Bu sayfayı yazdır

Türk Bilişim Sektörünün Ülkeye Katkısı Nedir?

Yazan  18 Kasım 2018

Çocukluğumda henüz kovboy filmlerinin modası geçmemişti. Bu filmlerde genellikle zavallı Amerikalıların, canavar Kızılderililere karşı savaşını izlerdik! Amerikalıları kovalayan Kızılderililer çok zalimdi, kafa derisi yüzüyor ya da bir direğe bağlayıp işkence filan yapıyorlardı.

Bu nedenle de Amerikalılar gördükleri yerde onları tüfekleri ile pat diye vuruyor ve biz seyredenlere rahat bir nefes aldırıyorlardı. O nefesi alırken, hiç de “iyi ama Kızılderililerin elinde ok, Amerikalıların elinde tüfek var. Bu baştan adil değil” diye düşünmezdik. Aklımıza bile gelmezdi.

Bugün 21ci yüzyıldayız, ülkemizde durum bundan farklı değil. Özellikle de benim uzmanlık alanım olan bilişim-telekom sektörüne bakıldığında.

Nasıl Kızılderililer, ok devrinin geçip, top/tüfek devrinin başlayacağını öngörememiş ve geldiğini farkına bile varamadıkları bir gelişme ile aniden burun buruna gelmişlerse, ülkemizin yöneticileri de bilişim        sektörünün anlamını 70’lerde, 80’lerde, 90’larda ve özellikle de teknolojinin hızla geliştiği 2000 sonrasında fark edemedi. Gerekli önlemler ya da destekler yapılamadı ve bu nedenle de, paramızı, güvenliğimizi, şirketlerimizi ve de gençlerimizi yaban ellere teslim ettik, ediyoruz. 

 

Nasıl ya da neden mi?

En basitini bugün“endüstri 4.0” ya da “digital dönüşüm” konusunda görüyoruz. Önüne gelen, anlar gibi bu konuda konuşma yapıyor ya da konferans düzenliyor. O kadar moda ki, pek de alakalı olmayan sosyal demokrat siyasetçinin ne söylediğini kendisinin de anlamadığı ve sonunda tam tersini “yani robotlar gelip, işçileri işsiz bırakacak” diyerek bitirdiği bir konuşma yaptığını görebiliyorsunuz. Ya da konuyla yine ilgisi çok dolaylı olan reklamcıların bile bu konuda konferans filan yaptığını görüyoruz. Çok uluslu firmaların donanım, yazılım ya da danışmanlık satmak için her dönem yenisini buldukları ve pompaladıkları bu ifadeler aslında moda halinde ve içeriği tam anlaşılamamış durumda. Özetle “Endüstri 4.0” bir fabrikaya 3 tane robot, 2 tane çok moda yazılım almak hiç değil.

Bu makale, 1-2 yıl içinde yayına hazır hale gelecek olan “Türk Bilişim Tarihi” isimli bir kitabın bir kaç  bölümünden özetler içerecek. Kısaca Türk Bilişim sektörünün bugünkü konumunu tanımlayacak.

 

Yabancı Donanımcılarca 1990’larda Kurulan Pazarlama Altyapısı (Bayi-Kanal Sistemi)

Türk Bilişim Sektörünün başlangıcı —büyüklerimiz tarafından anlatılanlara göre—, 1968’de DSİ’ye alınan IBM markalı bir main frame’dir (büyük makina). IBM dediğimiz firma 1935’den beri ülkemizde bulunur. Amerikan hükümetinin desteklediği bir firmadır.

1980’lere gelindiğinde Dünya’da ABD başta olmak üzere, PC devrimi başladı. Ülkemizde de —çok erken olamasa da— güzel bir gelişme olarak ODTÜ, Hacettepe gibi üniversitelerde artık bilgisayar mühendisliği eğitimi başlamıştı. Dolayısıyla 1980’lerin ortalarında mezunlar tarafından kurulan bazı yazılım firmaları oldu (örneğin halen en büyük yerli yazılım firması olan Logo).

