Balkan Savaşları Özel Sayısı

Yazan  10 Aralık 2012

21. YÜZYIL DERGİSİ



Sayı: 48



Balkan Savaşı'nda Meriç


Üç Gün Bebek Akmıştı


100. Yılında Balkan Savaşları'nın Askerî Açıdan İncelenmesi


Emruhan Yalçın[1]


1789 Fransız İhtilâlinin dünyaya yaydığı milliyetçilik akımı neticesinde, imparatorluklar dâhilinde bulunan milletler, bağımsızlık için harekete geçmişler ve bazı devletlerin destek ve yardımları ile ayaklanmışlardı. Osmanlı'nın 1356'dan beri egemen olduğu Balkan Yarımadasında çok çeşitli milletler yaşadığı için, milliyetçi ayaklanmalar, en fazla burada görüldü.


Rusların Büyük Petro'dan beri sıcak denizlere inme politikası, Kafkaslarda Ermenileri, Balkanlarda da Ortodoks dini ve Slav ırkını kullanarak etkili olmuştur. Sırbistan'ın başkenti Belgrat'taki Rus Büyükelçisi, Balkanlar'daki son Osmanlı topraklarının Sırbistan ve Bulgaristan arasında paylaşılması için teşebbüste bulundu. Bu amaç doğrultusunda 13 Mart 1912'de Sırbistan ile Bulgaristan arasında bir anlaşma yapılmıştır. Bir süre sonra kazanılacak avantajlardan yararlanmak isteyen Karadağ ve Yunanistan Krallığı da birliğe katılmış, böylece Osmanlı Devleti'ne karşı Sofya merkezli ve Rusya destekli bir ittifak zinciri oluşmuştur.


Nihayet 8 Ekim 1912'de, Balkanlardaki etnik topluluklara özerklik verilmesi istemiyle Balkanlardaki en küçük devlet olan Karadağ Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmiş, onu izleyen iki hafta içinde Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan'ın savaş ilanları takip etmiştir. Osmanlı Devleti birçok cephede savaşmış, Balkan Devletleri Osmanlı Ordusunu püskürterek ilerlemişlerdir. Bulgarlar, Osmanlı hattını Kırklareli'nde yarıp Edirne'yi kuşatmış ve daha sonra da Çatalca hattını aşarak İstanbul önlerine kadar gelmişlerdir. Bu arada Sırplar, Yunanlılar ve Bulgarlar tarafından kısmen işgal edilen Arnavutluk da 28 Kasım 1912'de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu durum karşısında Osmanlı yönetimi savaşın durdurulmasını istemek zorunda kalmıştır.


Büyük devletlerin arabuluculuğu sonucunda, 3 Aralık 1912'de ateşkes yapılmıştır. Birinci Balkan Savaşı sonunda, 30 Mayıs 1913'de, Balkan Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Londra Barış Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklar Balkan Devletlerine bırakılmıştır. Osmanlı Devleti, Ege Adaları'nın tayinini ve Arnavutluk'un sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmış; Edirne dâhil, Doğu Trakya'nın bir bölümünü Bulgarlar, Girit ve Ege Adaları, Yanya ile Selanik'i Yunanlılar, İşkodra'yı Karadağ almıştır. Bulgaristan Kavala ile Dedeağaç arasındaki toprakları alarak Ege Denizi'ne ulaşmıştır. Böylece; Doğu Rumeli, Bosna-Hersek, Makedonya, Yenipazar, Arnavutluk, Epir, Batı Trakya, Edirne, Ege Adaları kaybedilmiş oldu.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Balkan Savaşları Üzerine Uluslar arası Araştırma Komisyonu Raporundan Belge Örnekleri

Bilal Şimşir[2]


Türk tarihinin önemli dönem noktalarından biri olan Balkan Savaşları bu yazıda dönemin komisyon raporlarına dayanarak değerlendirilmiştir. Savaş kronolojik olarak ele alındıktan sonra, I. Balkan ve II. Balkan Savaşlarının sebep ve sonuçlarına değinilmiştir. Bu noktada o dönem Balkan Savaşları için oluşturulan Carnegie Komisyo'nunda Müslüman Türklerin verdiği ifadeler aslında Türk ve Müslümanlara nasıl bir zulmün yapıldığını da gözler önüne sermektedir. Silahını teslim etmiş ve dağınık bir şekilde geri çekilen Türk askerlerinin katledilmesinden, Ustrumca, Doyran gibi yerleşim birimlerinde masum sivil halka karşı gerçekleştirilen katliamlara kadar olaylar dönemin tanıkları ve komisyon raporlarıyla ortaya konmaktadır. Bu özelliği ile yazı Balkan Savaşları'nın Türk milleti için nasıl acılar ortaya çıkardığının adeta tarihi bir vesikası halindedir.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında

Felaketler Manzumesi Balkan Savaşları ve Günümüz Türkiye'sine Yansımaları

Haktan Birsel[3]


19. Yüzyılın başında güç bileşenlerinin azalmasından ve Osmanlı topraklarında dağılmış olmaktan kaynaklanan zafiyet ortaya çıkmış ve Osmanlı toprakları başta Balkanlar olmak üzere paylaşım hesapları içine alınmıştır. Balkanlarda Osmanlı Hakimiyeti altında yaşayan değişik grupların başkaldırısı, hem Avrupa Devletlerinin Türklerin Balkanlardan atılması, hem de Rusların Slav kökenli grupları kışkırtarak Osmanlı'ya başkaldırma hedefleri ile birleşmiş ve Balkanlarda Osmanlı varlığına karşı güç birliği ortaya çıkmıştır. Bu sürecin sonunda Osmanlı, Akdeniz'den başlayarak Tuna/Sava hattına kadar uzanan Balkanlar coğrafyasının tamamına yakınını kaybetmiştir. Bunu sadece bir toprak kaybı olarak görmek hatalı bir bakış açısı oluşturacaktır. Çünkü 14. Yüzyıldan itibaren Türkleşmiş olan bu coğrafyada yaşayan nüfusun yüzde 50'ye yakını Türk ve Müslüman'dır ve Balkan savaşları ile bu topraklarda yaşayan Türk ve Müslüman da göç etmek zorunda kalmışlardır. Savaş esnasında kaybedilen canlar ve savaş sonrasında Anadolu'ya doğru yapılan göçler sonucunda Osmanlı Devleti, Balkanlardaki demografik üstünlüğünü kaybetmiştir. Toprak kaybından ziyade demografik yapının Osmanlı aleyhine değişmesi, Osmanlı Devleti ve gelecekte kurulacak Türkiye Cumhuriyeti açısından büyük bir kayıp anlamına gelmiştir.


Bu makale, yüz yıl önce yaşanan Balkan Savaşları sonucunda kaybedilen topraklarda göç eden Müslüman Türk toplumunun Balkan demografisindeki oranının yarı yarıya azalmasının günümüzde Türkiye'nin Balkanlardaki etkinliğini güçleştirdiğini ve uzun bir dönem Anadolu'nun parçası görünümündeki bu toprakların günümüzde Türkiye ve Türk kültürü için tamamen yabancılaştığı savı üzerine kurgulanmıştır.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Balkanlar'da Sürgün ve Ölüm

Merve Suna ÖZEL[4]

Osmanlı İmparatorluğu yaklaşık altı asırlık tarihi boyunca üç kıtada pek çok farklı etnik ve dini grubu içinde barındırmıştır. 13. yüzyılda kurulan Osmanlı Devleti 16. yüzyılda dünya politikasında önemli bir güç halini almıştır. 18. yüzyıldan itibaren devletin sahip olduğu bu güç giderek zayıflamaya başlamıştır. Avrupa Devletlerine verilen kapitülasyonlar, Osmanlı askeri ve ekonomik gücünün giderek zayıflaması ve Fransız İhtilalı sonucunda yayılan milliyetçilik akımı ile birlikte Batılı güçlerin Osmanlı İmparatorluğundaki ayrılıkçı etnik gruplara etkisi artmaya başlamıştır. Ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkilerinin yanı sıra Avrupa Devletleri'nin Osmanlı için formüle etmiş olduğu "Şark Politikası" Balkanlardaki toplumsal yapı ve halklar arasında huzuru bozmaya başlamıştır. Nitekim 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ardından 1912-1913 Balkan Savaşı ile başlayan göçler ve ölümler hızla artmaya başlamıştır. Böylece 1913 sonunda bir "ölüm telefatı ve göçe zorlama" süreci nedeni ile Müslümanlar tüm Balkan coğrafyasında azınlık durumuna düşmüştür. Osmanlı'nın Avrupa'daki topraklarında Arnavutluk haricinde, yaşamakta olan 2.315.293 Müslüman'ın 1.445.179'u yani %62'si eksilmiştir. 313.922 kişi Balkan Savaşları esnasında ve sonrasında Türkiye'ye göç etmiş, 398.849'u Türk-Yunan nüfus mübadelesinde Türkiye ye gelmiştir. 632.408 kişi yaşamını kaybetmiş yani işgal edilen Osmanlı Avrupa'sında nüfusun %27 si can vermiştir. Bu çalışmada esas olarak Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" adlı eseri incelenmekte olup, Balkanlarda gerçekleşen Müslüman ve Türk ahalinin durumuna ilişkin başka eserlerden de yararlanılmıştır.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Federasyona Geçişte Büyükşehir Belediye Yasası

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ[5]

Küreselleşme propagandacıları 1990'dan bu yana insanlığa çok kültürcülük, etnikleştime, federalleştirme eksenli bir devlet modelini dayatmaktadır. Küreselleşme ideolojisinin temel hedefi milli devletlerin zayıflatılması ve Çok Uluslu Şirketlere yeni sömürge alanlarının yaratılmasıdır. Buna rağmen küreselleşmenin ana dinamiğini oluşturan gelişmiş ülkeler küreselleşmenin hedefi olmamış aksine çevre ülkeler ya da güney diye nitelendirilebilecek gelişmekte olan ülkeler hedef olmuştur.


Yine de bazı AB ülkeleri ve ABD'de küreselleşmenin çok kültürcülük, etnikleştime, federalleştirme propagandası ve etkisinde kalmıştır. Bu kapsamda İskoçya, 2014 yılında İngiltere'den ayrılmak için referandum yapacak; bu durum gerçekleşirse Kuzey İrlanda'nın da ayrılması kaçınılmaz olacaktır. Yine İspanya'nın en zengin özerk bölgeleri olan Bask ve Katalanya ayrılma süreci içindedir. Belçika'nın Volanlar ve Katalanların arasında ayrılması için uygun konjonktür beklenmektedir. Zengin Kuzey İtalya, fakir Güney İtalya'dan ayrılmak isterken, ABD'de Hispaniklerin ve diğer azınlıkların nüfusunun yükselmesi beyazların azınlığa düşeceği tartışmalarının yapılmasına neden olmaktadır.


Türkiye de çıkmakta olan Büyükşehir Yasası ile üniter-milli devletten idari federalizme doğru hızla ilerlemektedir. Kurulmak istenen başkanlık sistemi ile birlikte idari federalizm, Türkiye'nin içindeki ve bölgesel dinamikler ile birlikte, Türkiye'nin çok uluslu bir federasyona dönüşmesinin önünü açacaktır.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında

Ürdün'e Bahar Gelir mi?

Sibel KALEMDAROĞLU[6]

Arap Baharı'nın etkisini özellikle Mısır'da hissettirmesi ile Ürdün'de rejimin meşruiyeti sorgulanmaya başlanmıştır. Ancak Ürdün'deki muhalefet sınırlı ölçüde kalmıştır. Fakat son dönemde özellikle akaryakıt zamları ile Ürdün'de daha önce görülmeyen sosyal tepkiler gelişmiş ve Arap ayaklanmaları şeklinde seyreden Ortadoğu'nun dönüşüm sürecinden Ürdün'ün yara almadan çıkacağı şeklindeki algıyı değiştirme potansiyeli olan olaylar başlamıştır. Halk artık yavaştan da olsa Ürdün'de monarşik rejimi, Kral Abdullah'ı eleştirmeye başlamış, Ürdün sokaklarında Kral karşıtı sloganlar duyulmaya, kralın resimlerinin yakıldığı görüntüler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yapay sınırlar içinde yapay bir devlet olan Ürdün zaman içinde çözülme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu yazıda da Ürdün'deki baskıcı rejimin yapısı incelenerek ve Ürdün rejimine özellikle Müslüman Kardeşler ve Filistinli Araplar'dan gelebilecek muhalefetin ülkedeki ekonomik sorunlarla bir araya gelerek Ürdün rejimini tehdit etme potansiyeli ele alınmıştır.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Yeni Gürcistan: Batı Ekseninde Rusya'yla Dost

Ahmet Turan Esen[7]

