Türk Dünyası Özel Sayısı

Yazan  29 Kasım 2012

21. YÜZYIL DERGİSİ


Sayı: 47


Türk Dünyası: Ya Birleşirse

Makaleler


Türkistan'da Bütünleşmenin Şifreleri


Turgay Düğen[1] - Sezgin Mercan[2]


Timur Devleti'nin 1507'de yıkılmasının ardından Türkistan'da başlayan işgaller, 20. Yüzyıl'da tamamlanmış ve Türkistan'da bağımsız bir Türk devleti kalmamıştır. Sovyetler Birliği'nin dağılması, Timur Devleti'nin yıkılmasıyla başlayan sürecin tersine döndüğü ve Türkistan'da yeniden Türk Devletlerinin bağımsızlıklarını kazandıkları yeni bir dönem olmuştur. Batı Türkistan'da bağımsızlığını kazanan dört Türk Cumhuriyeti'nin varlığı, Türkistan'da bütünleşme sürecinin başlangıcıdır. Bu makalede Batı Türkistan'daki bütünleşme sürecini başarıya götürebilecek konular ve bütünleşmeyi engelleyecek sorunlar, 20. Yüzyılın en önemli bütünleşme modeli olan Avrupa Birliği ile karşılaştırılarak değerlendirilecektir.

Türk Cumhuriyetlerinde bütünleşme sürecinin hızlanması için öncelikle söylemde sık sık vurgu yapılan tarihi ve kültürel bağların bir bütünlük içinde güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu sürecin en iyi ve kalıcı şekilde gerçekleşmesi için yapılması gereken üç şey vardır. Bunlar, ortak dil ve alfabenin oluşturulması, tarih, edebiyat ve coğrafya dersleri için ortak müfredatın oluşturulması ve Türk Cumhuriyetleri arasında sistemli, yoğun bir öğrenci değişim programının uygulanmasıdır.

Batı Türkistan'da coğrafyanın geneline yayılmış ve hiçbir devletin tek başına aşamayacağı sorunlar mevcuttur. Bundan dolayı bu tip sorunlar, bütünleşme süreçleri için fırsatlara dönüşmektedir. Batı Türkistan'da bütünleşmeye fırsat yaratabilecek sorunlar dört ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan ilki; nüfus ile coğrafya arasındaki orantısızlığın oluşturduğu jeopolitik sorundur. İkincisi; güvenlik sorunları, üçüncüsü; ekonomik temelli sorunlar ve son olarak da ekolojik sorunlardır.


Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında

Türkistan Bütünleşmesinin Ekonomik ve Demografik Unsurları

Doç. Dr. Konuralp Ercilasun[3]

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığını kazanan Türkistan'daki beş cumhuriyet, zaman zaman bir araya gelerek aralarındaki sınırları daha serbest hâle getirip getiremeyeceklerini tartıştılar. Özbekistan, "Türkistan Ortak Evimiz"; Kazakistan, "Orta Asya Cumhuriyetleri Birliği" önerisinde bulundu. Türkistan'daki beş cumhuriyetin birbiriyle yakın işbirliğine girip aralarındaki sınırları önemsizleştirmelerinin kültürel, tarihî, ekonomik, demografik ve coğrafi alt yapısı zaten bulunmaktaydı. Bugün için, Kazakistan'ın gümrük birliğini bölge ülkeleriyle değil de Rusya ile sağlamış olması; Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'ın radikal dinci hareketler ve terör örgütlerinin tehditleri altında bulunması ve bölgede bu yolda gösterilen çabaların şimdiye kadar sonuçlanmamış olması gibi olumsuzluklar ileri sürülerek bir hayalden bahsettiğimiz zannedilebilir. Ancak, unutulmasın ki 1941'de herhangi biri, yarım asır içinde Avrupa'da bir birlik kurulacağını söyleseydi ona başka gezegendenmiş muamelesi yapılırdı. Günümüz Türkistan'ının durumu ise 1941 Avrupa'sından kat be kat iyidir.


….


Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


Türk Dünyası: Fırsatlar ve Sorunlar


Yrd. Doç. Dr. Kürşat Zorlu[4]


Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla 90'lı yılların başında Türk Dünyasının jeopolitik ve ekonomik öneminin armasıyla birlikte bu coğrafyada siyasi ve ekonomik yönden hangi devletlerin hakim güç olacağı tartışılmaya başlanmıştır. Küresel güç mücadelesi, enerji güvenliğinin sağlanması, uluslararası rekabet üstünlüğünün sürdürülmesi ve çok uluslu şirketlere yeni kaynaklar sağlanması, dünyanın yeni enerji üssü sayılabilecek Orta Asya'da etkin olmayı gerekli kılmaktadır. SSCB'nin dağılması Türkiye'nin önüne kendi kanından, dininden ve kültüründen büyük bir coğrafya açılmıştır. Bu ülkelerle Türkiye arasında, yıllarca farklı bloklarda yaşamanın verdiği hasret ve duygusallıkla, bağımsızlıklarının ilk yıllarında önemli yakınlaşmalar gerçekleşmiştir. Ancak Türkiye'nin Türk Dünyası algısı sistemli bir devlet politikası olmanın uzağında kalmıştır. Bu makalede Türkiye'nin Türk dünyası politikasındaki fırsatlar, eksiklikler ve sorunlar değerlendirilmektedir.


Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında

Rus Milliyetçiliği ve Orta Asya


Merve Suna ÖZEL[5]


Alman İslam bilimci Becker Rus genişlemesi ile ilgili olarak "Rusya İslam'a karşı olan mücadelesi ile genişlemiştir." ifadesi Rusya'nın 18. yüzyıldan bu yana takip etmiş olduğu yayılmacı dış politikasının açıklayıcı bir ifadesi olarak değerlendirilebilir. Fransız İhtilalı sonrasında ortaya çıkan milliyetçi akımların Avrupa'da hızla yayılması Pan-slavizm hareketinin güçlenmesine ve Rus Çarlığı tarafından da bu ideolojisinin bir dış politika aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır. Rus milliyetçiliğinin dil, din ve Ruslaştırma ekseninde şekillenişi Rusya'nın işgal ettiği coğrafyalarda kalıcılığının anahtarı olarak görülmüştür. Nitekim Soğuk Savaş'ın sonra ermesinden sonra da Rusya Federasyonu(RF) bugün hala geçmiş dönem politikalarının uzantıları üzerinden Sovyet ardılı bölge ve devletlere dair politikalar takip etmektedir. Bu çalışmada Rus yayılmacılığı ve Rus milliyetçiliğinin Orta Asya'da varlığı incelenerek bugün devam eden Orta-Asya Devletlerinin Moskova ile olan ilişkilerindeki etkiler ele alınacaktır.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


TURAN SOYLU KAVİMLERİN KADİM YURDU: İRAN


Hakan Boz[6]


İran, Anadolu Türklüğünün Orta Asya Türklüğüne açılan koridoru görünümündedir. Türk Dünyası'nın geleceği ve bütünleşme süreci İran Türklüğünün var olması ve İran'da en az Fars etnisitesinin sahip olduğu siyasi ve kültürel haklara sahip olmasıyla doğru orantılıdır. Azerbaycan Türkleri, Kaşkaylar ve Türkmenlerin ana kütleyi oluşturduğu İran Türkleri, yaklaşık 35 milyona varan nüfuslarıyla İran'ın hemen her köşesinde varlıklarını hissettirmektedir.Bu kapsamda Makalede İran'daki Türk varlığının tarihi gelişimi ve İran Türklerinin ülkedeki etkinliği ele alınarak, Türklerin güncel sorunları değerlendirildikten sonra kısaca Anadolu Türkleriyle ilişkilere göz atılmaktadır.


Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


KÜRESEL EKONOMİDE TÜRK CUMHURİYETLERİ


Rezzan Neslihan Vural[7]


90'lı yılların başında bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetlerinin ortak sorunu ekonomilerinin büyük oranda Rusya'ya bağlı olmasıdır. Rusya, Türk devletlerinde yer


alan doğal kaynakları kendi ülkesine ve diğer Slav ülkelerine taşıyarak, Slavları zengin edecek politikalar uygulamıştır. 1989'da SSCB'de pamuğun %89'unun Türk Cumhuriyetlerinde üretilmesine karşın yalnızca %11'inin Türk devletlerinde tüketildiği verisi, bunu kanıtlayacak birçok sayısal örnekten biridir. Tutsak bulunan Türk Devletlerinin hammadde üretiminde kullanılması, bölgeye uygulanan sömürünün açık bir göstergesidir.


Bölgede uygulanan tek yanlı politika Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazandıkları 91 yılında ne yazık ki gelişmemiş bir sanayi ve zayıf ekonomi ile ülkeleri oldukça zor bir durumda bırakmıştır.

Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazandıktan sonra çözmek zorunda oldukları ilk sorun olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerin çözümünde ilk sırayı sosyalizm ile göbek bağını kesmek almıştır. Piyasa ekonomisine geçiş için hızla özelleştirmeye gidilmiştir. Dünya Bankasının 1997 raporuna göre 90-95 arasında Azerbaycan'da özel sektör payı %7'den %15'e, Kazakistan'da %8'den %28'e, Kırgızistan'da %8'den %42'ye, Türkmenistan'da %12'den 18'e, Özbekistan'da %12'den %30'a yükselmiştir.

Genel geçiş sürecinin ardından 2000'lere ülke bazında bakıldığında, Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerimizde gidilecek daha çok yolun olduğunu, Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerimizde olması gerekenden çok daha geride kaldığımız görülmektedir.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


Türk Zenginleri Kulubü: Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan


Yrd. Doç. Dr. Tuğçe VAROL SEVİM[8]


SSCB'nin yıkılmasından sonra bağımsızlıklarına kavuşan Tük Cumhuriyetleri dünya petrol kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip olmalarının yanı sıra bağımsızlık sonrasında ekonomik ve politik bir geçiş süreci yaşayan Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin enerji gücü, her geçen yıl daha da artış göstermektedir. Bunun en önemli nedeni ise bu genç Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarının ilk 20 yılında devletlerini kurumsallaştırma ve uluslaşma süreçlerinde önemli adımlar atarken bir yandan da kendi doğal kaynakları üzerinde hüküm sahibi olmanın önemini anlamalarıdır. Ayrıca dış politikalarında denge politikası ya da müttefiklik yaklaşımlarını uygulamaya başlayan bu ülkelerin her ne kadar henüz bir "Ortak Enerji Politikasına" sahip olmasalar da Avrasya Birliği gibi bölgedeki yeni oluşumların bu yolu açacağı düşünülebilir. Diğer taraftan bölgedeki Rusya faktörü de unutulmamalıdır. Nitekim Kazakistan'ın Rusya ile devam ettirmekte olduğu entegrasyon süreci ve diğer devletlerin de Çin karşısında pozisyon alma ihtiyaçları söz konusudur. 21. yüzyılda Türk Zenginler Kulübünü oluşturan Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan, hem doğal kaynakların sağladığı büyük fırsatlar hem de bu kaynaklardan dolayı ortaya çıkan riskler arasında kendilerine bir yol arayacaklar. Bu çalışmada Orta Asya Türk Devletleri'nin bir durum fotoğrafının çekilmesi hedeflenmiştir.

Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


TERÖRÜN KAYNAĞI PKK KAMPLARI


Doç. Dr. Emruhan Yalçın[9]


Kuzey Irak, Irak'ın kuzey ve kuzeydoğusundaki Dohuk, Erbil ve Süleymaniye'yi kapsayan dağlık bir bölgedir. Bölgeyi ayakta tutan Türkiye, İran, Irak'tan yapılan sınır ticaretidir. K.Irak, Ortadoğu bölgesinde bulunan Türkiye, Irak, İran ve Suriye'yi etkileyebilecek bir konuma sahiptir. Bu bölgeye yerleşecek bir güç bu dört devlet için tehdit, Ortadoğu için istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Bölge, dünyanın en hassas bölgesi olan ve sahip olduğu petrol rezervleri ile Batılı Devletlerin öncelikli ilgi sahasını oluşturan Ortadoğu bölgesine el atabilmek için ele geçirilmesi ve istismar edilmesi kolay olan bir bölgedir. Bölgede menfaati olan ülkelerin desteklediği ve Türkiye için büyük sorunlar yaratan PKK'nın her türlü hazırlığını yaptığı ve bir üs olarak kullandığı bölgedir. Bölgede ne Irak, ne İran, ne Türkiye ne de yerel Kürt grupları otorite kurabilmişlerdir. Bu nedenle bölge PKK'ya saklanacak, gözden ırak bir mekân sunmaktadır.


PKK'nın Kuzey Irak'ta Kandil, Harun, Behdinan,Dole-Koge, Zeli,Ayhan,Kani Cengi,Hakurk, Hindere,Zap,Metina,Avaşin,Haftanin, Mahmur gibi pek çok kampı vardır. Bütün bu kampların bölgedeki varlığı PKK terörünü beslemenin yanında, Türkiye'nin bölge güçleri ile olumsuz ilişkilere yönlendirilmesine neden olmaktadır. Neticede K.Irak'ta istikrar ve otorite tesis edilmeden, karanlık güçlerin kol gezdiği bir bölge olacak ve bunun da Türkiye'ye yönelik yansıması, teröre ilişkin tehditlerin devam etmesi anlamına gelecektir.

Türk ordusu, Irak yönetimi ile yaptığı antlaşma çerçevesinde 1980'li yıllardan başlayarak bugüne kadar, K.Irak'taki PKK kamplarına defalarca sınır ötesi askerî operasyonlar düzenlenmiştir. Bunların bir kısmı on binlerce askerin, hava ve zırhlı birliklerin katıldığı operasyonlar olmuştur. Bu operasyonlarda K.Irak'taki PKK kampları bombalanmış, imha edilmiş ve birçok terörist öldürülmüş olmasına rağmen, PKK teröristleri süratle küçük gruplara bölünerek araziye ve diğer ülkelere dağılmış ve operasyon sonunda yine bölgede etkinliğini sürdürmüştür. O halde yapılacak şey, K.Irak'ta, PKK kamplarının bulunduğu coğrafyada tampon bölge oluşturulmalıdır. Tampon bölge kurulmasına gerekçe, "güvenlik kalkanı" ile öngörülen bölgede inisiyatifin sağlanamamasıdır. K.Irak'ta ortaya çıkan PKK oluşumu nedeniyle, bölgede istikrar yeniden sağlanıncaya kadar, bölge kontrol altına alınmalıdır. Yapılacak büyük bir harekâtla, en azından K.Irak'ta PKK'nın bulunduğu bölgelerin ele geçirilmesi, denetiminin sağlanması, bölgenin silahsızlaştırılması, ülkede istikrar sağlanınca, yönetimi merkezi Irak Hükûmeti'ne devredilmesi sağlanmalıdır.


Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


Türk Savaş Sanatı ve Stratejisi


Doç. Dr. Sait Yılmaz[10]


Türkler tarih sahnesine ilk çıktıklarından beri ordu ve eğitime özen göstermişlerdir ve bu askeri zeka üstünlüğü Türklerin tarihte devletler ve imparatorluklar kurmasını sağlamıştır. Bilinen 5000 yıllık Türk tarihinin çoğu sıcak çatışma içerisinde geçmiştir. Türklerin taktik ve stratejik esasları başarıyla uygulaları düşmanlarıyla aralarında aleyhlerine sayısal dengesizlik olmasına rağmen kendilerini başarıya götürmüştür. Teşkilatçılık, eğitim ve disipline verilen önem ve erken dönemden beri kulanılan süvariler ve silah kullanma maharetinin üst düzeyde oluşu Türklerin stratejik üstünlüklerinin yanında yetenek olarak da üstün olmasını sağlamışlardır. Orta Asya'da Teoman ve Oğuz Han dönemlerinde Türk boyları arasında birliğin sağlanmasının ardından Türkler rakipleri Çinlilere karşı yanıltma, oyama ve baskın taktikleri kullanmışlardır. Mete Han döneminde Türkler kendilerinden sayıca çok daha üstün olan Çinlilerin ordularının hatları arasını keserek düşmanının birbiriyle iletişimine ve koordinasyonuna izin vermeden rakiplerini yenmişlerdir. Selçuklu dönemlerinde de ordu eğitimini sağlayan okullar üstünlüğü Türklerin eline geçirmekteydi. Selçuklular savaş hilelerini de çok doğru uygulamaktaydılar. Osmanlı ise daimi ordu sistemi ile en baştan muadili beyliklere üstün gelmiştir. Avrupa'daki fetihler için gereken askerler gayrimüslim ailelerin çocuklarından yetişen Yeniçeriler ile sağlanmıştır. Hem cephede hem de geri hizmet birliklerindeki çeşitlilik Osmanlı ordusunu uzun süre Avrupa'ya karşı üstün kılmıştır. Türklerin stratejik ve taktik düşünceleri olan; düşmanın en büyük grubu üzerinde üstünlük kurmak, üstün manevra yeteneğini kullanarak baskın yapmak, kuşatma ve çevirme taktikleri, suni geri çevirmelerin ardından imha taktiği (Turan Taktiği) ve stratejik çekilme ve karşı taarruz Avrupalılar tarafından ancak 18. Yüzyılda uygulanmaya başlanmıştır. Atatürk döneminde de sayıca ve teknolojik olarak üstün olan düşman kuvvetleri üzerinde üstünlük sağlanmıştır. Atatürk bütün ulusal güç unsurlarını savaşa katacak stratejisi ile üstünlük kazanmıştır. Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri de Yunan OrdularıBaşkomutanı ordusunu cephe gerisinden-İzmir'den yönetirken, Atatürk'ün bizzat ordunun başında bulunmasıdır.


….


Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında

Suudi Arabistan ABD ile Özel İlişkilerin Arkasına Nereye Kadar Saklanacak?


Sibel Kalemdaroğlu[11]


Suriye konusunda geleneksel dış politika anlayışının dışına çıkan Suudi Arabistan kendi ülkesinde giderek artan muhalefeti dünya kamuoyunun gözlerinden saklamayı başarabilmiştir. Bu durum ne Suudi Arabistan ve ABD arasındaki özel ilişkilere ne kadar bağlanabilir ve Suudi Arabistan bu ilişkilerin arkasına nereye kadar saklanabilecektir? Bu yazıda bu soruların cevabı aranmaktadır.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Kasım Sayısında


Dergimizin Türkiye'deki Satış Noktaları: http://www.21yuzyildergisi.com/satisnoktalari.html


Dergimize Abonelik : http://www.21yuzyildergisi.com/abonelik.html


Bilgi: Hülya Kocaoğlu


Tel: 0312 489 18 01


Faks: 0312 489 18 01


E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.







[1] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Orta Asya Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı.



[2] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Avrupa Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı.



[3] Gazi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi



[4] Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı



[5] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Rusya-Slav Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı



[6] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Güney Kafkasya-İran-Pakistan Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı



[7] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Bilimsel Danışman



[8] İstanbul Aydın Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü



[9] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Terörizm ve Terörizmle Mücadele Araştırmaları Merkezi, Bilimsel Danışman



[10] İstanbul Aydın Üniversitesi, Ulusal Güvenlik ve Strateji Merkezi Başkanı.



[11] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Orta Doğu Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display