Ama ülkemizdeki bilişim ürünlerinin asıl yayılması 1990’larla başladı. Maalesef sektörü tamamen çok uluslu hale getirerek. Yerli firmaların önünü keserek. Çünkü farkındalığı zayıf hükümetler nedeniyle, becerikli yabancı firmalar işbirliği yaparak altyapıyı, yani distribütörleri, dolayısıyla kanalı, basını, fuarı ve destek olacak araştırma firmaları, dernekleri, sertifikalaşmayı getirdiler ya da oluşturdular.

Anlayacağınız bugünkü AVM’lere benzer şekilde, satış kanalı oluşturuldu. HP destekli Arena ve IBM destekli Index bilgisayarın çabalarıyla, ülkenin 81 ilinde kurulan bayi kanalı sayesinde, pazarlama sistemi hazır kıvama geldi. Böylece ülkemize tüm yabancı ürünler girmeye başladı. O günden bu yana, 2,5 olarak tanımlanan (Index, Arena, Penta) büyük distribütör yapısı, altında küçük distribütörler ya da ara toptancılar ve onun da altında 81 ile yaygın dağılan bazılarına göre 8.000’i bulan ama aktif  olarak 4.000 olarak verilen bir kanal sistemi mevcut.

Altyapının bir parçası olarak yine çok uluslu firmaların (IBM, Compaq vs) desteklediği teknoloji yayıncılığı başlatıldı. Bugün teknoloji yayıncılığına dikkatle bakarsanız, yerli firmaların haberleri ya yoktur ya da küçüktür. Buna karşılık çok uluslu firmalara ait herhangi bir kötü bilgi vermezler. Hep başarılar anlatılır. Ama bu aslında yayıncılık açısından ters tepen bir durum oldu. Kendilerinden iyi haber veren basına verilen reklam düşüktür. Mesela Microsoft Xbox için dünyada 20 ülkeye 1,9 milyar $ bütçe ayırmışken, soru üzerine Genel Müdürü Türkiye’ye ayrılan payın 50 milyon $ bile olmadığını söylemiştir. Bu paranın da büyük kısmı etkinliklere harcanmıştır. Çünkü zaten kendiliğinden yabancı firmalardan ve ürünlerden başka konu bulamayan teknoloji basınına neden reklam parası ayrılsın.

Basının kullanılacağı bazı stratejik konuları da, sektörün 2 ana araştırma firması Gartner ve IDC yayınlar. Bu bilgiler de “is a must” halinde sunulur. Mesela Gartner her çeyrekte bir liderler (magic quadrant) raporu yayınlar. Nedense devletimizin ihalelerinde illa bu raporda adı geçen ürün alınması gerekir anlayışı yerleşmiştir. Sorduğunuzda, bilişim dairelerinin yöneticileri “Ama müfettiş bana hesap sorar, sağlam makina, yazılım almalıyım. Yoksa başım derde girer” der). Bu nedenle kamuda, yerli yazılım ya da donanımcılarımıza dönüp bakmayız bile. Oysa bu rapora girmek için çok başarılı olmak bir yana, yıllık 300-400 Bin $ para ödenmesi gereklidir (yani etinden, sütünden, yağından, her şeyden yararlanırlar).

Ve tabi ki.. AB’nin baskı yapmasına yarayan BSA gibi dernekler ortaya sürüldü. Bu derneğin Türkiye’de uzun süre yasal olmadan çalışmasına dikkat bile edilmedi. Yetkisi olmadan baskınlar düzenledi ve masa başı uydurduğu % 66 gibi korsan yazılım rakamları ile AB üzerinden Türkiye’ye yazılım lisansları baskısı yapıldı. Kalkınma Bakanlığı bile referansını sormadan bu rakamı kullandı.

Üniversiteler de ihmal edilmedi. Firmaların üniversitelere Microsoft Akademi, Cisco Akademi gibi yapılar kurmasına ve öğrencilere tarafsız yerine taraflı teknolojiler öğretmesine müsade edildi. Bunun sonucunda, bu öğrenciler adeta pazarlamacı gibi davranıp, çalışmaya başladıkları firmalara bu ürünleri aldırdılar.

Daha da ilerisi, bu firmaların yarattığı ve kendi ürünlerinin kullanımına dair olan sertifikalama sistemi —ki almak için yüklü bir kaç bin TL olan paralar ödenir— piyasada üniversite eğitiminin önüne geçmiş durumda. Yani filan sertifikası olan lise mezunu, bilgisayar mühendisi olan bir üniversite mezununa tercih edilir hale geldi. Özel düzenlenen törenlerde bu elemanlara sertifikalarının nasıl önemli olduğu, üniversite mezununun çözemediği sorunu nasıl çözdüğü anlatılırdı. Doğal olarak sertifikası olan eleman da bir pazarlama elemanı olarak çalıştı.

En önemlisi ise, Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan “Bilgi Toplumu Stratejisi” raporları, şu ünlü Mc Kinsey’e yaptırılıyor. Hem de senelerdir. Az sayıda bilişim uzmanı —bendeniz dahil— eleştirmesine karşılık, böylesine önemli bir rapor bile yabancıların elinde.

Bütün bunlar, çok uluslu firmaların pazara yerleşmesinde çeşitli fonksiyonlar üstlendi. Bunları özellikle 90ların başından itibaren gözlemesi, kuralları koyması, yetişmek için önlemler alması gereken hükümetlerin ise, —özellikle de 2000 sonrasında— gelişmeleri seyretmekle yetindiklerini, farkındalıklarının olmadığını, ihalelerini yerli firmalara —şu ya da bu nedenle— kapattıklarını ve hatta zaman zaman yabancı firmalarla kolkola girdiklerini söylemeliyiz.

 

Bilişim Sektörünün Hacmi

Nelerden bahsettiğimizi daha iyi anlamak için önce sektörün rakamlarına bir göz atalım. Rakamları 2012’den bu yana TÜBİSAD (Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği), Deloitte  ile işbirliği ile yayınlıyor. Bu raporu neden TÜİK çıkarmıyor derseniz, çok karmaşık bir rapordur. HP ve Microsoft üzerinden örneklersek, bu firmaların kendi rakamları vardır. İçinde distribütörlere, projelere, devlet ihalelerine sattıkları rakamlar bulunur. Aynı rakamlar distribütörlerin, yerli firmaların içinde tekrarlanır ama o firmaların mesela Microsoft satışı da vardır. Dolayısıyla gayet karmaşık bir yapıyı TUBİSAD 2012’den bu yana vermeye çalışıyor. Önemli bir çalışma yapıyor.

 

Aşağıda 2018 Mayıs'ında sunulan son rapordan 3 grafik görüyorsunuz. Buna göre, TL bazında 2012-2017 arasındaki bilişim sektörü hacmi şöyledir;

 

Bu rakamlara bir de $ etkisinden arınmış olarak bakalım;

 

 

Şimdi aynı rakama bir de, alt kategoriler açısından bakalım;

 

 

Bu yazıda konumuz sadece bilişim teknolojileri, yani 117 milyar TL olan bilişim ve iletişim teknolojileri hacminin 16 + 18,8 + 6,4 = 41,3 milyar TL olan bilişim tarafı. İletişim teknolojilerini (yani telekomünikasyonu) ayrıca özetleyeceğiz.

 

Kamu, Bilişim Sektörünün Yabancılara Kaptırılmasında Büyük Paya Sahip

Türk halkı olarak, kafamızın ticarete çok ermediğinin bir örneğidir Türk Bilişim Sektörü. Keşke, üniversitelerimiz bu konuyu inceleyen tezler yapsalar. Böylece neleri yapmadığımız, eksik yaptığımız ve hatta fark edemediğimiz ortaya konulsa. Yukarıda kısaca bazı stratejilerini özetledim.

