Bu sayfayı yazdır

2019 YILININ İLK ALTI AYINDA ELEKTRİK ENERJİSİNDEKİ GELİŞMELER VE DOĞU AKDENİZ

Yazan  21 Temmuz 2019

Türkiye’nin elektrik kurulu gücü 2018 yılı Haziran ayı sonunda 87.138,7 MW iken 2019 yılı Haziran ayı sonunda %3.76 artarak 90.420,9 MW’a yükselmiştir.

Haziran 2018’deki elektrik üretimi ve tüketimi ile 2019 Haziran ayı üretim ve tüketimleri yaklaşık 143-145 TWh civarındadır. Yani üretimde ve de tüketimde yüksek miktarlarda artış olmamıştır.Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte tüm hükümetler elektrik enerjisine önem vererek Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücünü artırmak için gereken çalışmaları yapmışlardır. Birkaç örnekle bu düşüncemizi doğrulayalım.

1913 kurulu güç 17,3MW 1923’de %89,6 artarak 32,8MW’a,

1936’da 138,5MW 1937’de %20,6 artarak 167,1MW’a,

1955’de 611,6 MW 1956’da %44,9 artarak 886,1MW’a,

1969’da 1.967,2MW 1970’de %13,6 artarak 2.234,9 MW’a,

1980’de 5.1187,7 MW 1981’de %8,1 artarak 5.537,6 MW’a

1990’da 16317,6 MW %5,5 artarak 17.209,1 MW’a

2001’de 28.332,4 MW %12,4 artarak 31.845,8 MW’a

2007’de 40.835,7MW 2018’de %116,8 artarak 88.550,8MW’a yükselmiştir.

1980-1990 arasındaki istatistikler de şöyledir: (Tablo-1)

 

Bu istatistiki bilgi ister istemez şu soruyu akla getirmektedir: Acaba elektrik kurulu güç santrallerine gereğinden fazla mı yatırım yaptık? Eğer öyle ise bu konuda yatırım yapmış olan özel sektörün durumu ciddiyet arz edebilir. Zira kullanılmayan ve böylece verimsiz bir kapasite, enerji sektörüne dış borçlarla yatırım yapmış sektör yatırımcılarını zor günler yaşatabilir. Bu zor durumdan kurtulmanın yolu ise halkın sırtına yüklenecek olan elektrik zamlarıdır.Tablo-1’de dikkati çeken en önemli nokta 1990-2002 arasında kurulu gücün %95 oranında artmasına mukabil üretim %125, tüketim de %133 oranında artmıştır. 2002-2018 arasında ise kurulu güç %178 artmış ancak üretim %135, tüketim de %129 oranında kalmıştır.

Aslına bakacak olursanız Türkiye üreten bir ekonomik politika izleyerek bu enerjisini çok rahat kullanabilir. Türkiye 2017 yılında elektrik enerjisinin %46,8’ini sanayide, %26,9’unu ticaret ve kamu hizmetlerinde, %21,8’ini meskenlerde, %2,4’ünü sulamada, %1,8’ini aydınlatmada ve %0,3’ünü de diğer yerlerde kullanmıştır. Bu tablodan da görüleceği üzere Türkiye ürettiği elektriği doğru yönde kullanamamaktadır. Bu sonuç da doğrudan sanayileşme ve üretim ekonomisiyle ilgilidir. Geriye dönüp bakıldığında Türkiye 1970 yılında elektrik tüketiminin %64,2’sini, 1978’de %65,5’ini, 1985’de %66’sını ve 1999’da %51’ini sanayide değerlendirilmiştir. Görüldüğü gibi sanayide kullanılan oran giderek düşmüş ve 2017 yılında %46,8 seviyesine gelmiştir. Uçan kuşa borcu olan ve iğneden ipliğe hemen her şeyi ithal eden bir ülke durumuna düşünce sonuç bu olmaktadır. Sanayi yatırımları, fabrikalar, AR-GE faaliyetlerinin yeterli seviyede olmaması tarım ve hayvancılıkta üretimin yavaşlaması ülke ekonomisinin dışa bağımlı olması sonucunu doğurmaktadır. İktisaden böyle bir politika takip ederken enerjide %75,7 oranında da ithalata bağımlı olmak tabii bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.

Tablo-1 ve 2’de 2019 Haziran sonu itibariyle kurulu güç ve üretim, tüketim durumları gösterilmişti. Üretim ve tüketim değerlerinde lisansız değerler yer almamıştır (Kaynak-direnc. blog). Tablo-1 incelendiğinde kurulu gücün %51,9’u fosil, %48,1’i de yenilenebilir kaynakların oluşturduğu görülmektedir. Bu tablonun uzun yıllar değişmeyeceği dünyadaki birincil enerji kaynaklarının kullanımından açıkça görülmektedir. 2017 yılında dünya birincil enerji tüketiminin kaynaklara göre dağılımı şöyledir. %34’ü petrol, %28’i kömür, %23’ü doğalgaz, %7’si hidrolik, %4’ü nükleer, %3’ü rüzgâr ve güneş,%1’i biyokütle. Netice itibariyle 2017 yılı dünya birincil enerji tüketiminde fosil kaynakların payı %85, nükleerin %4 ve yenilenebilir kaynakların payı da %11’dir.

Türkiye’nin petrol ve doğalgaz rezervleri bulunmamakta, bunun yanı sıra henüz nükleer enerji santrallerini de hayata geçirmemişken ve de 14 milyar ton kömürünün yaklaşık %75’inin kalorisi düşük iken ne yapmalıdır? Türkiye %75,7 oranında dışa bağımlılığını aşağıya çekmeli ve kendi kaynaklarını değerlendirmelidir. Türkiye birincil enerjide 1990 yılında %51,5, 1995’de %57,7 oranında dışa bağımlı iken bağımlılık 2005’de %72,4’e, 2014’de %75’e ve 2017’de %75,7’ye yükselmiştir (Tablo-3). Bu sebepledir ki, enerji politikalarının mutlak şekilde gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ancak enerji yatırımlarını yönlendirenleri bu noktada çevrecilerin yoğun tepkileri beklemektedir. Yerli kömür, rüzgâr ve jeotermal santrallerine bile karşı çıkılmaktadır. Yarın bir gün güneş ve biyogaz santrallerine karşı çıkılmayacağının da garantisi yoktur. Zira emperyal güçler özellikle dışa bağımlı olmamızı istemektedirler. Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir kaynaklarının enerji potansiyeli 700-800 milyar kWh arasındadır. Özellikle rüzgâr 130 milyar kWh, güneş 400 milyar kWh ve biyogaz 35 milyar kWh’lik potansiyele sahip kaynaklardır.

Diğer taraftan ülkemizin dört bir yanı tehlike içindeyken ve de Ermenistan’da Iğdır’a 30 km mesafedeki Metsamor NS’i, Bulgaristan’da Edirne’ye 330 km. mesafedeki Kozluduy NS’i, Romanya’da Kırklareli’ne 300 km. mesafede bulunan Çernavodo NS’i, Ukrayna’da Amasra’ya 650 km. mesafedeki South Ukraine NS’i ile Rusya ve İran’daki NS’ler çalışırken, İran nükleer çalışmaları hızlandırırken ve dünyada 31 ülkede yaklaşık 450 NS bulunurken Türkiye’de NS karşı çıkmanın sebebi nedir? Türkiye NS yanı sıra jeopolitik durumu itibariyle de nükleer konusuyla bütünüyle de ilgilenmek mecburiyetindedir.

2040 yılına kadar dünyada enerji tüketiminin %28 artacağı ve sektöre tahminen 70 milyar dolarlık bir yatırım yapılacağı göz önüne alınırsa Türkiye’nin enerji bütçesinin Milli Sağlık, Milli Eğitim, Milli Savunma bütçelerinden sonra gelmesi gerektiğini unutmamalıdır.

(Tablo-1/2019 Haziran ayı kurulu güç)

(Tablo-2/2019 Haziran ayı üretimi)

(Tablo-3/Kaynak www.mmo.org.tr)

 

 DOĞU AKDENİZ’DE VAZGEÇİLEMEYECEK KAYNAKLAR

(Harita-1)

Türkiye yaptığı hamlelerle artık Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda dönüşü olmayan bir yola girmiştir ve de doğru olanı yapmıştır. 3 Mayıs 2019 tarihli NAVTEX ile 3 Mayıs-3 Eylül tarihleri arasında kıta sahanlığında ve Kıbrıs’ın batısında sondaj faaliyetlerinde bulunacağını dünyaya ilan etmiştir (Bu faaliyetler enerji kaynaklarına ulaşılana dek devam etmelidir.Harita-1). İşte bu hamle GKRY, Yunanistan, ABD, AB ve de Müslüman ülke Mısır tarafından Türkiye’nin Akdeniz ve Kıbrıs’a bir saldırı başlattığı biçimde yorumlanmıştır.( GKRY adına Exxon Mobil-Katar konsorsiyumu 5 Nisan 2017’de Kıbrıs’ın güneybatısında 10 numaralı parselde doğalgaz sondaj faaliyetleri için anlaşma sağlanmış ve 15 Kasım 2017’de de çalışmalara başlanmıştır. İştebirbaşka Müslüman ülkenin Türk düşmanlarıyla yaptığı ortak bir iş…)Kim ne derse desin ne yaparsa yapsın,Türkiye bu kadim denizde BMDHS’ ne sadık kalarak kendi kıta sahanlığı ve MEB içindeki bütün hidrokarbon kaynaklarını FATİH, YAVUZ sondaj gemileri ve de BARBAROS HAYRETTİN PAŞA, ORUÇ REİS sismik gemileriyle karış karış çalışarak jeolojik, jeofizik ve de sondaj faaliyetlerini gerçekleştirmelidir. Atılacak bir geri adım Türkiye için asla ve asla onarılamayacak sonuçları doğurur. İşte asıl ’’BEKA MESELESİ’’ Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’nde olduğu halde siyasilerden yeri göğü inletecek sesler çıkmamaktadır. Hayret!..

AB’nin Türkiye ile müzakerelerde Kıbrıs meselesini sürekli öne sürmesinin anlaşılır bir yanı yoktur. Bundan böyle Doğu Akdeniz’i koz olarak kullanarak Türkiye’nin AB’ye girme konusunu bitirecek gibi gözükmektedirler Zira aradıkları fırsatı yakalamış durumdalar.Doğu Akdeniz meselesi AB için Türkiye’den kurtulma konusunda kurtarıcı rol oynamıştır. Varsın olsun… AB’ye girmesek ölür müyüz? AB, komşularıyla sınır problemi olan ülkeler AB’ye alınamaz kurucu ilkesine aykırı hareket ederek Yunanistan’ın da baskılarıyla KKTC’yi göz ardı ederek GKRY’ni AB’ye almıştır. AB, kendi kültüründen olmayanlara ve de Türkiye için Zürih ve Londra Anlaşmalarını sürekli görmezden gelmektedir. AB’nin bir Hıristiyan topluluğu olduğunu tüm millet anladı ama Müslüman demokratlar ne hikmetse anlayamadılar!

ABD Dışişleri Müs. Yard. Palmer ’’Doğu Akdeniz ABD’nin bir dizi stratejik çıkarını ve önemli ortaklarının bulunduğu bir bölgedir’’ ifadesiyle ABD’nin bu bölgeyi bir kan gölüne çevirmeye hazır olduğunu göstermektedir. ABD bölgede biri uçak gemisi on savaş gemisi, 130 uçak ve 10.000 askeriyle burnumuzun dibinde bize aba altında sopa göstermeye çalışmaktadır. Diğer taraftan da ABD’nin Yunanistan ve GKRY’ne askeri yardımlar yapacağı ve de kuracağı bir enerji merkezi ile de ileride bulunacak tüm enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmayı planladığı da açıkça ifade edilmektedir. Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Gruşko’nun 8 Temmuz tarihli şu açıklaması da Rusya’nın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini desteklemediğini açıkça göstermektedir."Kıbrıs'ın egemenliğinin ihlâl edilmesinin, Kıbrıs sorununa kalıcı, adil ve uygulanabilir bir çözüm için şartların sağlanmasına yardımcı olmayacağına inanıyoruz. BM tasarıları temel alınarak Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşılması için, toplumlar arası müzakere sürecinin en kısa sürede yeniden başlamasına duyulan ihtiyaç ortadadır. BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, bu girişimleri desteklemeye hazırız." Rusya Lazkiye ve Tartus’taki limanlarıyla Doğu Akdeniz’deki kontrolünü sağlamış durumdadır.Bu şer ve zillet ittifakının Türkiye’nin hukuksuz olarak Doğu Akdeniz’de çalışmalara başladığı iddiaları Batının Türkiye’ye karşı samimiyetsizliğinin son örneğidir. Batı artık Türk Devleti’ni bu coğrafyada güçlü görmek istememektedir. Ilımlı İslam anlayışı, haritalar üzerinde oynamak, ülke içinde terör faaliyetlerini desteklemek, ülkenin güneyinde Suriye sınırlarında bir Kürt Devleti kurmak için o bölgeyi boşaltmak maksadıyla beş milyon Suriyelinin ülkemize gelmesini desteklemek ve aklını bir imama satmış ve kendilerini İslam’ın mücahitleri olarak gören vatan hainlerini destekleyerek bir darbe yapmaya kalkışmak bunların bütünü başta ABD olmak üzere Hıristiyan Batının işidir. Türkiye her türlü çalışmasını uluslarası hukuk kurallarına göre yapmaktadır. Ancak bu, Türkiye sen çok haklısın ve doğru yapıyorsun, senin yanındayız sonucunu asla doğurmamaktadır. Bu sebepledir ki, Türkiye Doğu Akdeniz’deki askeri gücünü artırmalı ve Kıbrıs’ta deniz ve hava üsleri kurmalıdır. Batının unutmamamsı gereken en önemli husus bu Mavi Vatan bizim kadim vatanımızdır.

Bugün için Doğu Akdeniz’de, İsrail Tamar’da 320 milyar m3, Leviathan’da 600 milyar m3, GKRY Afrodit’de 130 milyar m3, Kalipso’da 200 milyar m3, Mısır Zohr’da 800 milyar m3 doğalgaz bulduklarını ifade etmektedirler (toplam 2.050.000.000.000 m3 ). Acaba doğalgaz rezervi bu rakamlarla mı sınırlıdır?

ABD hükümetinin izlediği enerji politikası dünya enerji kaynaklarını ele geçirmek fikri üzerinde gün geçtikçe hızla yol almaktadır. Başkan Trump ve ABD’nin derin politikası bu sebeple Doğu Akdeniz’de ciddi sıkıntılara yol açacak gibi görülmektedir.

BP Statistical Review of World Energy-2019 verilerine göre 2018 yılında ABD’nin petrol rezervi 7,3 milyar ton, doğalgaz rezervi 11,9 trilyon m3, şeyl oil rezervi 622,5 trilyon feet küp, tight oil rezervi 78,2 milyar varildir. ABD sadece kendi rezervlerini kullanırsa bu rezervler ortalama bir hesapla 35-40 yıl ülkenin ihtiyaçlarını karşılayabilir. Öyle ise ABD ne yapmalıdır? Enerji kaynakları olan sahaları ele geçirmelidir ki çok daha uzun yıllar halkının ihtiyaçlarını karşılasın ve de bilimsel, teknik çalışmalarını aksatmadan yürütebilsin.

Soru şudur: ABD birkaç yüz milyar m3 doğalgaz ve 2-3 milyar varil petrol için mi 9.000 km.den kalkıp buralara gelecek? Havzada bugün için 345 trilyon kübik feet doğalgaz ve 3,5 milyar varil petrol olduğu ifade dilmektedir. Ne var ki, Kıbrıs-Girit arası Herodot sahası, Kıbrıs çevresi, Kıbrıs-Suriye-Lübnan-İsrail arasındaki bölgede ve Nil Deltası’ndaki yaklaşık 200.000 km2’lik bir alanda çok daha fazla hidrokarbon rezervinin olduğunu söylemek bir kehanet olmasa gerek… (Ne var ki, birkaç etüt ve sondajla kesinlikle rezerv belirlenemez. Daha çok sondaj yapılması gerekmektedir)

Türkiye’yi istedikleri kadar dışlamaya kalksınlar tabii olarak bilim ve ekonomi bu konuda Türkiye’nin yanındadır. Niye mi? Bulunacak bu hidrokarbon kaynakları hangi yolla batıya taşınacaktır? Akdeniz’in altından geçerek Yunanistan ve İtalya’ya kadar uzanması düşünülen boru hattı maliyet bakımından çok pahalı ve teknik olarak da oldukça zor bir çözüm yolu gibi gözükmektedir. Kıbrıs’ta bir LNG terminalinin de kurulması oldukça pahalı bir yatırım olarak kabul edilmektedir.Bu karmaşık yapı içinde S-400 konusunu sürekli gündemde tutan ABD ve Batı Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi zor durumda bırakmak için: 1.Akkuyu NS’ nin yapımını engelleyeme kalkışabilir, 2.F-35’leri vermeyebilir, 3.Suriye’nin kuzeyindeki boşaltılmış alanda Kürt Devleti kurma projesini hızlandırabilir, 4.Ülke içinde terör faaliyetlerini artırabilir, 5.Türkiye’ye siyasi ve ekonomik ambargo uygulamaya kalkabilir6.Doğu Akdeniz’deki kaynakların paylaşımında sen yoksun tavrını koyarak, gerektiğinde askeri müdahaleyle önü kesilmek istenebilir. Türk Devleti’nin halkını, halkının şerefini düşünerek siyasi yollarla ve ADALAR DENİZİ’ndeki gibi tavizkâr politikalar yürütmeden meseleleri çözmelidir. İktidarlar bu günler için vardır. Ayrıca Türkiye’yi karşılarına almak bu şer ittifakının da pek işine gelmeyebilir. Çünkü eninde sonunda Türkiye’ye muhtaç olduklarını bilmektedirler.

Bu devlet yaklaşık 200 yıldır içeriden bizim, dışarıdan emperyalizm çabalarına ve gayretlerine rağmen yıkılmıyorsa vardır bunda bir keramet diyelim…

Netice itibariyle;

1.Türkiye enerji politikalarını yeniden ele alarak planlamalar yapmalıdır. Bu konuda iki husus önemlidir. A) Türkiye kendi öz kaynaklarını kullanarak %75,7 oranında olan dışa bağımlılığını önümüzdeki 10 yıl içinde mümkün olduğu kadar aşağılara çekmelidir.B) Bir enerji koridoru üzerinde bulunan Türkiye bir ’’Enerji Merkezi’’ olduğunun bilincinde hareket ederek politikasını yönlendirmelidir. Her kaynaktan daha çok kazanmak…

2. Enerji yatırımlarında Kurulu Güç ile Üretim ve Tüketim dengesine çok dikkat edilmelidir. Üretmeyen bir ekonomide sanayinin elektrik tüketimigiderek azalmaktadır. Bu noktada yapılması gereken ya Kurulu Güç yatırımlarını azaltmak ve daha az elektrik üretimi gerçekleştirmek ya da üreten bir ekonomik modele geçmektir.Türkiye atıl kapasite ile baş başa bırakılmamalıdır. Yoksa elektrik zamları yağmur gibi gelebilir, batan şirketleri kurtarmak için.

3. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının yalnızca Türkiye üzerinden Batıya taşınacağı gerçeğini unutmadan çok daha aktif ve akıllı politikalar sürdürmelidir.Yaptırımlardan çekinmeden doğru bilinen yolda korkusuzca ilerlenmelidir. (Bize dost! Müslüman âleminin her zaman yanımızda olacağını göz ardı etmeden yaptırımları dikkate almamalıyız). AB kendi içindeki karmaşık yapısına rağmen Türkiye’deki siyasi yapının çökmesine ve Türkiye’nin dağılmasına büyük bir emek verdiği unutulmamalıdır. Batı emperyalizmi doğudaki tüm enerji kaynaklarının kolay yolla kendilerine ulaşması için her türlü melaneti, desiseyi ve düşmanlığı yapamaya hazırdır. Türkiye AB ve ABD’ye karşı hamlelerin geciktirmeden yapmak mecburiyetindedir.

4. Güney Doğu’ya, Ortadoğu’ya ve Doğu Akdeniz’e hâkim olabilmek için Güney Doğu’ya 5. Orduyu, Kıbrıs’a da Deniz ve Hava üsleri kurulmalıdır. Askeri güç artırılmalıdır.

5. Türk Devleti’nin bir kabile devleti olmadığını göstermek için de ADALAR DENİZİ’nde Yunan tarafından işgal edilmiş 18 adanın derhal alınarak, Devlet’in karalılığı ve muktedir olduğu gösterilmelidir.

DOĞU AKDENİZ’de MAVİ VATAN’da ’’YA TAKSİM YA ÖLÜM’’ ifadesinin TÜRKİYE için bir BEKA meselesi olduğu da Türk Milleti’ne şimdiden anlatılmalıdır.

                                                                                                

 

 

                 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı