Bu sayfayı yazdır

Çift Dipli Kriz

Yazan  02 Nisan 2019

Türkiye ekonomisinde 2018 yılında vatandaş ve şirketler tarafından hissedilir hale gelen ve 2019 yılında da devam eden krizin aslında başlangıcı, 2005 yılı sonrasında uygulamaya konulan “inşaat ekonomisi”, “beton ekonomisi” diye adlandırdığımız üretken olmayan yatırımlara ülke kaynaklarının neredeyse tamamının aktarılmasıdır.

Dünyada yakın tarihte yaşanan 1991 Japonya krizi, 1997 Asya krizi ve 2008 Mortgage krizi gibi deneyimler olsa da siyasal iktidarlar için popülizm anlamında faydasının yüksek olmasından dolayı inşaat ekonomisi tercih edilmektedir.  

Dünyada gelişen ekonomik olayların da ülke lehine gelişmesiyle yaşanan yoğun yabancı sermaye girişleri ile hızlanan inşaat sektörü, Türkiye ekonomisinin büyümesinde etkili olmuştur. Ancak dünyada yaşanan 2008 küresel krizi ve 2009 yılında yaşanan ulusal kriz inşaat ekonomisinin ekonomik etkilerini yavaşlatsa da, 2010 ve sonrasında yine ekonominin dinamik kalmasında etkili olmuştur. Ancak bu yıldan itibaren çıkarılan kanun ve düzenlemeler reel ekonominin zorlandığını göstermiştir. Mali milat, varlık barışı ve 2014 yılından sonra neredeyse her yıl çıkarılan ekonomik af veya yapılandırma süreçleri bunun en temel göstergesi olmuştur. Bunun yanında ekonomik büyüme rakamlarındaki istikrarsızlıklar ve reel ekonominin sürekli olarak devlet desteğine ihtiyaç duyması sebebiyle çıkarılan teşvikler, piyasa dengesinin bozulduğunun diğer bir işaretidir.  Yine bu dönemde de borçlanmaların devam etmesi, borcun sürdürülebilirliğini kaybetmesine neden olmuştur.

Nihayetinde bu süreç 2017 ve 2018 yılında yabancı sermaye girişlerinde yaşanan ani kesilmeler neticesinde döviz kurlarının değerlenmesine/ulusal paranın değer kayıplarının artması ile ekonomiyi bir krizin içerisine dahil etmiştir. 2018 yılının Ocak ayı başında döviz krizi şeklinde kendini göstermeye başlayan, Ağustos’ta ise yaşanan spekülatif ataklarla herkes tarafından hissedilen bu durum, yıl sonunda kendini son çeyrekte ekonomik küçülme ile göstermiştir. Her ne kadar siyasal iktidar tarafından zor dönemlerin geride kaldığı ifade edilse de, ithal girdi bağımlılığı yüksek olan üretim yapısı ve finansal dış bağımlılık nedeniyle Türk ekonomisini 2019 yılında da zor bir dönem beklemektedir.

Şuan Türkiye ekonomisinde bir krizin olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Tartışılan konu, bu krizden ne zaman çıkılacağı sorusudur.

 

Peki yaşanan bu kriz ne kadar daha sürecek? Türkiye ekonomisini nasıl bir süreç beklemektedir?

Yaşanan kriz ve krizden çıkış konusundaki tartışmalar hala devam etmektedir. Çünkü kriz şekil değiştirmekte ve dolayısıyla ne kadar süreceği belirsizliğini korumaktadır. 2018 yılında döviz krizi olarak kendini göstermiş olsa da 2019 yılında hem döviz hem de reel sektör krizine dönüşme ihtimalini kuvvetlendirmiştir. Bundan dolayı ekonomik kriz literatürü incelendiğinde, yaşanan kriz tipinin nasıl olacağı üzerinde tartışmalar devam etmektedir.  

Ekonomik kriz literatürü, yaşanan krizlerin etkin oldukları zamanın kısalığı veya uzunluğuna göre ayrıştırılmıştır. Bu anlamda kriz tipleri; “V”, “U”, “L” ve “W” şeklinde tanımlanmıştır.

“V” tipi krizler; Bu krizlerden çıkış kısa sürede gerçekleşir. Ekonomi hızlı bir şekilde dip noktayı bulur ancak sonra hızlı bir toparlanma sürecine girer. Ekonomik büyümenin grafiksel gösterimi V harfine benzemektedir. Genellikle finansal piyasadaki ve döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmalar sonucunda kendini gösterir. Krizden olası çıkış süreci 6 ay ile 12 ay içerisinde gerçekleşir. Örneğin Türkiye’nin 2001 ve 2009 krizleri.

“U” tipi krizler; Bu krizlerden çıkış, V tipi krizlere göre biraz daha uzun sürede gerçekleşir. Ekonomi dip noktaya ulaşılır ancak bu noktadan hızlı bir şekilde çıkılamaz. Alınan ekonomik tedbirlere rağmen dipten çıkış uzun bir süreye bağlı olarak yavaş bir şekilde gerçekleşir. Ekonomik büyümenin grafiksel gösterimi U harfine benzemektedir. Genellikle cari açık ve bütçe açıklarının neden olduğu krizlerdir. Krizden olası çıkış süreci 12 ay ile 18 ay içerisinde gerçekleşir. Örneğin ABD’nin 1929 buhranı sonrası.

“L” tipi krizler; Bu krizlerden çıkış çok daha uzun bir sürede gerçekleşir. Ekonomi dip noktaya ulaşılır ve yıllarca dip noktasına paralel bir şekilde devam eder. Ekonomik büyümenin grafiksel gösterimi L harfine benzemektedir. Genellikle, enflasyon, işsizlik ve jeopolitik risklerin sebep olduğu ve sonucunda yabancı sermaye kaçışlarının ve reel sektör daralmalarının yaşandığı krizlerdir. Örneğin 1991 Japonya krizi.

 “W” tipi krizler;  Çift dipli bir resesyondan bahsedilmesi durumudur. Bir ekonomi önce resesyona girer, daha sonra resesyondan çıkıp, kısa bir süre büyüme kaydettikten sonra tam bir iyileşme sağlamadan yeniden resesyona girmesi durumunu ifade etmektedir. Ekonomik büyümenin grafiksel gösterimi W harfine benzemektedir.  Yapılan müdahalelerle (teşvikler, vergi indirimleri, likidite enjeksiyonu vb.) geçici iyileşmeler olsa bile yeniden bir dibe vurarak, ikinci bir ekonomik küçülmeyi getirir. Örneğin ABD 1937-1938 resesyonu ve 1981-1982 resesyonu. Avrupa Birliği bölgesinin küresel kriz sonrası, 2008 ve 2012 yılları.

Şimdi Türkiye’nin yaşadığı kriz hangi tip krize girmektedir?. Birçok iktisatçının birleştiği konu, Türkiye ekonomisinde yaşanan krizin kesinlikle “V” ve “L” tipi krizler olmadığı yönündedir. Çünkü her ne kadar kriz etkisini hızla gösterse de çıkış süresi aynı hızla olmayacağı anlaşıldığı için “V” tipi kriz çeşidine girmemektedir. Ayrıca bir taraftan 2018 yılına göre, 2019 yılında açıklanan enflasyon oranlarının daha iyi gelmesi, diğer taraftan 2018 yılı yabancı sermaye çıkışlarına rağmen, net hata noksan kalemi ile yabancılara gayrimenkul satış rakamlarının çok yüksek boyutlara ulaşması(yaklaşık 27 milyar dolar), yaşanılan krizin “L” tipi kriz olmaktan çıkarmaktadır.

İktisatçıların önemli bir kısmı, Türkiye ekonomisinde yaşanan krizin “U” tipi olduğuna, bir kısmı ise “W” tipi çift dipli bir kriz yaşanacağı yolunda fikir beyan etmektedir. Ancak “U” tipi krizlerin dünya örnekleri genellikle kaynağının bütçe ve cari açığa dayandırmaktadır.

Türkiye ekonomisinde 2018 yılında derinleşen krizin sebebi, ne cari açık ne de bütçe açığıdır. Çünkü var olan cari açık her ne kadar yüksek oranlarda gerçekleşse de, resmi veya gayri resmi döviz girişleri ile sürdürülebilirdi. Diğer taraftan yıllardır açıklanan bütçe açıkları da kabul edilebilir bir orandaydı. Ülkede son dönemde yaşanan yurt içi katma değerli üretim eksikliğinden kaynaklanan istikrarsız bir büyüme rakamları, satın alma gücündeki düşüşler veya reel gelir artışlarında yaşanan yavaşlamalar, yükselen CDS oranları nedeniyle dış borçlanma maliyetindeki artışlar ile hane halkı borçlanmalarının sürdürülemez noktada olması, ülke ekonomisini resesyona götürmüştür. Bu yüzden Türkiye’de yaşanan krizin “W” tipi yani çift dipli bir krize doğru gittiğini düşünmekteyim. Çünkü 2018 yılının 3. çeyreğinden bu yana ekonomik büyüme yavaşlamaya başlamış ve 4. Çeyrekte ekonomik küçülme gerçekleşmiştir. 2018 yılında 3. Çeyreğinden bu yana hükümet teşvikler, vergi indirimleri, likidite enjeksiyonu, yapılandırmalar vb. önlemler almıştır. Hatta 2019 yılında da bu önlemlerin bir çoğunun yıl sonuna kadar devam etmesi yönünde düzenlemeler yapmıştır.  Tüm bu önlemlerine rağmen 2018’deki birinci ve ikinci üç aylık büyüme oranlarını yakalaması mümkün görünmediğinden, 2019 yılının 1. ve 2. Çeyrek dönemi için bir ekonomik küçülme kaçınılmaz olarak görünmektedir. Ekonomideki stok değişimlerin negatif dönmesi, döviz kurlarındaki yükselişten dolayı üretim için yeni girdi satın alamamaları ve tüketim harcamalarındaki daralmanın 2019 yılında da devam edeceğinin anlaşılması, bütçe açığındaki olası yüksek açık ve dış borç servisinin yüksekliği, vb. durumlar, Türkiye ekonomisinin resesyona girdiğinin en belirgin işaretidir. Başka bir ifade ile halen çözüm üretilemeyen ağır borçluluk, yükselen işsizlik oranları, vergi muafiyetlerinden ve artan harcamalardan dolayı yükselecek olan bütçe açığı, döviz kurlarındaki aşırı değerlenme sürecinin önüne geçilememesi, yükselen jeopolitik ve politik riskler, vb. durumlar ekonominin zayıflamasına ve negatif ekonomik şokun(ilk iki çeyrekte) oluşması ihtimalini kuvvetlendirmiştir. 2019 yılının 3. ve 4. çeyreğinde ise, 2018 yılının son çeyreğindeki yüksek ekonomik küçülmeden dolayı ekonomik büyüme pozitife dönse dahi 2020 yılında ilk çeyreğinde tekrar ekonomik küçülme yaşanma ihtimali bulunmaktadır. Ekonomik zayıflığın sürdüğüne işaret eden göstergeler çift dipli resesyona doğru gidildiğini göstermektedir.

Ekonomideki potansiyel açığın azaltılamaması, tüketim harcamalarında yaşanan daralmaların devam etmesi, istihdamın istenen seviyelere getirilememesi veya işsizlik oranlarındaki yükselişin engellenememesi, konut piyasasının halen baskı altında olması, hane halkı net servetinin azalması, borcun sürdürülebilirliğinin tekrar sağlanamaması ekonomik iyileşmeyi yavaşlatan en önemli sebeplerdendir. Ve bunların neticesinde oluşma ihtimali yüksek olan negatif ekonomik büyüme(2019 yılı iki çeyrek dönem), ülke ekonomisini çift dipli krize götürebilecek bir diğer faktördür. Tüm bunlara ilave olarak Mart yerel seçimlerinden dolayı, reel ekonomiye kalıcı ve yerli katma değeri artıran önlemler yerine geçici enjeksiyonların yapılması çift dipli resesyon riskini artırmaktadır.  Çift dipli ekonomik krizlerin dünyada ender gözüken kriz tiplerinden olmasına rağmen kalıcı, yerli tarım ve sanayi üretimini artıran bir stratejiler uygulanmadığı takdirde oluşma ihtimali kuvvetlendirilmektedir. Bu yüzden siyasal iktidarın hem dış ticaret politikalarını ve maliye politikalarını bu yönde düzenleyen önlemler almalıdır. Bu önlemler para politikaları ile desteklenmelidir.

Prof. Dr. Mehmet Alagöz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ekonomi Araştırmaları Merkezi Başkanı