Ama bence asıl sorumlu olan devlettir. Bunu anlamak için, hepimizin gözleri önünde ve maalesef bizim devlet kurumlarımızı kendi arkalarına alarak kurulan adı Türk, kendisi büyük oranda (% 80+lar) yabancı olan Bilişim Sektörünün yapılanmasına örnek olarak göz gezdirmek bile yeterli olabilir. Çok komik durumlar göreceğinizi garantiliyorum.

“Devlet kurumlarımızı arkasına alan” derken hatırlatalım, bilişim sektörü Microsoft gibi firmaların sattığı PC yazılımları ile bilinir ama hiç de bireyleri hedeflemezler. Asıl hedef müşterileri,  Türkiye’de ya da ABD’de ya da Asya’da 3 sektördür; Kamu, Finansal Kurumlar ve 2000 sonrasında Telekom sektörü.

Yani kamu yabancı bilişim ürünleri almasa, ya da alırken daha akıllı ve stratejik davransa, bugün sektörü daha farklı yapıda olabilirdi. Yabancı devletlerin farkında olup, her türlü desteklediği bilişim firmaları ülkemize 1990’lar itibariyle girip, yayıncılık dahil, her alanı ellerine geçirdiler. Üstelik zaman içinde karşılarına rakip olarak çıkmamızı engellemek için fiyat politikasını bile belirleyip, ölmeyecek ama sürünecek düzeyde karlar bıraktılar.

Tersine sektörün yerli unsurlarının da pek akıllı olduğu söylenemez. Diğer her konuda olduğu gibi, Bilişim sektöründe de üretici olmak yerine pazarlamacı (temsilci - bayi) olmayı tercih ettik. Ama asıl trajikomik olan şu; devletin farkında olmadığı ve desteklemediği sektör, birleşmek ve stratejik davranmak yerine birbirine rakip olmayı, mesela devlet ihalelerinde çok küçük olan karları daha da aşağıya çekmeyi uygun gördü. Yabancı firmalar da, Türkiye’deki elemanlarına “madem bu fiyata inebiliyorlar, neden biz bu fiyatları uygulamıyoruz” diye sordu. Bugün geriye bakarsanız, arkasında holding filan yoksa 20 yıllık bilişim şirketimiz neredeyse yok.

Aşağıda 2016 rakamları ile sektörün yerli-ithal durumunu görebilirsiniz (bu noktada önemli bir not: yerli denilenin içinde de yabancı olduğunu, örneğin Microsoft dot.net platformu üzerine yazılmış yazılımın yerli olarak anons edildiğini hatırlatalım)[1].

 

Bilişim Sektörünü Anlamak Açısından Birkaç Anektod

Burada favorim olan bir kaç anektod aktarayım;

