Bu sayfayı yazdır

Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri

Yazan  17 Temmuz 2013

 

     Kullanılmaya başladığı andan itibaren insanlığın başına bela olan petrol günümüzde de insanlığın üzerinde kara bulutlar gibi dolaşmaktadır. İngiliz avam kamarasında W. Churchill’in şu sözleri her ne hikmetse hafızalardan silinmiş gibi görülüyor.’’Efendiler, şunu iyi biliniz ki, bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir.’’ İşte 19. yüz yılda İngiltere’nin Ortadoğu ve Arap âlemi ile olan siyasetinde bu düşünce hâkim bir tez olarak kabul görmüştür. Fazla komplo teorileri üretmekte olan bizler, burnumuzun dibindeki gerçek komploları görmezden geliyor ve bu inatçı davranışımızı ısrarlı ve de ciddi bir şekilde sürdürüyoruz. Teknolojinin ilerlemesi için önemli bilimsel çalışmalar yapan dünyanın süper güçlerinin enerji kaynaklarına ihtiyaçları olduğu bilinen bir gerçektir. 2011 yılında dünya, enerji ihtiyacının %33,2’si petrolden, %23,8’i doğal gazdan karşılamıştır. Böyle bir netice karşısında dünya petrol kaynaklarının öylesine kendi başına bırakılıp çarçur edilmesine emperyal devletler ve Çok Uluslu Şirketler hiç rıza gösterirler mi? 19. Yüzyılın ilk yarısından itibaren güçlü ülkeler dünya siyaset ve ekonomisini enerji, maden ve su kaynaklarına göre belirlenmeye başlamışlardır. Yaklaşık 150 yıldır dünya petrol havzalarındaki savaş hızını artırarak devam etmektedir. Ortadoğu’da, Hazar Havzası’nda, Kafkaslar’da, Asya ve Pasifik’te, Orta ve Güney Amerika’da huzur bir türlü tesis edilememektedir. Suudi Arabistan’ın Petrol eski Bakanları’ndan Zeki Yamani ABD’nin Irak’ı işgali üzerine şu yorumu yapmıştır: ’’ ABD, Irak’ı ele geçiririse OPEC ülkelerine büyük bir darbe vuracaktır. Zira Irak petrolü ABD’li şirketler tarafından piyasaya sürüldüğü takdirde OPEC ülkeleri bundan etkilenecek ve OPEC’in fiyat tekeli kırılacaktır. ABD petrol fiyatlarını belirleme gücünü tek başına ele geçirmiş olacaktır.’’ ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney 2002’de ABD’nin dünya değiştirme politikasını şöyle açıklıyordu: ’’ Önümüzdeki 25 yılda ABD’nin artmakta olan petrol ihtiyacını karşılayacak bir strateji üzerinde çalışmaktayız. Önemli olan ABD’nin enerji rezervlerini artıracak politikaların geliştirilmesidir. Görüldüğü gibi dünyayı yönetmekte olan güçler zengin kaynaklara sahip ülkelerin akıbetleri için kararların vermiş bulunmaktadırlar. Bu ve bu ülkelere komşu olan ülkelerin yapması gereken ise teslimiyetçi olmayan, milli reflekslerini ön planda tutan politikalar izlemek olmalıdır. Aksi takdirde tehlikenin boyutları Irak, Libya ve Suriye örneklerindeki gibi olacaktır.

    Petrol (petroleum) terimi, Latince petro ve oleum (yağ) kelimelerinin birleşimidir ve taş yağı anlamına gelir. Yerkürenin altında organik malzemelerin değişimi ile meydana gelmiş ve gözenekli kayaçların içinde birikmiş sıvı halde bulunan hidrokarbonlara petrol denir. Petrol deniz, göl ve akarsularda yaşayan hayvan ve bitki kalıntılarının kum, kil ve mineral tanecikleri ile birlikte dibe çökerek daha kalın tortul tabakaların altında kalması ve bakterilerin yardımıyla da oksijensiz ortamda ayrışmaları neticesinde meydana gelir. Petrolün ilk meydana geldiği yerde kalması pek az görünen bir hadisedir. Tektonik hareketler sonrası yani bindirmeler, faylar, kıvrımlar ve yeni dağ oluşumları sırasında petrol, çevrede bulunan gözenekli kayaçlara göç eder. Petrolün içinde bulunduran bu gözenekli kayaçlara hazne kaya adı verilir. MÖ. 450’de Herodot Tunus ve Yunan Adaları’nda petrol sızıntılarından bahsetmiştir. Petrol ilk önceleri ilaç ve savaşlarda yanıcı madde olarak kullanılmıştır. 1745’de Fransa’da Pechelbronn’da ilk petrol kuyusu, 1859’da da Pennsylvania’da ilk üretim kuyusu açılmıştır. Evliya Çelebi (1611-1682) Seyahatnamesi’nde Van Kalesi’nde neft yağının yerden fışkırdığını anlatmaktadır. Daha sonraki yıllarda İngilizler’in bu bölgeye giderek petrol aradıkları bilinmektedir. Osmanlılar döneminde petrol aramaları konusunda, 1887’de İskenderun Bölgesi’nde Sadrazam Kamil Paşa’ya, 1897’de de Trakya Havzası için Halil Rıfat Paşa’ya imtiyazlar verilmiştir. Trakya’da Ganos civarında sondajlar yapılmış, ekonomik olmayan petrol ve doğal gaz emarelerine rastlanmıştır. İlerleyen yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yapılan jeolojik, jeofizik ve sondaj çalışmaları neticesinde, bölgenin değişik yerlerinde petrol bulunmuştur. Petrolün dünya macerası konusunda D.Durand’ın 1974 yılında basılmış ’’Uluslararası Petrol Sorunları’’ adlı küçük bir kitaptaki şu ifadeler günümüzde nasıl bir tehlikenin dünyayı beklediğini açıkça göstermektedir. ’’Büyük kampanyaların gücü ve zenginliği; mahalli halkların kendi kendilerine duydukları saygıyı yaralamakta, sonra hak iddia etmeye kışkırtmakta ve doğmakta olan milliyetçiliğe iletkenlik görevi yapmakta gecikmedi. Bu yeni duygular karşısında petrolcü şu iki davranıştan birini seçebilirdi; özellikle üretici ülkeleri kârlara ortak ederek yeni güçleri birleştirmeyi denemek; ya da kendileri için kârlı olan ilk anlaşmaların metnine uzlaşmaz bir biçimde bağlı kalmakta direnmek. Bu ikinci davranışın benimsenmesi iki önemli buhranın çıkmasına yol açtı: 1938’de Meksika’da, 1951’de İran’da.’’ Durum günümüzde farklı mıdır? Özellikle Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin de dâhil edilmek istendiği savaş oyunlarının temelinde mevcut petrolün ve diğer enerji kaynaklarının paylaşımını bulunduğu gün gibi aşikârdır. Türkiye’nin bir enerji koridoru olacağı yıllardır söylenmektedir. Gerçek öyle midir? Emperyal ülkeler enerjiye sahip oldular, biz ise koridor olduk, doğru olan budur.

