Irak: 21. Yüzyılın Yeni Enerji Deposu

Yazan  30 Ocak 2014
Bu yazı 21.Yüzyıl Dergisi 55. sayıda yayımlanmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ABD’nin sürükleyici hamleleri ekseninde yürütülen Batı enerji diplomasisi, ilk önce Hazar’ın enerji kaynaklarını garanti altına alacak üretim-paylaşım anlaşmalarının tamamlanması üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu bölgedeki temel üreticilerle 20-30 yıllık uzun erimli işbirliği imkanları imza altına alındıktan, yani Batı’nın 15-20 yıllık bir plan dahilinde tedrici olarak Kuzey Denizi kaynakları yerine geçireceği Hazar rezervleri ‘son koz’ olarak masaya sürüldükten sonra, ABD, bu kez Orta Doğu kaynaklarını yeni bir nizama kavuşturmak için Irak’ta kolları sıvamıştır. Bu süreçte, ABD tarafından tıpkı petrol krizlerinde olduğu gibi enerji manivelası ile tekrar dizayn edilen dünya ekonomisinde ‘gönüllü’ olarak görev almak istemeyen enerji zengini ülkelere ise sadece “Büyük veya Genişletilmiş Orta Doğu Projesi”nin hiç de zengin sayılamayacak mönüsünden seçim yapma fırsatı tanınacağı ortaya çıkmıştır. Her seferinde demokrasi getirme söylemi ile pazarlanan bu hiç de iştah açıcı olmayan mönünün, Atlantik’ten Çin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan yaklaşık 22 ülkeyi 50 yıl sürecek çok ağır bir diyete zorlayacağı anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, Irak’ın petrol ve doğal gaz potansiyeline, dünya ve Türkiye için anlamına kısaca değinmeye gayret edeceğiz.

Doğal Gazın Altın Çağı

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), 2035 yılında, yakıt ikamesi nedeniyle petrol ve kömürün toplam payının, yüzde 15 oranında azalarak, yüzde 42’ye gerileyeceğini öngörmektedir.  Bu süreçte payı ve önemi artacak asıl kaynak ise doğal gazdır. IEA, küresel talebin ciddi anlamda artacağı tek yakıt olarak doğal gaza işaret etmektedir. Doğal gaz, 2020 civarında global enerji tüketimindeki paylar açısından kömürü geçecek ve kaynak sıralamasında petrolün ardından ikinciliğe yerleşecektir. Günümüzde 3.5 trilyon metreküp (tcm) civarında seyreden dünya doğal gaz tüketimi, 2035 yılında 5 tcm’e çıkacaktır.

IEA, 21. yüzyılı “Gazın Altın Çağı” olarak adlandırmaktadır. Fukuşima sonrasında nükleer enerjide yaşanan durgunluk, kömürün elektrik tüketimindeki payını sınırlamaya çalışan Kyoto önlemleri ve ayrıca artan elektrik tüketiminin dayandırılacağı büyüklükte, nispeten temiz, başkaca herhangi bir enerji kaynağı bulunmaması nedeniyle, doğal gaz bu yüzyılın yıldızı olacaktır. Demek ki, gözle görülebilir bir gelecekte nükleer füzyonda, hidrojende yeni bir şeyler becerilene kadar geçiş yakıtı olarak özellikle doğal gaz kullanacağız.

IEA’nın tahminlerine göre petrol talebi önümüzdeki 30 sene boyunca dünya genelinde artmaya devam edecek, 2012 yılında yaklaşık 89 milyon varil/gün olan küresel petrol talebi, 2035’de 100 milyon varil/güne yaklaşacaktır. Tek başına Çin, dünyadaki toplam net petrol tüketim arşının yarısından sorumludur. Petrolün önemi bir gecede azalmayacak, mutlak pay anlamında gerileme olsa da, özellikle ulaştırma sektöründeki tartışılmaz üstünlüğü nedeniyle ekonomilerin enerji ithalat faturalarını kabartmaya devam edecektir.

İthalat bağımlılığı en fazla artacak ülkelerin başta Çin olmak üzere Asya ülkeleri, ardından Avrupa Birliği (AB) olması öngörülmektedir. Bu nedenle, özellikle Orta Doğu, Hazar Bölgesi ve Kafkaslar’ın geniş rezervlerini elinde tutacak gücün (veya güçlerin), Çin (+mutlaka Hindistan yani ÇİNDİSTAN) ve Avrupa’yı kendi iktisadi sistemine iyice bağlayacağı tartışılmaktadır.

Dünya Ekonomisinin Yeni Enerji Deposu

Irak, 2012 yılı sonu itibarıyla, ispatlanmış ham petrol rezervleri açısından dünya beşincisi ve İran’ı geçerek OPEC’in en büyük ikinci petrol üreticisi ünvanını almıştır. Bugüne kadar Irak petrol potansiyelinin sadece yüzde 10’u keşfedilmiş olup, ülkedeki potansiyel petrol alanlarının yüzde 90’ı henüz üretime açılmış değildir. Irak enerji sektörü ağırlıklı olarak petrol bağımlısıdır. 2010 yılı tahminlerine göre Irak’ta, enerji ihtiyacının yüzde 90’ını petrol ile karşılanmakta olup, geriye kalan yüzde 10’luk kesim doğal gaz ve hidrolik kaynaklardan elde edilmektedir.

Irak, ambargolar ve savaşlarla geçen yıllardan sonra, petrol ve doğal gaz rezervlerini henüz yeni yeni geliştirmeye başlamıştır. Üretim kapasitesinin arttırılabilmesi için tek şart altyapı yatırımlarına önem verilmesidir. Uzmanlar, üretim artışı için gerekli yıllık sermaye yatırımının 30 milyar dolar düzeyinde olacağını kestirmektedir. Gerek bitmek bilmeyen siyasi anlaşmazlıklar ve günlük şiddet, gerekse petrol ve gaz sektörünün gelişiminin önünü açacak tüm tarafların üzerinde anlaştığı bir kanun metninin henüz ortada bulunmayışı, bu konuda hızlı yol alınmasını engellemiştir. Sözleşmeler ve düzenlemeleri yönetecek Hidrokarbon Yasası, 26 Ekim 2008’den bu yana Irak Bakanlar Kurulu’nda bir karara bağlanamadan görüşülmektedir.

Aman Petrol Canım Petrol!

Günümüzde bakımsızlık, yatırım ihtiyacı ve siyasi istikrarsızlık nedeniyle kapasitesinin altında üretim yapan Irak, 2013 yılı başı itibarıyla 150 milyar varil ispatlanmış ham petrol rezervine sahiptir. Fakat bu kimseyi yanıltmamalıdır. 250 milyar varil düzeyinde olduğu tahmin edilen tahmini rezerv düzeyleri de eklenince, aslında OPEC’in petrol fiyatlarının seyrini tek başına etkileyebilecek üretim gücüne sahip üyesi Suudi Arabistan’ı (266 milyar varil rezerv) petrol üretiminde geçebilecek (başka kaynak keşfi yapılmazsa) tek ülke konumundadır. Irak’ta bugün 22 tane saha 1 milyar varil ve üzerinde rezerve sahip, “giant” yani petrol tabiriyle “dev” saha statüsündedir. Ayrıca, dünyanın hiç bir yerinde rastlanmayan şekilde 9 adet “süper dev” sahası vardır.

Irak petrolü, dünyanın, üretimi en ucuza maledilen petrolüdür. Bu çok önemli bir faktördür. Çünkü, dünya genelinde Batı kontrolünde ucuza çıkarılabilecek tüm petrol üretilmiş durumdadır. Halihazırda, ciddi maliyet riski taşıyan Rus petrol üretiminin arttırılabilmesi, doğrudan yüksek petrol fiyatlarına bağlı kalmaktadır. Uzmanlar, varil başına petrol fiyatında meydana gelen her 1 dolarlık değişimin, Rusya toplam yıllık ihracat gelirinde aynı yöndeilave 1.7 milyar dolarlık bir değişikliğe neden olduğunu hesaplamaktadır. Irak sahalarında varil başına 1-1,5 dolar seviyelerinde gezinen varil başına üretim maliyeti, tüm Batı ekonomilerinin iştahını kabartmaktadır.

2003 savaşı öncesi ve sonrasında ağzı olanın konuştuğu Musul-Kerkük bölgesi rezerv miktarı yaklaşık 9 milyar varil düzeyinde olup, bu rakam günümüz Irak toplam petrol rezervlerinin sadece yüzde 6’sına denk gelmektedir. Bölgenin toplam petrol potansiyelinin 45 milyar varil olduğu düşünülmektedir. Kerkük’teki Baba-Gurgur 1 no’lu saha 1927’den beri sağılıyor. Uzun yıllardır, verimi düşen Kuzey’deki sahalar çok kötü durumdaydı. ABD’nin savaş sonrası ilk sağladığı finansman, müttefik Kürtlere bir ödül olarak Kerkük sahalarının hemen ayağa kaldırılması, Kerkük’te üretimin arttırılmasına yöneliktir. Kürtlerin elindeki Kerkük petrolünün, Batı için, bölgesel anlamda siyasi hedeflere ulaşmak açısından önemi vardır; bu nedenle öne çıkarılmıştır; bunu not etmek lazımdır.

Irak petrol rezervleri hakkında hiç güven vermeyen o kadar çok çalışma yapılıyor ki bilgi kirliliği nedeniyle işin içinden çıkmak giderek zorlaşıyor. Asıl sorun, Irak petrol ve doğal gaz varlığını tespit edecek dünya standartlarında bilimsel bir çalışmanın henüz yapılmamış olmasıdır. Rezervler konusunda uçan uçana; 80 milyar varil muhtemel rezerv iddialarından, 300 milyar varil ekstra rezerv olduğuna kadar geniş bir serbest atış alanı mevcut. ABD Enerji Bakanlığı 215 milyar varil ekstra petrol olduğunu söylerken, Amerikan Jeoloji Birliği en fazla 85 milyar varilden söz ediyor. Sanki bilinçli bir manipülasyon yapılıyor.

Burada temel bir sorundan söz etmek gerekiyor: Önce, 1912’de Mezopotamya petrolleri için kurulan Turkish Petroleum Company, Faysal’ın tahta çıkmasını takiben, 1929’da Iraq Petroleum Company adını aldı. Sonra, 1972’de Irak petrolleri millileştirildi. Şu anda hepimiz 1972 verileriyle konuşuyoruz. Petrol sektöründe şirketlerden gelen verileri dikkate aldığımız için, rezerv derken sadece 1972 öncesinde bilinen sahalardan bahsediyoruz. Halbuki, 1972’de yalnızca iki boyutlu sismik çalışmalar yapılabiliyordu. Bugünkü üç boyutlu hatta 4 boyutlu sismik çalışmalar bilinmiyordu. Yeni sismik teknolojileri kullandığınız zaman, korkunç bir rakamla karşılaşmanız dahi mümkün olabilir.

Ayrıca, OPEC kota sistemini de incelemek lazımdır. Bugün Suudilerin 266 milyar varil rezervi vardır. Bilindiği üzere, nüfusa ve rezerve göre her OPEC üyesinin üretim kotası belirlenmektedir. Suudilerin kotası günde 8 milyon varil’dir. Savaştan önce Irak’ın kotası 3 milyon varil civarındaydı. Bugün Irak o rakama yaklaşmıştır. Eğer Irak petrol rezervleri bir şekilde iyice şişirilip olduğundan yüksek gösterilirse, Irak’ın kotasının artacağı, 2020 yılında 7-8 milyon varil ham petrol üretebileceği ileri sürülüyor. Böylece, sadece rezerv rakamlarını şişirerek Suudilerin OPEC içindeki gücünü azalttığınız gibi, Kuveyt’i de Irak’ın yanına eklediğinizde OPEC’i tamamen manasız bir örgüt haline dönüştürebilirsiniz. Bu arada da petrol fiyatlarında istediğiniz gibi oynayabiliyorsunuz. Yeri gelmişken bazı realitelerden de bahsedelim. Irak günlük ham petrol üretiminin 8 milyon varile çıkarılabilmesi için yaklaşık 100 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç olduğu tartışılıyor. Hatta, Irak’ın mevcut üretim düzeyini sürdürebilmesi için bile yılda 1 milyar dolar tutarında yatırım yapılması gerekiyor.

2012 yılında Irak yıllık petrol üretimi 3 milyon varil/gün’e çıkmıştır. Irak petrol üretiminin ¾’ü güneydeki sahalardan gelmekte, ¼’ü Kerkük civarından sağlanmaktadır. Irak’taki faal en büyük 3 petrol sahaları şunlardır: Kerkük, Kuzey ve Güney Rumelya (Güney Irak). Irak toplam üretiminin 2030 yılına kadar 9 ila 12 milyon varil/gün’e çıkarılacağı öngörülmektedir. Kerkük’ten ihracata ayrılacak toplam rakamın, 2015’de 1 milyon varil/gün ve 2019’da 2 milyon/varil/gün’e ulaşması beklenmektedir. Kerkük petrolünün ne kadarının Türkiye’ye, ne kadarının Türkiye üzerinden dünya pazarlarına gönderileceği henüz karara bağlanmamış olup, bu konuda karşılıklı “açılım” beklenmektedir.

Dünya Kerkük petrolü ile meşgul edilirken, Batı’nın (Japonya dahil) büyük petrol şirketleri çoktan güneydeki sahaları uzun vadeli enerji arz güvenliği ve stratejik açılım amaçlarına hizmet edecek şekilde dizayn etmiştir. Birileri bir şeyi gizliyor. ABD için kazanılmış bir Irak; petrol olarak cebe konulmuş bir Irak çok önemlidir. Kuveyt savaşından sonra, Kuveyt’i de tamamen ABD’nin uydusu kabul edersek, Irak ve Kuveyt birlikte Suudi petrol rezervlerine eşit miktarda, yani dünya rezervlerinin yüzde 20’sine sahiptir. Bu, OPEC’teki Batı etkisini arttıracak, dolayısıyla OPEC’i sulandıracak çok yüksek bir rakamdır. Sünniler, deyim yerindeyse, petrol oyununda avuçlarını yalamış oldular!

ABD, kısa ve orta vadede en azından Kerkük petrollerini kontrol ederek, Irak’a demokrasi götürülmesi sürecinde sağlanan destek karşılığında Irak'ın kuzeyindeki Kürt siyasal oluşumunun finanse edilmesine/ayakta tutulmasına yardımcı olacaktır. Ancak, kullanım kılavuzu olmayan bu ciddi oyun, kendi içinde büyük riskler taşıyan Irak’ı daha da içinden çıkılmaz sorunlar yumağına, hatta uzun yıllar sürecek bir iç savaşa sürükleme potansiyeline sahiptir.

Burada kritik konu, Irak petrolünü dünyaya ulaştıracak boru hattı sistemlerinin kurulmasıdır. Hiç şüphesiz en önemli bağlantı Kerkük-Ceyhan boru hattıdır. Bu hat 1991’den beri sorunludur, hatta 2003’den itibaren kanayan bir yaraya dönüşmüştür. Nisan 2003 ile Mayıs 2007 arasında Irak’taki bütün enerji tesislerine aşağı yukarı 400 tane terörist saldırı olduğunu, bunun neredeyse 150-200’ünün Türkiye’ye giden boru hattı sistemi üzerindeki tesisleri hedef aldığını hatırlayalım. Irak-Türkiye boru hattı Kürtler tarafından çalıştırılmıyor. Oysa, Irak-Türkiye boru hattı yılda 71 milyon ton petrol taşıyan bir sistemdir. Hatta 1989’da çeşitli kimyasal operasyonlarla 81 milyon ton rakamına ulaşılmıştır. 71 milyon ton maksimum kapasite üzerinden hesapladığımızda, Irak-Türkiye petrol boru hattının çalıştırılamamasının Irak’a maliyeti, bugünkü 107 dolarlık fiyatla 55 milyar dolardır. Peki Türkiye’nin zararı nedir? Anlaşmamıza göre, Irak, hattan hiç petrol taşıtmasa dahi,  minimum 35 milyon ton taşıma garantisi üzerinden, Türkiye’ye yılda 195 milyon dolar ödemek zorundadır. 71 milyon ton taşıdığınızda, yani tam kapasitede yıllık alacağımız 262 milyon dolara çıkacaktır. Bu Türkiye için büyük bir maddi kayıp mıdır? Evet, kayıptır; ama bizim zaten 1991’den beri çoğunlukla tahsilatımız bulunmamaktadır. Irak hali hazırda taşıttığı petrol için çok cüzi bir ödeme yapmaktadır.

Bir diğer kayıp ise BM’den alacaklarımızdır. BOTAŞ, 1992-1996 arasındaki kayıpları için BM’ye başvurarak, 1 milyar 125 milyon dolar tazminat talep etmiştir. Ancak BM, 300 civarındaki küçük çaplı şirketle BOTAŞ’ı aynı kefeye koyarak, sadece 176 milyon dolar vermeyi uygun görmüştür. İlk dilim olan 50-55 milyon dolar 2002’de ödenmiş olsa da, o günden beri BOTAŞ, BM’den tek cent ödeme almadı. BM ve Irak taşıma borcunu üst üste koyduğumuz zaman, Türkiye’ye aşağı yukarı 1.2 milyar dolar ödeme yapılması gerektiği anlaşılıyor. Irak’ın doğrudan taşıma kaynaklı borcu 1 milyar dolar civarında. Dolayısıyla bu hattın kapatılması, basınımızda felaket cümleleriyle duyurulduğu gibi Türkiye için değil, aksine ve daha çok Irak açısından ciddi sorunlar doğuracaktır.

Irak için önemli iki boru hattı daha vardır. Suriye’ye uzanan 700 bin varil/gün kapasiteli düşünülen Kerkük-Banyas boru hattı ve Suudi Arabistan’a uzanan 1.65 milyon varil/gün kapasiteli IPSA boru hattı. Bugün, her iki hat da çalıştırılamıyor. Suriye siyasi krizde ve Suudiler ise söz konusu boru hattını doğal gaz hattına çevirdiler. Kerkük-Ceyhan’ı çalıştıramayan, dolayısıyla Kuzey Irak’tan önemli bir çıkış yapamayan Irak, yeni boru hattı projeleri de geliştiriyor. Örneğin, Basra’dan Ürdün-Akabe Körfezi’ne uzanacak 2.25 milyon varil/gün kapasiteli bir boru hattı üzerinde çalışıyorlar. Çok ilginçtir, İran’dan alınacak sıvılaştırılmış doğal gaz karşılığında, Abadan Rafinerisi’ne uzanan bir hatla İran’a petrol satışını dahi ciddi olarak değerlendiriyorlar. Aslında, Kerkük-Ceyhan’ın çalıştırılmaması Irak ekonomisi açısından çok büyük bir kayıptır. Böylesine devasa ve hazır bir sistemin kullanılmayışının arkasında politik oyunlar aramak gerekir.

Burada asıl merak edilen proje, Musul-Hayfa boru hattının ne zaman pişirilip, önümüze konulacağıdır “Neo-con”ların iktidara gelmesini takiben Musul-Hayfa boru hattının sürekli gündemde tutulmasını tesadüf olarak yorumlamak mümkün değildir. Musul-Hayfa boru hattı 1948’de İngilizler tarafından yapılmış, 560 km uzunluğunda, düşük kapasiteli küçük bir boru hattıdır. Ancak, kamulaştırmayla ilgili bir problemi yoktur. Irak’tan geçen kısım atıl durumdadır ve kullanılmamaktadır. Ürdün topraklarında kalan bölümü ile su taşımaktadırlar. İsrail topraklarındaki kısım ise havaalanına jet yakıtı taşımaktadır. İronik olmakla birlikte, Iraklılar hala eski pompa istasyonlarına H1, H2, H3 demektedirler, ancak H’lerin Hayfa’yı nitelediğini bilmemektedirler! Elde hazır bir mühendislik çalışması varsa, bu boru hattının kapasitesinin 1.5 milyon varil/gün’e çıkartılarak, komple yeniden inşa edilmesi en fazla 2 yıl sürecektir. Evet,  aynı zamanda bir maliyet meselesidir; ancak, Kerkük yönetimine, Kürtlere bir açılım yaratmak da işte bu kadar kolaydır!

Koşullar hazır olduğunda Musul-Hayfa boru hattı canlandırılmak ve İsrail petrol oyununa aktif şekilde dahil edilmek istenilebilir. Bu hattın gerek mevcut Irak-Türkiye veya Kerkük-Ceyhan (ITP) boru hattı ve Türkiye ile ilişkileri zedeleme ihtimali gerekse İsrail ile ülkemizi bir kez daha karşı karşıya getirme riski vardır. Bu hat sayesinde Basra Körfezi-Süveyş Kanalı egemenliğine son verilerek, Orta Doğu petrolü İsrail kontrolünde Akdeniz’e açılabilir. İsrail’in son gaz keşfi ile birleştiğinde İsrail dünya enerji taşımacılığında kritik bir konuma yükselebilir. Oysa, bugünün yüksek petrol fiyatları, bölgenin karmaşık jeopolitiği ve siyasi etkileri itibarıyla Kerkük-Ceyhan kanımızca kolayca vazgeçilecek bir hat değildir. Kerkük-Ceyhan varken onu kullanmamak en hafif tabiriyle akılsızlıktır; ancak Musul-Hayfa planının derin dondurucuda bekletildiğini hep aklımızda tutmak gerekmektedir.

Doğal Gazın Durumu

Irak’ta sadece petrol değil, büyük miktarda doğal gaz da bulunmaktadır. Doğal gaz Irak’ın önünü açabilecek ve Türkiye’nin ısrarla üzerinde durması gereken ana hususlardan biridir. Irak’ın, 2013 yılı başı itibarıyla 3.6 trilyon metreküp düzeyinde ispatlanmış ve 10 trilyon metreküp’lük muhtemel doğal gaz rezerv potansiyeli bulunmaktadır. Irak’ta herhangi bir gaz işleme tesisi ve önemli bir boru hattı sistemi bulunmadığı için, Irak doğal gaz üretiminin neredeyse tamamı kuyu başında yakılmaktadır. 2007’de 12 milyar metreküp doğal gaz kuyularda yakan, 2010’da kuyu başı gaz yakan üreticiler arasında dünya dördüncüsü olan Irak, elektrik üretiminde ve petrol kuyularına enjeksiyon amaçlı doğal gaz kullanımını arttırmış olsa da halen 6 milyar metreküp (bcm) gazı kuyu başında yakmaktadır. Bazı aylarda toplam gaz üretiminin yüzde 60’ı yakılmaktadır. Karşılaştırma olması amacıyla, Irak’ta havaya karışan 6 bcm, Türkiye’nin Azerbaycan gaz ihracatına eşittir. Dahası, Azerbaycan’dan TANAP ve devamında muhtemelen TAP projesi ile Avrupa’ya ihraç edilecek gaz miktarı 10 bcm’dir. Ne büyük bir ekonomik kayıp ve bariz sera gazı emisyonu!

Bahsekonu gaz rezervlerinin yüzde 60’ından fazlası, tahmin edileceği  gibi yine ülkenin güneyinde yer almaktadır. Irak doğal gaz kaynaklarının ¾’ü “bağlı gaz (associated gas)” diye tabir edilen bir kaynaktır; yani petrolle birlikte çıkmaktadır. Bağlı gaz, mutlaka gaz işleme ve (propan gibi) ürün ayrıştırma tesisleri yapılmasını da gerekli kılar ki bu ekstra maliyet demektir. Ek ürün olarak LPG üretilebilir. Bağlı olmayan gaz olarak tabir edilen ve ekonomik kazancı daha yüksek, petrolden bağımsız üretilebilen rezervler ne yazık ki Irak’ın kuzeyindeki Ajil, Bai Hassan, Jambur, Chemchemal, Kor Mor, Khashem al-Ahmar ve al-Mansuriyah gibi birkaç sahada yoğunlaşmıştır.

İşte, Bağdat Hükümeti ile Kürt yönetimi arasında yaşanan temel sorun da budur. Bağdat, Kürt bölgesinin daha kolay pazarlanacak ve maliyeti daha düşük bağlı olmayan gaz kaynaklarını, tıpkı petrol anlaşmalarındaki gibi de facto kontratlarla satılmasına karşıdır. Burada kontrolsüz bir gelişme yaşanırsa, Bağdat elinde kalan daha yüksek maliyetli bağlı gaz kaynaklarını nasıl paraya çevirecektir? Bağdat, tüm ülkeyi kateden, bağlı ve bağlı olmayan gazın birlikte yer aldığı bir ana gaz ihraç boru hattından söz etmektedir. Buna karşılık, Kürt yönetimi, Türkiye sınırına kadar uzanacak 200 km’lik gaz boru hattını bitirmek üzeredir. Kaldı ki, Türkiye ile de Mayıs 2012’den bu yana petrol ve doğal gaz üretimi, boru hatlarıyla Türkiye ve Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara taşınması konularında anlaşmaya varmak üzeredir. Hatta bazılarına göre bu anlaşma ve yol haritası çoktan kararlaştırılmış, ABD’nin ve Bağdat’ın tepkisini çekmeyecek bir orta yol aranmaktadır. Son dönemde gerçekleşen Necirvan ve Mesud Barzani’ler ile Maliki görüşmelerini bu kapsamda değerlendirmek mantıklı görünmektedir. Türkiye’nin karar vermesi gereken asıl mesele şudur: Irak petrol ve doğal gazına ilişkin anlaşma ve imtiyaz dağıtım merkezi Kerkük mü yoksa Bağdat mı olmalıdır? Koşulların olgunlaşması durumunda Irak, gerek Türkiye üzerinden AB’ye uzanacak boru hatları gerekse Ceyhan’da kurulacak bir LNG sıvılaştırma ve ihracat terminaliyle dünya piyasalarına gönderilebilecek en ucuz gaz kaynaklarından biridir.

Hem saha geliştirme ve üretim hem de boru hattı yatırımları yoluyla gaz sanayi gelişirse, Irak halkı en çok ihtiyaç duyduğu elektriğe de kavuşabilir. Elektrik üretimi çok kritik bir meseledir. Irak Hükümeti, 2016 yılına kadar mevcut üretim kapasitesini 3 misli artışla 27 GW’a çıkarmayı planlamaktadır. Irak elektrik kurulu gücünün neredeyse tamamı doğal gaz yakıtlı santrallere dayanacaktır. Sadece 1 GW dizel santral yatırımı ve toplam 400 MW rüzgar+güneş santrali öngörülmekte olup, su kıtlığı nedeniyle hidrolik yatırım düşünülmemektedir. IEA, Irak’ın 2035 yılına kadar elektrik üretim kapasitesini 70 GW’a çıkarması gerektiğini ifade etmektedir. IEA, Irak doğal gaz üretiminin 2035 yılında 90 bcm’e çıkacağını, bunun 70 bcm’inin ülke içinde kullanılacağını tahmin etmektedir.

Doğal gaz öncelikle elektrik üretiminde kullanılacak, artan miktarların ihracata ayrılması konusu, Hidrokarbon Yasası’nın çıkması, bölgesel yönetimlerin anlaşma yapma kapasitesi ve hukuki sürecin bir iç savaşa götürmemesi ve hukuken tartışmalı olmayan boru hattı yatırımlarının yapılmasına bağlı olarak değerlendirilecektir. IEA, Irak’tan Türkiye başta olmak üzere çevre ülkelere gaz ihracatının 2020 yılında başlayabileceğini ileri sürmektedir. Irak’ın özellikle Türkiye ve ülkemiz üzerinden Avrupa’ya, 2018’den itibaren 10 bcm ile başlamak üzere 2025 yılından sonra yaklaşık 40 bcm gaz ihraç edebileceği ifade edilmektedir.

Sonuç Yerine

Buraya kadar pek çok sonuç çıkarmakla birlikte, özet olarak, bu tarihi kurguda oyunu yönlendirecek kapasite, tecrübe ve her türlü donanıma sahip olan Türkiye’nin, özellikle boru hattı politikalarında bu gerçekleri göz önünde bulundurması, bölgesel kısır döngüleri kıracak iyi tasarlanmış stratejiler ve yeni açılımlar geliştirmesi bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye, her şeyden önce, enerji gibi uzun vadeli hedef ve planların senkronize işletilmesi gereken hassas bir alanda tepkilerini anlık olmaktan kurtarmalı, olup bitenlere makro düzeyde bakabilmeli ve böylece içinde yer aldığı süreci aktif olarak yönetebilmelidir.

Önümüzdeki dönemde, ABD ve Irak ile masaya yatırılacak önemli bir konu, Irak gazının Türkiye üzerinden boru hatlarıyla Avrupa’ya veya Ceyhan’da kurulacak bir tesis ile LNG olarak ABD pazarına satılmasına yönelik girişimlerin yoğunlaştırılmasıdır. ABD’nin, son dönemde gerçekleşen Rusya-Türkiye yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı bir şekilde belli etmesi, fakat bunu yaparken bizzat ABD tarafından dünya petrol piyasasında dengeleyici kaynak olması için her anlamda destek verilen Rusya’yı kesinlikle rencide etmemeye ve ABD-Türkiye ilişkilerini zedelememeye özen gösterecek alternatif çözümler önermesi de ihtimal dahilindedir.

Tüm Hazar Bölgesi’nde sadece Azerbaycan ve tüm Orta Doğu’da ise sadece Irak RF için kara delik konumundadır. RF, özellikle Türkiye üzerinden AB’ye uzanacak boru hatlarına ana kaynak olma potansiyeli yüksek Azerbaycan ve Irak’ta etkin değildir. Bu sayede ABD, AB’deki Rus gazı hakimiyetini kıracak zengin gaz rezervlerini kontrol edebilecek bir konuma yükselecektir.

Her ne şart altında olursa olsun, tüm global stratejik güçlerin kesişme noktasındaki Türkiye, bu coğrafyada ABD, AB ve Rusya gibi tecrübeli oyuncularla aşık atabilecek bilgi, donanım, dinamizm ve insan gücüne sahiptir. Bugün coğrafyamızda yaşanan oyun, enerji merkezli bir denge oyunudur; bu nedenle diğer oyuncunun sikletine bağlı olarak tahterevallinin sadece koltuğunu değil, gerekirse çubuğunu da kullanarak ağırlığı, yani baskıyı sürekli dengelemek gereklidir. Petrolün her geçen gün daha da kayganlaştırdığı bu tehlikeli zeminde, bu karmakarışık coğrafyada, dünyanın aynı anda ve fazla sayıda stratejik açılım imkanlarına sahip belki de tek ülkesi olarak, terazinin kefelerini ayarlamak, bölgedeki basınç düzeyini dengelemek ülkemize düşmektedir. Türkiye, böylesine hassas bir müzakere oyununa, oyun başlamadan hazır olmalıdır.

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display