daha tehlikeli bir rol vermeye hazırlanıyor. Hâlbuki Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik ve savunma alışkanlıklarını aşamayan Türkiye, dışarıdan kurgulanan bir dönüşüm süreci içinde sadece Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet rejimini ve ulus-devlet yapısını değil, toprak bütünlüğünü de kaybetme tehlikesi içindedir. Türkiye’nin önceliği son on yılda AB üyelik süreci ve ABD’nin içimizdeki paralel yapı uygulamaları ve Ortadoğu projelerinin bir parçası olan federal Türkiye planı ile büyük ölçüde hasar gören ulus-devlet dokularını bir an önce onarmasıdır. Bugünkü iktidar, yeni Anayasa diyeterör örgütünü tatmin etmek ve bu örtü altında Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün ve ulus-devlet özelliğini ifade eden başta 3. Madde olmak üzere değiştirilemez maddelerini iptal ederek, Cumhuriyet rejimi de tasfiye etmeye çalışıyor. Yeni Anayasa ve reform diyenler Osmanlı’ya bakmalı, Balkanların nasıl elimizden gittiğini görmelidir. Osmanlı’dan beri etnik istekler karşısında yapılan tüm reformlar iki şey getirmiştir; etnik kutuplaşma sonucu bölünme ve göç.Gelecek için hiçbir zaman gerçekleşemeyecek, ütopik İslami hayaller yerine geleceğin Atatürk’ün kurduğu esaslar dahilinde, tam bağımsız ve egemen bir Türkiye’yi tekrar rayına sokmalıyız. Ancak, bundan sonra Türkiye için gerçekçi güvenlik, savunma ve istihbarat stratejilerinden bahsedebilir, bunlara kafa yorabiliriz.

            Son olarak 2015’de dünyayı nelerin beklediği ile bitirelim;

a)ABD’nin AvrupaBirliği ile birlikte Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ve finans savaşı daha büyük bir ekonomik savaşa ve krize dönüşebilir; Rusya, Baltık bölgesi ve Kafkasya’da yeni askeri girişimlerde bulunabilir.

b) ABD’nin Güney Asya, Ortadoğu ve Baltık bölgesine yeni askeri birlikler göndermesi ve savunma anlaşmaları yapması Çin, Kuzey Kore ve Rusya ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini daha da bozabilir.

c) IŞİD, yeni yılda da işgal ettiği toprağı büyük ölçüde tutmaya devam edecek; ABD sonrası Taliban Afganistan’da büyük şehirleri kuşatma altına alacak; Libya Ortadoğu’da en istikrarsız ülke olacaktır.

d) Bu yıl sekiz Avrupa ülkesinde yapılacak seçimlerde muhtemelen sol ve aşırı sağ partilerin kazanması, neo-liberallerin kaybetmesi bekleniyor. İtalya, İspanya ve Portekiz’deki neo-liberal iktidarları daha sıkıntılı, protestolu günler bekliyor.Yunanistan’da sol Syriza partisinin Berlin’in daha fazla mali disiplin isteğini reddetmesi AB içinde büyük bir krize yola çabilir.

e) Uluslararası konjonktür yeni yakınlaşmalar doğuracak; Suudi Arabistan ve İsrail, İran ve Irak, Türkiye ve Rusya, Brezilya ve Venezüella daha da yakınlaşacaktır.

f)Çin’de yaygın yolsuzluklar büyük protestolara neden olabilir, Kuzey Kore; Güney Kore iletekrargörüşmelerebaşlayabilir.


[1]“The Biggest International Stories of 2014”, TheAtlantic, (Dec 2014). http://www.theatlantic. com/international/archive/2014/12/the-10-biggest-international-stories-of-2014/ 383935/

[2]James Petras, Looking Backward, Looking Forward: 2014–2015, Global Research, (Jan 05, 2015).

[3]Christopher Hagon, The Five Top International Security News Stories of 2014, (December 11, 2014).

[4]George Friedman, Borderlands: The New Strategic Landscape, GeopoliticalWeekly, Strafor, (May 6, 2014).

[5]George Friedman: U.S. DefensePolicy in the Wake of theUkrainianAffair, GeopoliticalWeekly, (April 8, 2014).

[6]Henry Kissinger: World Order, PenguinBooks,(New York, 2014).

[7]JacobHeilbrunn: Kissinger'sCounsel, (August 26, 2014).

[8]GrahamAllison: 2014: GoodYearfor a Great War?,TheNationalInterest, (Jan 1, 2014).

[9]MyronScholes: Not AllGrowth is Good, Innovation is essentialtooureconomicfuture, (July 17, 2012).

[10]Colin I. Bradford: RestoringAmerica'sLeadershipLegitimacy, GuardianUnlimited, (July 9, 2007).

[11]Paul Kennedy: Yirmibirinci Yüzyıla Hazırlanırken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çev.: Fikret Üçcan, (Ankara, 1999), 81-120.

[12]Victor DavisHanson: War is LikeRust, NationalInterest, Hoover Institution, (January 31, 2013).

[13]George Friedman: U.S. DefensePolicy in the Wake of theUkrainianAffair, GeopoliticalWeekly, (April 8, 2014).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display