    Şimdi kısaca ülkemiz sınırları içinde bulunan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde hangi sebeplerden dolayı petrol bulunmamaktadır? Ve bu durum karşısında ise neler yapılması gerektiğini açıklayalım: Birbirlerinden ayrı levhalar üzerinde yer alan kıtalar, yüksek sıcaklık ve basınç sebebiyle yumuşak ve akıcı olan ve astenosfer dediğimiz kısım üzerinde sürekli hareket halinde olup devamlı birbirlerini itmekte ve sonuçta da yeni dağ oluşumları, depremler ve volkanlar meydana gelmektedir. Milyonlarca yıl önce Anadolu ve Arabistan birbirlerinden ayrı iki levha halindeydi. Zaman içinde Arap levhası kuzeye ilerlemiş ve Anadolu’ya çarpmış bu büyük jeolojik hadise sonrasında bugün Güneydoğu Anadolu dediğimiz bölge parçalanmış, kırılmış, adeta dağılmış ve yüksek dağlar meydana gelmiştir. Günümüzde, Bu parçalanmışlığı bölgedeki jeolojik yapı bize açıkça göstermektedir. Daha sonra meydana gelen volkanik faaliyetler de bölgede kalın bir örtü tabakası oluşturmuştur. İşte bu karmaşık tektonik sebepten ötürü sınırlarımızın güneyinde bulunan ve yüzeye yakın derinliklerdeki petrole rastlayamıyoruz. Ülkemiz sınırları içinde bulunan petrol tamamıyla tahrip olmuş, bölgede petrol ihtiva eden küçük yapılar kalmıştır. Netice itibariyle, ülkemizin Güneydoğu’sunda tektonik hareketlilik çok fazladır ve faaldir. Sınırlarımızın güneyinde İran, Irak, Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki petrol havzaları bu yoğun tektonik hareketlerden etkilenmemiş olduğu için büyük hacimli petrol havzaları bulunmaktadır. Diğer taraftan Alp-Himalaya Dağ Kuşağı üzerinde Avrupa’dan Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan bölgede çok önemli petrol yataklarına da rastlanılmamaktadır. Arap Yarımadası ise Alp-Himalaya Dağ Silsilesi üzerinde bulunmamaktadır. Bu tektonik karmaşada petrol aramak samanlıkta iğne aramağa benzemektedir. Görülen o ki, yüzeye yakın derinliklerde petrol yoktur. Öyle ise, yapılması gereken, bu havzada, jeolojik şartların olumlu görüldüğü yerlerde fazla sayıda ve de derin sondajlar yapmaktır. Yoksa aynı havzada petrol bulduk demek, bir depodan tek muslukla su almak yerine, iki muslukla su almak demektir. Artık bu ülke, petrol arama konusunda ciddi atılımlar yapmalı ve mesele birilerinin kontrolünden çıkarılmalıdır. Tektonik yapının acımasızlığı bölgeyi bir kalemde silerek, burada petrol yok noktasına getirmemelidir. Yıl 1968, üniversite hayatımın ilk yıllarında her zaman saygıyla andığım jeoloji profesörümüz bizlere, Toroslar’ın herhangi bir kesiminde petrol bulunursa Türkiye abad olur sözü hiç aklımdan çıkmamaktadır.

   Petrol Fırtınası adlı eserinde R. Karadağ, petrol mücadelesinin Osmanlı’yı ilgilendiren yanlarını bizlere aktarırken her zaman tetikte beklememizi hatırlatıyor ve şunları dile getiriyor: ’’Sultan Abdülhamid Han, büyük devletlerin petrol etrafında mücadeleye başlama hazırlıkları içerisinde bulundukları bir sırada Osmanlı Tahtına çıkıyor ve devletin kaderine el koyuyordu. Kendisinin taht’a çıkışından 20 yıl kadar evvel, Galiçya’da petrol bulunmuş; önceleri İngiliz-Fransız, sonraları ise, İngiliz-Alman ve Rus mücadelesi başlamıştı… Gerek İngilizler, gerekse Almanlar, Osmanlı İmparatorluğunun geniş hudutları dâhilindeki başka herhangi bir kesimle niçin meşgul olmuyorlardı da, münhasıran Irak ve Suriye civarında imtiyazlar elde etmek istiyorlardı? Bu sualin cevabı gayet açıktır. Zira sonraki mücadeleler, Osmanlı İmparatorluğunun adeta zorla Almanlar safına itilerek Birinci Dünya Savaşına katılması ve nihayet petrolün ortaya çıkan cihanşümul ehemmiyeti, bizi haklı olarak petrol denen ham madde üzerinde durmağa sevk etmektedir…  1890 yılında tehlikeyi önleyecek tedbiri aldı. Sultan II. Abdülhamid Han, bu tarihte bir irâde-i seniye ile Musul petrol sâhasını << Memalik-i Şâhane>> (Padişahın Mülkü-arazisi) olarak ilan etti. Sultan Abdülhamid’in bu kararı, gerek Almanları gerekse İngilizleri fena halde sarsmıştı… İşte İngilizlerin Uzak-Şark petrolleri ile alâkadar olmağa başladıkları ve Amerikalılarla çetin bir harbi yaptıkları tarih, bu tarihe rastlıyordu… Petrol bir kere daha gizli servislerle, büyük sermayelerin çarpışmasına ve oluk gibi kan akmasına sebep oluyordu. Ve… Esefle söylemek lâzım gelir ki; bu mücadelenin yapıldığı topraklar Osmanlı İmparatorluğunun hudutları içerisinde idi ve akan kan Türk kanıydı.’’ Dikkat edildiği taktide günümüzde bu olayların tekrarını aynı şekilde görmekteyiz. Dünyada savaşların olduğu, iktidarların yıkıldığı, insanların katledildiği bütün olayların temelinde petrol ve petrol kökenli enerji kaynakları bulunmaktadır. II. Abdülhamid Han, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Kerbela, Tikrit, Samarra, Zaho, Bedran, Tulan, Hakkari, Bitlis, Mardin, Cizre, Midyat’ı kapsayan geniş bir bölgede Alman mühendis Paul Groskoph ve Habib Necip Efendi yönetimindeki bir ekibe, yapılacak masraflarının tamamının kendi mal varlığından karşılanması kaydıyla Ortadoğu’da bir petrol çalışması yapmalarını ve petrollü bölgelerin tespitini istemiştir. 22 Ekim 1901’de padişaha teslim edilen petrol raporu ve haritasında bölgede 65 noktada petrol olabileceği belirlenmiştir. II. Abdülhamid Han bilahare bölgenin bütün petrol imtiyazlarını maliyeye devretmiştir. İşte Lozan’da çizilen güney sınırlarımız bu haritaya çizilmiştir. Ne hikmetse güney sınırımız girintisiz, çıkıntısız cetvelle çizilmiş gibi dümdüzdür. Zira Lozan’da, İngiliz heyetinde yer alan danışmanların bazılarının bu haritayı iyi okuyan jeologlar olduğu bilinmektedir. Ülkemizde petrol aramalarının tarihi oldukça eskidir. 1892’de Mürefte, 1901-1902 Erzurum, Trabzon, 1925 Çıralı, Elmalı, 1926 Tuz gölü, 1935 Gaziantep, Gercüş ve İzmit’te petrolle ilgili arama faaliyetlerinde bulunulmuştur. 20 Nisan 1940’da Raman’da (Maymune Boğazı) ilk petrol bulunmuş, 1951’de Garzan’da petrolün bulunmasından sonra da 1955’de Batman’da ilk rafineri kurulmuştur. Ülkemizde bugüne dek 4000 adet petrol kuyusu açılmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde üretilebilir petrol rezervimiz 310,4 milyon varil olup, (45,43 milyon ton) yeni keşifler yapılmadığı takdirde tahminen 20 yıllık bir petrol rezervimiz kalmıştır. Yıllık petrol üretimimiz 2,5 milyon ton, tüketimimiz ise 28-30 milyon ton arasındadır. 2010 yılında dünyada tüketilen petrol 4 milyar ton civarındadır. Günlük üretim ise yaklaşık 90 milyon varildir. Bu petrol yeni keşifler olmadığı takdirde dünyaya 44,8 yıl yetebilecektir. Bu üretimin %22’sini ABD, %10,6’sını Çin ve %5’ini Japonya kullanmaktadır. İktisadi kalkınmanın en önemli itici gücü olarak bilinen petrol nüfus artışı, teknolojideki hızlı gelişme ve enerji tüketiminin artması ile birlikte daha çok kullanılmaya başlanmıştır. BP Statistical Review of World Energy’nin (June-2012) bilgilerine göre dünyadaki toplam petrol rezervi 1.652,8 trilyon varildir. Yani 234,3 milyar tondur.  Dünyadaki petrol zengini ülkeler şunlardır:  Venezuela – 296,5 milyar varil/ 46,3 milyar ton/ %19,7,  Suudi Arabistan – 265,4 mly v/36,5 mly t/ %16,1, Kanada – 175,2 mly v/ 28,2 mly t/ %10,6, İran - 151,2 mly v/ 20,8 mly t/ %9,1, Irak – 143,1 mly v/ 19,3 mly t/ %8,7, Kuveyt – 101,5 mly v/ 14 mly t/ %6,1, BAE – 97,8 mly v/ 13 mly t/ %5,9,  Rusya- 88,2 mly v/ 12,1 mly t/ %5, Libya 47,1 mly v/ 6,1 mly t/ %2,9, Nijerya – 37,2 mly v/ 5,0 mly t/ %2,3, ABD – 30,9 mly v/ 3,7 mly t/ %1,9. BP’nin verilerine göre dünya petrol rezervinin %48,1 Ortadoğu’da, %19,7’si Orta-Güney Amerika’da, %13,2’si Kuzey Amerika’da, %8,5 Asya-Avrupa’da, %8’i Afrika’da ve %2,5’i Asya-Pasifik’te bulunmaktadır. Bu tablolara bakıldığında emperyal devletlerin ve ÇUŞ’ların gözü kulağı petrol zengini olan Ortadoğu ülkelerinde olduğu aşikârdır. ABD, Amerika kıtasında bulunan toplam %32,9 petrol rezervine, kendini her zaman hükmedecek güçte görmektedir. I.Dünya Savaşı sonrası Seven Sisters (7 kardeşler) adı ile kurulan 7 büyük şirket dünya petrol piyasasına hâkim olmuşlardır. Bu şirketler, Exxon, Mobil, Shell, British Petroleum, Texaco, Chevron ve Gulf’tur. Daha sonra 1960 Venezuela, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafında OPEC kurulmuştur. OPEC’in amacı, üye ülkeler arasında petrol politikalarını birleştirmek, fiyat istikrarını, verimli bir petrol arzını ve petrol sektörüne yatırım yapacaklara imkânlar sağlamaktı. Ne var ki, geçen zaman içinde petrol bir savaş aracı olmuş, soğuk savaş döneminde daha dikkatli eylemler yaparak, kendine bağlı hükümetler kurarak petrolü yöneten ABD, şimdilerde aleni bir biçimde bu gayesini sürdürmektedir. Bu noktada ABD’nin petrol politikalarına ve dünyayı nasıl yönlendirmeğe çalıştığına ve ülkemizin ne durumda olduğuna göz atalım. ABD’yi yönetenlerin ülkelerinin çıkarları için neler düşündüklerini kendi söylediklerinden anlatalım. ABD eski Dışişleri Bakanı H. Kissinger’in şu sözü çevremizde neler olabileceğinin işaretini yıllarca öncesinden vermekteydi. ’’Petrol Araplara bırakılmayacak kadar önemli bir şeydir.’’ 1999 yılında ABD Başkanı B. Clinton Georgetown Üniversitesi’ndeki konuşmasında şunları dile getiriyordu: ’’Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl belirleyeceğine göre, önümüzdeki yüzyılın şekilleneceğini umuyorum.’’  CIA eski Başkanlarından J. Woolsey’in görüşleri ülkeyi idare edenler için acaba dikkatli olmaları konusunda bir uyarı değil midir? ’’Olay gayet açıktır. Fransız ve Rus petrol şirketlerinin Irak petrol sahalarıyla ilgili girişimleri vardır. Onlara Saddam’ın devrilmesine yardımcı olmaları halinde savaş sonrası oluşacak yeni hükümetle ve ABD’li şirketlerle yakın çalışabilmeleri için elimizden gelen desteği vereceğimiz söylenmelidir.’’ Görüldüğü gibi tüm ABD yöneticileri başta Türkiye olmak üzere, büyük Ortadoğu coğrafyasına ne pahasına olursa olsun hâkim olmak için ellerinden geleni yapmak üzere programlanmışlardır. ABD’nin bu coğrafyadaki son hedefi, başta Türkiye olmak üzere Kafkaslar (Hazar Bölgesi), Ortadoğu ülkelerinin tamamını, Kuzey Afrika ülkeleri ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini içine alan bu gücü kontrol altına alarak bu geniş havzadaki petrol, doğal gaz ve diğer enerji kaynaklarını ele geçirmektir. Kullandığı metodun ana başlıkları arasında özgürlük, demokrasi, insan hakları, barış ve bahar bulunmaktadır. Bu ülkeler arasında kurulacak siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik ve askeri köprüler bu coğrafyanın daha kolay ele geçirilmesinde önemli rol oynayacaktır. Bu köprünün kurulmasında etkili rol oynaması düşünülen ülke ise Türkiye’dir. Bölge yaklaşık 15 milyon km2 olup bu coğrafyada 500 milyon insan yaşamakta ve dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %60-65’i, doğal gaz rezervlerinin de %40-45’i bulunmaktadır. ABD’nin dünya petrol piyasasına hâkim olmasının diğer önemli bir sebebi de fiyatların kontrolünü elinde tutmak istemesidir. Ucuz petrol ABD halkını petrole olan bağımlılığını artırmaktadır. Ayrıca fiyatların düşük olması ABD’nin enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesini engelleyen bir durumdur. Petrolün ucuz olması, alternatif enerji kaynaklarına olan ilgiyi azalttığı gözlenmiştir. Diğer yandan petrol fiyatlarının düşük olması bu kaynakların başka ülkelerin eline geçmesine vesile olacağından ABD fiyatları kendi kontrolünde tutmaktadır. Sanayi yatırımlarını, teknolojik projelerini, şehir hayatını ve uzay çalışmalarını petrole bağlamış devasa bir ülkenin yeni kaynaklar bulunana dek petrolden vazgeçmesi düşünülebilir mi? ABD, Irak ve Suriye’den sonra İran’ı da rahatsız edecektir. Bu konuda kararlı olduğu bilinmektedir. Sebep yine petroldür. ABD, adeta petrolle dans etmektedir.

   Doğal gaz da hidrokarbon moleküllerinden meydana gelmiş petrolden daha hafif gaz fazındaki bir karışımdır. BP’nin verilerine göre, dünya doğal gaz rezervi 208,4 trilyon m3 tür ve dünya yılda yaklaşık 3 trilyon m3 doğal gaz tüketmektedir. Rusya 44,6 trilyon m3, İran 33,1 trilyon m3, Katar 25,0 trilyon m3 ve Türkmenistan 24,3 trilyon m3 doğal gaz rezervlerine sahiptir. Doğal gaz rezervlerinin %38,4’ü Ortadoğu’da, %37,8’i Asya ve Avrupa’da bulunmaktadır. TPAO’nın verilerine göre de ülkemizin üretilebilir doğal gaz rezervi 7,17 milyar m3 tür. 1994’de 5 milyar m3 doğal gaz kullanan Türkiye, 2012’de 45 milyar m3 doğal gaz kullanmıştır. 2020’de 67 milyar m3, 2030’da 76 milyar m3 doğal gaz ihtiyacımız olacaktır. Bu rakamlar dahi enerji politikalarının nasıl isteyerek ve bilerek dışa bağımlı hale getirildiğimizi açıkça göstermektedir (Doğal gaz da durum her yıl daha kötüye gitmektedir).  Bu ülkenin 14 milyar ton kömürü, su kaynakları, güneş ve rüzgâr enerjisi, toryumu, 1,8 trilyon m3 kaya gazı bulunmaktadır. Bu milli değerler yıllardır ayaklar altına alınmıştır. Hazin bir sonuç değil mi? Petrolde %93, doğal gazda %98 oranında dışa bağımlı olan Türkiye, kendi toprakları üzerinde bunlara ve diğer enerji kaynaklarına yeni rezervler katmadıkça, keşiflerde bulunmadıkça ülkenin bağımlılığı giderek artacaktır. 2011 yılında tüketilen enerjinin %27’si petrolden, %32’si doğal gazdan karşılanmış ve enerji ithalatına da yaklaşık 54 milyar dolar ödenmiştir.

   Türkiye petrol aramalarına yabancılara taviz vermeden devam etmek mecburiyetindedir. Hatta buna mahkûmdur. Şirketlere yeni imtiyazların verildiği, TPAO’nın özelleştirilmesinin önünün açıldığı yeni petrol kanununun ülkenin çıkarları ile ne kadar doğru orantılı olduğu kısa bir zaman içinde görülecektir. Umarım ülkemizin menfaatlerine uygun işler yapılır. Türkiye’nin bir petrol denizi üzerinde yüzdüğü ve sondajlarla bulunmuş olan petrollerin çimentolanarak kapatıldıkları iddialarının ortadan kaldırılması ve de halkımızın rahatlaması için:

1.      Petrol sondajlarının maliyetleri 50-300 milyon dolar arasında değiştiği göz önünde bulundurularak, belirlenmiş karasal petrol havzalarında özellikle de Güneydoğu havzasında jeolojik sorunlar dikkate alınarak ve kendi kaynaklarımızı kullanarak derin sondajlar yapmamız şarttır. Özellikle tektoniğin alt üst ettiği ve bugüne dek petrol yok dediğimiz alanlar derin sondajlarla kontrol edilmelidir.

2.      Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de petrol olma ihtimali karalardaki havzalardan çok daha yüksektir. Yeni gemi ile de yapılacak çalışmalar bu havzalar için çok büyük önem arz etmektedir. Denizlerimizde petrol çalışmalarına ara verilmeden devam edilmelidir. Birilerine rağmen petrol bulma ihtimalimiz çok yüksektir.

3.      Suriye sınırında yaklaşık 520 km.lik bir hat mayınlı saha olarak yıllarca her türlü faaliyete kapatılmıştır. Türkiye’nin günlük petrol üretimi 60-65 bin varil civarındadır (Günlük tüketim ise 650 bin varildir). Mayınlı bölgede 615 bin civarında mayın olduğu ve bu alanın 1 milyar dolara mayından arındırılabileceği ifade edilmektedir. Bu bölgenin hemen güneyinde Suriye’ye ait 600 petrol kuyusu bulunmaktadır. Buradaki 250 kuyudan günde yaklaşık 380 bin varil petrol üretilmektedir. Suriye’nin petrol rezervi 2,5 milyar varildir. Petrol bölgesi, Nusaybin’in güneyindeki Kamışlı’ya 65 km. mesafededir. En kısa zamanda yabancı petrol şirketleri mayınlı sahayı temizleme işine el atmadan TSK’nin bu işi yapmasına imkân tanınmalıdır. 3500-4000 km2 lik bir alan petrol aramalarına açıldığı takdirde önemli neticeler elde edilebilmesi mümkündür.

    Bu ülke kendi öz kaynaklarına artık sahip çıkmak mecburiyetindedir. Zira gün geçtikçe yabani bir hal alan dünya siyaseti, ülkemiz üzerindeki denemelerine yaklaşık 200 yıldır dozunu artıran bir şekilde devam etmektedir. Birçok konuda, mesela bilimsel çalışmalar, teknolojik faaliyetler, ticaret ve sanayi yatırımları konularında küreselleşen dünya ile birlikte çalışmak faydalı olabilir. Ancak, bazı konularda milli hassasiyetler hiç bir zaman vazgeçilemez olmalıdır. İşte iktisadi hayatımız için çok önem arz eden petrol bu konulardan biridir. Ülkemizdeki petrolü bulacak, üretecek ve işletecek mühendisler, işçiler ve iş adamları vardır. Sondajlarla ispatlanana dek bir yerde petrol var veya yok denemez. Petrolcülükte zafer matkabın ucundadır.

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı