Türkiye’nin Son 10 Yılda Patlayan Cari Açığı Nasıl Düzelir?

Yazan  05 Ağustos 2013

Türkiye’nin cari açığı Merkez Bankası verilerine göre son 10 yılda tam 76 kat artarak 47,7 milyar dolara yükseldi. Mayıs 2013’te de aylık bazda cari açık bir önceki yıla göre yüzde 41,6 artarak 7,5 milyar dolara yükselirken son 12 ayın toplamı da 53,6 milyar dolar oldu. (1)

Bu durumun tehlikesini anlatmak için Merkez Bankası’nın yaklaşık 40 milyarlık net döviz rezervinin tamamının bir yıllık cari açığı karşılayamadığını söylemek yeterli olacaktır. CIA’in The World Factbook raporuna göre Türkiye’nin cari dengesi o kadar kötüdür ki miktar bakımından 193 ülke içinde 189. sırada yer alır.(2)

Türkiye ekonomisi, gelişen bir piyasa olarak belli dönemlerde cari açık problemiyle uğraşmak zorunda kalsa da cari açık hiçbir dönemde bu büyüklüğe erişmedi. 2001 yılında fazla veren cari denge, 2002’den sonra hızlı bir bozulmaya yaşadı. Cari açığın milli gelire oranı 2002’de yüzde 0,27 iken, 2011’de neredeyse yüzde 10’a ulaştıktan sonra 2012’de de yüzde 6,07 oldu.  Başka bir deyimle 2011 yılında cari açık, Türkiye’deki ekonomik çıktının neredeyse onda birine ulaşarak, yangının kontrolden çıkmaya başladığını ortaya koydu.

Cari açığa çözüm getirebilmek için neden arttığını anlamak gerekir. Türkiye ekonomi politikasına karar verenler 2003’den sonra tüketime teşvik ederek büyümenin sağlanması yoluna gitti. Tüketimin artması için kredi kartı kullanımı, kredi kartına taksit, tüketici kredileri ve konut kredileri almak kolaylaştırıldı.

Türkiye’de kredi kartlarının toplam kullanımı BDDK verilerine göre Aralık 2002’de 4,3 milyar TL iken, Mayıs’ta 85,5 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. Bir daha altını çizmekte fayda var, 10 yılda kredi kartı kullanımı 20 kat arttı. Tüketici kredileri de aynı dönem de 2 milyar liradan, 216 milyar liraya yükselerek 108 kat gibi inanılmaz bir oranda arttı.

Sırf bireyler değil, özel sektör de büyümesini borçlanarak sağladı. Resmi olarak bir veri açıklanmamasına rağmen özel sektörün borcunun en az 10 kat arttığı hesaplanabilmektedir. (3)

IMF’ye olan borcun ödenmesinin propagandası sıkça yapılsa da kamunun toplam dış borcunun 2003’ün ilk çeyreğinde 131 milyar dolarken şu an 350 milyar dolara çıktığı söylenmemektedir. Aynı dönemde kamunun iç borcu da 155 milyar liradan, 395 milyar liraya çıkmıştır.

Tüketimin artması sağlıklı ve planlı geliştiği sürece olumsuz değildir. Eğer tüketimin artması, refah seviyesinin yükselmesiyle oluyorsa bu ülkenin ekonomik gücünün iyileştiğine işaret eder.

Bir benzetmeyle anlatmak gerekirse, bir çalışanın terfi alıp maaşının artmasıyla birlikte, yeni bir ev, yeni bir araba almasında, tasarruflarının artmasında tabii ki bir sakınca yoktur. Bu çalışan hem geleceğini yaptığı tasarrufla garanti altına alırken, hayat standardını yükselterek daha keyifli bir hayat sürmektedir.

Ancak maaşı 10 lira artarken, harcamaları 200 lira artan başka bir çalışanın geleceği için beklentiler aynı iyimserlikle olmaz. Belli bir süre sonra geliri ve tasarrufu harcamalarını karşılayamayacak, borçlanmak zorunda kalacak, belki de belli süre sonra gelen haciz kararlarıyla boğuşacaktır.

Yukarıda iki çalışan benzetmesiyle anlatılmak istenen büyümenin, tüketimin, harcamaların büyümesi, tasarruf artışıyla birlikte olursa sağlıklı olduğudur. Maalesef Türkiye’de tasarruf oranı da ülke büyürken artmamış, tam aksine azalmıştır.

Merkez Bankası’nın Şubat 2013’de yayınladığı “Yurtiçi Tasarruflar ve Bireysel Emeklilik Sistemi: Türkiye’deki Uygulamaya İlişkin Bir Değerlendirme” raporunda, tasarruf oranının hızlı büyüme yaşandığı 2002-2007 döneminde bile 3 puan düştüğü, TUİK verilerine göre 2003’de yüzde 17,7 iken 2010’da yüzde 7,3’e gerilediğinin altı çizilmiştir.

Tasarruf oranı düşerken cari dengenin rekor düzeyde bozulması, Türkiye’nin finansman açığını yurt içinden değil, yurt dışından sağlamak zorunda bırakmıştır. Hem kamu hem de başta bankalar olmak üzere özel sektör artık fonlama ihtiyacı bakımından yurt dışına bağımlıdır.

Türkiye 2003-2012 arası ortalama yüzde 5 büyürken, aynı dönemde Dünya Bankası verilerine göre ortalama yüzde 6,61 büyüyen Rusya, Hindistan, Çin ve Brezilya’nın altında kalmıştır. (5)

Bu arada Türkiye’nin 1961 ve 2012 arasındaki 50 yıllık büyüme hızının Dünya Bankası verilerine göre ortalama yüzde 4,5 olduğunu söylersek, son 10 yıldaki büyümenin mucize olmadığı, ortalama olduğun da altını çizmiş oluruz.

Türkiye maalesef son 50 yıldaki ortalama hızını yakalayabilmek için sağlıklı bir ekonomik politika geliştirememiş, en kolay yol olan krediyle tüketimi destekleyerek büyümeyi seçmiştir.

Yine aynı dönemde yerli üretim açısından hiçbir atılım stratejisinin ortaya konmaması, ithalatın 2002’de 51,5 milyar dolarken 2012’de 236,55 milyar dolara çıkmasına yol açmıştır. Türkiye’de artan tüketim iştahı, kapsamlı bir özel sektör hamlesiyle birleşebilse, dünya çapında marka değeri yüksek yerli markalar çıkması sağlanabilirdi. Ancak bunun yerine tüketim iştahına adres yurtdışı gösterilmiş ve ithalat patlamıştır.

Küresel çapta gelişen piyasalarda yaşanan yavaş büyüme ve ekonomik durgunluk, uluslararası sermayenin Türkiye’nin içinde bulunduğu gelişen ülkelere yönelmesine yol açtı. Türkiye bu sayede devasa cari açığını fonlamayı başarsa da hala ekonomik uçurumun kenarında yürümektedir.

Yürütülen ekonomik politikalar sonucunda Türk lirası değersizleşerek, dolar karşısında tarihin en düşük seviyesine geriledi. Bunun sonucu olarak da ufukta bir enflasyon tehlikesinin de belirmesine yol açtı. Değer kaybeden liranın etkisi en yakın benzin istasyonda litre fiyatlarına bakıldığında ilk elden görülebilir. Kurşunsuz benzinin litre fiyatı da 5 lirayı aşarak enflasyonu yukarı çekecek başka bir etken olmaktadır.

Türkiye cari açık problemini 10 yılda gelinen seviye itibariyle anlık kararlarla çözülemeyecektir. Her alanda devlet yönetimine hakim “Ben yaptım, oldu” düşünce tarzı yüzünden enine boyuna düşünmeden alınan ekonomik kararlarla ülke kırılgan, dış fonlamaya bağımlı hale gelmiştir. Bu riskler alınırken ülke sadece ortalama hızda büyümüştür.

Cari açık sorununun klasik ekonomik yaklaşımlarla çözülmesi zordur. Türkiye liranın değerini düşürerek ihracatı artırma yoluna, yükselecek enflasyon ve enerji faturası nedeniyle gidemeyecektir. Tarif ve kotalarla ithalatı dizginlemek bu dönemde gerçekçi bir yaklaşım değildir.

Problemin çözümü Türkiye’nin katma değeri fazla ileri teknoloji ürünlerine yatırım yapacak bir strateji geliştirmesinde yatmaktadır. Devlet gerekli destekleri sağlayarak teknoloji, biyoloji, makine sanayii gibi sektörlerde atılım yaratabilecek beyinleri ülkeye çekmelidir.

İkinci olarak da gene katma değeri yüksek kaliteli ürünlerin ve hizmetlerin verilmesi için gerekli ortam oluşturulmalıdır. İşgücü kalitesinin yükseltilmesi bunun önemli adımlarından biridir.

Üçüncü olarak Türkiye’de girişimciliğin desteklenmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı, risk sermayesi için uygun ortam yaratılmalıdır. Birkaç büyük şirketin piyasayı yönlendirebildiği oligopol yapıyı kıracak bunun yerine yüksek rekabeti destekleyecek düzenlemeler getirilmelidir.

Son olarak da Türkiye’de sırf cari açık değil ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için kolay krediyle tüketimi artırma stratejisinden vazgeçilerek insanların refah düzeyini, tasarruflarını artırmayı hedefleyen ekonomik politikalar benimsenmelidir. Bu sayede oluşmakta olan konut balonu gibi risklerin de önüne geçilebilir.

 

--------------------------

 

1 - http://realtime.wsj.com/turkey/2013/07/30/butun-boyutlariyla-turkiye-ekonomisinin-kronik-hastaligi-cari-acik/

2- https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/rankorder/2187rank.html

3- http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424127887323610704578625433766127910.html

4- http://www.tcmb.gov.tr/research/discus/2013/WP1304.pdf

5- 2003-2012 Ortalama Büyüme Hızları- Brezilya: %3,6 – Çin: %10,5 – Hindistan: %7,7 – Rusya: %4,72

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...