Gürcistan Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından Rus hegemonyasından kurtulup Batı'yla yakınlaşma çabasına girmiştir. Ancak, Rusya güçlendikçe çevresindeki devletleri yeniden etkisi altına alma yolunu seçmiştir. Gürcistan Rusya'ya rağmen siyaset yapmanın bedelini 2008'deki savaş ile ödemiştir. Bu tarihin ardından ABD yanlısı ve AB taraftarı politikalar güden Saakaşvili'nin etkisi azalmıştır ve Rusya'ya yakın isimler siyasette ön plana çıkmıştır. 2003 yılında Gül Devrimi ile başlayan süreç Ekim 2012'deki parlamento seçimlerini Rusya yanlısı Gürcistan Haali Koaliyonu lideri Bidzina İvanişvili'nin kazanması ile sona ermiştir. Gürcistan, ABD'nin tek kutuplu dünya sistemini çok kutuplu bir sisteme çeviren Rusya'nın yanına itmiştir. Ekonomik açıdan da Gürcistan Rusya'ya yaklaşmıştır. Rusya ile yakınlaşma aynı zamanda Azerbaycan-Türkiye hattına karşı Rusya-Ermenistan hattının desteklenmesini getirmektedir ancak Gürcistan Azerbaycan ve Türkiye ile olan anlaşmasını tehlikeye atmayacaktır. Önemli bir transit geçiş noktası olan, Karadeniz'e açılan bir kapı konumundaki ve Rusya'nın güvenlik algısında kilit bir rol alan Gürcistan'ın yeni dış politikası merakla beklenmektedir.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Şii Hilalinden Direniş Eksenine İran Dış Politikasında Şiilik


Hakan BOZ[8]


İran, Orta Doğu'daki bölgesel etki alanını genişletebilmek için Şiiliği bir dış politika aracı olarak görmektedir. Bu kapsamda Şii grupların Orta Doğu ülkelerinde artan etkinliği, Basra Körfezi'ndeki Sünni Arap rejimlerin bu durumu "Şii Hilali" tehlikesi olarak yorumlamasına neden olmuştur. Tahran bu tanımlamayı kesinlikle reddetse de geliştirdiği "Direniş Ekseni" söylemi ile Irak, Suriye ve Lübnan'daki Şii/Nusayri unsurları dış politikada bir manevra alanı olarak kullanmaktan da asla kaçınmamıştır. Aynı etkinliği Basra Körfezi'ndeki Şiiler için de kullanmak isteyen İran, Kum şehrindeki medreseleri ve Devrim Muhafızları aracılığıyla Basra Körfezi'ndeki nüfuz alanını artırmak istemektedir.


İslam Devrimi'yle birlikte İran, İslam'ın Şii mezhebini esas alarak İran devletini yeniden tanımlamıştır. İran'ın çok etnikli yapısını dağılmadan korumak için Şiiliği bir araç olarak kullanan devrim kadroları, dış politikada da Şiiliğin kaynaklarından beslenen dini bir retorik kullanmıştır. İran, dünya Müslümanlarının liderliğine soyunarak, bu ülkelere devrimi ihraç etme politikası izlemiştir. Humeyni, devrimin İran dışındaki Şiiler üzerinde yarattığı etki üzerinden Marksizmin proletarya dayanışmasına benzer bir enternasyonal bir Şiilik vurgusu yapmıştır.Humeyni'nin ulus düşüncesinin üstünde kavramsallaştırdığı bu kimlik tanımı, Şiiler arasında ortak kader birlikteliği mesajları taşımıştır. Humeyni, böylece bölgedeki tüm Şii unsurları bir araya getirerek İran etrafından bir güvenlik duvarı örmeyi ve İran'ın dış politikadaki manevra kabiliyetini artırmayı hedeflemiştir.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Seçim Sonrasında Obama'nın Yeni yol Haritası

Özdemir Akbal[9]

Yeniden seçilen Obama gelecek dönemde ABD'nin ekonomik sorunlarına dair daha fazla mesai sarf edecektir. Ancak bu ABD'nin yeni bir yapılanma ile içine kapanacağı ve dünya politikalarından elini çekeceği anlamına gelmemektedir. Seçim öncesi büyük önem atfedilen tartışma programlarında Obama, Başkan Yardımcısı Joe Biden sayesinde öne çıkmıştır. Bunun dışında çok eleştiri aldığı ve Amerikan Büyükelçisinin ölümüyle sonuçlanan Orta Doğu politikalarında Hillary Clinton'ın sorumluluğu üzerine alması yükünü hafifletmiştir. Bu şartlar altında rakibi Romney'nin de sönük kalmasıyla seçimleri kazanan Obama, gelecek dönemde nasıl bir politika izleyecektir? Obama'nın Tayland'a yaptığı ziyaret bunun için bir ipucu niteliği taşımaktadır. Yani, ABD bu dönemde de Asya-Pasifik bölgesine önem gösterecektir. ABD'de iç politikada da ekonomik sorunların çözülmesi için çaba harcanacaktır. Savaş ekonomisinin yansımalarının iyice hissedildiği ülke, önceki dönemdeki kadar uluslararası politikaları bizzat yönlendirmek yerine, güvendiği müttefikleri aracılığıyla çıkarlarını koruma yoluna gidecektir. Sonuç olarak Obama'nın ikinci döneminde ABD'nin ekonomik sorunlara odaklı ancak uluslararası politikalardan uzaklaşmamış bir tavır sergileyeceği söylenebilir.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin KAralık Sayısında

TÜRKİSTAN'IN KURUYAN MEDENİYET HAVZASINA ÇÖZÜM:

ÇATIŞMA MI, BÜTÜNLEŞME Mİ?

Turgay Düğen[10]

Maveraünnehir, su kaynakları sayesinde önemli bir tarım arazisi, İpekyolu'nun geçiş güzergâhında olduğu için önemli bir ticaret bölgesi ve bunlara bağlı olarak da nüfus yoğunluğunun fazla olduğu bir coğrafya olmuştur. Batı Türkistan'daki Türk Devletlerine merkezlik yapan bu coğrafya, Türk tarihi içinde kültürel, bilimsel ve dini bir merkez haline de gelmiştir. Batı Göktürk Devleti, Karahanlılar, Gazneliler, İlhanlılar, Timur Devleti, Selçuklu Devleti ve Timur sonrasında parçalanan Türkistan yapısında Buhara, Hive ve Hokand Hanlıkları Maverannehir'in sahiplerindendir. Bu zengin medeniyet beşiği, 19. Yüzyılda Rus hâkimiyetine girmiş ve 1992'ye kadar da Rusya'nın siyasi, ekonomik ve toplumsal tercihleriyle şekillendirilmiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Maveraünnehir'den çekilen Ruslar, arkalarında sorunlarla dolu bir harabe ve kuruyan bir göl bırakmışlardır.


Tarihte genellikle tek bir siyasi gücün egemenliğinde olan bu bölge, Sovyetlerin dağılmasının ardından farklı devletler arasında paylaşılmıştır. Tarihte bölgedeki su kaynaklarının tek bir idare merkezinin kontrolünde olması, su kaynaklarıyla ilgili herhangi bir sorunun çıkmasını engellemiştir. Fakat günümüzde Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Aral Gölü Havzası üzerinde yer alan devletlerdir. Bu devletler arasında da bölgedeki su kaynaklarının kullanımıyla ilgili ihtilaflar oluşmuştur.


Türkistan'daki su sorunu hep olası bir çatışmanın sebebi olarak incelenmiştir. Oysa ki devletler arasındaki bütünleşme süreçlerinin itici gücü genelde devletlerin tek başlarına aşamadıkları, ortak sorunların varlığı veya ortak tehdit algılamalarıdır. Avrupa Birliği'nin kuruluş süreci bunun en somut örneği olmuştur. Bölgenin kapalı coğrafi yapısı, ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılığı, iklimsel değişikliklerin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkisi Türkistan'daki devletlerin "ortak bir su stratejisi" oluşturmalarını zorunlu kılmaktadır. Su sorunun ekonomik, güvenlik ve jeopolitik bağlamda etkilerinin olması, bu sorunun çözümünün çok yönlü bir işbirliğine kapı aralayacağını da göstermektedir.



Makalenin tamamı 21. Yüzyıl Dergisi'nin Aralık Sayısında


Dergimizin Türkiye'deki Satış Noktaları:http://www.21yuzyildergisi.com/satisnoktalari.html

Dergimize Abonelik:http://www.21yuzyildergisi.com/abonelik.html

Bilgi: Hülya Kocaoğlu

Tel: 0312 489 18 01

Faks: 0312 489 18 01

E-Posta:This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.






[1] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Terör ve Terörizmle Mücadele Araştırmalar Merkezi, Bilimsel Danışman



[2] E. Büyükelçi, Tarihçi, Yazar



[3] Orta Asya Araştırmaları Uzmanı ve Tarih Doktoru



[4] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Rusya-Slav Araştırmaları Merkezi Araştırmacısı



[5] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi



[6] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Araştırmacısı



[7] Ahmet Turan Esen, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Güney Kafkasya-İran ve Pakistan Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı



[8] Hakan Boz, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Güney Kafkasya-İran ve Pakistan Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı



[9] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkezi Araştırmacısı



[10] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Orta Asya Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display