  • Vakıf üniversitelerimizden birine, “öğrencilere siber güvenlik konusunda ne öğretiyorsunuz?” diye sorduğumda aldığım cevap; “oooo biz o konuda müthiş bir iş yaptık”. Allah allah nedir bu iş? Meğerse öğrencileri, —Amerikan hükümetinin sevk edilmeden önce içine böcek yerleştirdiğini Edward Snowden’in talimat+fotoğraflarla ortaya koyduğu— Cisco firmasının kurduğu güvenlik akademisine teslim ediyorlarmış.
  • Bu arada devletin büyük bir bölümünde Cisco yıllarca kullanıldı. Şimdiyse Huawei kullanılıyor. ABD Huawei’i veri çalmakla suçluyor. Bu konuda yazdığım bir yazının başlığını vereyim; “Ya Bizi? Çinliler mi, Amerikalılar mı, İkisi de mi, Yoksa Hepsi Birden mi Ha(c)klıyor?”
  • Kalkınma Bakanlığı, BSA tarafından sadece üyesi olan firmaların satış yapmasını kolaylaştırmak için masa başında üretilmiş olan “korsan yazılım oranı”nı sanki çok ciddi bir rakammış gibi çeşitli konferanslarda açıklayabiliyor.
  • Tabi Kalkınma Bakanlığının açıkladığı bu uydurma rakamı, çok uluslu firmaların kurduğu teknoloji basını aynen, sorgulamadan ve büyük manşetlerle “KORSAN YAZILIM ÜLKEMİZDE:…..” şeklinde yayınlayabiliyor.
  • BSA (Microsoft öncülüğünde kurulmuş bir dernektir), firmalara haksız baskın yapıp, tehditle ödettirdiği ceza rakamlarının toplamını “Türkiye Ekonomisi, korsan yazılımdan şu kadar milyon $ zarar gördü” diye açıklayabiliyor. Hükümet ya da basın, kimse, “e madem Türk ekonomisine zarar veriyor, sen neden bu cezaları veriyorsun?” diye sormuyor.
  • Microsoft firması, —bir davada ortaya çıktığı üzere— Türkiye’de geçerli telif hakkı belgesini almıyor, İrlanda’da geçerli bir telif hakkı belgesi var ve Türkiye’de sattığına paralel vergi ödemiyor ama “telif hakkım da telif hakkım” diye baskınlar yapıyor. Üstelik bu baskınlara BSA’nın uydurma rakamını devlet de kabul ettiği için, kaymakamlıklardan aldığı polisler eşliğinde gidiyor. Baskına uğrayan firma düşünüyor “benim polisim, neden beni değil de, bu yabancı firmayı koruyor” diye..
  • Çok uluslu firmalar, yerli firmalarca işe alınan kıymetli yeni mezunları, yüksek maaşlarla çekiyorlar. Bu insanlar yerli firmada, yazılım, network yönetimi ya da donanım konusunda tecrübe kazanacak ve teknik anlamda önemli uzmanlar haline gelebilecekken, çok uluslu firmada satıcı haline geliyor. 10 yıl civarında da kapı önüne, 10 yılda modası geçmiş tek bir konuda uzmanlaşmış olarak konuluyorlar. Böylece para  kazanmış ama ülkenin bilişim sektörüne bırakın yararı, zararı dokunmuş (mümkün olduğunca pahalı satmakla görevli olduklarından ya da yerli firmaları engellediklerinden) oluyorlar.
  • Çok uluslu firmaların temsilcisi olan firmalar da, çok uluslu firmadan daha yüksek kar oranı koparmak yerine, birbirilerinden müşteri koparmaya çalışıyor. Bunu da fiyat kırarak yaptılar, yapıyorlar. Kırılan fiyatları gören çok uluslu firmaların merkezindeki yöneticiler “madem bu fiyata inebiliyor, biz neden daha yüksek veriyoruz” diye soruyorlar (bu en favori güldüğüm konu). Dolayısıyla da, distribütörler dışında 20 yıldır (benim gazetecilik sürem) süren bilişim firması pek gö
  • En komiği de şu; üniversite mezunu bilgisayar mühendisleri bir tarafta dururken, işe alımda tercih edilen özellik “bilmem ne akademisinden sertifikası olmak” oldu. Hatta lise mezunu bile olsa. Oysa tersinden bakalım; bu çocuklar para ödeyerek aldıkları eğitimler sonucunda öğrendikleri bilgiler sadece o cihaza ait olduğu için, gittikleri firmalarda bedava pazarlamacılık yapıyorlar. Yani adamlar pazarlamalarını bile bize yaptırıyor.

Ne ilginç değil mi? Farkında olamamak bu kadar acı işte.

 

Altyapısı bu olan “Türk Bilişim sektörü kime yarıyor?” 

Yukarıda Bilişim Sanayicileri Derneği TÜBİSAD’ın 6 yıldır yayınladığı, bilişim-iletişim sektörünün toplam hacmini gördünüz.  2017 raporu, sektörün hacminin 43,1 milyar TL olduğunu gösteriyor.

Bunun detayı önemli, o nedenle aşağıda vereceğim ama burada bir başka raporu hatırlatmadan geçemeyeceğim. 2007 yılında yayınlanan ITIL raporuna göre, 1975-1995 aralığında Amerikan ekonomisinin 2/3’ünün bilişim-iletişim sektörünün desteği olduğu hesaplanmış. Bu rakamın içinde IBM, Microsoft, Cisco gibi firmaların yurtdışına yaptıkları satışın yanında, Amerika içindeki çeşitli sektörlerdeki firmaların bilgisayar ve iletişim teknolojileri sayesinde kazandıkları verimlilik de hesaba katılmış. Yani 43,1 milyar TL’yi küçümsemeyin, arkada bir ülkenin kalkınması var.

Sektör hacmine alt kırılımlarla bakalım;

En yukarıda verdiğimiz yerli-ithal oranlarının alt kırılım rakamlarına vurursak, donanımda 14,24 milyar TL, yazılımda 7,52 milyar $’ı, hizmette 900 milyon TL toplarsak, ithal bilişim ürünleri hacmi 22,65 milyar TL olur. 2016’nın toplam 29,6 milyar TL’lik bilişim hacmi içinde bu rakam % 76,5 eder.

Yani Bilişim sektörünün 43,1 milyar TL’lik hacmi içinde, yabancı olan miktar 33 milyar TL ve yerli gözüken miktar ise 10 milyar TL civarında. Raporda 2017 yerli/yabancı oranının verilmediğini, bu rakamı 2016’ya göre hesapladığımızı yeniden hatırlatalım. Bir de, yerli 10 milyar TL rakamının içinde, aslında kullanılan yabancı oranının (mesela Microsoft dot.net) görülmediğini de hatırlatalım.

Dolayısıyla bilişim sektörünün kazandığı para aslında dışarı giden para anlamına geliyor. Kendilerine bunu sorduğumuzda, bütün çok uluslu bilişim firmalarının ifade ettiği kalıp bir cümle vardır ; “bu ülkeye istihdam yaratıyoruz ya, yetmez mi?”

Bu rakamın içinde sadece dolaylı olarak verimliliği arttıran yazılım ya da donanım varsa bir kazançtır. Ama orada da büyük şüphem var. Çünkü sadece moda olduğu için SAP alan firmalar biliyorum. Bugünlerde çok yaygın olduğundan, süreçleri kolaylaştırdığını kabul ederim ama bahsettiğim firma bir holding idi ve o zamanlar SAP bu kadar yaygınlığı bırakın, 3 yıllık implemantasyon (uygulama) süresi ile bir felaketti.

 

SONUÇ

Bu kadar bilgiden sonra bir de sonuca bakalım;

  • Özel firmalarımız ve devlet firmalarımız yazılım ve donanımlara —bazen gerek bile olmadan— tonlarca para döktü ve hala lisans parası, bakım parası vs diye ödemeye devam ediyorlar (TBMM’ye sorulan bir soruya göre sadece işletim sistemi lisansları için 2015 yılında TBMM kendi başına 1 milyon TL ödedi. Buna ofis yazılımları dahil değil)
  • Öğrencilerimiz tarafsız teknolojik bilgi almaları gerekirken, dünyadaki trendlere ters düşse bile, bazı firmaların cihaz ve yazılımlarını öğrenip, o konuda uzman haline geldiler. Başka konularda gelişemediler.
  • Okullarını birincilikle bitiren mezunlarımız ise, bu çok uluslu firmaların satış kadrolarında değer kaybediyor.
  • Bayi kanalı, firmaların “sıcak para yani hızlı sürüm, düşük kar” stratejisi ile bir yere varamıyor. Hatta belli bir süre sonunda yok oluyor. Kazanan sadece çok uluslu firmalar ve İrlanda vs merkezli olduklarından vergi bile vermiyorlar.

Peki bu yazıdan çıkacak olan tavsiye nedir; evet geç kaldık. Ortalık şöyle oldu, böyle oldu. Ama artık     “zararın neresinden dönülse” durumuna gelmeliyiz. Konu ekonomik ve güvenlik açısından kendi gidişatına bırakılamayacak değerdedir.

Yani bu konuya özel yapılanma gereklidir. Mesela acilen bir BİLİŞİM BAKANLIĞI kurulmalı ve bu konuda STRATEJİ geliştirilmelidir.

Füsun Sarp Nebil

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı